Azerbaycan- Ermenistan Çatışması ve Karabağ Sorunu

SSCB’nin çözülmeye başladığında bağımsızlık için ayaklanan ulusların başında Ermeniler ve Azeriler geliyordu.

Ermenistan SSC’de on binlerce insan Erivan meydanlarında toplanıp merkezi otoriteyi karşılarına alarak ulusal istemlerde bulundu; büyük grevler ve gösteriler örgütlediler. SSCB gibi “Ulusal Sorunları” 70 yıldan beri çözmüş olduğu iddiasındaki bir ülkede, iki Sovyet Cumhuriyeti Azerbaycan ve Ermenistan’ın egemenliklerini ilan eder etmez “Dağlık-Karabağ”(Artshak) bunalımı nedeniyle sıcak savaşa girişmeleri Sovyet askeri birliklerinin Azerbaycan’a müdahale etmesi; “Ermeni Sorunu”nun tarihin sayfalarında kalmış “trajik olaylar” değil, canlı bir olgu olduğunu çarpıcı bir biçimde gösterdi.

Ermenistan SSC’i Parlamentosu, TC-SSCB sınırlarını tespit eden 1921 Moskova Antlaşmasını hukuki olarak geçersiz sayan bir karar aldı. Türk basını aslında bu kararın bir tür “savaş ilanı” olarak değerlendirilmesi gerektiğini yazdı.[1]

1991 yılı Ocak ayında Halk Cephesinin Bakû’de düzenlediği mitingden sonra Azeri şovenizminin kamçılanarak, Ermeni mahallelerine saldırmaları sonucu, 60 Ermeni katledildi. Gazeteler, 1988 yılı başlarında Bakû’de yaşayan yaklaşık 250 bin Ermeni’nin, zorla göç ettirme politikası sonucu 1990 yılı başlangıcında ancak 30 bin kişi kaldığını yazdılar. Bakû’de kalan bütün Ermenilerin can havliyle tahliye edilmelerinin ardından, Sovyet İçişleri Bakanlığına bağlı askeri birliklerin Azerbaycan’a müdahalesi, TC’de “anti-Ermeni” şovenizmin şahlanmasına, faşist hareketin bu vesileyle meydanlara taşmasına yol açmıştı.

2000‘li yıllara gelindiğinde Azerbaycan-Ermenistan arasındaki ateşkese rağmen, “Dağlık Karabağ” bunalımı tüm ağırlığıyla sürüyor. Etnik gerilimler bakımından Kafkasya, dünyanın belli başlı bunalım alanlarından biri olma özelliğini koruyor.

SSCB, henüz dağılmanın eşiğindeyken 90’lı yılların başında Kafkasya bölgesinde ulusal cephelerin etkinliği komünist partilerini kat kat geçmişti. Öyle ki, buradaki komünist partileri de ulusçuluğun manyetik alanına çekilmiş durumdaydılar ya da bizzat ulusçuluk komünist partiler tarafından da destekleniyordu.

Bu Cumhuriyetlerdeki milliyetçi akımları bir geleneğe ve tarihsel bir hafızaya sahiptiler.

1921’de Taşnaktsutyun Partisi Sovyetler Birliği’nden çıkarıldıktan sonra Sovyet Ermenistan’ında ulusalcı akımlar varlıklarını yitirmedi. 1968 yılında bazı Ermeni aydınları tarafından “Ermeni Birleşik Milliyetçi Partisi” kuruldu. Parti, bağımsız birleşik Ermenistan fikrini benimsiyor, TC ve İran’daki Ermenistan topraklarını da bu projeye dahil ediyordu. İki önderi 1971 yılında Brejnev tarafından kurşuna dizilen örgüt, KGB tarafından etkisiz hale getirilmişti.

Glasnost-Perestroyka politikalarının açtığı ortamda Ermeni Birleşik Milliyetçi Partisi yandaşları yeniden örgütlenmeye başladılar.1989’da yalnız Sovyet Ermenistan’ında değişik milliyetçi parti ve siyasi örgütlerin sayısı 20’yi aşmaktaydı.

Azerbaycan’daki milliyetçi örgütlenmelerin varlığından son yıllara kadar fazla söz edilmiyordu. Bunun bir nedenini, Azeri ulusalcılığının Azerbaycan Komünist Parti ve bürokrasi içinde bir hayli etkin oluşunda aramak gerekiyor. Öyle ki, 1988’den sonra Karabağ bunalımı Azerbaycan Komünist Partisi ve bürokrasisi ile Moskova’nın arasını iyice açtıktan sonra 1989’da örgütlenen Azerbaycan Halk Cephesi çığ gibi büyümeye başladı. Parti içinden ve yönetimden de destek gören bu ulusal örgütlenme de eski “Azerbaycan Müsavat Partisi” yandaşları, sosyal-demokratlar, radikal İslamcılar gibi çeşitli eğilimlerden gruplar yer alıyordu.

 

Karabağ Ermeni ulusalcılığının kalesiydi

Karabağ kelime olarak Türkçe gibi görünse de tersine, Ermenice..[2]

Henüz Ermenistan-Azerbaycan Cumhuriyetlerinin olmadığı, “Karabağ anlaşmazlığı” diye bir sorunun da bulunmadığı bir dönemde, 1893’de Antropolog E.Chanter şöyle yazmıştı;

“Ermenilerin tecanüsü[yoğunlaşması] bilhassa Karabağ ve Aras-Kur’an yukarı kesimindedir.” [3]

Safevi İmparatoru Şah Abbas (1585-1629), 1606 tarihinde Doğu Ermenistan’ı Osmanlı’lardan geri aldıktan sonra, sınırı güçlendirmek için Sultan Selim’in Kürt Beylerine tanıdığı özerklik politikasının benzerini, o da Karabağ’daki Ermeni Prenslerine tanıdı. Bunun bir sonucu olarak beş Melikliğe bölünen (Udi, Artzag ve Sunik) Karabağ Hanlığı yüzyıllarca özerkliğini korudu. [4]

Ermeni Prensi David Beg zamanında 1722-1730 yıllarında, Rus Çarlığı’nın Hazar ve Güney Kafkasya’ya sarkması sırasında İran, Rusya ve Osmanlılarla meydana gelen çatışmalarda bağımsızlıklarını korudular.

Rus ordularının ilerleyişinden yararlanan Karabağ (Artshak) Melikleri İran’ın yönetiminden tamamen bağımsızlaşmayı başardılar. Aynı mücadele Gaban bölgesi için de yürütüldü ve 1723’de Mihitar öncülüğündeki Ermeni ordusu, bölgeyi İran’dan geri aldı. Osmanlıların bu gelişmelerden kaygı duyarak 1725 yılında Yerevan’a sefer düzenlemesi üzerine Osmanlı ve Karabağ Hanlığı arasında şiddetli çatışmalar meydana geldi ve Osmanlılar tüm bölgeden geri çekilmek zorunda bırakıldı.

Karabağ Melikleri ailesinden Israyel Ori’nin (1660-1730) Rus Çarı, Alman İmparatoru, Papa, İran Şahı ve birçok Avrupa devleti nezdinde, bağımsızlık isteklerine destek arama çabaları bu döneme rastlar. Somut destekler sağlanamamış olsa da Ori Ermeni sorununun tanıtılmasında ve sempati kazanmasında büyük diplomatik başarılar kazandı. Ori’nin çabaları Ermeni ulusçuluğunda Rus eğiliminin güçlenmesine de yol açtı.

Bu gelişmeler üzerine 1727’de İran ve Ermeni Prensleri arasında, Karabağ Hanlığının bağımsızlığını tanıyan ama Osmanlı ve Rusya’ya karşı bağlaşıklık öngören bir anlaşma yapıldı. Ne var ki Prens Davit ve Yesai Katoligos’un ölümü üzerine başlayan otorite zafiyetinden yararlanan Osmanlı ordusu 1728’de tekrar aynı bölgeyi işgal etti.[5]

Karabağ üzerindeki işgaller geçici olmaktan öteye gidemedi. Daha sonraki yüzyıllarda da Karabağ, Kafkasya’da gelişen Ermeni ulusalcılığının ocağı olma özelliği kazandı.

Ermeni tarihçi Varandian şunları yazıyor:

“... Müslümanların [Osmanlı ve Acem] asırlık boyunduruğu Ermeni halkının üzerine ağır bir şekilde bastırıyordu. Bununla beraber Ermeniler istikbalde umutlarını kesmiyorlardı. Esasen Ermenistan’ın tamamı ebedi ve mahzun bir sükuta mahkum edilebilmiş değildi. Zeytun, Sason, Karabağ gibi yarı bağımsızlığını muhafaza edebilmiş ve yabancı despotlara karşı zaman zaman isyan ruhunu cesur darbelerle kendini gösterdiği dağlık bölgeler vardı. XVIII. asrın şafağında İran Ermenistanı’nda Karabağ’ın geniş bir bölgesinde isyanlar çıktı. Nadir bulunur muharip kaliteleri olan bir Ermeni Prens [Komutan] Davit Bek hareketin başına geçti ve parlak zaferler kazandı.

....

Çarın orduları Kafkas ötesi Ermenistan’a ancak XIX. asrın başında ayaklarını attılar ve yavaş yavaş işgallerini genişlettiler. 1826-27’de kanlı bir savaştan sonra Rusya, İran’dan iki Ermeni eyaletini Yerevan ve Nakhçevan’ı kopardı. Ermeni milleti topyekün başta Patrik Nerses Aştarak[6] olmak üzere, bu kurtuluş savaşında aktif rol oynadı.”[7]

Karabağ anlaşmazlığı çıkmadan çok önce 1917 tarihinde yazılmış bu kitaptan da anlaşıldığı gibi, Ermeniler Karabağ’a ulusal mücadeleleri açısından özel bir önem atfetmektedirler.

