NİCELİK, NİTELİK MESELESİ...



Doğanın diyalektiğinin temel kurallarından biri nicelik ve nitelik arasındaki bağıntıdır.

Ne var ki gençlik yıllarımızda çok revaçta bir "eğitim kitabı" olan George Politzer'in "Felsefenin Temel İlkeleri"nde yapılan pek çok yanlış gibi; bu kural da epeyce basitleştirilmiş, bir ki örneğe indirgendikten başka tamamen kusurlu biçimde ifade edilmişti. Bu da nicelik-nitelik arasındaki bağıntının kadrolar arasında epey yanlış-noksan öğrenilmesine neden oldu.

Oysa konunun Engels'in "Doğanın Diyalektiği" ve "Anti-Dühring"te daha doğru ve anlaşılır biçimde izahı vardı. Bu kitapların yazıldığı sırada bilimsel gelişmelerin henüz tanılamadığı devasa bir bilgi birikimine bugün sahibiz. Bu bilgiler ışığında "NİCELİK - NİTELİK" arasındaki bağıntının, doğanın diyalektiğini kavramada belki de en önemli kural olduğunu söyleyebilirim.

Öğrendiğimiz şey; "Nicel birikimlerin, sayısal artış veya azalışların nitelik sıçramalara dönüştüğü" idi. Bu da kabaca "EVRİM-DEVRİM" meselesine denk geliyordu. Suyun derece derece ısınıp +100 derecede kaynayarak nitelik değiştirmesi, buhar olması gibi; toplumdaki küçük küçük huzursuzluklar, önemsiz gibi görünen gelişmeler (evrim) sonunda büyük toplumsal patlamalara, dönüşümlere (devrim) yol açıyordu.

Nitelik-Nicelik arasındaki bağıntı ise bu örnekle sınırlandırılmayacak kadar temel bir meseledir. Ki bu örnek bile kusurludur: Örneğin +4 derece su ile +99 derece su arasında sanki hiç NİTELİK FARKI yokmuş gibi anlatır; oysa +4 derece su BUZ GİBİ soğuktur. Sonra giderek ısınır ve her bir derece artış ta suyun niteliği de değişir, örneğin +70 derece su artık kaynar sudur; +90 derece su üzerimize dökülürse haşlanırız...

Su, +100 derecede kaynayıp sıvı halden buhar haline gelir, fiziksel niteliği değişir ama KİMYASAL NİTELİĞİ (yani H20 oluşu) değişmemiştir. Olan şey su moleküleri arasındaki bağın gevşemiş olmasıdır.

Ve bu örnek doğadaki olgularda sadece birinin, bir yönünü anlatmaya yardımcı olur. Oysa kural daha evrensel ve kapsayıcıdır.

Bu kural temel olarak doğanın her türlü görünümünün MATEMATİKSEL bir bağıntısı olduğuyla ilgilidir. Doğadaki, evrendeki her olgu; maddenin her türlü varoluş tarzı, enerjinin tüm biçimleri MATEMATİKSEL olarak, sayısal bağıntılarla ANLAŞILABİLİR, AÇIKLANABİLİR.

Matematikten kastettiğimiz tabi ki sadece 4 işlemden ibaret basit ARİTMETİK değil; cebirle, geometri ile yüksek matematik formülleriyle, denklemleriyle bütün halinde bir SAYISAL ifadedir.

Örneğin; insan türünün en önemli vasfı olarak kabul edilen düşünce, beynin işleyiş kuralları, yani MANTIK, MATEMATİK kuralları ile bağıntılı. Belki de insan türünün en büyük ilerlemesi; ateşi kullanması, tekerleği icat etmesi, tarım yapabilmesi vb. değil olguların içerdiği SAYISAL bağlantıyı keşfetmesi ve her birinin denklemini teker teker çözmesidir.

Bu sayededir ki bugün tonlarca ağırlığındaki kütleleri, yüzlerce insanı bir yerden havalandırıp, kilometrelerce uzaktaki başka alanlara kazasız-belasız indirebiliyor. Akıllı telefonlar ve bilgisayarlar aracılığıyla yapılan devasa haberleşme ağıyla; yüz milyarlarca ses ve ışık dalgasının, datanın yine milyonlarca cihaza birbirini bozup engellemeden ulaşması, sayısal denklemlerin çözülmüş ve hükmedilebilir olmasıyla mümkün olabiliyor.

Bugün halen toplumsal hareketler, insan psikolojisi gibi daha karmaşık alanların sayısal formülasyonlarla anlaşılıp, açıklanabilmesi için kat edilmesi gereken uzun bir mesafe olduğu açık. Ama diyalektiğin kuralına göre bu İMKANSIZ DEĞİL, sadece bilgimizin, henüz yetersiz oluşuyla ilgilidir.

