DOĞU ALMANYA'NIN İLHAKI...


3 Ekim, Almanya'nın "Birlik"(Einheit) Günü. Federal Almanya ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nin birleşmelerinin üzerinden 30 yıl geçti. Fakat bu gerçekten bir "BİRLEŞME"den ziyade DDR (Demokratik Alman Cumhuriyeti)'nin batı tarafından İLHAK edilmesi olarak tanımlamayı daha çok hak ediyor. Birleşmelerde tarafların karşılıklı eşit şekilde oturarak müzakere etmeleri, temel prensipler üzerinde anlaşmaları gerekir. Böyle olmadı. DDR kayıtsız ve koşulsuz olarak Federal Almanya'ya KATILDI. Bu karar formel olarak DDR Parlamentosunun çoğunlukla aldığı bir karardı fakat DDR vatandaşlarının hiçbir kazanımı korunmuyordu. Ortak bir Anayasa yerine Federal Almanya Anayasasının 146.maddesine göre 5 yeni eyalet olarak bu devlete katılma kabul edilmişti. Mark ve liberal ideolojik söylem doğu Almanya'daki insanların geçmişini silip geleceğini satın almıştı. Der Spiegel'in 17 Aralık 1989'daki anketine göre Duvar'ın çöküşünü izleyen haftalarda, rejim muhaliflerinin büyük bir çoğunluğu (%71) BİRLEŞMEYİ DEĞİL, demokratik bir Doğu Almanya'yı hedefliyordu. 4 Kasım 1989'da Berlin Alexanderplatz'daki düzenlenen rejim karşıtı devasa gösteride bir konuşmacı şöyle haykırıyordu: "Biz Almanların tarih karşısında bir sorumluluğumuz var; gerçek sosyalizmin mümkün olduğunu gösterme sorumluluğu." [Kaynak: Sonia Combe, La loyauté à tout prix. Les floués du „socialisme réel“, (Ne pahasına olursa olsun sadakat: "Reel Sosyalizm"in Hileleri) Lormont, les éditions Le Bord de l’eau, 2019] Yazar Christa Wolf'un 26 Kasım 1989'da başlattığı ve ulusal TV'de de yayınlanan "Ülkemiz İçin" çağrısında da "Federal Almanya Cumhuriyeti'ne karşı sosyalist bir alternatif geliştirme imkanına hala sahibiz." deniyordu ki bu metin 1 milyon 200 bin kişi tarafından imzalanmıştı. SSCB desteğini çekince SED liderliğindeki parti devleti güç ve inisyatifini kaybetti. Bu zayıflıktan yararlanan FAC, 18 Mart 1990'daki parlamento seçimlerini amansızca manipüle edebildi. İki Almanya'nın birleşmesi için en çok çaba sarfeden eski bir sosyal demokrat politikacı olan Egon Bahr, bile bu seçimlerin "hayatında gözlediği EN KİRLİ SEÇİMLERDEN biri" olduğunu itiraf ediyor. [Kaynak: Ralph Hartmann, Die Liquidatoren. Der Reichskommissar und das wiedergewonnene Vaterland, Baskı Ost, Berlin, 2008.] Bunun bir "Yeniden Birleşme" değil Türkçe de İLTİHAK (KATILMA) veya İLHAK (KATMA) olduğunu; birleşme anlaşmasının müzakerelerinden sorumlu Federal Almaya İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble 1990 baharında Doğu Almanya delegasyonuna net bir şekilde ifade etmişti: “Sevgili dostlar, [bu] Doğu Almanya’nın Federal Cumhuriyet’e girmesidir, tersi değildir. ( … ) Burada gerçekleşen şey, iki eşit durumun birleşmesi değildir." [Kaynak: Wolfgang Schäuble, Der Vertrag. Wie ich über die deutsche Einheit verhandelte, DVA, Stuttgart, 1991.] Bonn hükümetinin önceliği kuşkusuz iki EŞİT devletin birleşmesi değil DDR'in MUTLAK TASFİYESİ idi. "Parasal birleşme" fikri bunun belkemiğini oluşturuyor. Siyasal EŞİTLİK fikrini reddeden Bonn, Batı Alman Markı karşısında ancak 4,4 değeri olan Doğu Alman Markı ile EŞİTLİĞİ çekinmeden benimsedi. Böylece değerinin 4 katı ile satın alınan Doğu Alman Markı karşılığında değeri ölçülemeyecek