Kafkasya ve İran üzerinden Hindistan’a kadar giden ticaret yolu üzerinde etkin olan Ermeni ticaret yaşamı, buna uygun olarak ilk düşünsel ürünlerine Hindistan’ın önemli ticaret kentlerinden olan Madras’ta vermişti. Karabağ Prensleri ve Etchmdyadzin Katoligosluğu bu ulusal canlanışa hem öncülük ediyor hem de maddi zemin sunuyorlardı. Madras’ta Ermeni aydınları ve ticaret sınıfınca oluşturulan ilk ulusalcı grup Karabağ Meliklerini ve Katoligosluğu ulusal hareketin önderleri olarak görüyorlardı.

Ermeni ulusalcılığının Osmanlı ve İran egemenliğine karşı Rusya ile ittifak arayışı, Rusya’nın da Güneye açılma politikasıyla birleşince, Güney Kafkasya’da tüm dengeler değişti. 1774’de Osmanlılarla Küçük Kaynarca, 1813’de İran’la Gülüstan’da yapılan anlaşmalarla Doğu Kürdistan’ın büyük bölümü İran ve Osmanlı egemenliğinden çıkarak Rusya’ya geçti. Ermeni egemen sınıfları bu ilişkilerden ilerisi için de büyük umutlar beslemeye başladılar.

Rusya’nın İran ve Hindistan’a doğru genişlemesinden korkan İngiltere’nin teşviki üzerine İran, 1826’da Karabağ bölgesini geri almak için saldırıya geçip Şuşi kalesini kuşattıysa da, başarılı olamadı. İran’la Rusya arasında imzalanan 1828 Türkmençay anlaşması ile Ararat, Yerevan, Nakhçevan, Karabağ, Zengezur gibi Kuzey Doğu Ermenistan’ın büyük kısmı İran egemenliğinden çıkarak Rusya’ya bağlandı.

Aynı yıllarda patlak veren Osmanlı-Rus savaşında Ermeni ulusalcılarının Rusya’yı desteklemesi üzerine Osmanlılar da büyük bir yenilgiye uğradılar. Kars, Erzurum ve Van gibi Batı Ermenistan’ın önemli bir bölümünü kaybeden Osmanlılar, 1829’da Andreapolis (Edirne) anlaşmasıyla Rusya karşısında ağır koşullar kabul etmeleri üzerine kaybettikleri topraklar Rusya tarafından geri verildi.

Ermeni ulusalcılarının Kuzeydoğu Ermenistan’da özerk yönetimler kurma isteği Rusya tarafından olumlu karşılanmadı ve Ermenilere sadece dini ve kültürel özerklik sağlanmasıyla yetinildi. Kafkasya Ermenilerinin, Rusya ve Avrupa’da eğitim yapma olanaklarına kavuşmaları Avrupa’da gelişen aydınlanmacı görüşlerin, liberal ve sosyalist düşünüşlerin de yayılmasına örgütlenmesine ön ayak oldu. İki büyük Ermeni örgütü Taşnak ve Hınçak da Kafkasyalılar arasından çıktı. Karabağ XIX.yy’ların başlarına kadar Ermeni köylülüğünün yoğunlaştığı bir yer olmasına rağmen, madeni eşya, dokuma, deri gibi el sanatlarıyla da kapitalizmin yeni yeni girmeye başladığı Kafkasya bölgesinde geleneksel yerini korumaya çalışıyordu.

Karabağ’ın coğrafik yapısı Ermeni Fedai gruplarının eğitimi ve barınması için bir üs oluşturdu. Aynı şekilde 1915 jenosidinden göç eden toplulukların için Erivan ve Karabağ bölgesi gerçek bir kurtuluş alanı olmuştu.

 

Dağlık-Karabağ Bunalımı

 

Dağlık Karabağ (Nogorno-Karabağ) bunalımı, Sovyetler Birliği’nde uluslar arasındaki yerel şovenizmlerin boyutlarını gösteren ve ulusal sorunlara karşı yaklaşımın hâlâ 100 yıl önceki anlayışlarla çözülmeye çalışıldığını gösteren tipik bir örnek oldu.

Azerbaycan ile Ermenistan arasında anlaşmazlık konusu olan Dağlık-Karabağ, Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölge. Özerk olmasının nedeni bu bölgede yaşayan nüfusun % 80’den fazlasının Ermeni olması. Bu nedenle, Karabağ Azerbaycan açısından bir “anklav” [iç bölge].. Aynı şekilde Ermenistan sınırları içinde de özerk bir bölge var: Nakhçevan. Bu bölge nüfusunun çoğunluğunu ise Azeriler oluşturuyor. Fakat, Nakhçevan, Ermenistan sınırları içinde olmasına karşın, Ermenistan’a değil Azerbaycan’a bağlı ve Azerbaycan açısından bir “eksklav” [dış bölge] oluşturuyor.

Ekim Devrimi’nin yarattığı koşullarda önce Güney Kafkasya Federasyonu kurulmuş, kısa bir süre sonra 1918’de bu federasyonun dağılmasıyla Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan bağımsız cumhuriyetler haline gelmişlerdi. Mondros Mütarekesiyle silah bırakmış olmasına rağmen Kazım Karabekir’in komutasındaki Osmanlı Doğu Orduları bağımsız Ermenistan’ı sınırlandırmak ve Azerbaycan’la birleşmek için, Bakû’ye doğru harekete geçti. Nahkçevan’ı alıp Bakû’de Alman ordusuyla birleşen Osmanlı ordusu, Karabağ’ı da ele geçirmek için girişimde bulunduysa da General Antranik’in bölgede bulunmasıyla bu mümkün olmadı. İngilizlerin Bakû’ye girmesi üzerine kenti boşaltarak geri çekilmek zorunda kalan Osmanlı ordusu ile Ermenistan Cumhuriyeti ve Rusya ile yapılan ayrı ayrı yapılan Kars ve Moskova anlaşmaları ile bugünkü Türkiye-Rusya (BDT) sınırlar ortaya çıkmış oldu.

Nakhçevan’ın statüsü Rusya Sosyalist Federasyonu ile Ankara hükümeti arasında imzalanan 16 Mart 1921 Moskova antlaşmasıyla belirlenmişti. Bu antlaşma daha sonra Ankara hükümeti, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Sovyet Cumhuriyetleri ile Rusya arasındaki 11 Ekim 1921 Kars antlaşmasıyla teyit edildi. Moskova antlaşmasının 34. ve Kars antlaşmasının 5. maddesindeki belirlemeye göre, Nakhçevan özerk bir bölge olarak başka bir devlete devretmemek koşulu ile Azerbaycan Cumhuriyetine bağlanıyor. Nakhçevan’ın statüsünün değişmesi ise, ancak TC’nin onayı ile mümkün olabilecekti. Bu yüzden Ermenistan Cumhuriyetinin sınırları içinde kalan Nakhçevan, Azerbaycan yönetimindeyken, Azerbaycan sınırları içerisinde kalan ve nüfusunun çoğunluğu Ermeni olan Karabağ Özerk Cumhuriyeti yine Azerbaycan’a bağlı bulunuyor. Azerbaycan, Karabağ’ın kendisine ait olduğu ve Ermenileri buraya “misafir” olarak yerleştirdiklerini, yönetimlerinden ayrılmaya hakları olmadığını savunuyorlardı.

Nakhçevan’ın sancılı statüsü de yine, TC’nin anti-Ermeni politikasının bir sonucu. Rusya ile anlaşmadan önce Nakhçevan’ı işgal etmiş olan Kemalistler, Ermenistan’a verilmemesi ve Ermenistan’ın TC’den toprak talep etmemesi koşuluyla Nakhçevan’ın Azerbaycan’a bağlanmasına rıza göstermişti.

1921 antlaşmasına göre TC’nin SSCB sınırından sadece 300 metrelik bir bölümü Nakhçevan’la sınırdı. TC bu kapıya güvenerek Azerbaycan’la olan bağlantısı için ileriye dönük hesaplar yapmaktaydı o zaman. Karabekir’in anılarında bunu yeterince izlemek mümkün.[517] Ancak TC, Ağrı Direnişi nedeniyle 1931’de İran’la toprak alış-verişi yaptıktan sonra Nakhçevan ile arasında 9 km’lik bir sınır gerçekleşti.

Ermenistan SSC. kurulurken Ermeni nüfusunun yoğun olması nedeniyle bütün Azeri ve Sovyet yöneticileri Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a bağlı olması gerektiğini açıkça ifade etmişlerdi. 1 Aralık 1920 günü Rusya Sosyalist Federal Cumhuriyetlerinin Kafkasya’daki baş temsilcisi Orjonikidze, Bakû Sovyeti'nde yaptığı konuşmada Dağlık Karabağ’ın başka bölgelerle birlikte Ermenistan’a verilmesi gerektiğini belirtiyordu. Azerbaycan Cumhuriyetinin Devlet Başkanı Neriman Nerimanov’un ertesi günkü gazetelerde yayınlanan demecinde ise açıkça;

“... Zengezur ve Nakhçevan, Ermenistan’ın ayrılmaz bir bölümüdür. Karabağ halkına kendi kaderini tayin hakkı bütünüyle tanınmıştır” demektedir.

Stalin ise 4 Aralık 1920 tarihli Pravda’daki açıklamasında;[8]

“... 1 Aralık günü Sovyetik Azerbaycan tartışmalı bölgelerden gönüllü olarak vazgeçmiş ve Karabağ, Nakhçevan ve Zengezur bölgelerini Sovyetik Ermenistan’a devretmek istediğini “ilan etmiştir.

