RIZGARİ SAVUNMASI'NDA ERMENİ SOYKIRIMI

Bilgi dağarcıkları "Google arama motoru"nda listenenlerle veya hafızaları da sosyal medya platformlarında paylaşılan enson trendlerle sınırlı olan kimileri, benim 1915 soykırımına olan ilgimin aktüel ortamlardan, güncel tartışmalardan etkilenen bir "moda"ya uyma olduğu gibi kolaycı yorumlarla, güya tavrımı mahkum etmeye çalıştıklarını görüyorum.
Yararsız polemiklere girmek istemeyişimden de "Maraşlı'ya şunu şunu yazdık, cevap veremedi" diye kendilerinin doğrulanması olarak pay çıkarıyorlar. Başkasına olduğu gibi kendime de haksızlık yapılmasını istemem.

Bunun için işin doğrusunu bir de tane tane anlatmak istiyorum.

1915'in Bir soykırım olduğu, bu gerçeğin inkâr edilmemesi gerektiğini; Ermeni ulusal sorununun TC'nin kuruluşu ve Kürdistan'ın sömürgeleştirilmesine ön gelen temel meselelerden biri olduğu; Ermeni ulusal istemlerinin bir yanıyla Yahudi, bir yanıyla Filistin sorunun çözümüne benzer nitelikler taşıdığı ve Haklı olduğu; Ermeni soykırımının Tanınması ve Özür dilenmesinin reformist istemler olduğu ve kabulünün gerektiği; Ermeniler, Kürtler, Rumlar, Türkler vd. dahil bölgemizde var olan tüm sorunların, Ulusların Tam Hak Eşitliğine dayalı Barışçı, Adil ve Kardeşçe Çözülmesi gerektiğine dair düşüncelerimi, daha 29 Ocak 1985 yılında, üstelik Diyarbakır 5 No'lu Zindanında yatarken ve Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Mahkemesine ve Askeri Yargıtay'a karşı Yazılı Savunmam'da belirttim.

Savunma 1985 Ocak ayında mahkemeye verildi ama kuşkusuz yazım tarihi daha öncedir; 1984 yılıdır. 1984 yılında mart-nisan ayında 49 günlük ölüm orucundan sonra hastaneden yarı sakat bir vaziyette çıkmış, koğuşa getirilmiştim. Gözlerim iyice görmüyor, ellerim tutmuyordu. Doğrusu bu sağlık şartları va bu cezaevi koşullarında bir daha gün yüzü  görebileceğimi de düşünmüyordum. Dolayısıyla savunmamı bir nevi siyasi vasiyet gibi düşünüp, kafamdaki tüm düşünceleri bu yolla yazıya geçirip mahkeme dosyalarına girmesini sağlayarak, dışarıdaki yoldaşlara, siyasi çevrelere ulaşmasını sağlamak kaygısı içindeydim.

Kendim bizzat yazamadığım için aylar ve günler boyunca değerli yoldaşım ve dostum Hüseyin Yesildağ'a ben söyledim ve o da yazmak suretiyle, Temmuz -Ağustos '84'de başlayıp 3-4 ayda bitirebildik. 500 sayfayı aşkın savunmanın hukuki bölümlerini değerli yoldaşım ve abim Av.Ruşen Arslan bizzat yazdı. Savunmanın düzenlenmesi, düzeltilmesi, başlıklandırılmasında da Mümtaz Kotan'ın büyük katkıları oldu. Savunmanın kopyalar halinde çoğaltılması da yine Hüseyin Yeşildağ olmak üzere Erdal Kotan, Ergül Kıyak, Hasan Çakır ve kadınlar koğuşunda Nuran Çamlı ve diğer birçok arkadaşın yazımları ile gerçekleşti. Böyle ortak bir emek ürünüdür.

Yani tüm bu arkadaşlar bu savunmanın nasıl hazırlanıp yazıldığına tanıktırlar.
Savunma Rizgari siyasi hareketinin başta Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı, anti-sömürgeci ulusal demokratik mücadelenin perspektifleri, uluslararası sosyalist hareketin,Türk solunun ve Kemalizmin eleştirisi, faşizm gibi temel tezlerine dayanmakla birlikte, düşünsel sorumluluğu bana ait olan birçok yeni tez ve tartışma başlığı da getirmekteydi.
Örnekse bunlardan İran İslam devrimi ve İslami Hareket; Filistin, Yahudi ve Ermeni sorunları, Soykırım, Mülteci uluslar sorununun çözüm yolları ile Resmi tarih bilgilerine ilişkin temel eleştirileri sayabilirim. Bunlar daha önce herhangi bir yerde yazılmış, tartışılmış, kararlaştırılmış şeyler değildi.

