Rusyalı ünlü Kürdologlardan Nikolai Jakovleviç Marr (1865-1934); bölge halklarının ve bu vesileyle Kürtlerin de Yafetik / Kafkas kökenli olduklarını savunur. Yafetik okulun babası sayılan ve kendisi de Gürcü kökenli olan Marr, Kürtlerin ilk çağlarda Kartvellerle ortak bir kökene sahipken daha sonra İran etkisine girdiklerini öne sürer. Bunu çeşitli kanıtları ileri sürerek savunduğu gibi, Yezidilikte kutsal bir makam olarak kabul edilen "Çelebi"liğin, Çelebi sözcüğünün çözümlemesini yaparak ve ona özel bir önem yükleyerek tezlerine bir kanıt olarak göstermektedir. Marr'a ait bu makaleye yurttaşı Bazil Nikitin de özel bir önem vermektedir.
Çemşid Bender de "Kürt Tarihi ve Uygarlığı" kitabında bu konuya
başlık açmıştır.
Marr'a göre bu sözcük ilk kez XIV. yy.'da Selçuk Türklerinde ortaya çıkar.
Kürtlere de buradan geçmiştir. Kelimenin kök anlamının Arami'lerin kullandığı
"ÇELEM-ÇALMA" > "RESİM-PUT" olduğunu ileri sürmektedir.
"ÇELEB">"TANRI", "ÇELEB-İ" ise
"TANRISAL" anlamına gelmektedir. Yafetik kökten gelen bu sözün aynı
zamanda "iyi soydan gelme, beyefendi," veya "okumuş, bilgili,
kibar, kültürlü" anlamlarında kullanılmaktadır.
Marr, "Çalab"-"Çelebi"nin Yafetik bir sözcük
oluşu kabulünden hareketle, Yezidilerin, dolayısıyla Kürtlerin Yafetik
halklarla tarihi bir ortaklığı bulunduğu tezini savunmaktadır.
Bu sözcüğe bir halkın kökenine tanıklık edecek kadar olağanüstü bir anlam yüklenmesini doğrusu anlamış değilim. Her ne kadar Marr'ın tezleri kabul görmemiş olsa bile, Çelebi sözcüğünün çözümlemesine ilişkin birkaç güçlü itiraz yaparak, bu sözcüğün neden önemli görüldüğü üzerine bir deneme geliştirmek istiyorum.
Birincisi; Anakronizm görünüyor. Zerdüştlüğün bir türevi olan Yezidilik, Kürtler arasında XI. yy'da ortaya çıkıp yayılmıştır. "Çeleb","Çalab" sözcüğü XIV. yy'da Selçuklulardan alınmışsa bu "ortak tarihsel geçmişi" değil, ancak yakın kültürel alışverişi kanıtlayabilir. Daha eski bir yerleşik inancın, daha sonra alındığı ileri sürülen bir sözcük nedeniyle geçmişle bağlantılandırılması bir anakronizm örneğidir.
İkincisi; "Çelebi" sözcüğünün çözümlemesine çok değişik önermeler
yapmak mümkün görünüyor.
Akraba iki dil olan Kürtçe ve Farsça'da 40 sayısı, "KIRK" sözcüğü
bir anahtar olabilir.
Kürtçe; 40-Kırk > "ÇEL, ÇIL"
Farsça; 40-Kırk > "ÇIL, ÇAL"
Ayrıca,
"ÇELE,
ÇILE" > Kırkgün
Soğuk, sıkıntı ve yoklukla geçen kış ortasına da Kürtçe'de "ÇELE"
veya "ÇILE" denmektedir.
Antik Zerdüşt inancında nefsin/ruhun terbiye edilip, olgunlaşması için perhiz
yapılması, oruç tutulması; bir mağara veya ıssız bir yerde dünya nimetlerinden
elini eteğini çekip inzivaya çekilerek, ruhsal dinginliğin, kötülüklerden
arınmanın sağlanacağına inanılırdı.
Hint ve Uzak-doğu inançlarında da görülen; bu acı çekerek ruhu
olgunlaştırma; dünya nimetlerinden yararlanmayı en aza indirgeyerek;
kötülüklerin (kötü tanrının) beden yoluyla ruha egemen olmasını önlemek,
böylece onu yenilgiye uğratmak; iyilik tanrısı Ahura Mazda'nın galibiyetini
bedeninde sağlamak düşüncesi Mazdeizmin ana fikridir.