büyüklükte bir ülke kazanılmış oluyordu... Liberal kapitalizm için iyi ticaret! Kasım 1989'dan Mart 1990'a kadar Ekonomi Bakanı olarak görev yapan Christa Luft, Federal Almanya'nın Doğu Alman halkına karşı bu "ekonomik cömertliği"nin arkasında DDR'i hızla ilhak etme fikrinin gizli olduğunu yazmıştır. [Kaynak: Christa Luft, Zwischen WEnde und Ende, Aufbau, Berlin, 1991.] Böylece zaten DDR Anayasasının sosyalist ekonomiye ilişkin temel ilkesi ortadan kaldırılmış olmaktaydı. Ne var ki paralarının birden bire Batıyla eşitlenmesinin sevincini yaşayan Doğu Alman vatandaşlarını kapitalizmin KÖTÜ BİR "SÜRPRİZİ!" bekliyordu. Temmuz 1990'dan sonra mal ve hizmetlerin gerçek fiyatı % 300-400'lere fırlamıştı!.. Doğudaki işletmelerin rekabet gücü de kalmamıştı. 1991'de sanayi üretimi % 70 düşerken, resmi işsiz sayısı, 7,500 artmıştı. Böylece Doğu'da "halkın mirası" adı verilen üretim araçları, fabrikalar, işletmeler batılı kapitalistler için hurda fiyatına kapatılacak nesnelere dönüşmüş oluyordu. Batı Alman yatırımcıları ve şirketleri Doğu Almanya üretim tesislerinin% 85'ini satın aldı; Doğu Almanlar, sadece% 6 ! Böylece liberal kapitalist ekonomi aslında Doğu Alman halkına fazladan para vermeyip, sadece hayal ve umut satarak karşılığında tüm ülkeyi özelleştirmiş oldu. Doğu Almanya'nın ünlü bir sloganı vardı: "Wir sind das Volk!" (Biz halkız!) Batının liberal milliyetçiliği ise bunda küçük bir değişiklik yaparak şimdi birleşmenin sloganı sayılan bir cevap veriyordu: "Wir sind ein Volk" (Biz, bir halkız!) İşin bir de askeri boyutu var. DDR egemen bir devletti ama Varşova Paktı'na bağlıydı ve topraklarında yarım milyona yakın Sovyet askeri bulunuyordu. DDR politik önderliği onları "yardıma çağırmak" yerine "kışlalarında kalmasını" söyledi. Büyük kitlesel gösterilerde halkına karşı silahlı müdahalede bulunmaktan kaçındı. Kuşkusuz bu barışçıl tutum, BİRLEŞME veya İLHAK, nasıl tanımlarsak tanımlayalım bu sürecin kan dökülmeden gerçekleşmesini sağladı. [Kaynak: Egon Krenz "Wir und die Russen", Die Beziehungen zwischen Berlin und Moskau im Herbst '89, EULENSPIEGEL VERLAGSGRUPPE Edition Ost, 2019] Birleşme sonrası Alman bürokrasisindeki görevli politikacıların, bürokratların, generallerin, küçük memurların, öğretmenlerin nasıl bir yaşamları olduğunu nasıl bir değişim yaşadıklarını hep merak etmişimdir. Birçoklarıyla sohbet etme olanağım oldu. Berlin Emniyet'inde şube başkanlığı yapmış olan bir bürokrat; "Bunun bir NATO işgali olduğunu düşündüklerini ve doğrusu kurşuna dizilmeyi beklediklerini" söyledi. Ama öyle olmadı. DDR bürokrasisindeki asker sivil herkese "kendileriyle çalışıp çalışmama" teklifi yapıldı. Kabul edenler yapıya bir biçimde entegre edildi. Kabul etmeyenler ise hemen çok fazla bir sosyal güvencesi olmadan "DERHAL EMEKLİYE" sevk edildiler. DDR Üniversitelerindeki öğretim üyelerinin, akademisyenlerin, mezun olan doktor, mühendis, teknik eleman ve benzerlerinin Batıyla EŞİT'likleri kabul edilmedi. Onlara hep 3.SINIF muamelesi yapıldı. Daha az ücretle uzmanı olmadıkları, çoğunlukla da hizmet sektöründe çalışmak zorunda kaldılar. Peki DDR'deki "reel sosyalizm" kuruluşunun batı karşısındaki bu dayanıksızlığı; kendi içinde taşıdığı çelişkiler; demokrasi ve özgürlük sorunları nelerdi. Onlar da DDR dönemine