NEFRET ve ZULÜM YASA TASARISI
Türkiye'de iktidar, LGBTİQ+ varoluşlarına zulmetmeyi içeren 11. Yargı Paketi taslağını Meclis'e sunuyor. Buna göre;
- Cinsiyete ve ahlaka aykırı tutum sergilemek 3 yıl,
- Kuir ilişkilerin görünürlüğü 3 yıl,
- Temsili evlilik törenleri 4 yıl,
- İzinsiz cinsiyet uyum süreçleri 7 yıl ile cezalandırılacakmış.
Bu, LGBTİQ+ bireylere karşı büyük bir saldırı ve zulüm demektir.
Maalesef bizim sol-sosyalist gelenekten gelen veya Kürt ulusal demokratik hakları için mücadele eden arkadaşların bir çoğu bu meseleden uzak durmaya, "bulaşmamaya" özen gösteriyorlar. Bunun nedeni bu konunun halen temel insan hak ve özgürlükleriyle ilgili oluşuna İKNA olmamaları; konuyu daha çok AHLAKİ bir sorun gibi gören egemen kabulün sınırlarında durmalarıdır sanırım.
Eğer bu konuda olumlu bir tavır sergilerlerse yürüttükleri "sosyalizm" ya da "ulusal kurtuluş" mücadelesine gölge düşüreceklerine inanıyorlar. Kişisel olarak "SEN DE Mİ ÖYLESİN YOKSA!!!" denilecek olması da büyük bir korku olabilir... Ya da siyaseten "iki-üç eşcinsel için yüzlerce "mütedeyyin" insanı kaçıracakları endişesi...
"BAŞKA İŞİMİZ Mİ YOK!" diyerek konuyu küçümseme ya da "memleketin bunca sosyal, siyasal; ekonomik meselesi varken!" bunu "gündem saptırma" olarak gören kesimler de var...
Daha da ileri giderek bu konuyu "emperyalizmin, kapitalizmin ya da sömürgeciliğin toplumun ahlaki değerlerine saldırı, ahlaksızlaştırma kampanyası" olarak görerek, sağ muhafazakar, popülist homofobiklerle ortaklaşan kesimler var...
Bu konunun temeli; insanın varoluş haklarına, kişiliğine, her türlü kimliğine, kendi bedenine, kendi emeğine, kendi düşüncesine SAHİP OLABİLME HAKKI'dır.
Bir insan kendi bedeninin efendisi değilse başkalarının kölesidir..
Daha doğar doğmaz cinsel ayrımla kategorize edilen bir "kader"!
Heteronormatif ve erkek egemen bir sistemle erkeklerin ilk sırada, kadınların (kızların) onlara tabi olduğu bir hiyerarşi. Ama bu ikili kabulün dışında çok farklı fizyonomik, psikolojik VAROLUŞ DURUMLARI görmezden gelindi, utanılması, yok sayılması, gizlenilmesi gereken özel durumlar olarak lanetlendi. Hem erkeklik hem kadınlık içinde var olan bu farklılıkların kabulü heteronormatif-ataerkil sistemi kökünden sarsabilirdi.
Yüzyıllarca süren KADIN HAKLARI mücadelesi; sosyal çatışmalar, ulusal sorunlar, sınıf mücadeleleri içinde görünmez hale gelmeyi reddederek, öne çıkıp büyük mesafeler kat etmeyi başardı.
Büyük bir çeşitlilik gösteren ÜÇÜNCÜ DURUMLAR ise, ancak geçen yüzyılın ortalarında; (her biri ayrı ayrı sorunlar yumağı içinde çırpınarak, HASTALIK sayılmakla AHLAKSIZLIK sayılmak arasındaki gelgitlerden kendilerini sıyırıp) bir araya gelerek ortak sosyal ve siyasal haklar mücadelesine giriştiler. Bu yüzden çok renkliliği ifade eden gökkuşağı bayrağı altında ve kendilerini tanımlayacak tek bir kavram olmadığı için LGBTİQ+ üst başlığıyla mücadelelerini sürdürüyorlar.
