1915'in Bir soykırım olduğu, bu gerçeğin inkâr edilmemesi gerektiğini; Ermeni ulusal sorununun TC'nin kuruluşu ve Kürdistan'ın sömürgeleştirilmesine ön gelen temel meselelerden biri olduğu; Ermeni ulusal istemlerinin bir yanıyla Yahudi, bir yanıyla Filistin sorunun çözümüne benzer nitelikler taşıdığı ve Haklı olduğu; Ermeni soykırımının Tanınması ve Özür dilenmesinin reformist istemler olduğu ve kabulünün gerektiği; Ermeniler, Kürtler, Rumlar, Türkler vd. dahil bölgemizde var olan tüm sorunların, Ulusların Tam Hak Eşitliğine dayalı Barışçı, Adil ve Kardeşçe Çözülmesi gerektiğine dair düşüncelerimi, daha 29 Ocak 1985 yılında, üstelik Diyarbakır 5 No'lu Zindanında yatarken ve Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Mahkemesine ve Askeri Yargıtay'a karşı Yazılı Savunmam'da belirttim.
Savunma 1985 Ocak ayında mahkemeye verildi ama kuşkusuz yazım tarihi daha öncedir; 1984 yılıdır. 1984 yılında mart-nisan ayında 49 günlük ölüm orucundan sonra hastaneden yarı sakat bir vaziyette çıkmış, koğuşa getirilmiştim. Gözlerim iyice görmüyor, ellerim tutmuyordu. Doğrusu bu sağlık şartları va bu cezaevi koşullarında bir daha gün yüzü görebileceğimi de düşünmüyordum. Dolayısıyla savunmamı bir nevi siyasi vasiyet gibi düşünüp, kafamdaki tüm düşünceleri bu yolla yazıya geçirip mahkeme dosyalarına girmesini sağlayarak, dışarıdaki yoldaşlara, siyasi çevrelere ulaşmasını sağlamak kaygısı içindeydim.
O tarihlerde bırakalım Türkiyeli bilim insanı, akademisyen, liberal ve demokratlarının bu konuyu kabul ve tartışmalarını Türkiyeli veya Kürdistanlı sosyalist, ulusal demokrat hareketleri içinde [bir iki istisna dışında] kimse Ermeni Soykırımına, Ermeni Ulusal Sorunu, Talepleri ve Çözüm Yollarına dair çok bir şey ortaya koymuş değildi.
İki tür tarihi haksızlık vardır: Birincisi, sadece geçmişin bir sorunu olarak var olmuş olan, bugün açısından hiçbir sosyal ve siyasal anlam taşımayan, bir başka deyişle toplumsal yaşam ve gelişme üzerinde hiçbir etkide bulunamayan ve sadece pasif kınamalara konu olabilecek tarihi haksızlıklardır. Bu tür tarihi haksızlıklara yüzyılımızın başlarındaki Anadolu Ermenilerine ya da Rumlarına karşı uygulanan katliam ve jenosit eylemlerini örnek olarak gösterebiliriz. Milyonlarla insanın ölümüne mal olmuş ve Anadolu’nun en eski halklarından ikisinin ulusal varlığının son bulmasıyla neticelenmiş olan bu hareketler, günümüzde resmi ideolojinin bütün inkâr çabalarına rağmen gerçektirler ve andığımız türden tarihi haksızlıklara tipik iki örnektirler. {s. 123} (Cemil Gündoğan, "KAWA Davası Savunması ve Kürtlerde Siyasi Savunma Geleneği, Vate Yayınları, İstanbul, 2007)
Bu savunmanın içeriğinden ancak yayınlandıktan sonra haberdar oldum. Tabi ben Ermeni Soykırımının "tarihsel bir haksızlık" olmakla kalmayıp bugünün ve yarının yaşayan ve cözüm bekleyen canlı ulusal sorunlarından birini teşkil ettiğini belirtmekteydim; bu nedenle de Yahudi, Filistin ve Kürt ulusal sorunlarıyla bağlamına vurgu yapmıştım. Sürgün ve soykırımlarla ve mülteci uluslar yaratılmasıyla sorunun daha büyüyüp derinleştiğini tartışmaya çalışmıştım.
Savunmada belirtilen görüşler itibariyle Elbette bu gün geriye bakıp değerlendiğimde bir çok bilgi noksanlıkları, yanlış bağlam ve yanlış çözümlemeler de içerdiğini görüyorum. Bugünkü vardığım yerle o gün arasında çok büyük bir mesafe vardır, buna rağmen o günkü yaklaşımın doğru bir adım olduğuna bugün de yürekten inanıyorum.
Buna karşın Diyarbakır Cezaevinde yazılması, Sömürgeci mahkemelere karşı yazılı savunma olarak yani bizzat sorumluların gözünün içine bakarak ifade edilmiş olması onu ayrıca önemli kılmaktadır.
Savunmada Ermeni soykırımı ve Ermeni sorunu'na ilişkin bölüm başlı başına bir makale olarak 27 Nisan 1989 tarihinde Kürdistan Press'de "75 Yıl Sonra 24 Nisan 1915 Jenosidine Bir Yaklaşım: Tarihsel Haksızlık" (Recep Maraşlı) başlığıyla yayınlanmıştır.