O tarihlerde bırakalım Türkiyeli bilim insanı, akademisyen, liberal ve demokratlarının bu konuyu kabul ve tartışmalarını Türkiyeli veya Kürdistanlı sosyalist, ulusal demokrat hareketleri içinde [bir iki istisna dışında] kimse Ermeni Soykırımına, Ermeni Ulusal Sorunu, Talepleri ve Çözüm Yollarına dair çok bir şey ortaya koymuş değildi.

Dolayısıyla gönül rahatlığıyla bu metnin KÜRT veya TÜRK SOL hareketleri, demokrat ve aydın kesimler içinde; bu kapsam ve içerikte ilk metinlerden biri olduğunu söyleyebilirim.
Bu istisnalardan, 1982 yılında Elazığ Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde KAWA davasında siyasi savunma yapan Cemil GÜNDOĞAN'ı belirtmeliyim. Gündoğan bu savunmasında Ermeni soykırımının bir gerçek olduğunu, inkar edilmemesi gerektiğini ama tarihsel haksızlığın "bugün  artık ölmüş bir tarihi haksızlığı" ifade ettiğini söylemektedir.

"Tarihte bir Ermeni soykırımının var olduğu, bütün inkâr çabalarına karşın hiçbir biçimde yadsınamayacak bir gerçektir. Fakat bu soykırım, ilerdeki bölümlerde bir başka vesileyle daha detaylı inceleyeceğimiz gibi, bugün artık ölmüş bir tarihi haksızlığı ifade etmektedir. {s. 19}

İki tür tarihi haksızlık vardır: Birincisi, sadece geçmişin bir sorunu olarak var olmuş olan, bugün açısından hiçbir sosyal ve siyasal anlam taşımayan, bir başka deyişle toplumsal yaşam ve gelişme üzerinde hiçbir etkide bulunamayan ve sadece pasif kınamalara konu olabilecek tarihi haksızlıklardır. Bu tür tarihi haksızlıklara yüzyılımızın başlarındaki Anadolu Ermenilerine ya da Rumlarına karşı uygulanan katliam ve jenosit eylemlerini örnek olarak gösterebiliriz. Milyonlarla insanın ölümüne mal olmuş ve Anadolu’nun en eski halklarından ikisinin ulusal varlığının son bulmasıyla neticelenmiş olan bu hareketler, günümüzde resmi ideolojinin bütün inkâr çabalarına rağmen gerçektirler ve andığımız türden tarihi haksızlıklara tipik iki örnektirler. {s. 123} (Cemil Gündoğan, "KAWA Davası Savunması ve Kürtlerde Siyasi Savunma Geleneği, Vate Yayınları, İstanbul, 2007)

Bu savunmanın içeriğinden ancak yayınlandıktan sonra haberdar oldum. Tabi ben Ermeni Soykırımının "tarihsel bir haksızlık" olmakla kalmayıp bugünün ve yarının yaşayan ve cözüm bekleyen canlı ulusal sorunlarından birini teşkil ettiğini belirtmekteydim; bu nedenle de Yahudi, Filistin ve Kürt ulusal sorunlarıyla bağlamına vurgu yapmıştım. Sürgün ve soykırımlarla ve mülteci uluslar yaratılmasıyla sorunun daha büyüyüp derinleştiğini tartışmaya çalışmıştım.

[Sonradan 1980'lerin ilk yarısında TKP-B ve Bolşevik Partizan'ın bu yönde ileri kararlar almış olduklarını duymakla beraber, bunların yayınlanan veya arşivlerindeki yazılı metinlerine ulaşamadım. Bu yüzden benzeşen veya farklı yanlar üzerine bir yorum yapamıyorum.
Kendimden önce ise referans olarak da kullandığım iki önemli kaynağı belirtmem gerekir: Birincisi; 1972-73 yıllarında İbrahim KAYPAKKAYA'nın konuyla ilgili olarak "Tarihsel haksızlık" tespitidir.