Ama, o dönemde de kendini gösteren huzursuzluk nedeniyle Zengezur ve çevresi tamamen Ermenistan’a verildiyse de Nakhçevan ve Karabağ Azerbaycan’a bağlı özerk idari birimler haline geldi. Ermenistan’la birleştirilen Zengezur eyaleti, Nakhçevan Özerk SSC ile Azerbaycan arasındaki bağlantıyı kesen 35-40 km genişliğinde bir bölgedir.

Moskova ve Kars antlaşmalarında Dağlık Karabağ’la ilgili bir kayıt bulunuyor.[9]

“... Dağlık-Karabağ bölgesi ise, resmi olarak 1923’de Kemalist Türkiye ile Sovyet hükümeti arasındaki ittifak politikasının ve Orta Asya’nın Müslüman haklarını yabancılaştırmamak kaygısının etkisi altında Stalin’in uluslar komiserliğinin baskısıyla Azerbaycan’a verilmiştir.”[10]

Bütün bu gelişmeler Dağlık-Karabağ’ın çok tartışmalı bir bölge olduğunu ve Ermenistan’ın bölge üzerindeki iddiasının tarihin derinliklerine kadar uzandığını gösteriyor.

Karabağ bölgesi Azerbaycan’ın en yoksul kesimi, Azeri yöneticileri şoven yaklaşımlarla Karabağ’daki Ermeni toplumunun ulusal kimliklerini silmeye yönelik davranışlar içinde olmuşlardır sürekli. Örneğin, Karabağlı Ermeniler, Ermenistan TV’sinin yayınlarını izlemesinler diye verici antenlerinin yıllardır yaptırılmadığından, çocuklarının Ermeni dilini öğrenemediklerinden, Ermeni kültürü alamadıklarından yakınıyorlar; Hatta, Ermenistan Cumhuriyetinden Ermenice kitap bile getirtilmediğinden, sosyal bilimler, Pedagoji bölümünde Ermeni tarihi ve coğrafyası okutulmadığı, kendi tarihlerini öğrenemediklerinden söz ediyorlardı. Bunlar bir yana sosyal, ekonomik ve kültürel konularda da Karabağ’lıların ihmal edildiği spor tesisleri ve kültür sarayının yıllardır bitirilmediği belirtiliyordu.[11]

Karabağ Azerbaycan’a bağlı olduğu için bir çok sorunun çözümü Azeri yönetimine bağlı ve onlar sorumlu. Bir gazeteci şöyle yazıyor.

“... özerk bölgeye tanınan haklar sınırlı ve bazen uydurmadır. Doktor ya da öğretmen olarak atanmak bile Cumhuriyetin (Azerbaycan) iznine bağlıdır. NKÖC ve Ermenistan arasına sanki bir perde gerilmiştir.”[12]

Elbette bu sorunlar bir kaç yılın değil, on yılların birikimidir.

“... Azerbaycan; Bu ülkede temel milliyet Azerilerdir. Ama, Ermeniler de vardır. Azerbaycanlıların bir bölümü arasında da bazen pek de örtülü olmayan bir eğilim vardır. Şöyle ki; ‘Biz Azeriler, görüyor musunuz bu ülkenin çocuklarıyız, oysa onlar, Ermeniler dışarıdan geliyorlar. Bu nedenle, onları biraz bastırıp ezebiliriz, çıkarlarını hesaba katmayabiliriz.’ Bu da şovenizmdir. Sovyetik iktidarın üzerinde yükseldiği milliyetlerin eşitliğini tehlikeye düşürür.”

Bu satırlar sanki güncel bir makaleden alınmış gibi görünüyor. Ama öyle değil. Rus Komünist Partisi XII.Kongresine Stalin tarafından sunulan ve Parti Merkez Komitesi tarafından onaylanmış, 1923 tarihli tezlerden bir alıntıdır. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunların tarihinin eskilere dayandığını ve 70 yıldır yerinde saydığını gösteriyor.Ermeni Milliyetçi Partisi bu nedenle Azerbaycan’ın ayrımcı politikasına karşı kolayca taban edinebiliyordu.

Azerbaycan- Ermenistan Çatışması ve

Karabağ Sorunu   

90”lı yıllara gelindiğinde Kafkasya bölgesinde ulusal cephelerin ektin liginin komünist partilerini kat kat geçtiği bir gerçekti. Öyle ki, buradaki komünist partileri de neredeyse ulusçuluğun manyetik alanına çekilmiş durumdaydılar ya da bizzat ulusçuluk komünist partiler tarafından da destekleniyordu.

Bu Cumhuriyetlerdeki ulusalcı akımları bir geleneğe ve tarihsel hafızaya sahiptiler.

Ermenilerin büyük çoğunluğu Sovyet Ermenistan’ı dışında mülteci bir toplum olarak yaşadıkları için; uluslararasılaşmış, yaygın diaspora örgütlenmeleri var. Ermeni ulusuyla özdeşleşmiş duruma gelen Ermeni Apostolik Kilisesinin Yerevan yakınlarındaki Eçmiyadzin Katogigosluğu dışında; İstanbul Patrikhanesi, Kudüs Patrikhanesi ve jenosidden sonra Beyrut’un Antilyas semtine taşımış olan Kilikya Katogigosluğu bulunuyor. Amerika’da, Fransa’da da Protestan kilisesine bağlı Ermeniler bir hayli çoğunlukta. Ülkeleri dışındaki Ermeni ulusal örgütlerinin etkinliğinden elbette Ermenistan da önemli ölçüde etkileniyor. Avrupa’da, Amerika’da, Lübnan ve Suriye’de güçlü Ermeni lobileri var. Ayrıca bir dizi Ermeni örgütlerinin temsil edildiği Ermeni Ulusal Kongresi de Cenevre’de geçtiğimiz yıllarda tarihsel bir toplantı yaptı ve TC’nin “1915 soykırımını tanınması, tazminat vb.” gibi konularda ortak kararlar aldı. 70’li yıllarda ortaya çıkan ve daha çok siyasal şiddeti öne çıkaran, Türk diplomatlarına yapılan suikastlarla tanınan ASALA, ARA gibi radikal örgütleler de söz konusu...

Geçtiğimiz konularda değindiğimiz Taşnaktsutyun Partisi diasporadaki Ermeni toplulukları arasındaki faaliyetlerini halen sürdürüyorlar.

1921’de Taşnaktsutyun Partisi Sovyetler Birliği’nden çıkarıldıktan sonra Sovyet Ermenistan’ında ulusalcı akımlar varlıklarını yitirmedi. “Ermeni Birleşik Milliyetçi Partisi” 1968 yılında bazı Ermeni aydınları tarafından kuruldu. Parti, bağımsız birleşik Ermenistan fikrini benimsiyor, TC ve İran’daki Ermenistan topraklarını da bu projeye dahil ediyordu. İki önderi 1971 yılında Brejnev tarafından kurşuna dizilen örgüt, KGB tarafından etkisiz hale getirilmişti.

Glasnost-Perestroyka politikalarının açtığı ortamda Ermeni Birleşik Milliyetçi Partisi yandaşları yeniden örgütlenmeye başladılar.1989’da yalnız Sovyet Ermenistan’ında değişik milliyetçi parti ve siyasi örgütlerin sayısı 20’yi aşmaktaydı.

Azerbaycan’daki milliyetçi örgütlenmelerin varlığından son yıllara kadar fazla söz edilmiyordu. Bunun bir nedenini, Azeri ulusalcılığının Azerbaycan Komünist Parti ve bürokrasi içinde bir hayli etkin oluşunda aramak gerekiyor. Öyle ki, 1988’den sonra Karabağ bunalımı Azerbaycan Komünist Partisi ve bürokrasisi ile Moskova’nın arasını iyice açtıktan sonra 1989’da örgütlenen Azerbaycan Halk Cephesi çığ gibi büyümeye başladı. Parti içinden ve yönetimden de destek gören bu ulusal örgütlenme de eski “Azerbaycan Müsavat Partisi” yandaşları, sosyal-demokratlar, radikal İslamcılar gibi çeşitli eğilimlerden gruplar yer alıyor.

 

Karabağ Ermeni ulusalcılığının kalesiydi

Karabağ kelime olarak Türkçe gibi görünse de tersine, Ermenice..[13]

Henüz Ermenistan-Azerbaycan Cumhuriyetlerinin olmadığı, “Karabağ anlaşmazlığı” diye bir sorunun da bulunmadığı bir dönemde, 1893’de Antropolog E.Chanter şöyle yazmıştı;

“Ermenilerin tecanüsü[yoğunlaşması] bilhassa Karabağ ve Aras-Kur’an yukarı kesimindedir.” diye yazar.[14]

Safevi İmparatoru Şah Abbas (1585-1629), 1606 tarihinde Doğu Ermenistan’ı Osmanlı’lardan geri aldıktan sonra, sınırı güçlendirmek için Sultan Selim’in Kürt Beylerine takındığı özerklik politikasının benzerini, o da Karabağ’daki Ermeni Prenslerine tanıdı. Bunun bir sonucu olarak beş Melikliğe bölünen (Udi, Artzag ve Sünik) Karabağ Hanlığı yüzyıllarca özerkliğini korudu. [15]

Ermeni Prensi David Beg zamanında 1722-1730 yıllarında, Rus Çarlığı’nın Hazar ve Güney Kafkasya’ya sarkması sırasında İran, Rusya ve Osmanlılarla meydana gelen çatışmalarda bağımsızlıklarını korudular.