Yani ilgili kamuoyu da bu tezlerden, bu tespitlerden habersiz değildi.

Ruşen Arslan Sevgili Recep,
Senin 1984 yılında yazdığın savunmanın en yakın tanıklarından biri de benim. Ne zor şartlar altında savunmanı yazdığını bilirim. Savunmana bizlerin de katkısından söz ederek kadirbilirlik göstermişsin. Doğrusunu söylemek gerekirse, savunmada senin düşüncelerin ağaç, bizimkiler ise ağaçta dal hatta yaprak sayılır.
Yakındoğu toplumlarının hafızası nedense kısadır. Kuş hafızası da denen kısa hafızası, Yakındoğu’daki halklardan biri olan biz Kürtlerde de var. Siyasetçileri bir yana bırakalım; araştırmacılarımız bile, senin Diyarbekir zindanındaki şartlarda yazılmış ve mahkemeye sunulmuş bu derece kapsamlı savunmanı es geçmekteler.
Fransız şair ve yazar Paul Valery “Tarih, insan zekâsının bugüne kadar yarattığı en tehlikeli meyvesidir” diyor. Paul Valery haksız da değil. Çünkü Türkiye gibi bir devleti örnek alırsak; Kürt ve Ermeni meselelerini tarihsel olarak irdelemek, tehlikeli ve müeyyideyi gerektiren bir tabudur. Kürt meselesini ilk ve kapsamlı şekilde araştıran İsmail Beşikçi’nin akademik ve yazarlık yaşamı buna örnektir. Kanımca bunun en iyi bilimsel açıklamasını, Barış Ünlü’nün “TÜRKLÜK SÖZLEŞMESİ’NİN İMZALANIŞI” makalesinde (Mülkiye Dergisi Cilt: 30, Sayı: 3, s. 47-81) görürüz .
Barış Ünlü’ye göre, “Türklük sözleşmesi dediğim bu içerme ve dışlama süreci (1910-1925 R.A.), devlet ve Türkleşmeyi kabul eden çeşitli Müslüman etnik gruplar arasındaki karşılıklı bir anlaşmadır. Yazılı olmayan sözleşmenin hayati maddelerinden birisi, Müslüman ve Türk olmayanlara/Türkleşmeyenlere yapılanlarla ilgili herhangi bir siyaset ve bilimsel çalışma üretiminin yasak olmasıdır. Başka bir deyişle, kişi gayrimüslimlere (özellikle Ermenilere) ve Kürtlere yapılanlar hakkında konuşup yazmadığı sürece Türklüğün potansiyel ve reel imtiyazlarından yararlanabilecektir. Sözleşme bu maddeye uyulmadığı takdirde çok ağır cezaların verileceğini açıkça belli etmiştir. “
Devletlerin ve siyasi kurumların tarihi bazı olayları görmemesi, yok sayması ve çarpıtması, Kürt tarihini kendileri ile başlatması, doğru olmasa bile anlaşılabilir. Ancak araştırmacıların böyle bir şeye hakları yoktur. Araştırmacılar nesnel olmak zorundadır. Tarih araştırmacısı için “olgular kutsal, yorum özgürdür”.
Kürt araştırmacılar, kitaplarının öznesinin kendiler olduğu araştırma kitapları da yayınladılar. Nedense bu araştırmalarda, ya senin savunmandan hiç, ya da yetirince söz edilmedi. Herhalde kendi yaptıklarını daha “değerli” kılmak için, senin savunman görmezden gelindi.
Sevgili Recep,
Elli yılı aşan mücadele içinde beni en çık rahatsız eden, şey, Türk Devletinin resmi ideolojisinin, Kürtler tarafından Kürtler için taklit edilmesidir. Bunun başında da Türk Tarihi Tezi ile Güneş Dil Teorisi’nin taklidi gelmektedir. Bu, kemalizmin gölgesinin Kürt mücadelesine düşmesidir. Kürtler kendileri olmak, ideolojik ve siyasi taklitlerden sakınmalıdırlar. Bu açıdan senin Rızgari davasındaki savunman, tarihsel olarak çok değerlidir.
Ermeni meselesine bakışta birbirimizi eleştirdiğimiz de oldu. Ancak hiç kimsenin Recep Maraşlı’nın moda olarak Ermeni meselesiyle ilgilendiğini düşünme ve söz etmeye hakkı yoktur. Çünkü sen, hiç kimsenin 1984-1985’te de yapmadığı veya yapamadığı şeyi, Ermenilerin 1915’te uğradığı haksızlıkları yaptığın savunmada dile getirdin. Onun için söylenenlere aldırma derim. Sözümü Wendel Phillips’in sevdiğim sözü ile bağlıyorum: Doğruluk sonsuzluğun güneşidir, nasıl olsa doğar!