Ki toplumsal yaşamın temel yapısı olan EKONOMİ çok büyük oranda sayısal olarak ölçülebilen, bağlantılandırılabilen bir alandır. Keza İSTATİSTİK toplumsal gelişme ve olayların önemli oranda anlaşılabilmesini imkan veren sayısal veriler sağlıyor.

Modern psikiyatri, ruhlar alemine, gizemliliğe, bilinmezliğe. metafizik açıklamalara en çok yatkın olan PSİKOLOJİ alanında, insan-canlı davranışlarının çok önemli bir kısmının bedenimizdeki KİMYASAL bileşikler ve beyindeki FİZİKSEL hareketlere, farklılık ve değişimlere bağlı olduğunu ispatlıyor. Ki bunların kimyasal, fiziksel (sonuçta sayısal) formülasyonları yapılabiliyor.

Keza canlıların GENETİK kodlarının çözülmesi, anlaşılabilmesi, giderek onların değiştirilebilmesinin anahtarını veriyor. Genetik kodlardaki her küçük SAYISAL (NİCELİK) bir farklılığın var oluşta çok önemli NİTELİKSEL farklara tekabül ettiğini görüyoruz. Örneğin farelerle insanların genetik kodlarının %99 aynı oluşu gibi... Bu %1'lik fark sade aritmetik bir fark değildir. Bileşenlerin yapısı, birbiriyle bağlantıları, geometrik dizilişi ve bağlarıyla da ilgili.

Önceki yıl genetik bir test yaptırdım. Bana sözel sonuçlarını olduğu gibi çok özel bir veri olarak kodların yer aldığı bir data da ilettiler. Formül tek satırdan oluşuyordu ama bu tek satır neredeyse 600 A4 sayfası uzunluğundaydı. 600 sayfa uzunluğundaki formülasyonun bir yerindeki bir harf veya sayı değişimi fiziksel var oluşumuzun farklı bir yönünü ifade edebiliyor.

Örneğin şu anda izlediğiniz Web sayfası arayüzünün, resimlerin, videoların, çeşitli uygulama programlarının arkasında yüzlerce, binlerce sayfalık kodlar, şifreler, sayısal formasyonlar var. Mikro işlemcinin kodları okuyup, bizim gözle algılayacağımız NİTELİK'LERE çevirmesiyle onları görüp kullanabiliyoruz.

Her konuda olduğu burada da "NUMEROLOJİ"den tutun da, "sayıların gizemi"e, şu sayının hikmeti, öbürünün laneti derken bir yığın METAFİZİK saçmalığı yayanlara da dikkat çekmek yerinde olur. Bunların bir kısmı sayısal bağıntıların önemini kavrayıp, buradan insanları şaşırtıp ilgi uyandıracak numaralar devşirmeye çalışan açıkgözler; bir kısmı da sayısal bağıntıların diyalektiğini kavramayıp onlara bilinçli veya bilinçsiz MİSTİK anlamlar yüklemeye çalışan metafizikçilerdir.

Bir ilginç örnek daha vererek bu önemli konuyu dikkatinize sunmak isterim.

Karbon (C) elementinin bilinen çok farklı ki izotopu vardır; izotop, yani bir elementin kimyasal formülasyonu aynı ama fiziksel görünümü çok farklı iki biçiminin olması. KÖMÜR ve ELMAS, Karbon elementinin iki varoluş biçimidir. Bu keskin farklılık tamamen karbon moleküllerinin sayısal olarak aynı ama birbirlerini bağlanış biçimlerinin GEOMETRİK olarak farklı oluşuyla ilgidir. Moleküllerin farklı açılarla birbirine bağlanması ortaya aynı elementin iki farklı varoluşunu çıkarıyor. Ve biz bunu SAYISAL olarak anlayıp izah edebiliyoruz... (Kullandığım görsel bununla ilgili.)

Bu örnekten hemen şu aklıma gelir; "Çeşitli halklar, kültürler, inançlar, yüzyıllarca BİRARADA yaşadık" denir. Doğrudur ama bugünkü sorunlar o zaman nereden kaynaklanır? Sorun bu birlikte yaşayan halklar arasında NASIL BİR İLİŞKİ olduğudur. Birlikte ama birbirleriyle PARALEL mi HİYERARŞİK mi yaşıyorlardı? Toplum PİRAMİDAL bir yapı mıydı, DAİRESEL mi? Nüfusların birbirine oranları ne idi; sahip oldukları ekonomik ve kültürel varlıklar ne idi?
Fark edileceği gibi bunlar matematik denklem ve bağıntılarla cevap verebileceğimiz sorulardır. Böylece sadece BİRARADA yaşamanın EŞİT İLİŞKİ, ÖZGÜRLÜK anlamına gelmediğinin cevaplarını da bulabiliriz.

Fiziksel niteliklerle, onların varoluşunu açıklamaya yarayan matematiksel bağıntıya, diyalektik materyalizmin bu çok temel açıklayıcı kuralına biraz dikkat çekebildimse ne mutlu...

Yorumlar