Bunu bekliyordum... Yine de açıklamalar dikkatlice okunursa örgütün, kurucu önderlerinin isteklerini kabul etmekle beraber halen oldukça İHTİYATLI bir dil kulllandığını, belirsizlik ve risklere dikkat çektiğini görebiliriz.
Alınan fesih kararlarının HAYATA GEÇİRİLMESİ'ni, Öcalan'ın bizzat yürütüyor olmasına bağlayarak da, ilerlemenin ancak Öcalan'ın yaşam/çalışma koşullarının iyileştirilmesine bağlı olacağını da vurgulamış oluyor.
Bu da daha önceki süreçlerde olduğu gibi şimdi de GÜVENSİZLİK sorununun ne denli kritik olduğunu gösteriyor.
Yine de bir çok çevrede bu kararların sevinçli bir iyimserlikle, umutlu beklentilerle karşılandığını görüyoruz.
Peki tüm bunlar yeni bir döneme mi işaret ediyor?
Doğrusu Kürt/Kürdistan sorununun ADİL, KALICI ve BARIŞÇI çözümünü esas alırsak, ben İYİMSER bir beklenti içinde değilim. Bunun nedeni çözüm adımlarının Kürt tarafından değil, TÜRK devleti tarafından atılması gereken adımlarla belirleneceğini düşünüyor olmamdır; ÇÖZÜM İRADESİ taşıyan somut, adil, demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü değişimler...
Ufukta bunlardan birini ve ihtimalini gören varsa söylesin... Ben göremiyorum!
Kapalı kapılar ardında veya özel ulaklarla alınıp verilen mesajlar, -sözler, garantiler- varsa da kamuoyu bunları bilmiyor. Örneğin bir önceki çözüm sürecinde tarafların karşılıklı müzakereleriyle vardıkları ve kamuoyuna açıklanmış en üst düzey metin olarak, 10 maddelik DOLMABAHÇE MÜTABAKATI metninin neden referans olarak alınmadığını merak ediyorum.
Her şey sil baştan!
Eğer önceki süreçlerin neden tıkandığı, neden başarısız olduğu bilinmez ve yeni süreç bunların telafisi üzerine yükselmezse, hiçbir gerçekçi öngörü yapılamaz.
PKK, ilk kez kendini feshetme ve silahlı mücadeleye son verme kararı almıyor ki?
Hatırlanacağı gibi 1999’da yılında Öcalan’ın tutsak alınması, PKK için stratejik bir dönüm noktası oldu. O dönem de Öcalan, cezaevinden örgüte silahlı mücadeleyi sonlandırma ve siyasal alana yönelme çağrısı yapmıştı. Bu doğrultuda, 2002’de PKK kendini KADEK (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) adıyla yeniden yapılandırarak silahlı mücadeleyi bıraktığını ve siyasi bir hareket olacağını duyurdu. 2003’te KADEK’in yerine KONGRA-GEL kuruldu ve barış gönüllüleri adı verilen gruplar, teslim olmak ve barış sürecine katkı sağlamak için Türkiye’ye geldi. Ancak bu süreç sürdürülemedi ve PKK 2004’te yeniden silahlı mücadeleye döndü.
Peki eleştirel biçimde "İMRALI SÜRECİ" adı verilen bu süreç neden çöktü?. Savaş neden yeniden başladı? Öcalan'ın yeni çağrısı ve Örgütün de bunu kabul etmesiyle birlikte bugün de aynı şeylerin yaşanmayacağının garantisi nedir?
Bunların hiç konuşulmaması, sanki silah bırakma ve fesih çağrısı ve kararlarını kulaklar ilk kez duyuyormuş gibi yapılmasını anlamıyorum. PKK 12.Kongresi'nde 1993'deki Özal dönemindeki ateşkes süreci değerlendirilirken, 2003 Kongra Gel ve 2013 "çözüm süreci" hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmaması -veya yapılan değerlendirmenin kamuoyuyla paylaşılmaması- dikkat çekici.
Kamuoyunda bu önceki süreci tartışmaya hevesli pek kimse göremiyorum. BARIŞ deyince alkışlayan ama SAVAŞ! deyince de aynı coşkuyla alkışlayan bir kitle var sanki. Bu da oldukça ürkütücü...
