Türk resmi tarihinde artık iyice alay konusu olan bir tekerleme vardır:
"Biz aslında 1.Cihan Harbi'nde yenilmedik ama müttefikimiz Almanya yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık!"
Halbuki Osmanlı'nın "teslim bayrağı çektiği" Mondros Ateşkes anlaşması 30 Ekim 1918'dedir: Almanya daha sonra 11 Kasım 1918'de yenilgiyi kabul edip anlaşma imzalamıştı.
İşin gerçeği Sultan 2. Abdülhamit'ten bu yana Alman öykünmeciliği -ve ittifakı- birbirinin ardı sıra gelen ve birbirine şiddetli muhalif görünen üç yönetimin de ortak paydasıdır.
Kızıl Sultan'ın istibdad yönetimi ne kadar Almancı idiyse, İttihad-Terakki onlardan daha fazla Almancı olmuştu; keza Kemalistler de "kendi buluşları ve devrimcilikleri gibi" sundukları bütün idari ve siyasi reformları da düpedüz ALMAN örneğine öykünerek, onun izinden giderek gerçekleştirdiler.
Halbuki Osmanlı'nın "teslim bayrağı çektiği" Mondros Ateşkes anlaşması 30 Ekim 1918'dedir: Almanya daha sonra 11 Kasım 1918'de yenilgiyi kabul edip anlaşma imzalamıştı.
İşin gerçeği Sultan 2. Abdülhamit'ten bu yana Alman öykünmeciliği -ve ittifakı- birbirinin ardı sıra gelen ve birbirine şiddetli muhalif görünen üç yönetimin de ortak paydasıdır.
Kızıl Sultan'ın istibdad yönetimi ne kadar Almancı idiyse, İttihad-Terakki onlardan daha fazla Almancı olmuştu; keza Kemalistler de "kendi buluşları ve devrimcilikleri gibi" sundukları bütün idari ve siyasi reformları da düpedüz ALMAN örneğine öykünerek, onun izinden giderek gerçekleştirdiler.
Örneğin Osmanlı yönetiminin üzerine Cumhuriyet elbisesi giydirilmesi, hanedanın ülkeden kovulması da buna bir örnektir.
Keza Cumhuriyet sonrasında da Nazi Almanya'sının yükseldiği koşullarda Almanya öykünmesi de yükselmiştir. (TEK ŞEF - TEK PARTİ DÖNEMİ)
Kasım 1918'deki teslim anlaşmasından sonra yenilgiden sorumlu tutulan Alman imparatoru Kayzer Wilhelm, ordunun baskısıyla tahtını bırakıp ülkeyi terk etti. Yerine hanedanın varislerinden Prens von Baden Başbakan tayin edildi ise Ordu bunu da kabul etmedi ve Parlamento seçimlerine gidildi. 1919 yılındaki seçimleri Alman Sosyal-Demokrat Partisi (SPD) kazandı.
Bu dönem Almanya'da ihtilalci fırtınalar esmektedir. Toplumsal muhalefet ayaktadır. Bavyera'daki Bolşevik ayaklanması başarılı olurken, Berlin'de Kapp ayaklanması bastırılmıştır.
İşte tam da bu aşamada Sosyal-Demokrat hükümet Almanya'da Şubat 1919'da CUMHURİYET ilan ederek devrimin önünü almaya çalışan bir yol izledi.
Almanya'nın 1.CUMHURİYET (Weimar Cumhuriyeti) dönemi kısaca böyledir.
Osmanlı İmparatorluğunda ipler Alman İmparatorluğunda olduğundan daha güçlü biçimde ORDU'nun elindeydi. Bu militarist-bürokrasinin gözü kulağı da hep Almanya'nın ne yaptığında nasıl yaptığında olmuştur. Zaten eski yönetimin Enver ve Talat dahil bütün Kurmayları Almanya'ya sığınmışlardı.
Almanya'daki ihtilal havasının rüzgarı Kemalistleri de bu dalga karşısında ne yapacakları konusunda düşünceye sevk etmişti. En iyi koşullarda bütün anlaşmaları Bolşeviklerle yaptıkları gibi onlardan yalnız siyasi değil mali yardımlar bile almışlardı.
Sonuçta Osmanlı-Türk ordusunun padişah, Vezir devirmede Alman ordusundan daha deneyimli olduğuna kuşku yok. Türk ulus-devleti kurma projesini İttihat-Terakki'den olduğu gibi devraldıkları gibi, yenilginin faturasını onlar da Almanlar gibi Hanedana yükleyerek yönetime el koydular. İki ilde düzenledikleri kongre ile bir alternatif MECLİS oluşturdular.
Kurucu Meclis'in (1920) Almanya'dan farklı olarak seçimle değil başında Mustafa Kemali'in bulunduğu asker-bürokrasi tarafından ATAMA ile oluşturulduğuna dikkat çekmek yerinde olur.
Lozan Barış görüşmelerine İstanbul hükumetinin değil de Ankara hükumetinin kabul edilmesi, İngiltere-Fransa blokunun Kemalistlerin hükümranlığını zaten teyit etmeleri anlamına geliyordu.
Bunu da özetlersek Kemalistlerin "en büyük dönüşüm" olarak kutladıkları CUMHURİYET, müttefikleri ALMANYA ve AVUSTURYA örneklerini izlemelerinden ibarettir. Yönetim zaten 1908 BAB-I ALİ baskınından itibaren FİİLİ olarak ORDU'nun elindedir. Değişen şey, İtilaf devletlerince savaşın sorumlusu olarak görülen İTTİHADÇI KURMAYLARIN yerine, daha pragmatist ve pozitivist ikinci grubun (ki artık KEMALİSTLER diye anacağız) eline geçmesidir.
Onların da bu otoriteyi artık Osmanlı hanedanıyla paylaşmaları için mantıklı hiçbir neden kalmamıştı. Halifelik kurumu altında bir süre daha onların varlığına tahammül ettilerse de artık Türk-İslam sentezine ihtiyaç duyulmadığı için; daha da önemlisi eski Osmanlı toprakları üzerinde dini de olsa bir otorite bulunmasının İngiliz-Fransız ortaklığını rahatsız etmemesi için bu kurum da lağvedildi.
Özetlersek TÜRKİYE CUMHURİYET'i, Kemalist asker-bürokrasinin devrimci fikirlerinden, halk kitlelerine dayanma düşüncesinden vb. kaynaklanmaz. O bütün sınıflar dahil kendini YÖNETMEYE tek muktedir ve ehil tek güç olarak gören bir ordu grubunun siyasal ihtiyaçlarına göre YUKARIDA biçimlenmiş bir yönetim şeklidir ve harcında hiçbir şekilde DEMOKRASİ bulunmaz.
Yorumlar
Yorum Gönder