İ. KAYPAKKAYA, Aralık-1971 yılında Doğu Perinçek'le polemik içinde kaleme aldığı "Türkiye'de Milli Mesele" başlıklı incelemesinde şunları yazmıştı:

"Hakim ulusun burjuvazisinin ve toprak ağalarının 'pazar' için, hakim bürokrasinin 'kast amaçları' için uyguladığı milli baskılar, demokratik hakların gaspına ve kitle katliamlarına (yani jenoside=soykırıma) kadar uzanır. Türkiye'de jenosidin de bir çok örnekleri vardır." (İ.Kaypakkaya, Seçme Yazılar. Cihan yayınları, s. 201)

Biraz ileride ise "...1915'de ve 1920'de kitle halinde katledilen ve topraklarından sürülen Ermenilerin hareketi müstesna." (Age. Sf. 215)

Diğeri ise 1936'da yazılmakla beraber 1979 yılında Günyüzüne çıkartılarak yayınlanan Dr. Hikmet KIVILCIMLI'nın "İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)" isimle eserinde Ermeni sorunuyla ilgili yaptığı önemli analizleridir.

Kıvılcımlı'nın bu metinlerinde 1915 süreci için “soykırım” kavramı kullanılmaz; zaten “Soykırım” ve “etnik arındırma” kavramları o dönem henüz hukuk ve siyasi literatüre girmiş değildir. Buna karşılık Ermenilerin yok edilişi “dünyada nadir görülmüş sinsi bir vahşet ve katliam” olarak nitelendirmektedir. “Siyasal egemenliği elinde tutan Türk burjuvazisi, ekonomik olarak geri bir klan sistemi, Kürt aşiret ve beyleriyle el ele vererek, daha yüksek bir ekonomik gelişimi temsil eden Ermeniliğin hemen hemen Türkiye'deki kökünü kazıyabilmiştir.”

”Meşrutiyet burjuvazisi "Şark Meselesi'nin tedhişi altında, ilk ve büyük tehlike olarak gördüğü Ermeniliğe çullandı. Zaten Osmanlı saltanatı içinde kalmış milletler içinde, -Balkanlar bir tarafa bırakılırsa- siyasi bilinç ve teşkilata kavuşmuş keskin metalipli (talepler ileri süren- y.n.) yığın Ermenilerdir. Meşrutiyet Burjuvazisi, birçok sahalarda olduğu gibi, Ermeni milliyetçiliğine karşı da derebeylikle el ele verdi. Elele verdiği derebeylik, öteden beri iki ayrı rejim zıddiyeti ile Ermeniliğe karşı tutulan Kürt derebeyliğiydi! İttihat ve Terakki devlet cihazı, illegal bir kararla başa geçti; Kürt derebeyleri milis teşkilatlar halinde silahlandırıldı, Türklükle Kürtlük, Ermenileri dünyada nadir görülmüş sinsi bir vahşet içinde katliama uğrattı. Fakat bu katliamdan Türk meşrutiyet burjuvazisi kadar ve belki ondan çok daha fazlasıyla istifade edenler Kürt derebeyleri oldu. Ve Kürdistan'da derebeylik biraz daha rakipsiz, çapul ettiği Ermeni mallarıyla biraz daha şişman oldu."  (Hikmet Kıvılcımlı, “İhtiyat Kuvvet Milliyet (Şark)”,s.21, Yol Yayınları, İstanbul, 1979, s.19-20)

Kıvılcımlı. bu tespitlerine karşılık Ermeni sorunun Sovyet Ermenistan'ı ile birlikte "çözülmüş" olduğunu kabul etmektedir.

Savunmada belirtilen görüşler itibariyle Elbette bu gün geriye bakıp değerlendiğimde bir çok bilgi noksanlıklarıyanlış bağlam ve yanlış çözümlemeler de içerdiğini görüyorum. Bugünkü vardığım yerle o gün arasında çok büyük bir mesafe vardır, buna rağmen o günkü yaklaşımın doğru bir adım olduğuna bugün de yürekten inanıyorum.

Buna karşın Diyarbakır Cezaevinde yazılması, Sömürgeci mahkemelere karşı yazılı savunma olarak yani bizzat sorumluların gözünün içine bakarak ifade edilmiş olması onu ayrıca önemli kılmaktadır.


