1973 yılında Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Cezaevi'nden tahliye olunca doğru, İzmit Hereke'deki ağabeylerimin yanına gittiydim. Malum vukuattan sonra artık Erzurum'da liseyi devam ettirme olanağı kalmamıştı. Bir nevi sürgün gibi gittim sayılır. Hereke'de lise olmasına rağmen, sıkıyönetimde yargılanıp cezaevinden çıktığım için beni kabul etmediler. O yüzden Yukarı Hereke'den aşağıya oradan da İzmit'e hergün 35 km'lik yolu ancak iki saatte o zamanki minibüs seyahati seremonisiyle kat ederek, beni kabul eden bir liseye devam edebildim. [Bu da başka bir ceza oldu... Unutmuştum, şimdi hatırladım!]
1975'de Ankara'da Komal Yayınevi kurulup orada çalışmaya başlayıncaya kadar 2 yıla yakın Yukarı Hereke'de kaldım. Hereke ipekli halı dokumacılığıyla, Sümerbank kumaş fabrikasıyla ve kirazlarıyla ünlü bir yerdi.
(Şimdi "dibini sıyıranlar" sayesinde üçünden de bir şey kalmadı sanırım.)
Orada kendime uygun bir iş çıktı: İpekli halı desenlerini kopyalayarak çoğaltmak; böylece harçlığımı çıkarmış oluyordum. Fakat iş tabii ki bununla kalmadı yeni desenler çizmeye doğru büyüdü.
Bu da tıpkı bir filme, bir sanat projesine para yatırmak gibi bir şeydi işverenler için.
Halı atölyelerinin yanı sıra her evde bir iki tane de tezgah bulunuyordu. İpek dokumada teller oldukça incedir; düğüm atmak için küçücük ince parmaklar daha makbuldür. Bu yüzden genç kızlar, çocuklar dokuma işçiliğinin temel direğiydi. Halı tezgâhı kurmaya "çözdürme" deniyordu; tezgahın büyüklüğüne göre dokuma işi en az 6 aydan başlayıp 3-4 yıla kadar uzayabiliyor. İş bitince de buna "halı kestirme" deniyor ve o gece halı kesilen evde kızlar-kadınlar kendi aralarında şarkılı-türkülü, oyunlu bir eğlence düzenliyorlardı.
Halıyı dokutturan tezgah sahibi bunu İstanbul'daki büyük tüccarlara satıyor; onlar da çoğunlukla "antika" pazarlaması içinde Avrupa'ya ihraç ediyorlardı.
Halı desenleri geleneksel ve klasik biçimde müşteri tuttuğundan yeniliğe, yeni denemelere açık bir alan değildi. Böylesi bir yeni deneme için de tezgah sahibinin satışın garantisine ikna olması lazım.
Yapığım kopya ve benzetmeler çok tutulmaya başlanınca orijinal çalışmalar neden yapılmasın diye tezgah sahiplerinin aklını çelmeye yöneldim. Bir kaç tane böyle yaptım. Ama bunlara sanatsal anlamda "yeni" demek zordu çünkü klasik formların değişik renk ve versiyonlarıyla tekrarıydı. Ayrıca Hereke stilinde örneğin İran'da olduğu gibi hayvan veya insan figürleri kullanılamıyordu.
Aklım politikada olduğu için bu konu sadece birkaç yıllığına arka planda kalan bir iş olarak devam etti ama hoş anıları ve pratiği olan bir süreçti. Ve ilgim devam etti.
Birkaç yıl önce benim sürgünlerden, aramalardan, yağmalardan arta kalan resim ve desen çalışmalarımı ayıklarken içlerinden çok sürpriz biçimde bir halı deseni çalışmasının eskizini buldum!.. 18-19 yaşlarımda yaptığım bu desen çalışması yarım kalmış... Çalışmada bir halının, neredeyse altyapısı tamamen kurulmuş ama renklendirilmemişti. Tabii ki ipekli halıya da uygulanmamıştı.
Artık teknoloji çağındayız; dizayn programları ile bu çalışmayı dijitalize ettim, renklendirdim ve aşağıda paylaşıyorum.
Dilerim halen güzel halılar dokunuyordur Hereke'de...
Yorumlar
Yorum Gönder