Ben bu mücadeleyi, insanların doğuştan itibaren tanınması gereken temel VAROLUŞ haklarından biri olarak tanımlayan görüşe katılıyor ve destekliyorum. Bu hem bir demokrasi ve özgürlük, hem de insan hakları mücadelesidir.
-LGBTİQ+ bir örgüt, bir kurum, bir lobi, bir parti değildir. Bu insanları uluslararası merkezi olan bir organizasyona bağlıymış gibi görülmesi veya gösterilmesi yanlıştır. Genellikle kasıtlıdır.
-Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transsexüel, intersex, kuir ... olguları doğuştan gelen VAROLUŞSAL durumlardır. HASTALIK, ANORMALLİK, AHLAKSIZLIK veya TERCİH değildir.
Tıpkı bazılarımızı siyah ya da sarı saçlı olmamız; bazılarımızın uzun veya kısa olmamız; bazılarımızın zayıf veya şişman yapılı olmamız; tenimizin rengi, vücudumuzun biçimi gibi neredeyse SONSUZ biçimdeki FARKLI varoluş biçimlerinden biridir bunlarda.
Çocuklarımız birilerine ÖZENEREK, birilerinin etkisine girerek EŞCİNSEL veya TRANS birey olmazlar. Çoğu anne-baba böyle sanarak, çoğu kez istemeden çocuklarının büyük bir cehennem hayatı yaşamasına neden olurlar. Çocukların çoğusu daha erken yaşlarda, kendilerine örnek gösterilen erkek ya da kadın davranışlardan farklı olduklarını fark ederler. Bedenlerini keşfetmeye başladıkları ergenlik dönemlerinde ise bu FARKLILIK, hem dış ve hem de içte büyük bir ÇATIŞMAYA dönüşür. LGBT+ bireylerin hemen hepsi çocukluk çağlarında ait olmadıkları bir cinsiyet kimliği içinde yaşamaya zorlanmanın travmatik hikayelerini yaşamışlardır.
2000'li yıllar LGBTİQ+ hakları mücadelesinde büyük ilerlemelere sahne oldu. Onların kendilerinden UTANMALARINI, GİZLENMELERİNİ, göze GÖRÜNMEMELERİNİ isteyenlerin aksine, varoluşlarından ONUR duydukları yürüyüşlerini evrenselleştirdiler. Pek çok iktidar bu hakları resmen tanıdı...
Şimdi ise dünya genelinde faşizan, dinci, sağ popülist dalganın ABD ve Avrupa dahil olmak üzere birçok ülkede yükselmesiyle birlikte LGBTİQ+ hakları mücadelesine karşı sistemli bir saldırı dalgası başlatıldı. AB üyeliği ve uluslararası sisteme "MEŞRUİYET" imajı için başlangıçta birçok demokratik sözleşmeye (Örneğin İstanbul sözleşmesi...) TAKİYYE yaparak imza atmış olan Erdoğan iktidarı, bu yeni dalgayı fırsat bilerek, Meclisten böyle bir faşizan yasa çıkarmak istiyor.
Kürt sorununa barışçıl çözüm, çatışmasızlık gibi başlıkların üst sıralarda olduğu; ya da muhalefete yönelik sistemli sindirme hamlelerinin yapıldığı bir ortamda, "tam fırsatıdır" diyerek LGBTİQ+ bireylere karşı yaptırımlarla dolu bu faşizan yasayı SESSİZ SEDASIZ geçirilme hesabı yapıyor olmalılar.
Kurnazca bir anlayışla, bu CİNSİYET AYRIMCISI, ZALİMCE maddeler, İNFAZ düzenlemeleri gibi beklenti yaratılan maddelerin arasında pakete yerleştirilmiş durumda...

Yorumlar
Yorum Gönder