Rus ordularının ilerleyişinden yararlanan Karabağ (Arzah) Melikleri İran’ın yönetiminden tamamen bağımsızlaşmayı başardılar. Aynı mücadele Gaban bölgesi için de yürütüldü ve 1723’de Mihitar öncülüğündeki Ermeni ordusu, bölgeyi İran’dan geri aldı. Osmanlıların bu gelişmelerden kaygı duyarak 1725 yılında Yerevan’a sefer düzenlemesi üzerine Osmanlı ve Karabağ Hanlığı arasında şiddetli çatışmalar meydana geldi ve Osmanlılar tüm bölgeden geri çekilmek zorunda bırakıldı.

Karabağ Melikleri ailesinden Israyel Ori’nin (1660-1730) Rus Çarı, Alman İmparatoru, Papa, İran Şahı ve birçok Avrupa devleti nezdinde, bağımsızlık isteklerine destek arama çabaları bu döneme rastlar. Somut destekler sağlanamamış olsa da Ori Ermeni sorununun tanıtılmasında ve sempati kazanmasında büyük diplomatik başarılar kazandı. Ori’nin çabaları Ermeni ulusçuluğunda Rus eğiliminin güçlenmesine de yol açtı.

Bu gelişmeler üzerine 1727’de İran ve Ermeni Prensleri arasında, Karabağ Hanlığının bağımsızlığını tanıyan ama Osmanlı ve Rusya’ya karşı bağlaşıklık öngören bir anlaşma yapıldı. Ne var ki Prens Davit ve Yesai Katoligos’un ölümü üzerine başlayan otorite zafiyetinden yararlanan Osmanlı ordusu 1728’de tekrar aynı bölgeyi işgal etti.[16]

Karabağ üzerindeki işgaller geçici olmaktan öteye gidemedi. Daha sonraki yüzyıllarda da Karabağ, Kafkasya’da gelişen Ermeni ulusalcılığının ocağı olma özelliği kazandı.

Ermeni tarihçi Varandian şunları yazıyor:

“... Müslümanların [Osmanlı ve Acem] asırlık boyunduruğu Ermeni halkının üzerine ağır bir şekilde bastırıyordu. Bununla beraber Ermeniler istikbalde umutlarını kesmiyorlardı. Esasen Ermenistan’ın tamamı ebedi ve mahzun bir sükuta mahkum edilebilmiş değildi. Zeytun, Sason, Karabağ gibi yarı bağımsızlığını muhafaza edebilmiş ve yabancı despotlara karşı zaman zaman isyan ruhunu cesur darbelerle kendini gösterdiği dağlık bölgeler vardı. XVIII. asrın şafağında İran, Ermenistan’ın da Karabağ’ın geniş bir bölgesinde isyanlar çıktı. Nadir bulunur muharip kaliteleri olan bir Ermeni Prens [Komutan] Davit Bek hareketin başına geçti ve parlak zaferler kazandı.

....

Çarın orduları Kafkas ötesi Ermenistan’a ancak XIX. asrın başında ayaklarını attılar ve yavaş yavaş işgallerini genişlettiler. 1826-27’de kanlı bir savaştan sonra Rusya, İran’dan iki Ermeni eyaletini Yerevan ve Nakhçevan’ı kopardı. Ermeni milleti topyekün başta Patrik Nerses Aştarak[17] olmak üzere, bu kurtuluş savaşında aktif rol oynadı.”[18]

Karabağ anlaşmazlığı çıkmadan çok önce 1917 tarihinde yazılmış bu kitaptan da anlaşıldığı gibi, Ermeniler Karabağ’a ulusal mücadeleleri açısından özel bir önem atfetmektedirler.

Kafkasya ve İran üzerinden Hindistan’a kadar giden ticaret yolu üzerinde etkin olan Ermeni ticaret yaşamı, buna uygun olarak ilk düşünsel ürünlerine Hindistan’ın önemli ticaret kentlerinden olan Madras’ta vermişti. Karabağ Prensleri ve Etchmdyadzin Katoligosluğu bu ulusal canlanışa hem öncülük ediyor hem de maddi zemin sunuyorlardı. Madras’ta Ermeni aydınları ve ticaret sınıfınca oluşturulan ilk ulusalcı grup Karabağ Meliklerini ve Katoligosluğu ulusal hareketin önderleri olarak görüyorlardı.

Ermeni ulusalcılığının Osmanlı ve İran egemenliğine karşı Rusya ile ittifak arayışı, Rusya’nın da Güneye açılma politikasıyla birleşince, Güney Kafkasya’da tüm dengeler değişti. 1774’de Osmanlılarla Küçük Kaynarca, 1813’de İran’la Gülüstan’da yapılan anlaşmalarla Doğu Kürdistan’ın büyük bölümü İran ve Osmanlı egemenliğinden çıkarak Rusya’ya geçti. Ermeni egemen sınıfları bu ilişkilerden ilerisi için de büyük umutlar beslemeye başladılar.

Rusya’nın İran ve Hindistan’a doğru genişlemesinden korkan İngiltere’nin teşviki üzerine İran, 1826’da Karabağ bölgesini geri almak için saldırıya geçip Şuşi kalesini kuşattıysa da, başarılı olamadı. İran’la Rusya arasında imzalanan 1828 Türkmençay anlaşması ile Ararat, Yerevan, Nakhçevan, Karabağ, Zengezur gibi Kuzey Doğu Ermenistan’ın büyük kısmı İran egemenliğinden çıkarak Rusya’ya bağlandı.

Aynı yıllarda patlak veren Osmanlı-Rus savaşında Ermeni ulusalcılarının Rusya’yı desteklemesi üzerine Osmanlılar da büyük bir yenilgiye uğradılar. Kars, Erzurum ve Van gibi Batı Ermenistan’ın önemli bir bölümünü kaybeden Osmanlılar, 1829’da Andreapolis (Edirne) anlaşmasıyla Rusya karşısında ağır koşullar kabul etmeleri üzerine kaybettikleri topraklar Rusya tarafından geri verildi.

Ermeni ulusalcıları Rusya’dan umduklarını bulamadılar. Kuzeydoğu Ermenistan’da özerk yönetimler kurma isteği Rusya tarafından olumlu karşılanmadı ve Ermenilere sadece dini ve kültürel özerklik sağlanmasıyla yetinildi. Kafkasya Ermenilerinin, Rusya ve Avrupa’da eğitim yapma olanaklarına kavuşmaları Avrupa’da gelişen aydınlanmacı görüşlerin, liberal ve sosyalist düşünüşlerin de yayılmasına örgütlenmesine ön ayak oldu. İki büyük Ermeni örgütü de Kafkasyalılar arasından çıktı. Karabağ XIX. yy’ların başlarına kadar Ermeni köylülüğünün yoğunlaştığı bir yer olmasına rağmen, madeni eşya, dokuma, deri gibi el sanatlarıyla da kapitalizmin yeni yeni girmeye başladığı Kafkasya bölgesinde geleneksel yerini korumaya çalışıyordu..

Coğrafik yapısı Ermeni Fedai gruplarının eğitimi ve barınması için bir üs oluşturdu. 1915 jenosidinden göç eden toplulukların için Erivan ve Karabağ bölgesi gerçek bir kurtuluş alanı olmuştu.

 

Dağlık-Karabağ Bunalımı

Dağlık Karabağ (Nogorno-Karabağ) bunalımı, Sovyetler Birliği’nde uluslar arasındaki yerel şovenizmlerin boyutlarını gösteren ve ulusal sorunlara karşı yaklaşımın hâlâ 100 yıl önceki anlayışlarla çözülmeye çalışıldığını gösteren tipik bir örnek oldu.

Azerbaycan ile Ermenistan arasında anlaşmazlık konusu olan Dağlık-Karabağ, Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölge. Özerk olmasının nedeni bu bölgede yaşayan nüfusun % 80’den fazlasının Ermeni olması. Bu nedenle, Karabağ Azerbaycan açısından bir “anklav” -iç bölge-.. Aynı şekilde Ermenistan sınırları içinde de özerk bir bölge var: Nakhçevan. Bu bölge nüfusunun çoğunluğunu ise, Azeriler oluşturuyor. Fakat, Nakhçevan, Ermenistan sınırları içinde olmasına karşın, Ermenistan’a değil Azerbaycan’a bağlı ve Azerbaycan açısından bir “eksklav” -dış bölge- oluşturuyor.

Geçtiğimiz bölümlerde belirttiğimiz gibi Ekim Devrimi’nin yarattığı koşullarda önce Güney Kafkasya Federasyonu kurulmuş, kısa bir süre sonra 1918’de bu federasyonun dağılmasıyla Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan bağımsız cumhuriyetler haline gelmişlerdi. Mondros Mütarekesiyle silah bırakmış olmasına rağmen Kazım Karabekir’in komutasındaki Doğu Orduları bağımsız Ermenistan’ı sınırlandırmak ve Azerbaycan’la birleşmek için, Bakû’ye doğru harekete geçti. Nahkçevan’ı alıp Bakû’de Alman ordusuyla birleşen Osmanlı ordusu, Karabağ’ı da ele geçirmek için girişimde bulunduysa da General Antranik’in bölgede bulunmasıyla bu mümkün olmadı. İngilizlerin Bakû’ye girmesi üzerine kenti boşaltarak geri çekilmek zorunda kalan Osmanlı ordusu ile Ermenistan Cumhuriyeti ve Rusya ile yapılan ayrı ayrı yapılan Kars ve Moskova anlaşmaları ile bugünkü sınırlar ortaya çıkmış oldu.