40 gün oruç tutularak yapılan bu nefis mücadelesinden başarıyla çıkmak,
olgunlaşmak, ruhunda iyilik tanrısının galibiyetini sağlamış olmak anlamında,
ruhani bir mertebe sayılmaktadır.
Söylenceye göre Zerdüşt bir mağaraya çekilerek 40 gün oruç tutar. Zerdüştlüğün
bir sentezini yakalamaya çalışan Yezidilikte de oruç 40 gün tutulur. Çile çekmeden,
derviş orucu tutup nefs islah olmadan "Çelebi" olunmaz. Zaten anlam
sözcüğün kendisinde saklıdır; "ÇELE-Bİ> Kırkgün-görmüş, "cile"
çekmiş, olgunlaşmış kişi...
Daha sonra İslâm tasavvufunda "Sûfîlikte de görülen bu ibadet biçimi,
bir mağaraya çekilerek,"çile doldurmak", kırk gününü tamamlamak,
Dervişliğin, Ermişliğin vazgeçilmez kuralı sayılagelmiştir.
Zerdüşt geleneğinin izlerini taşıyan Alevilikte ve Mevlevi - Bektaşi
tarikatlarında da Çelebi'lik dinsel bir makam olma özelliğini sürdürür.
Kürtçe'de "ÇELEKÊŞ" >
Farsça'da "ÇILEKEŞAN"
"ÇELE(40)-KÊŞ(Kışandın>çekmek)
Türkçe'ye de "ÇİLEKEŞ" "çile çeken, yokluk, yoksulluk gören
"ve "ÇİLE ÇEKMEK" "acı, yokluk, yoksunluk görmek"
olarak geçmiştir bu deyimler.
"ÇELEBİ" -> "ÇELE-Bİ"
"ÇELE (Kırkgün) - Bİ (gören/görmüş)" olarak Kürtçe çözümlenebilir.
Üçüncüsü; Marr'ın "Çalab>Tanrı"dan, "Çalabi, Çelebi >
Tanrısal" çıkarımını da doğru olarak kabul etsek bile; burada da
"Kırk> Çel","Kırkgün>Çele" nin anahtar kök olduğunu
düşünüyorum.
Kırk/40/ sayısına Zerdüştlük dahil, İslamiyet ve diğer semavi dinlerde
"kutsal-mistik" bir anlam yüklenmektedir.
"Kırklanmak"> kırk tas su ile yıkanıp, arınmak;
"Kırkı çıkmak"> bebeklerin ilk kırk gününün dolması, zor
günlerini aşması;
"Kırklar"> kırk ermiş kişi, evliya...
Folklorik öğeler olarak kırk sayısı üzerine daha pek çok deyiş, tekerleme,
atasözü, inanç sıralamak mümkündür. 40 sayısına verilen bu önem ve kutsallığın
nedeni, kökeni ilginç bir araştırma konusu olabilir.
Ahd-i Atik (Kıtab-ı Mukaddes), Nuh Tufanı'nın 40 gün - 40 gece sürdüğünü
yazar;
"17- Ve yer yüzünde kırk gün kırk gece yağmur yağdı","17-Ve
yer üzerinde 40 gün tufan oldu." (Bap 7)
Tufan efsanesinin aslı Gılgamış Destanındadır. Tufan bir yıkılış ve diriliş
efsanesidir. Kutsal sayılan bütün eski metinlerde yaşamın yeniden başlamasını
anlatan özel bir yere sahiptir. Gılgamış Destanında Hz.Nuh'a denk gelen kişi Utnapiştim'dir.
Geminin oturduğu dağın adı ise Nissir'dir. (Nsibis ve Masis isim benzerliğine
dikkat çekici)
Ahd-i Atik/Tevrat geminin Ararat eteklerine oturduğunu, Kuran-ı Kerim ise
Cudi'ye indiğini yazar. Geminin Cudî'ye indiği Hud Süresinde (11/14) yazılıdır.
Cudi eteklerindeki Şırnak'ın eski adı "Şehr-i Nuh" tur; yine aynı
yöredeki Cizre'de Hz. Nuh'a ait olduğuna inanılan bir mezar bulunmaktadır.
