FETİHÇİLİĞİN SEMBOLÜ OLARAK AYASOFYA...



"Efendim bu kadar önemli insan hakları ihlalleri, savaş, ekonomik ve sosyal sorunlar, salgın hastalık vb. gündem konusu varken Ayasofya cami olmuş müze olmuş ne fark eder?" diyen çok yorumcu var.

Artık bu gibi durumlarda klişe haline gelmiş olan, "Erdoğan çok sıkıştı, seçime gidecek iç manevra yapmak için tabanını gaza getirecek gösteriler yapıyor" yorumları da çoğunlukta.

Çok yanlış!..

Afrin'i, Cerablus'u, Tel-Abyad'ı, işgal ediyor; IKBY alanında askeri harekatlar yapıyor: "Canım Erdoğan aslında içeride sıkıştı dikkatleri dışarı çekiyor. Seçim yatırımı yapıyor. Milliyetçi kitleyi stabilize ediyor" denmekte.

Libya'ya asker gönderiyor, cephe tutuyor, yine aynı yorum.

Bütün bunların TC'yi Yeni-Osmanlıcı, bir Türk-İslam devleti olarak .yeniden dizayn ederken taktik değil tamamen STRATEJİK hamleler olduğu gözden kaçırılıyor. Bazıları bilinçli olarak bu hamleleri "önemsiz" hatta Erdoğan rejiminin gerilemesinin alametleri gibi sunarak, suret-i haktan görünerek muhalefeti pasifize etmeye çalışıyor. Bazıları ise durumu kavrayamayışlarından bu ezberi tekrarlıyor...

Elbetteki tüm bunların hepsinin iç politikada karşılığı var. Hem kendi toplumsal tabanını tahkim etme hem de "muhalefeti" arkasına hizalamak bakımından işe yaradığı doğrudur... Ama bu bardağın sadece boş tarafı... Dolu tarafı TC'nin gittikçe tahkim edilen İslami bir Türk devleti haline gelmesi, daha çok yayılmacı, işgalci, saldırgan bir politika ile Osmanlı döneminde kaybettiği alanları alabildiği kadar geri almayı hedeflediği bir GENİŞLEME sürecinde olduğudur.

Türk devletini halen "emperyalizme bağımlı, yarı sömürge, zavallı bir ülke" olarak ezberi kazımış olanlar için çare yok! Gerçek şu ki TC devleti bölgesel bir EMPERYALİST-SÖMÜRGECİ güçtür. Ortadoğu ve uluslararası dengelerin uygun olduğu bugünkü koşulları oldukça değerlendirerek saldırgan ve yayılmacı bir politika izlemektedir. Daha şimdiden birçok yeni alanı işgal etmiş, diğerleri üzerinde askeri baskı ve tehdit uygulayabilmektedir.

Bunun ekonomik, askeri veya siyasi olarak ne zamana kadar sürdürülüp sürdürülemeyeceği veya kazanımların ne kadarının kalıcı ne kadarının geçici olacağı tartışılabilir. Faturayı halkın ödemesine gelince; zaten ödüyorlar ve bundan çok da rahatsız görünmüyorlar! Egemen sınıflar için zaten sorun yok; eski güç sahipleri ile yenileri kolkola...

TC'nin bu saldırgan, yayılmacı, fetihçi politikası HEM İÇE, HEM DIŞA yöneliktir. Çünkü "İÇ" dediğimiz, TC sınırlarının içindeki yerler de yine fetihle, işgalle, etnik temizlik ve asimilasyon politikalarıyla elde edilmiştir.

Saldırgan ve yayılmacı politikanın "içeride" ve dışarıda simetrik olarak götürülmesi, İÇTE FETİH -DIŞTA FETİH şiarıyla "öteki" halklara, kültürlere, dinlere, inançlara, ideolojilere ait hiçbir yaşam alanı bırakılmaması, yeniden yeniden fethedilmesi bundandır.

Kısaca Diyarbakır'da SUR'un, Silvan'ın, Nusaybin ve Cizre'nin, Şırnak'ın YERLE BİR EDİLEREK yeniden işgal edilmesi (fethedilmesi) ne ise AYASOFYA'nın cami statüsüne çevrilmesi de aynıdır, bir İÇ FETİH'tir.

Ayasofya'nın farkı, buradaki İKTİDAR savaşının, mekanın kendisi üzerine, binanın yapısıyla ilgili değil MANASI üzerinde olmasıdır..

Şırnak'ı Sur'u, Nusaybin'i yakıp yıkarken hem mekanı yeniden işgal ediyor, hem siyasi egemenliğini tahkim ediyordu. Ayasofya meselesinde ise "Ne zaman işgal etmiş olursak olalım, orası BİZE AİTTİR" mesajının verilmesi vardır.

Fiili olarak baktığımızda Ayasofya zaten çok uzun zamandan beri cami olarak da kullanılıyordu. Ayrılan bir bölümde namaz kılınıyordu. Fakat statü olarak "Müze" idi, Müzeler Müdürlüğüne bağlı bir yapıydı. Şimdi bürokratik olarak "Cami" statüsüne çevriliyor ve Diyanet İşleri Başkanlığı'na devrediliyor.