Not : Bu yazıyı Recep Maraşlı'nın makalesine yorum olarak yazdım. Ama hem bu kadar uzun misafirlik olmaz, hem de kendi takipçilerim de okusun diye, sayfamda da yayınlamayı uygun gördüm.
https://www.facebook.com/rusen.arslan.5/posts/491090824417046
KAWA SAVUNMASI'NDA ERMENİ SOYKIRIMI, CEMİL GÜNDOĞAN
Değerli dostum Cemil Gündoğan, 1982 yılında Elazığ Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yaptığı KAWA savunmasında Ermeni soykırımını tanıyan ve inkarını eleştiren belirlemelerini hatırlatan bir yazı göndermiş. Kendisine çok teşekkür ediyor ve aşağıda paylaşıyorum.
Ayrıca KAWA'nın Ermeni soykırımı ile ilgili parti kararları alan, resmi bildiri, konferans ve kongre kararlarında bu olguyu formüle edip çözümler getiren ilk Kürt örgütü olduğunu da bu vesileyle belirteyim.
Cemil Gündoğan şu hususlara dikkat çekiyor:
"... Bu konu kanımca ileride de tartışılacaktır. Sadece tarihsel olaylar ve gerçeklikler bağlamında değil. Bundan daha önemli olarak Kürt hareketinin iç bölünmelerinden bazılarının kendini dışa vuracağı alanlar ve kanallar bağlamında tartışılacaktır. Kürt hareketine mensup şahsiyetlerin -birkaç kişiyi çıkarırsan- işin tarihsel gerçeklik kısmıyla ilgili olduklarını sanmıyorum. Daha çok işin ikinci kısmıyla ilgilidirler ve mesele gelecekte de daha çok bu bağlamda tartışılacak gibi görünüyor. Dolayısıyla sadece işin tarihsel bağlamına bağlı kalmamak, bugünkü sorunlarla bağlantısını ele almak önem kazanıyor. Benim Türkiyelileşmeyle ilgili son kitabımda Türiyelileşme tartışmasının Ermeni meselesiyle bağlantısını kurmamın nedenlerinden biri de buydu. Belki hatırlarsın, o kitabın iki alt bölümü bu konuyu ele alıyor.
Bu vesileyle benim Elazığ savunmasında da (1982'de yazılmıştır) Ermeni soykırımının ele alınmış olduğunu hatırlatmak isterim. Hatta ben o savunmaya 2007 yılında sunuş yazısı yazarken Elazığ savunmasının muhtemelen Ermeni soykırımını ele alan ilk Kürt savunması olduğunu belirtmiştim. İlginç olan sen de bu yazıda senin savunmayla ilgili neredeyse aynı ifadeleri tekrarlamışsın. Fark benim muhtemelen diyerek bir ihtiyat payı bırakmış olmam.
Meselenin bu yanı bir tarafa, benim savunmanın hem başlarında hem de sonlarına doğru bu konu ele alınmış ve birkaç yerde Ermenilere ve Rumlara yapılan şeyin jenosit olduğu ve bu eylemle Anadolu'nun en eski iki ulusal varlığına son verildiği açık seçik biçimde belirtilmiştir. Ama ben, günün birinde benim savunmamdan da eski bir metinde buna benzer belirlemeler bulabiliriz sanıyorum. Çünkü hatırladığım kadarıyla en azından bizim okuyup yazan arkadaşlar arasında Ermeni soykırımı lafı tartışmasız kabul gören bir laftı 80 öncesi. Bu nedenle bir gün MİT'in arşivindeki bir bildiride veya yerel ölçekte yazılıp dağıtılmış bildiri veya broşürlerde böyle ifadeler çıkarsa şaşırmam. Sunuşu yazarken bu nedenle ihtiyatlı bir ifadeyi tercih etmiştim.
.....
--------------------------------------------------------------
Savunmada konuya ilgii iki paragraftan aktarıyorum (başkaları da var):
Tarihte bir Ermeni soykırımının var olduğu, bütün inkâr çabalarına karşın hiçbir biçimde yadsınamayacak bir gerçektir. Fakat bu soykırım, ilerdeki bölümlerde bir başka vesileyle daha detaylı inceleyeceğimiz gibi, bugün artık ölmüş bir tarihi haksızlığı ifade etmektedir. {s. 19}
İki tür tarihi haksızlık vardır: Birincisi, sadece geçmişin bir sorunu olarak var olmuş olan, bugün açısından hiçbir sosyal ve siyasal anlam taşımayan, bir başka deyişle toplumsal yaşam ve gelişme üzerinde hiçbir etkide bulunamayan ve sadece pasif kınamalara konu olabilecek tarihi haksızlıklardır. Bu tür tarihi haksızlıklara yüzyılımızın başlarındaki Anadolu Ermenilerine ya da Rumlarına karşı uygulanan katliam ve jenosit eylemlerini örnek olarak gösterebiliriz. Milyonlarla insanın ölümüne mal olmuş ve Anadolu’nun en eski halklarından ikisinin ulusal varlığının son bulmasıyla neticelenmiş olan bu hareketler, günümüzde resmi ideolojinin bütün inkâr çabalarına rağmen gerçektirler ve andığımız türden tarihi haksızlıklara tipik iki örnektirler. {s. 123}
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=912272105561801&id=100003370615652
Yorumlar
Yorum Gönder