Nakhçevan’ın statüsü Rusya Sosyalist Federasyonu ile Ankara hükümeti arasında imzalanan 16 Mart 1921 Moskova antlaşmasıyla belirlenmişti. Bu antlaşma daha sonra Ankara hükümeti, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Sovyet Cumhuriyetleri ile Rusya arasındaki 11 Ekim 1921 Kars antlaşmasıyla teyit edildi. Moskova antlaşmasının 34. ve Kars antlaşmasının 5. maddesindeki belirlemeye göre, Nakhçevan özerk bir bölge olarak başka bir devlete devretmemek koşulu ile Azerbaycan Cumhuriyetine bağlanıyor. Nakhçevan’ın statüsünün değişmesi ise, ancak TC’nin onayı ile mümkün olabilir. Bu yüzden Ermenistan Cumhuriyetinin sınırları içinde kalan Nakhçevan, Azerbaycan yönetimindeyken, Azerbaycan sınırları içerisinde kalan ve nüfusunun çoğunluğu Ermeni olan Karabağ Özerk Cumhuriyeti yine Azerbaycan’a bağlı bulunuyor. Azerbaycan, Karabağ’ın kendisine ait olduğu ve Ermenileri buraya “misafir” olarak yerleştirdiklerini, yönetimlerinden ayrılmaya hakları olmadığını savunuyorlar.

Nakhçevan’ın sancılı statüsü de yine, TC’nin anti-Ermeni politikasının bir sonucu. Rusya ile anlaşmadan önce Nakhçevan’ı işgal etmiş olan Kemalistler, Ermenistan’a verilmemesi ve Ermenistan’ın TC’den toprak talep etmemesi koşuluyla Nakhçevan’ın Azerbaycan’a bağlanmasına rıza göstermişti.

1921 antlaşmasına göre TC’nin SSCB sınırından sadece 300 metrelik bir bölümü Nakhçevan’la sınırdı. TC bu kapıya güvenerek Azerbaycan’la olan bağlantısı için ileriye dönük hesaplar yapmaktaydı o zaman. Karabekir’in anılarında bunu yeterince izlemek mümkün.[517] Ancak TC, Ağrı Direnişi nedeniyle 1931’de İran’la toprak alış-verişi yaptıktan sonra Nakhçevan Özerk SSC ile arasında 9 km’lik bir sınır gerçekleşti.

Ermenistan SSC. kurulurken Ermeni nüfusunun yoğun olması nedeniyle bütün Azeri ve Sovyet yöneticileri Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a bağlı olması gerektiğini açıkça ifade etmişlerdi. 1 Aralık 1920 günü Rusya Sosyalist Federal Cumhuriyetlerinin Kafkasya’daki baş temsilcisi Orjonikidze, Bakû Sovyeti'nde yaptığı konuşmada Dağlık Karabağ’ın başka bölgelerle birlikte Ermenistan’a verilmesi gerektiğini belirtiyordu. Azerbaycan Cumhuriyetinin Devlet Başkanı Neriman Nerimanov’un ertesi günkü gazetelerde yayınlanan demecinde ise açıkça;

“... Zengezur ve Nakhçevan, Ermenistan’ın ayrılmaz bir bölümüdür. Karabağ halkına kendi kaderini tayin hakkı bütünüyle tanınmıştır” demektedir.

Stalin ise 4 Aralık 1920 tarihli Pravda’daki açıklamasında;[19]

“... 1 Aralık günü Sovyetik Azerbaycan tartışmalı bölgelerden gönüllü olarak vazgeçmiş ve Karabağ, Nakhçevan ve Zengezur bölgelerini Sovyetik Ermenistan’a devretmek istediğini “ilan etmiştir.

Ama, o dönemde de kendini gösteren huzursuzluk nedeniyle Zengezur ve çevresi tamamen Ermenistan’a verildiyse de Nakhçevan ve Karabağ Azerbaycan’a bağlı özerk idari birimler haline geldi. Ermenistan’la birleştirilen Zengezur eyaleti, Nakhçevan Özerk SSC ile Azerbaycan arasındaki bağlantıyı kesen 35-40 km genişliğinde bir bölgedir.

Moskova ve Kars antlaşmalarında Dağlık Karabağ’la ilgili bir kayıt bulunuyor.[20]

“... Dağlık-Karabağ bölgesi ise, resmi olarak 1923’de Kemalist Türkiye ile Sovyet hükümeti arasındaki ittifak politikasının ve Orta Asya’nın Müslüman haklarını yabancılaştırmamak kaygısının etkisi altında Stalin’in uluslar komiserliğinin baskısıyla Azerbaycan’a verilmiştir.”[21]

Bütün bu gelişmeler Dağlık-Karabağ’ın çok tartışmalı bir bölge olduğunu ve Ermenistan’ın bölge üzerindeki iddiasının tarihin derinliklerine kadar uzandığını gösteriyor.

Karabağ bölgesi Azerbaycan’ın en yoksul kesimi, Azeri yöneticileri şoven yaklaşımlarla Karabağ’daki Ermeni toplumunun ulusal kimliklerini silmeye yönelik davranışlar içinde olmuşlardır sürekli. Örneğin, Karabağlı Ermeniler, Ermenistan TV’sinin yayınlarını izlemesinler diye verici antenlerinin yıllardır yaptırılmadığından, çocuklarının Ermeni dilini öğrenemediklerinden, Ermeni kültürü alamadıklarından yakınıyorlar; Hatta, Ermenistan Cumhuriyetinden Ermenice kitap bile getirtilmediğinden, sosyal bilimler, Pedagoji bölümünde Ermeni tarihi ve coğrafyası okutulmadığı, kendi tarihlerini öğrenemediklerinden söz ediyorlardı. Bunlar bir yana sosyal, ekonomik ve kültürel konularda da Karabağ’lıların ihmal edildiği spor tesisleri ve kültür sarayının yıllardır bitirilmediği belirtiliyordu.[22]

Karabağ Azerbaycan’a bağlı olduğu için bir çok sorunun çözümü Azeri yönetimine bağlı ve onlar sorumlu. Bir gazeteci şöyle yazıyor.

“... özerk bölgeye tanınan haklar sınırlı ve bazen uydurmadır. Doktor ya da öğretmen olarak atanmak bile Cumhuriyetin (Azerbaycan) iznine bağlıdır. NKÖC ve Ermenistan arasına sanki bir perde gerilmiştir.”[23]

Elbette bu sorunlar bir kaç yılın değil, on yılların birikimidir.

“... Azerbaycan; Bu ülkede temel milliyet Azerilerdir. Ama, Ermeniler de vardır. Azerbaycanlıların bir bölümü arasında da bazen pek de örtülü olmayan bir eğilim vardır. Şöyle ki; ‘Biz Azeriler, görüyor musunuz bu ülkenin çocuklarıyız, oysa onlar, Ermeniler dışarıdan geliyorlar. Bu nedenle, onları biraz bastırıp ezebiliriz, çıkarlarını hesaba katmayabiliriz.’ Bu da şovenizmdir. Sovyetik iktidarın üzerinde yükseldiği milliyetlerin eşitliğini tehlikeye düşürür.”

Bu satırlar sanki güncel bir makaleden alınmış gibi görünüyor. Ama öyle değil. Rus Komünist Partisi XII.Kongresine Stalin tarafından sunulan ve Parti Merkez Komitesi tarafından onaylanmış, 1923 tarihli tezlerden bir alıntıdır. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunların tarihinin eskilere dayandığını ve 70 yıldır yerinde saydığını gösteriyor.Ermeni Milliyetçi Partisi bu nedenle Azerbaycan’ın ayrımcı politikasına karşı kolayca taban edinebiliyordu.

Ulusalcılıkların yeniden uyanışı

 “Yeniden yapılanma ve demokratikleşme” sürecinden yola çıkan Karabağlı Ermeniler, 1987 yılında Gorbaçov’a 75 bin imzalı bir dilekçe sundular. Dilekçelerinde sorunlarını dile getiriyor; Azerbaycan Cumhuriyetinin ayrımcılık politikası sertçe eleştiriliyor ve çözüm olarak da özerk bölgenin komşu Ermenistan’a bağlanması talep ediliyordu.

O günlerde Paris’te Ermeni-Fransız Enstitüsü’nde bir konuşma yapan Prof.A.Aganberyan;

“Ben Cumhuriyetimizin Kuzey-Doğusunda yerleşen Garabag, Ermenistan’a bağlanmasını istiyorum. Bir iktisatçı olarak görüşüm, burasının Azerbaycan’a oranla Ermenistan’a daha çok bağlı olduğudur. Bu yönde bir öneri sundum. Umuyorum ki yeniden kurma (Perestroyka) demokrasi kuralları içinde bu sorunu çözecektir.” [24] derken; bir başka Ermeni akademisyen S.Mikoyan şöyle yazmaktaydı;

“Tarihi toprağa sahip ‘yerli olmayan’ milletin büyük bir grubunun güvenlik açısından neden, bütün milletin ‘yerli’ olabileceği bir Cumhuriyete değil de, başka bir Cumhuriyete tabi oluşunun nedenlerini cesaretle ve önyargısız tartışmaya gerek vardır. Hatta Sovyet egemenliğinin ilk çağlarında ‘inzibati arazi bölküsünde’ yol açılan noksanlıklar bu gibi problemlere yaratmaya devam edebiliyor. İşin kökenine inmeden bunları halletmek mümkün değildir.”[25]

SSCB’de yeniden yapılanma sürecinde Gorbaçov’un ulusal sorunların boyutunu yeterince ciddiye almamış ya da işlerin bu kadar süratle bozulacağını görememişti. Karabağlı Ermenilerin talepleri çözülmedi.