Halbuki yeni bir süreç inşa edilecekse özellikle mevcut iktidarının bizzat sorumlu olduğu bu iki dönemde neler ters gitti, ne oldu da girişimler çöktü bir muhasebeye dayanmalı.
Kamuoyundan, aydınlardan, demokratik çevrelerden sürece destek isteniyor...
Güzel de, sadece hükümetin da dahil olduğu "Çözüm süreci"nin devamını isteyen bir bildiriye imza attıkları için önce 500 sonra yüzlerce AKADEMİSYENİN hayatların karartıldığı bir ortada değişen ne var?
Kararlarına katılmayı taahhüt ettikleri AİHM kararlarını bile siyasi kindarlıkla uygulamamakta direnen bir yönetim var. Zaten hukuken uygulamakla yükümlü olan bir devlet, insanların bu haklarını pazarlık konusu mu yapıyor?
Kısaca bu Kürt ulusal demokratik hareketindeki ana akım siyası yapı olarak PKK'nin attığı adımların ÇÖZÜM bağlamında Türkiye Cumhuriyeti Devleti nezdinde ciddi bir karşılığı, niyeti olduğu kanaatinde değilim.
Elbette özellikle Kürt toplumunda, yıllardır süren savaş, şiddet ve zorbalığın bir nebze olsun yerine ılımlı bir ortama bırakması, barış dilinin konuşulmaya, en azından İHTİMALİ'nin bile ortaya çıkması yönünde bir beklenti olduğunu görüyorum. Halkımız gerçekten de olağanüstü bedeller ödedi, toplum çok yoruldu ve nefes almaya ihtiyaç duyuyor.
Kuzey Kürdistan'daki gerilla mücadelesi, devletin yeni teknolojik-askeri imkanları karşısında alan hakimiyeti ve inisyatif kullanmakta zorlandığı; taktik ve stratejik değişimlere ihtiyaç duyduğu bir süreç yaşıyor. Ama diğer alanlarda varlığını, disiplinini ve moral gücünü sürdürdüğünü de gözlemliyoruz.
İyimser olarak niteleyebileceğim iki önemli işareti de paylaşmak isterim.
Birisi: Sırrı Sürreyya Önder gibi toplumun çok değişik kesimlerinden de saygı gören bir barış müzakerecisinin hastalanması ve vefatıyla birlikte, Türkiye'de gerek Kürt gerek Türk gerekse toplumunun değişik inanç, kültür, sınıf ve ideolojik katmanlarından neredeyse ortak bir sahiplenme gösterilmesi, "ortak bir yas" havasının solunması; aslında toplumsal barış zeminin epey güçlü olduğunu gösteriyor. Fakat bu zemin elinde siyaseten fazla güç olmayabilir veya kırılgan bir duygusallığa sahip olabilir. Toplumun bu ortak duygusallığı, siyasi irade ve kurumsallaşmalara dayalı olmazsa, geçici bir “hüzün birliği” olarak kalabilir.
İkinci işaret ise CHP'nin bu süreci açıkça sahiplenmesidir. Özgür Özel'in Sırrı Süreyya Önder'in kişiliğini sahiplenmesi, yakın işbirliğine girmesi; son olarak da VAN'daki Parti mitinginden Kürt sorunu çözümü bağlamında bu süreci desteklediğini açıkça beyan etmesi -CHP içindeki ulusalcıları çok rahatsız etse de- bu sürecin sosyal-siyasal tabanının öncekilere nispeten biraz daha güçlendiğine işaret olabilir. CHP’nin sürece katılması, barış sürecini sadece AKP, MHP ve DEM Parti arasındaki bir müzakere olmaktan çıkarıp daha geniş bir toplumsal ve siyasi koalisyona taşıyabilir. CHP’nin sosyal demokrat tabanı, Kürt meselesine daha kapsayıcı bir perspektiften bakmayı teşvik edebilir.
SONUÇ OLARAK
Kürt/Kürdistan sorununun uluslararası bir sorun olduğu, ancak bu bağlamda çözülebilirliği; uluslararası ve yasal anayasal çerçeve, güvencelere bağlı olacağı unutulmamalıdır. Parçalar bağlamında ise bu sorun yine YAPISAL bir demokratikleşmenin parçası olarak bir anlam ve güvence kazanabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder