Demirtaş’la ilgili önerimi dile getirdiğim yazımda “Ben HDP’li olsam…” diye başlamıştım ya, bazı sayfa arkadaşlarım “Neden HDP’li değilsin?” ya da “HDP’li bile değilsen neden iç işlerlikle ilgili öneriler yapıyorsun?” gibi soru ve sitemler yönelttiler.
Ben de bu vesileyle neden HDP’li olmadığımla ilgili kısa bir izahat yapayım istedim.
Yaklaşık 15 yıldır yalnız HDP değil hiçbir siyasi parti ve örgütle organik ilişkim yok. Gelen önerileri de nazikçe reddetmeyi yeğlerim. Şu an sadece Frankfurt Soykırım Karşıtları’nın bir üyesiyim.
Elbett örgüte, örgütlü mücadeleye karşı değilim. Tersine toplumun, bireylerin çok örgütlü olmasını desteklerim. Bir insan çok örgütlü olabilir; sendikası, meslek örgütü, siyasi partisi, futbol kulübü, fan grubu, hobi çevresi vb. akla gelebilecek her türden örgütlenmenin aynı anda içinde olabilir – olmalı da.
İnsanların kollektif olarak hak arama mücadelesi vermeleri çok değerli. Baskılara karşı durmanın, kendilerini iktidar alanlarına karşı savunmanın da en etkili yoludur bu.
Ben de yaklaşık 30 yıl örgütlü mücadele içinde oldum. Rizgari hareketi ve partisinin en altından en üst organlarına kadar her kademesinde görev alıp yürütmeye çalıştım. Dolayısıyla bu döneme (70’li yıllardan 2000’lerin başlarına kadar) damgasını vuran örgüt ve örgütlü çalışma biçimleri hakkında yeteri kadar bilgim ve deneyimim var.
Bu dönemdeki anlayış temel olarak “profesyonel devrimcilik” olarak açıkladığımız yukarıdan aşağı doğru merkeziyetçi biçimde örgütlenmiş “Leninist” tipte bir örgütlenmedir; günün 24 saatini ve tüm ilişkilerini örgüte teslim etmek demektir.
- Bütün bu süreç bireyleri “örgüt bürokrasisi”nin bir parçası haline getiriyor.
- Siyasi mücadelenin zorunlu illegalite koşulları, insanları toplumda başka, örgütte başka “çift kimlikli” bir hayata mecbur bırakıyor. Bunun düşünce ve davranışta yarattığı tahribatlar söz konusudur.
-Zorunlu illegalite koşulları insanları gerekmediği hallerde bile gizli-gizemli bir korunağa ihtiyaç duyar hale getiriyor. Polisler, ajanlar, kovuşturma, yargılama, cezalandırma, cezaevi vb kışkacı içinde kuşkucu, komplocu, güvensizlik teorilerinin ağır bastığı bir düşünce-davranış sistematiği egemen oluyor. - Yakarıdan aşağıya merkezi örgüt -çelik disiplin, olguların organlar içinde tartışılması ama “dışarıda” merkezi görüşlerin tekrarlanması; insanları inanmadıkları veya ikna olmadıkları görüşleri bile topluma hatta yoldaşlarına karşı bile savunabilen saçma bir pozisyonda bırakıyor.
- İnsanlar yeteneklerine göre değil, örgütün ihtiyaçlarına göre biçimleniyor; değer kazanıyor. Söz gelimi dünyanın en yetenekli opera sanatçısı olma potansiyeliniz olsa bile; bunun örgütlü çalışma için hiçbir yararı yoktur; bir bildiriyi doğru dürüst dağıtabiliyor olmanız (vb..) önemlidir.
- Kariyerizm suçlaması yeteneklerinden utanmayı ve gizlemeyi özendirir..
- Örgüt bürokrasileri yaratıcılığı, sorgulayıcılığı değil itaatkarlığı, emir-komutaya uyup uymamayı ödüllendirir ve bireyleri “aparat” haline getirmeyi yeğler.
Listeyi daha uzatmak mümkün. Nasıl bir örgütlenme, sorusunu örgüt içinde ve dışında çok tartıştık. Leninist örgütlenme modeli de çok eleştirildi alternatifler üretilmeye çalışıldı. Halen de BİREYİ, bireyin özgür iradesini feda etmeyen ama katılan herkesin yetenek ve enerjisini ortak bir amaç ve belirlenen hukuk içerisinde senkronize edebilecekleri bir KOLLEKTİF yapı veya yapılar nasıl oluşur. Önemli bir sorunsaldır. Kimsenin REÇETE GİBİ her derde deva bir çözümü olduğunu da sanmıyorum.
Şimdi bu kadar deneyimden sonra insan kendisiyle ilgili doğru bir karar verebilir: Kendimin örgüt bürokrasileri içinde verimli ve yeterli olacağımı, doğru bildiğim şeyleri yapmaya gerçekten bir KATKIM OLMAYACAĞINI, diğer yandan da kendi yetenek ve ilgim olan şeyleri de öteleyeceğini düşündüm.
Bu aşamadan sonra elbette demokratik, özgürlükçü, sosyal kurtuluşçu, hümanist vd. örgütlerle, hareketlerle, gruplarla ilişkim onların ortaya koydukları somut eylem, iş, çalışma veya projelerde; benim de inandığım; yeteneklerim ve gücüm ile katkı yapabileceğim şeyler olduğunda katılmakla sınırlıdır.
Dolayısıyla HDP’nin doğru gördüğüm bir aksiyonuna katılacağım gibi HAK-PAR ya da PAK için de aynı şey söz konusudur.
Diyelim ki A grubu bir bina yapmaya karar vermiş; bu bina mülteci çocuklara barınak ve okul olacaktır. Ben bu projeyi önemli buluyorum, destekliyorum. Yeteneğim de duvarları sıva yapmaktır, gider sıvamı yapar çıkarım…
Bu biçimiyle hem kendimi daha üretken kılacağımı hem de daha çok yardımcı olacağımı düşünürüm.
Eleştiriyi de dostça bir katılım gördüğüm için, kendime yakın gördüğüm grupların, yapıların hatalarını, eksiklerini söyleminin de onlara bir katkı olacağını düşünürüm. Örgütler genellikle içe kapalı olur, dışarıdan nasıl göründükleri ile ilgili görüş ve eleştiriler uyarıcı olabilir.
İşte mesele kısaca bundan ibarettir…
Yorumlar
Yorum Gönder