Ahd-ı Atik dünyadaki ırk ve milliyetleri Nuh'un oğulları olarak
secerelemiştir. Yafetik/Kafkasik halklar terimi de buradan kaynaklanır; Nuh'un
oğlu Yafes'ten..
"Su"yun yıkıcılığı Kuran-ı Kerim'de de belirtilir;
10/73 "Ayetimizi yalan sayanları suda boğduk.
11/37 "Zalimler için bana hitap edip yalvarma çünkü onlar suda
boğulacaklardır." (Hud)
Burada 40 sayısının kutsallığı ve
tanrısallık arasında bir bağlantı kurulabilir gibi geliyor.
"ÇAL - MA" > "ÇAL/ÇEL(KIRK) -MA(SU)"
"ÇAL - AB"> "ÇAL/ÇEL(KIRK)-AB(SU)"
"ÇEL - AV" -> "ÇAL/ÇEL(KIRK) -AV(SU)"
Tezimize bir kez daha dönersek "ÇALAB" ın tanrısallığı ve 40'ın Tufan'la ilgili olması halinde Yafetik çözümlemesinin altı bir kere daha boşalmış olur.
Dördüncüsü; Kırk sayısına verilen önem ve kutsallık, 40'ın rastlantısal ve
sezgisel olmaktan öte antik çağda keşfedilen önemli bir sayısal bağıntıyı da
ifade ediyor olabilir.
Sayılarla keşfedilen bağıntılara,ilk çağlarda büyülü bir anlam yüklenmesi
doğal olmakla birlikte, bugün artık sayısal dilin madde-enerjinin bütün biçimlerinin
anlaşılması ve kavranmasında doğrudan bir ilişkiyi ortaya koyduğu biliniyor.
Yüksek matematik, geometri "sayısal bilimlerin" tümü bu bağıntıların
örnekleriyle yüklüdür.
Çağdaş bilimlerin tümü onların içinde taşıdığı sayısal bağıntıları çözmeksizin
olguları açıklayamazlar. Bütün fiziksel, kimyasal, biyolojik, genetik olgular,
sayısal denklemlerle, formüllerle ve çözümleriyle açıklanabilir.
Buna diyalektik materyalist yöntemde nicel-nitel bağıntısı denilmektedir.
Buradan hareketle 40 sayısının da, antik uygarlıkların deneysel veya sezgisel olarak keşfettikleri doğa olaylarında sıkça rastladıkları bağıntı olması mümkündür. Bu yönden de bir araştırma yapılması bizi ilginç sonuçlara götürebilir.
SONUÇ:
Bu olasılıkların hepsi de tarihsel gelişim, etimolojik değerler, kültürel
bağlantıları açısından "ÇELEBİ" sözcüğünün "ÇALABİ" olarak çözümlendiğinde
bile Yafetik değil Hint-Ari kökenli "ÇEL/ÇAL/ÇIL"-40 ile bağlantılı
olduğuna tanıklık ediyor. Eğer "ÇELEBİ" sözcüğünden yola çıkarak
Kürtlerin Yafetik kökenli olduklarına önemli bir kanıt sunulduğu düşünülüyorsa,
tersine, Çelebi sözcüğü Yalnızca Kürtlerin Hint-Avrupa kökenine değil, köklü
uygarlıklardaki bağlarına da tanıklık eder demektir.
Çelebi'liğin Hint-Avrupa (Fars) tarihsel bir geçmişe ve kökene sahip olmakla birlikte kültürel, ahlaksal bir öge olarak da bölge halklarına mal olması bunu gösteriyor.
Şubat 1998 / Recep Maraşlı
_ Bazil Nikitin; "Kürtler -Sosyolojik ve Tarihi İnceleme-",
("Les kurdes" 1943, Paris) Özgürlük yolu Yay. Istanbul, 1994, 4. Bas.
s.391-392
_ Cemşid Bender; "Kürt Tarihi ve Uygarlığı", Kaynak Yay,
Istanbul,1991, s.69-70
_ George Smith, 1872 yılında Güney Kürdistan'da, eski Asur başkenti Ninova
kalıntılarında noksan tableti bularak çivi yazılı tabletleri çözmeyi
başarmıştır. Gılgamış destanını tabletlere kazıyan Kassit'li ozan Sin Lekke
Ünnüni (M….1350) ve kullanılan dil Hint-Avrupa idi.
Yorumlar
Yorum Gönder