eleştirel gözlerle bakıyorlar ama adına "BİRLEŞME" denen ekonomik ve siyasi ilhaktan sonra işlerin hiç de yolunda gitmediği de ortada. DDR'in son başbakanı, PDS'in kurucu ve onursal başkanı olan Hans Modrow, DDR gibi diğer "reel sosyalist" yönetimleri yıkıma götüren temel çelişkinin "...iktidarın işçi ve köylüler tarafından kullanılması denilen şeyle ile partinin önder rolü ve etkisi tarafından belirlenen gerçeklik arasındaki çelişki, kendini çok açık biçimde gösterdi"ğini belirtiyor ve ekliyor: "Nihayetinde devlet ile işçiler ve köylüler arasındaki bağların, hiç de öyle bu devletini teslim etmemeye, dahası onu korumaya hazır olunduğunu varsaydıracak kadar sıkı olmadığı" ortaya çıkıyor. "DDR’de demokratik ögelerin hiç olmadığını kabul etmeye hazır olmasam bile, DDR’de birçok şey halkın geniş katmanlarının katılımı olmaksızın gerçekleşiyordu." diyen Modrow; "Kişisel olarak ben, karar verme, ancak seçilenlerin geri çağrılması olanağı ve denetimin demokratikliği ile merkeziyetçilik birbiriyle bağlantılı olursa, merkeziyetçiliğin etkili olabileceğini düşünüyorum. Eğer bir merkeziyetçilik çoğunluğun kararlarına karşı dikiliyorsa, o zaman onun sonu gelmiştir ve uygulanamaz ve geçmişte yaşamış olduğumuz gibi gelecekte de dayanak bulamayacaktır." [Kaynak; "SEÇENEK, SOSYALİZMDİR" DDR’in son sosyalist Başbakanı ve PDS Onursal Başkanı Hans Modrow ile Söyleşi / İrfan CÜRE
https://www.facebook.com/profile.php?id=100003370615652] Nitekim böyle oldu. Bütün bunlar sosyalizmin hiç uygulanamaz bir ütopya olduğunu gösterir mi? Ancak teoriyle gerçeklik arasındaki eleştirel bakış ve sorgulamanın koparılamayacağı gerçeğiyle gerçeğiyle buna cevap verebiliriz. Küresel kapitalizm, bugün vaat ettiği demokrasi ve özgürlüklerin de, ekonomik refahın da hiçbirini gerçekleştiremedi ve biz çok daha iyi bir dünyada değiliz. Artık 2020'lere geldiğimiz bu günlerde bile bütün ekonomik ve siyasi göstergeler Doğu Almanya ile Batı arasında gerçek bir BİRLEŞME ve ENTEGRASYON olmadığını gösteriyor. Hangi gösterge tablosunu haritalandırırsanız haritalandırın DOĞU ile BATI'nın varsayılan sınırını koruduğunu görüyoruz. Hatta Covid-19 salgının eyaletlerdeki seyri bile!.. SED'in politik mirasçısı olan PDS (şimdi Die LİNKE) doğu eyaletlerinin ilk partisi durumunda. Bunun karşıtı olarak ırkçı-faşizan AfD gibi partiler de Doğuda daha çok teveccüh görüyor. Aşağıda eklediğim resim 1989'de DDR Okulları 9. sınıf tarih kitabının kapağı. 10. Sınıf'ın Tarih kitabı ise tamamen SED (Almanya Sosyalist Birlik Partisi)'nin Parti tarihine ayrılmış. Konferanslarda ne kararlar alınmış, neler tartışılmış bunlar anlatılıyor. 10. sınıf kitabı 1986'daki XI. SED Kongresi (Parteitag) ile son buluyor.. Bugün Birleşik Almanya'da tam 15 yıldır. Doğu Almanya'da büyümüş, DDR Üniversitelerinde okumuş, okullarda sosyalist parti tarihi, Marksist materyalist felsefe eğitimi almış ama sağ liberal bir politikacı olan Angela Merkel başbakanlık yapıyor... Üzerinde düşünmemiz gereken çok şey var... [Diğer Kaynaklar: -Geschichte 8, 9, 10 - Lehrbuch für Klasse 10, Volk und Wissen, Volkseigener Verlag Berlin, 1989 -Rachel Knaebel & Pierre Rimbert;"Vor dreißig Jahren fiel die Berliner Mauer, Ostdeutschland, Geschichte einer Annexion" Le Monde Diplomatique, November 2019]

Yorumlar