Bu Ayasofya'nın turistik ziyarete kapatılacağı anlamına gelmiyor. Nitekim Sultanahmet ve Süleymaniye gibi camiler de turistik ziyarete açık. Dolayısıyla Ayasofya'dan mekan olarak yararlanma biçimi çok da değişmeyecektir, İlk zamanlardaki gösterişli FETİH NAMAZLARI, CUMALAR'ın yerini bir süre sonra eskisi gibi küçük cemaatlara bırakması muhtemeldir.

Fakat konu FETİHÇİ, İŞGALCİ YAYILMACI mirasın resmi olarak yeniden sahiplenilmesi; yeni ideolojik-siyasi anlamıyla son derece önemlidir.

Konuya "Atatürk'ün imzaladığı 1934 Tarihli Bakanlar Kurulu Kararı'nın iptal" edilmesi açısından bakanlar için yapılan işin gerçek anlamı idrak edilmemiş olabilir. Nitekim "Atatürk olmasaydı adınız Yorgo olurdu!" diye İslamcılarla İslamcılık, Türkçülerle Türkçülük yarıştıran Muharrem İnce de koşarak AYASOFYA NAMAZI'na yetişme telaşı içinde... Bu da işgal ve yağma ile elde edilen GANİMET'in sahiplenilmesinde Türk siyasetinin aktörlerinin birbirlerinden farkının olmadığının bir göstergesi.

KÜRT SAHİPLENMESİ

Fetihçi, işgalci, yayılmacı bir politikanın aklanması olduğuna bakmaksızın 1071 Malazgirt Savaşını, 1915 Çanakkale savaşının, 1919-22 "Kurtuluş Savaşı"nın kime Kürt siyasetçi ve aydınlarınca sahiplenilmesinin; "Kürtler olmasaydı Anadoluyu alamazdınız. Biz olmasaydık kurtuluş savaşını kazanamazdınız, bizim sayemizde buralara sahip oldunuz" demenin ne kadar YÜZ KIZARTICI bir yanlışlık olduğunu; bunun suç ortaklığı ve işbirlikçilikle övünmek anlamına geldiğini çok kez yazdım.

"Bitlis-Name" adlı bir sosyal medya hesabından paylaşım yapan kişiler ise bu Türk-İslam fetih ve yayılmacılığına ortak olma övünmesinde bir "tık" üste çıkıp gerçekten LEVEL atlamışlar!

#AyasofyaCamii ve #ZincirlerKırıldı taglarıyla yapılan paylaşımda

"Ayasofya uzun bir aradan sonra tekrar ibadete açıldı.
Ayasofya 1453 yılında Osmanlı Devleti tarafından fethedildi.
Fethin manevi Fatihi Kürt Molla Gürani Hazretleridir. (R.A) Fatih Sultan Mehmed'in Hocası'dır."

Yani demeye getiriyor ki Ayasofya'nın fethini bir Kürt Din alimine borçlusunuz! Bununla övünüyor.

Bir başka ülkenin, bir şehrin işgal edilip, talan edilmesini, yakılıp yıkılmasını, halkının kılıçtan geçirilmesini öven, başka bir dinin mensuplarının mabetlerinin zorla ellerinden alınmasından KENDİSİNE ÖVÜNÇ PAYI ÇIKARAN bu anlayış gerçekten de utanç vericidir. Osmanlı-Türk İslam yayılmacılığının ve yaptığı zulümlerin meşrulaştırılmasıdır. Bu saldırgan,yayılmacı-çöreklenmeci imparatorluğun öteki halklar üzerindeki zulümlerine, suç ortaklığı ve işbirlikçilik yapıldığında bundan ÖVÜNÇ payı çıkardığında, aynı güç sizin ülkenizi yakıp yıktığında, ocakları söndürdüğünde hangi YÜZ'le ona karşı çıkacaksın?

Tek bir mantığı var, Müslüman olmayan halklara zulüm yaparsanız, onları asıp keser, evlerine barklarına, çoluk çocuğuna el koyarsanız sizinle beraberiz ama bize yapmayın! Din kardeşiyiz!

Bu övünme zihniyetinin, Ermeni, Asuri-Süryani soykırımına, Alevi ve Ezidi katliamlarına suç ortağı olmakla övünmekten bir farkı yok.

Unutmayalım ki bu gün Kürt mevsimlik işçilerin linç edildiği Trabzon'da daha 1920'lerde Pontus'luların direniş savaşı vardı, gerilla mücadelesi vardı. "Omuz omuza savaşmakla" övündüğümüz "Türk kurtuluş savaşı" burada etnik yok etmeye sağladıktan sonra bu alanlar Türk-İslam bağnazlığının, gericiliğin kaleleri haline geldiler.

Bugün Kürdistan'daki direniş savaşı, gerilla mücadelesi yenilgiye uğratılırsa Diyarbakır'ın da aynı akıbete uğrayacağı unutulmamalı. Türk Devletinin, Türk-İslam yayılmacılığının suçlarına karşı çıkmak ÇİFTE STANDART kaldırmaz. Ayasofya'ya çekilen bayrak ile Diyarbakır surlarına çekilen bayrak AYNI şeyi ifade ediyor.

Bunu hiç unutmayalım.

Yorumlar