Fakat, ulusal huzursuzluk, halklar arasında yerel çatışmalar dönüşmeye başlamıştı bile. Karabağ’ın başkenti Stepanakert’te Ermenilerle Azeriler arasındaki ilk olaylar Ocak 1988’de görülmeye başlandı. Karabağ’daki ilk çatışma haberleri, Azeri milliyetçilerini de harekete geçirdi. Bakû’de ve sanayi kenti olan Sumgait’te Ermenilere karşı saldırılara girişildi. Sumgait’te düzenlenecek ırkçı gösterilerin ardından onlarca Ermeni yaş ve cinsiyetine bakılmaksızın vahşice katledildi. Sumgait’te 32 Ermenin katledildiği, olayların ardından bölgede sıkıyönetim ilan edildi.

Azerbaycan yönetimi Sumgait’te kanlı olaylar olmasını önleyebilirdi. Fakat, yönetime sinmiş olan ulusalcı kadrolar ve yaygın görüşe göre yeniden yapılanma politikasıyla eski imtiyazlarını yitirmeye başlayan örgütleri çıkar ağları bozulan bürokrasi olayları frenlemek yerine tersine kışkırtarak Gorbaçov yönetimini yıpratmak ya da gözdağı vermek amacını gütmüşlerdi.

Sumgait’te ilan edilen sıkıyönetim sırasında yerel parti yöneticilerinin birçok yüz kızartıcı yolsuzluğu da ortaya çıkarıldı. Olaylar karşısında Perestroyka ekibinin tepkileri yine “Merkezci”ydi.

Batı basınında çıkan bir yazıya bakılırsa Şubat ayında Gorbaçov gazetecilerle yaptığı söyleşide;

“.. Rusya’nın etrafında bir çok cumhuriyette olduğu gibi çoğu yerde partinin ekonomisinin kontrolünü ya çürümüş bölge mafyalarına kaptırdığı ya da yenemediği mafyalarla işbirliğine girdiğinden”[26] yakınmış. Time dergisinde; “Bu tür liderler karşılıklı olarak kendi konumlarını Moskova’ya karşı korumak için milliyetçi duyguları kamçılayabilirler” diyor.[27]

EKP MK üyesi ve Razdan bölge Parti Komitesi 1.Sekreteri Hayk Kotancıyan; Plenar toplantısında iki konuşma yapmış;

“.. Ermenistan’da yaşamın çeşitli alanlarını kapsayan çürüme ve korumacılıktan” söz etti. “Büyük boyutlara varan ‘gölge’ ekonomiden sosyal adaletsizlikten, çalışan halkın yasal ve ahlâki olarak yolsuzluktan korunmadığından” yakındı.[28]

“Ermenistan, Gorbaçov’un sözünü ettiği türden mafya ağının kontrolü altında mıdır? EKP, mafyasını kurtarmak için milliyetçi duyguları mı kullanıyor? Moskova’ya gözdağı mı veriyor? Elbette bu sorular sorulacaktır.”[29]

S.Baruzdin ise şöyle söylüyor;

Her şeyden önce hatalarından suçlu bulunan liderler, Azerbaycan’da ve Ermenistan’da yapıldığı gibi sorumlu tutulmalıdır. Onlar, bulundukları yerlerde sorunların onlarca yıl birikmesine izin verdiler. Nogorni-Karabağ Ermenilerini birleştirmek için şu ya da bu yönde baskıyı sürdürmeye, kışkırtanlar sıradan memurlar değil, üst düzey görevlileridir. Bu arada Azeri liderler sorunu ortadan kaldırmak için Nogorni-Karabağ özerk bölgesindeki nüfus üzerinde Ermenistan’ın etkide bulunmasını önlemeye çalıştı. Bu konudaki duyarlılığın çok artmasında basının gelişmelere ilişkin yarı-gerçeklerle yetinerek kendisini sınırlamasının küçümsenemeyecek bir rolü oldu. Oysa, etnik ilişkiler konusunda gerçeğin bütünü gereklidir.”[30]

Moskova bu tarihten sonra Karabağ bunalımının ciddiyetini kavramış olarak sorunu çözmek için girişimlere başladı. Ermenilere yönelik saldırıların da etkisiyle Moskova, Dağlık-Karabağ’ın yönetimini Azerbaycan’dan alarak doğrudan doğruya Moskova’ya bağlı özel bir komiteye verdi. Bu karar hiçbir tarafı memnun etmemişti. Dağlık-Karabağ Yüksek Sovyeti defalarca Ermenistan’a bağlanma, Azerbaycan’dan ayrılma kararı aldı. Azerbaycan ise, hem Dağlık Karabağ Sovyetinin kararını tanımadı, hem de özerk Cumhuriyetin yönetimin kendinden alınmasına da tepki gösterdi. Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti Parlamentosu da Karabağ’ın Ermenistan’a ilhakını öngören kararlar alıyordu.

Karabağ uyuşmazlığı bölgedeki gerginlik ve ardından Sumgait olayları üzerine yüz binlerce, hatta bazı günler bir milyon kadar Ermeni Yerevan meydanlarında ulusal taleplerle gösteriler yaptı. Bu gösterilerde yalnızca Karabağ sorunu değil, Cumhuriyete tanınan yetkilerin artırılması ve giderek “Bağımsız Ermenistan” sloganları da atılıyordu.

 Ermenistan’ın ‘Kendi Kaderini Tayin Hakkı’ için gösterdiği faaliyetler nedeniyle SSCB’den sınırdaşı edildikten sonra ABD’ye yerleşen ve Yerevan’da 500 bin kişinin katıldığı bir gösteri sırasında gıyabında ‘Ermeni halkının dışlardaki meşru temsilcisi’ ilan edilen ve Baruyr Hayrikyan, bir söyleşi de şunları söylemektedir.

 “...Artık herkes Moskova’nın Türklerle Ermeniler arasındaki nefreti bilinçli olarak teşvik ettiğini biliyor. Eğer bir Türk olsaydım, Moskova tarafından böyle bir korkuluk olarak kullanılmaktan kaygı duyardım. bir keresinde hapishanede sorgulanırken bana sordular: “ne diye bağımsızlık istiyorsunuz, Türkiye gelir sizi yer”...

- Karabağ üzerindeki çatışmanın Moskova’nın menfaatine olduğu yolunda ki iddianızı hangi temle dayandırıyorsunuz?

- Hayrikyan: Moskova, gerek Ermenistan gerekse Azerbaycan’da milli hükümet arayışları bulunduğunu elbette biliyor. Moskova’nın amacının bu arayışların önüne set çekmek olduğu malum olduğuna göre demek ki, aynı mücadeleyi veren iki kuvvetin arasını açmak da onun menfaatine hizmet ediyor. Karabağ olaylarının temelinde bu yatmaktadır. Karabağ olaylarını canlı tutarak, kanlı bir şekilde bastırmayarak adeta onun sürmesini ister gibi davranmaktadır. Ayrıca Moskova, Ermenileri yüzyıllardan beri “Bahçede yalnız oynarsanız, Türkler gelir sizi yutar.” diye korkutur. Oysa, şimdi Ermenistan’da bu oyunu gören güçlerin ortaya çıkması Moskova’yı çok rahatsız ediyor. Ve Türk tehlikesinin ne kadar ciddi olduğunu bize kanıtlamak için de Karabağ olayını kullanıyorlar. Sumgait’i bu yüzden yarattılar...”[31]

Moskova’nın, kendi toprakları içindeki bir bölgenin idaresini kendilerinden geçici olarak da olsa almasını hoş karşılamayan Azeri milliyetçileri, yönetimin de hoşgörüsüyle hızla tepkilerini dışa vurmaya başladılar. Her iki Cumhuriyette birlikte yaşamakta olan halklar arasında büyük bir güvensizlik başlamış, kindarlık doruğa tırmanmıştı. 1988 Kasım’ında Azerbaycan’ın Kirovabad kentinde yine Azeri şovenleri bir katliama girişince hemen her yerde etnik çatışmalar başladı. Ermenistan’da da Ermeni milliyetçileri Azerilere karşı şiddet hareketlerine girişince işler çığırından çıktı. İki Cumhuriyetten karşılıklı göç başladı. Resmi olmayan rakamlara göre Ermenistan’dan 200 bin Azeri, Azerbaycan’a kaçmak zorunda kalırken, daha fazla sayıda Ermeni de Azerbaycan’dan Ermenistan’a kaçıyordu. Böylece, Güney Kafkasya’da son yüzyılın en büyük nüfus mübadelesi görüldü. Yıllardır “Halkların kardeşliği, dostluğu, gönüllü birliği” adına atılan parlak sloganlar ağır bir darbe almaktaydı.

1989’da Azerbaycan’da örgütlenmeye başlayan Halk Cephesi ise, Azeri milliyetçiliğini koyu bir şovenizmle birlikte körükleyerek Ermeni düşmanlığı temelindeki milliyetçi yönelimlerini Moskova’ya karşı geliştirerek büyük gösteriler, mitingler düzenlemeye başladı. Azerbaycan Komünist Partisi önderliği, yıllardır beslediği ulusalcılığın altında ezildi ve hemen bütün inisiyatifini Halk Cephesine kaptırdı.

Bu arada 7 Aralık 1988’de Ermenistan’da büyük bir deprem felaketi yaşandı. Deprem yüzünden ülkenin üçte biri yıkılmıştı. Bunların içinde ülkenin ikinci büyük kenti Leninakan (Gümrü) de bulunuyordu. Resmi makamlara göre 25 bin, Ermeni kaynaklarına göre de 60 bin kişinin öldüğü deprem felaketi, dünyanın gözlerini bir kez daha buraya çevirmesine neden oldu. Ermeni diasporasının ve ABD lobisinin örgütlemesiyle dünyanın her tarafından Ermenistan’a yardımlar gelmeye başladı. Bir tek yer hariç; Komşusu Azerbaycan!.. Hatta “..başınıza gelen felaketi tebrik ederiz” şeklinde telgraflar gönderildi. Sevinç gösterileri yapıldı.