Bu savunma Mart 1987'de "Diyarbekir Rizgari Davasında Siyasi Savunma" adıyla tam metin olarak KOMAL yayınları tarafından yayınlanmıştır.

Savunmada Ermeni soykırımı ve Ermeni sorunu'na ilişkin bölüm başlı başına bir makale olarak 27 Nisan 1989 tarihinde Kürdistan Press'de "75 Yıl Sonra 24 Nisan 1915 Jenosidine Bir Yaklaşım: Tarihsel Haksızlık" (Recep Maraşlı) başlığıyla yayınlanmıştır.

Yani ilgili kamuoyu da bu tezlerden, bu tespitlerden habersiz değildi.

Bu yaklaşımın Kürdistan Press'in, Komal ve Rizgari'nin yayınlarında Ermeni Jenosidi yıldönümü ve tartışmalarına özel bir duyarlılıkla eğilmesine önemli katkısı vardır.
Türk akademi çevrelerince ilk kabul edilen Taner AKÇAM'ın "Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu" kitabı, bu tartışma ve metinlerden çok sonra, 1992 yılındadır.
Mete KALMAN'ın "Batı-Ermenistan (Kürt İlişkileri) ve Jenosid", 1994 tarihindedir.
Belge, Med, Peri ve İletişim yayınlarının bu konuda çeviri eserler yayınlamaya başlaması da 90'lı yıllarla başlamıştır.

Henüz yayınlanmamış olmakla beraber "Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı" çalışmamı ise 1990 yılında Aydın Cezaevi'nde tamamlayarak, Avukatım Rıza Dinç aracılığıyla dışarıya gönderdiğimi; bu çalışmanın okunup değerlendirilmesi için Orhan Kotan ve İsmail Beşikçi başta olmak üzere birçok kişiye iletildiğini biliyorum.

Yayının neden geciktiği /geciktirildiği ile ilgili serüveni kitabımda izah etmiştim.

Bütün bunlar benim bu soruna ilgimin bugünkü ortamlardan kaynaklanmadığını, tersine 30-32 yıl öncesinden çözümü gereken temel bir konu olarak görüp düşünce geliştirmeye çalıştığımı gösteren belge ve tanıklardır.

BAZI AKADEMİSYENLERİN ÖTELEYİCİ TUTUMLARI

Türk Üniversitelerinin, Kürt / Kürdistan sorununda olduğu gibi Ermeni meselesi ve 1915 soykırımında da Resmi ideolojinin yapıcı ve yayıcısı bir rol oynadıkları; devleti rahatsız edecek "milli" konularda, toplumsal, siyasal olgulara eleştirel bir tarih bakışı getirmekten kaçındıkları bilinmektedir.

1990'lı yıllardan sonra Kürt / Kürdistan sorunu konusunda "rapor"lar düzenlenmeye başlayan akademisyenlerde olduğu gibi 2000'li yıllardan sonra , özellikle de Hrant Dink suikastinden sonra popüler hale gelen Ermeni sorunu ve 1915 soykırımı konusunda,  raporlar, kitaplar yazmaya başladıklarında da bu konularda İLK KEZ kendileri veya "HOCA" durumundaki bir iki meslektaşı başlamış gibi bir milat yaratmaya özen göstermektedirler.

Burada belirgin bir aydın kibirliliğinden söz edilse de, kendilerinden önce bu konuda yapılmış yığınla çalışma, entellektüel birikimi "yok sayma" gibi daha ağır bir öteleme tavrı görülür.
Bu konular Türk Üniversitelerinde, akademilerde tartışılmadı diye başka hiç kimse üzerinde yazmadı, düşünce üretmedi demek değildir. Cezaevlerinde, savunmalarda, illegalitelye mahkum edilen bir çok yayın organlarında bu gibi konularda üretilmiş onlarca, yüzlerce makale bulmak mümkündür. Bu yazılar "Resmi politika"nın dışına itilmiş çok geniş bir alanda bilinen, tartışılan olgular olmuştur. Bu yazıları tartışan, yazan kişiler, kurullar Resmi Türk Üniversitelerinin dışında olsalar da kendi alanlarında "resmi" birçok akademisyenden çok daha birikimli, yetkin va üretken insanlardır.

Daha önce Üniversitelerden dışlanmış ve ya Üniversiteler dışında bilimsel bilgi üretmiş onlarca bilim insanı saymak mümkün. O halde bu insanların tartışıp ürettikleri bilgi ve birikimleri, üstelik onların hazırladıkları, mücadelesini yaptıklları zeminlerden gıdasını aldıkları halde onları yok saymak ne anlama geliyor?

Onların bu tavrını biraz "kara para aklama"ya benzetiyorum.

İllegal yayın organlarında, cezaevlerinde, fanzinlerde yapılan tartışmalar üretilen bilgileri alırsınız; sonra onları biraz işleyip "ilk kez" sizin malzemeniz gibi kullanırsınız. Kaynak gösterme derdiniz yoktur. Çünkü onlar akademi dünyasında zaten "kaynak" kabul edilmezler. Başkasının "Doktora tezi"nden bire bir alıntı yapıp kaynak göstermemek "akademik bir suç"tur ama deniz-derya olan bu "illegalite alanındaki düşnce ve bilgi üretimi" dünyasından istediğiniz her şeyi kendi malınız gibi toplayıp kullanmanın hiçbir "etik" sakıncası olmaz!

Burada ismi cismi olan, düşünce üretimlerinden dolayı ceza almış çok sayıda insan olduğu gibi, illegalite nedeniyle anonim ve takma isimler kullanan veya kollektif-kurulsal üretimler nedeniyle "kollektif-anonim" bulunan yüzlerce yazı, makale de bulunur. Bunlar da "akademisyenlerce" yağmalanmaya açık... Bunlar da suç da değil... Dolayısıyla bu yolları kullanan "yeni yetme"  veya "kurt" akademisyenler kullandıkları "kara para"nın kaynağını açıklamayan ama bir biçimiyle de onları "aklayıp" dolaşıma sokarak geçinen "hırsızlara" benzerler.x
Halbuki gerçeği, bilginin, düşüncenin geliştirilmesine saygının gereği bu kaynaklar "resmi ideolojinin dışında, lanetlenmiş alanlardan ve kişilerden gelmiş olsa bile -ve belki de sırf bu nedenle özellikle- kaynakları belirtilmeli, elbette bilimsel eleştirileri de yapılarak bibliyografyalara almalıdırlar. Ki bu insanarın çoğu şimdi hayatta bile değiller, belki bu işin peşini takip edebilecek durumda da değiller. Ama toplumun düşünce hayatınrın "illegaliteye itilmiş" alanında çekilen zahmetlerin mücadelelerin inkarı Üniversitelere, Akadamilere itibar kazandırmaz, tersine onların halen devletin resmi ideolojisinin "güvenli" kanatları altından çıkmayı düşünmek istemediklerini gösterir.

Kim bunlar?

İsim vermek için neyi nasıl aldıklarını da birlikte anlatıp, açıklamak gerekir. Bunu da başka bir yazı konusuna bırakalım.

Recep Maraşlı

kpres haksizlik
RUŞEN ARSLAN'IN AÇIKLAMASI

Ruşen Arslan Sevgili Recep,

Senin 1984 yılında yazdığın savunmanın en yakın tanıklarından biri de benim. Ne zor şartlar altında savunmanı yazdığını bilirim. Savunmana bizlerin de katkısından söz ederek kadirbilirlik göstermişsin. Doğrusunu söylemek gerekirse, savunmada senin düşüncelerin ağaç, bizimkiler ise ağaçta dal hatta yaprak sayılır.

Yakındoğu toplumlarının hafızası nedense kısadır. Kuş hafızası da denen kısa hafızası, Yakındoğu’daki halklardan biri olan biz Kürtlerde de var. Siyasetçileri bir yana bırakalım; araştırmacılarımız bile, senin Diyarbekir zindanındaki şartlarda yazılmış ve mahkemeye sunulmuş bu derece kapsamlı savunmanı es geçmekteler.

Fransız şair ve yazar Paul Valery “Tarih, insan zekâsının bugüne kadar yarattığı en tehlikeli meyvesidir” diyor. Paul Valery haksız da değil. Çünkü Türkiye gibi bir devleti örnek alırsak; Kürt ve Ermeni meselelerini tarihsel olarak irdelemek, tehlikeli ve müeyyideyi gerektiren bir tabudur. Kürt meselesini ilk ve kapsamlı şekilde araştıran İsmail Beşikçi’nin akademik ve yazarlık yaşamı buna örnektir. Kanımca bunun en iyi bilimsel açıklamasını, Barış Ünlü’nün “TÜRKLÜK SÖZLEŞMESİ’NİN İMZALANIŞI” makalesinde (Mülkiye Dergisi Cilt: 30, Sayı: 3, s. 47-81) görürüz .

Barış Ünlü’ye göre, “Türklük sözleşmesi dediğim bu içerme ve dışlama süreci (1910-1925 R.A.), devlet ve Türkleşmeyi kabul eden çeşitli Müslüman etnik gruplar arasındaki karşılıklı bir anlaşmadır. Yazılı olmayan sözleşmenin hayati maddelerinden birisi, Müslüman ve Türk olmayanlara/Türkleşmeyenlere yapılanlarla ilgili herhangi bir siyaset ve bilimsel çalışma üretiminin yasak olmasıdır. Başka bir deyişle, kişi gayrimüslimlere (özellikle Ermenilere) ve Kürtlere yapılanlar hakkında konuşup yazmadığı sürece Türklüğün potansiyel ve reel imtiyazlarından yararlanabilecektir. Sözleşme bu maddeye uyulmadığı takdirde çok ağır cezaların verileceğini açıkça belli etmiştir. “

Devletlerin ve siyasi kurumların tarihi bazı olayları görmemesi, yok sayması ve çarpıtması, Kürt tarihini kendileri ile başlatması, doğru olmasa bile anlaşılabilir. Ancak araştırmacıların böyle bir şeye hakları yoktur. Araştırmacılar nesnel olmak zorundadır. Tarih araştırmacısı için “olgular kutsal, yorum özgürdür”.

Kürt araştırmacılar, kitaplarının öznesinin kendiler olduğu araştırma kitapları da yayınladılar. Nedense bu araştırmalarda, ya senin savunmandan hiç, ya da yetirince söz edilmedi. Herhalde kendi yaptıklarını daha “değerli” kılmak için, senin savunman görmezden gelindi.

Sevgili Recep,

Elli yılı aşan mücadele içinde beni en çık rahatsız eden, şey, Türk Devletinin resmi ideolojisinin, Kürtler tarafından Kürtler için taklit edilmesidir. Bunun başında da Türk Tarihi Tezi ile Güneş Dil Teorisi’nin taklidi gelmektedir. Bu, kemalizmin gölgesinin Kürt mücadelesine düşmesidir. Kürtler kendileri olmak, ideolojik ve siyasi taklitlerden sakınmalıdırlar. Bu açıdan senin Rızgari davasındaki savunman, tarihsel olarak çok değerlidir.

Ermeni meselesine bakışta birbirimizi eleştirdiğimiz de oldu. Ancak hiç kimsenin Recep Maraşlı’nın moda olarak Ermeni meselesiyle ilgilendiğini düşünme ve söz etmeye hakkı yoktur. Çünkü sen, hiç kimsenin 1984-1985’te de yapmadığı veya yapamadığı şeyi, Ermenilerin 1915’te uğradığı haksızlıkları yaptığın savunmada dile getirdin. Onun için söylenenlere aldırma derim. Sözümü Wendel Phillips’in sevdiğim sözü ile bağlıyorum: Doğruluk sonsuzluğun güneşidir, nasıl olsa doğar!

Not : Bu yazıyı Recep Maraşlı'nın makalesine yorum olarak yazdım. Ama hem bu kadar uzun misafirlik olmaz, hem de kendi takipçilerim de okusun diye, sayfamda da yayınlamayı uygun gördüm.

https://www.facebook.com/rusen.arslan.5/posts/491090824417046

KAWA SAVUNMASI'NDA ERMENİ SOYKIRIMI, CEMİL GÜNDOĞAN

Değerli dostum Cemil Gündoğan, 1982 yılında Elazığ Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yaptığı KAWA savunmasında Ermeni soykırımını tanıyan ve inkarını eleştiren belirlemelerini hatırlatan bir yazı göndermiş. Kendisine çok teşekkür ediyor ve aşağıda paylaşıyorum.

Ayrıca KAWA'nın Ermeni soykırımı ile ilgili parti kararları alan, resmi bildiri, konferans ve kongre kararlarında bu olguyu formüle edip çözümler getiren ilk Kürt örgütü olduğunu da bu vesileyle belirteyim.

Cemil Gündoğan şu hususlara dikkat çekiyor:

"... Bu konu kanımca ileride de tartışılacaktır. Sadece tarihsel olaylar ve gerçeklikler bağlamında değil. Bundan daha önemli olarak Kürt hareketinin iç bölünmelerinden bazılarının kendini dışa vuracağı alanlar ve kanallar bağlamında tartışılacaktır. Kürt hareketine mensup şahsiyetlerin -birkaç kişiyi çıkarırsan- işin tarihsel gerçeklik kısmıyla ilgili olduklarını sanmıyorum. Daha çok işin ikinci kısmıyla ilgilidirler ve mesele gelecekte de daha çok bu bağlamda tartışılacak gibi görünüyor. Dolayısıyla sadece işin tarihsel bağlamına bağlı kalmamak, bugünkü sorunlarla bağlantısını ele almak önem kazanıyor. Benim Türkiyelileşmeyle ilgili son kitabımda Türiyelileşme tartışmasının Ermeni meselesiyle bağlantısını kurmamın nedenlerinden biri de buydu. Belki hatırlarsın, o kitabın iki alt bölümü bu konuyu ele alıyor.

Bu vesileyle benim Elazığ savunmasında da (1982'de yazılmıştır) Ermeni soykırımının ele alınmış olduğunu hatırlatmak isterim. Hatta ben o savunmaya 2007 yılında sunuş yazısı yazarken Elazığ savunmasının muhtemelen Ermeni soykırımını ele alan ilk Kürt savunması olduğunu belirtmiştim. İlginç olan sen de bu yazıda senin savunmayla ilgili neredeyse aynı ifadeleri tekrarlamışsın. Fark benim muhtemelen diyerek bir ihtiyat payı bırakmış olmam.
Meselenin bu yanı bir tarafa, benim savunmanın hem başlarında hem de sonlarına doğru bu konu ele alınmış ve birkaç yerde Ermenilere ve Rumlara yapılan şeyin jenosit olduğu ve bu eylemle Anadolu'nun en eski iki ulusal varlığına son verildiği açık seçik biçimde belirtilmiştir. Ama ben, günün birinde benim savunmamdan da eski bir metinde buna benzer belirlemeler bulabiliriz sanıyorum. Çünkü hatırladığım kadarıyla en azından bizim okuyup yazan arkadaşlar arasında Ermeni soykırımı lafı tartışmasız kabul gören bir laftı 80 öncesi. Bu nedenle bir gün MİT'in arşivindeki bir bildiride veya yerel ölçekte yazılıp dağıtılmış bildiri veya broşürlerde böyle ifadeler çıkarsa şaşırmam. Sunuşu yazarken bu nedenle ihtiyatlı bir ifadeyi tercih etmiştim.
.....
--------------------------------------------------------------

Savunmada konuya ilgii iki paragraftan aktarıyorum (başkaları da var):

Tarihte bir Ermeni soykırımının var olduğu, bütün inkâr çabalarına karşın hiçbir biçimde yadsınamayacak bir gerçektir. Fakat bu soykırım, ilerdeki bölümlerde bir başka vesileyle daha detaylı inceleyeceğimiz gibi, bugün artık ölmüş bir tarihi haksızlığı ifade etmektedir. {s. 19}

İki tür tarihi haksızlık vardır: Birincisi, sadece geçmişin bir sorunu olarak var olmuş olan, bugün açısından hiçbir sosyal ve siyasal anlam taşımayan, bir başka deyişle toplumsal yaşam ve gelişme üzerinde hiçbir etkide bulunamayan ve sadece pasif kınamalara konu olabilecek tarihi haksızlıklardır. Bu tür tarihi haksızlıklara yüzyılımızın başlarındaki Anadolu Ermenilerine ya da Rumlarına karşı uygulanan katliam ve jenosit eylemlerini örnek olarak gösterebiliriz. Milyonlarla insanın ölümüne mal olmuş ve Anadolu’nun en eski halklarından ikisinin ulusal varlığının son bulmasıyla neticelenmiş olan bu hareketler, günümüzde resmi ideolojinin bütün inkâr çabalarına rağmen gerçektirler ve andığımız türden tarihi haksızlıklara tipik iki örnektirler. {s. 123}

https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=912272105561801&id=100003370615652

Yorumlar