Ermenistan’da bütün sanayi durmuş, dış yardıma en çok gereksinim duyduğu bir anda, Azerbaycan Halk Cephesi, Dağlık-Karabağ’ın Azerbaycan’a iadesi için Karabağ ve Ermenistan’a ekonomik abluka uygulamaya başladı. 1989 Ağustosunda başlayan bu abluka, Ermenistan’da hayatı felce uğrattı. Çünkü, ülkenin Rusya ve diğer Cumhuriyetlerle bağlantısını sağlayan tek demiryolu Azerbaycan’dan geçiyordu. Deprem felaketinden yıkım gören Ermenistan’a bu abluka ikinci bir yıkım getirdi. Üstelik, Azerbaycan’dan kaçan 500 bin mülteciyi de üstlenmek zorunda kalmışlardı...

Azerbaycan Halk Cephesi’nin SSCB tarihinde örneği olmayan bu eylemiyle hem cephenin resmi olarak tanınmasını sağladı, hem de Yüksek Sovyet’ten çıkan bir kararla çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu Dağlık-Karabağ tekrar Azerbaycan’a bağlanmış oldu.

Moskova’nın bu ikili politikası, bu kez de Ermenileri daha da radikalleştirdi. Büyük çaplı gösteriler düzenlendi. Ama, yeni bir şey daha oldu. Dağlık-Karabağlı Ermeniler, Azerbaycan’a karşı bağımsızlıklarını korumak amacıyla silahlanmaya ve görevlileri bölgelerine sokmamaya başladılar. Böylece, hukuki olarak Azerbaycan’a bağlı olan Özerk Bölge, fiilen ve hukuki organları ile kopmuş ve kendi kendini savunmak üzere silahlanmaya başlamış bulunuyordu.

 

Diaspora ulusalcılığı

 Ermeni ulusal hareketi, Ermenistan’la sınırlı değildi. Ermeni ulusunun büyük bir bölümü, ülkelerinin dışında mülteci olarak yaşıyor. Yakın dönem Ermeni ulusalcılığını iki bölüme ayırmak mümkün. Sovyetik Ermenistan’daki ulusal hareket ve Ortadoğu, Avrupa, Amerika’da yaşayan diaspora Ermenileri içerisindeki ulusal hareket.

Her ikisi arasında da bir takım duygusal ya da maddi bağlar olduğu kuşkusuz. Mülteci ve vatansız olarak yaşamak zorunda kalan Ermeni toplumundaki ulusalcılığın farklı bir haleti ruhiye içinde gelişmesi anlaşılabilir. Ayrıca bağımlı da olsa özerk bir devlet içinde ve bürokrasinin egemen olduğu yerleşik Ermenistan’daki ulusalcılığın da doğal olarak farklı bir biçimde gelişmesi kaçınılmazdı. İçinde barındırdığı sınıflar, beslendikleri ideolojik kaynaklar farklı olunca hedef ve istemlerin de farklı olması kaçınılmazdı.

ABD ve Avrupa’daki yerleşik Ermeni topluluklarındaki ulusalcılık akımının öncülüğünü her sınıftan aydınlar yapıyor. Örneğin; Çeşitli Ermeni tasarılarının ABD Senatosunda ardı ardına kabul edilmesi, TC’nin sürekli kendi üzerine aldığı gibi sadece TC’ye yönelik değildir. Esas ve ağırlıklı olarak ABD’de Ermeni diasporasının istemlerini karşılamak ve Sovyet Ermenistan’ındaki ulusalcılığı desteklemek amacına yönelikti. SSCB’deki Ermeni ulusalcılığının doğusunda ve batısındaki iki tehlikeye (Türk ve Azeri şovenizmi) merkezi Sovyet otoritesine karşı ancak ABD gibi süper bir devletin koruyucu olabileceği, koruyucu olmaya da hazır olduğu mesajı verilmekteydi...[32]

Örneğin; 1988 Aralık ayındaki Büyük Ermenistan depreminde en büyük yardım ABD’den ulaştı. Bu yardımın örgütlenlendirilmesinin önemli bir kısmı Amerika’daki Ermeni toplumuna ve kiliselere aitse de ABD’nin bu yardımı gösterişli bir biçimde sunuşu “hayırsever”liginden değil, ulusalcı yönelimleri artan Ermenilere arkalarında önemli bir süper gücün olduğunu hissettirmek olduğu kuşkusuzdur.

Örneğin; Ermeni soykırımı tasarısı, TC’nin tepkileriyle yumuşatılmaya çalışıldığı bir anda Ermenistan’la ilgili başka önemli kararlar ABD kongresinde peş peşe geçebilmekteydi.

ABD Dış ilişkiler komitesi Başkanı Pell ve 7 Senatör tarafından sunulan ve oybirliği ile kabul edilen karar “Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanmasını” istiyor. Aynı karar 1988 yılında Dışişleri Bakanlığı tarafından da, durdurulmuş, sonraki yıllarda ise, “Sense of Congress” (Kongrenin Düşüncesi) diye adlandırıldığı için bağlayıcı yönü yok. Ama, Gorbaçov’dan “Ermenilerle” ve Karabağ komitesiyle derhal görüşülmeye girişilmesi istendiği gibi Washington’dan Sovyet yönetimi ile ikili görüşmelerinde Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesi için baskı yapılmasını öneriyor. Karar tarihi 19 Temmuz 1989.[33]

Sovyetler Birliği, ABD Dış İlişkiler Komisyonunun bu kararını, Moskova büyükelçiliğine bir protesto notası vererek kınadı. Ve bunun “Egemen bir devletin içişlerine müdahale anlamına geldiğini” belirtti.

Kuşkusuz biz tarihi ve toplumsal hareketleri “komplo” teorileriyle açıklamaya çalışan kurgulara itibar edemeyiz. Ermenistan ve diğer Kafkas Cumhuriyetlerindeki ulusal hareketlerin “ABD’nin, CIA’nın işleri olduğu” gibi sudan ucuz açıklamalar bir anlam ifade etmez. Buralardaki hareketlerin boyutları ve kökenleri, CIA’nın ya da başka herhangi bir gizli örgütün kendi başına yaratamayacağı kadar köklüdür. Ama, ulusal çelişmeler bir kez ortaya çıktıktan sonra neden ABD veya başkaları, bundan kendi istekleri doğrultusunda yararlanmaya kalkışmasınlar? Azeri milliyetçiliğini görünce TC’nin Turancı hayalleri kabardığına göre başkaları için neden olmasın? Toplumsal çelişmelerin varoluş nedenleri ayrı, çeşitli güç odaklarının bu çelişmeler karşısındaki takındıkları tavırlar mevzilenmeleri ise apayrıdır. Bu mevzilenmeler o çelişmenin şu ya da bu yönde çözümlenmesinde etkili faktörler olduğu kadar önemlidir. Bu bakımdan ABD’nin Ermenistan’daki ulusal hareketi yönlendirmek istemesiyle bizzat o ulusal hareketi var etmesi ayrı şeylerdir.

Ermeni ulusalcılığı, Azerbaycan’la çıkan Karabağ sorunuyla birlikte alevlenirken, bu bağımsızlıkçı hareketten yararlanmak isteyen devletlerin tek yapacağı şey, Ermenilerin güvenini sağlamaktı. Kime karşı? TC’ye karşı.. Bu güveni yalnızca merkezi Sovyet hükümeti verebiliyordu. Fakat, yozlaşmış bürokratik uygulamalar ve Azerbaycan’la olan sürtüşmede durumların pek de güvenli olmadığını gören Ermeni ulusalcılığına bu kez ABD güven vermeye çalıştı.

 

Rus Müdahalesi...

 1989 sonlarında özellikle Ermenistan’dan kaçan Azeri toplumunun huzursuzluğu Azerbaycan’daki ulusalcılığı daha da körükledi. Moskova’ya meydan okunmaya başlandı. Ulusalcılar, Aralık’ta İran Azerbaycan’ıyla olan sınırlarını boydan boya sökerek, Güney Azerbaycan ile birleşme isteklerini gösterdiler. İran-SSCB sınırları büyük ölçüde tahrip olmuş iki toplum karşılıklı gidip gelmeye başlamıştı bile. Bu eylem, Moskova’yı çok rahatsız etti. İran’daki radikal İslamcı hareketin milliyetçilik giysileriyle sınırlardan girme tehlikesi ürküntü yaratıyordu. Sınır olayları bitmemişti ki, sınıra yakın Celilabad kentinde tüm yönetim Halk Cephesinin eline geçti. Bütün Komünist Parti yöneticileri kaçmak zorunda kaldılar.

13-15 Ocak 1990’da ise, Bakû’de Halk Cephesi büyük bir miting düzenledi. 300-400 bin kişinin katıldığı miting, milliyetçi ve şoven duygular yeterince tahrik edilince Bakû’de Ermeni mahallesine saldıran lümpen kalabalıklar, 60’dan fazla Ermeni’yi evlerinden çıkararak boğazlamaya başladılar. Olaylar çıgrından çıkınca,Ermeni ve Azerilerin birlikte yaşadıkları kırsal kesimlerde ve sınır bölgelerinde Karabağ’da karşılıklı kırımlar ve silahlı çatışmalar görüldü. İki Sovyet Cumhuriyeti artık resmen birbirleriyle savaşıyorlardı. İki Cumhuriyetin yöneticileri de ulusların birbirlerine karşı kinlerini yatıştıracak hiç bir çaba göstermiyor, hatta teşvik ediyor, kendilerinin haklı olduğunu ilan ediyorlardı.

Moskova, denetimin elinden çıkmak üzere olduğuna karar verince, zaten dünya kamuoyunda meşruluk kazanabilecek bir konumda bulunduğundan, önce 15 Ocak 1990’da Dağlık Karabağ ve çevresindeki 10 kadar idari birimde Sıkıyönetim ilan etti, daha sonra da 20 Ocak’ta Bakû’ye askeri birlikler göndermekte gecikmedi. Amaç, hem çatışmaları durdurmak, hem katliamların önünü alarak Rus ve Yahudi asıllı insanlara karşı gelişen düşmanca hareketlerin önüne geçmek fakat asıl önemlisi SSCB’den tamamen ayrılma noktasına gelmiş olan ulusal cepheleri, sindirmekti. Olağanüstü durum ilan edildi ve İçişleri Bakanlığına bağlı birliklerin Bakû’ye girmesini önlemek için Azeri milliyetçilerinin kurduğu barikatlar zorla kaldırıldı ve 70’den fazla Azeri öldü...

Bakû’de sayıları 250 binden 30 bine kadar inmiş olan Ermenilerin büyük kısmı deniz yoluyla tahliye edildi. Halk cephesi Sovyet müdahalesini kınamak için genel grev çağrısı yaptı, gösterişli cenaze törenleri düzenlendi. Azerbaycan parlamentosu, “Sovyet birliklerinin çekilmesini ve olağanüstü halin kaldırılmasını isteyerek, bu kararı tanımadıklarını” açıkladılar.

Azerbaycan Komünist Partisi Başkanı Vezirov, görevinden alınırken yerine Ayaz Niyazioglu Müttalibov getirildi. Halk cephesi ile yakın görüşleri ile tanınan Hasan Hasanov ise, başbakanlığa atandı. Ne var ki, Sovyet müdahalesinin ardından ilan edilen ve halk cephesinin çağrısıyla yürütülen genel grev uzun süre devam etti. Cephenin yönetim merkezinin kapatılması ve bir çok yöneticisinin tutuklanmasına rağmen Sovyet yönetimi Azerbaycan-Ermenistan sorununu çözmek için “ılımlı ve sağduyulu” Halk cephesi önderleriyle diyaloga girmek niyetini belirtmek zorunda kaldı.

İlk dönemde Halk cephesinin Sovyetlerden “bağımsızlık” talebi olmadıysa da, Ebulfeyz Elçibey daha geniş ekonomik ve siyasal özerklik için de bir konfederasyon istediklerini belirtmekte ve nihai amaçlarının İran Azerbaycan’ı (Güney Azerbaycan’la) birleşik bir Cumhuriyet olduğunu ifade etmekteydi.

Sovyet müdahalesinin ardından 20 Ocak 1990’da Nakhçevan özerk Cumhuriyeti parlamentosu, Sovyetler Birliğinden ayrılma kararını açıklıyordu. TC ve İran’dan kendilerini tanıyıp korumalarını talep ederken, “bağımsızlıklarının” Azerbaycan’dan kopma anlamına gelmediğini de ekliyorlardı. Bu paradoksal durumu aslında Halk cephesinin “bağımsızlık ilanı”nın beklendiğini gösteriyordu.

 

Ermenistan-Azerbaycan Çatışmasının Yankıları...

Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki Karabağ bunalımının kanlı ulusal çatışmalar noktasına varması ve Sovyet ordusunun müdahalesi, doğal olarak dünyanın her köşesinde yankı buldu. TC’de ise, bekleneceği gibi bu olay anti-Ermeni resmi politikanın tekrar azmasına ve faşist hareketin bu kanaldan resmi desteklerle meydanlara taşmasına yol açtı. Resmi yetkililer bir yandan Azeri milliyetçi taleplerine karşı SSCB’yi ürkütmeme adına ılımlı bir tavır takınırken, Ermenilere yüklendiler. Zaten bir kaç ay öncesinden ABD senatosundaki Ermeni tasarısı nedeniyle resmi yayın organlarının gündeminden inmeyen Ermeni sorunu, yeniden işlenmeye başlandı.

Otuzu aşkın yerleşim merkezinde Azerbaycan’ı destekleme mitingleri düzenlendi. Bu mitinglerde ana tema, Kızılordu’nun Azerbaycan’dan çekilmesi, kırımın protestosu, Azerbaycan’ın bağımsızlığı ve Ermenilerin lanetlenmesi oluşturuyordu. Anti-komünist ve şoven söylem ön sıraları almaktaydı.

TV’de düzenlenen bir açıkoturumda (26 Ocak 1990) ırkçı, şoven, anti-komünist profesör ve diplomatlar saatlerce konuşarak Ermenistan-Azerbaycan uyuşmazlığında -her zaman olduğu gibi- Ermenilerin haksız olduğunu, Azerbaycan’daki ulusal uyanışın bastırılması için Ermenilerin uluslararası bir komplo düzenlediklerini, bununla TC-SSCB ilişkilerini de bozmak istediklerini; Azerbaycan’ın bağımsızlığını “insan hakları kisvesinde” destekleyebileceklerini söylediler.

Basın ise, Azerilerin haklı davasının dünyaya tanıtılması amacıyla bir kampanya açtı. Ona göre, tüm dünya basını “haçlı zihniyetiyle” Ermeni yanlısı haberler aktardığı için bu tanıtım görevi Türk basınına düşüyordu. Fakat, bu tanıtım her şeyin ters yüz edilmesine kadar vardı. Örneğin; Sumgait olaylarında ölenler sessiz sedasız “Azeri” oldular, ya da Bakû’de Ocak ayında öldürülen Ermenilerden hiç söz edilmedi vb..

Faşist hareketin “Bağımsız Azerbaycan” sloganına karşı resmi politika yanlıları ılımlı bir tepki gösteriyorlardı. Bunun SSCB’nin İçişlerine karışmak anlamına geleceği için böyle süper bir gücün içişlerine karışmanın netameli olduğunu belirtiyor; hatta dönemin Cumhurbaşkanı Özal, “...Başkasının evini karıştırırsanız onlarda sizin evinizi karıştırır” derken, Sovyetlerin Kürdistan sorununda tavır değiştirebileceği tehlikesini ima ediyordu.

İlhan Selçuk o günlerde Cumhuriyet Gazetesinde şunları yazdı:

“... Kardeş Azerbaycan’ın bağımsızlığı güzel bir amaçtır; ama, bu yaklaşım Ermenistan’ın bağımsızlığını da desteklemek anlamına gelir. Eğer bu siyaset gerçekleşirse, Türkiye “Yunanistan-Ermenistan” parantezi arasında girecektir. Her iki ülkenin Anadolu’ya yönelik “talepleri” bilinmeyen şeyler değildir. İsrail’in “güvenlik alanın” da bulunan Türkiye’nin konumu ne olacaktır? Çatı’nın gözünde “soykırıma uğramış” Ermeni ve İsrail’le arasındaki Türkiye, Yunanistan’ın üçüncü köşesini oluşturduğu “şeytan üçgeni” içine düşmeyecek midir?”[34]

Kemalistler de yakın tehlike söz konusu olduğunda başka ulusların bağımsızlığını savunmanın, kendi içindeki ezilen ulusların bağımsızlıklarını da meşrulaştırır kaygısıyla yanlış olacağını belirtmekten kendilerin alamadılar.

Sovyet İçişleri Bakanlığı’na bağlı Askeri Birliklerin Bakû’ye müdahalesi bekleneceği gibi Türkiye’de “Rus, Ermeni ve Komünizm düşmanlığı”na da bulanarak çeşitli merkezlerde kınandı. Sol ve demokrat çevrelerde ise bunun bir “İşgal mı? Müdahale mi?” olduğu tartışılmaktaydı.

Oysa zaten o tarihte Azerbaycan “bağımsız” bir Cumhuriyet değildi. Sovyet Askeri birlikleri zaten 70 yıldır Bakû’deydi.. Her ne kadar SSCB Anayasasında Birlik Cumhuriyetlerinin “egemen” olduğu yazılıysa da, bu nesnel durumu yansıtmıyor ve Azerbaycan bağımlı bir ülke. Bakû’ye, İçişlerine bağlı askeri birliklerin sevk edilmesi Azerbaycan’ın statüsünü değiştirmemişti. Bunu “yeni işgal” gibi algılamak yanlıştı, doğrusu SSCB’deki Merkez-Çevre ilişkilerinin işgal ve müdahaleyi yasallaştırmış bir hukuksallığı bulunduğunun gözler önüne serilmesidir. Olay herhalde 20-25 yıl önce yaşanmış olsaydı, çoğu “sol” politikacı bunu “karşı devrimci ayaklanmanın bastırılması” olarak alkışlamaya hazır olacaktı.

İşin ilginç yanı Türkiye sosyalist hareketinde SSCB politikalarından yana olsun veya olmasının, kimsenin Birlik Cumhuriyetlerinin “bağımsızlık” istemlerinin haklılığını, Karabağ ve Nahkçevan dahil özerk bölgelerin de kaderini kendilerinin tayin hakkı olduğunun fazlaca savunmamış olmalarıdır. Bilinç altında SSCB’den bağımsızlığı savunmanın “sosyalist anavatana ihanet” olacağı psikolojisi yattığını düşünebiliriz.

Diğer bir olgu ise, Moskova’nın Azerbaycan’a müdahalesini kınayan TC’nin çok değil birkaç yıl sonra Azerbaycan’da Haydar Aliyev yönetimine darbe tezgahladığının ortaya çıkmasıydı. Olayı bizzat Aliyev parlamento konuşmasıyla deşifre etmişti. Bu da ulusal bağımsızlığa karşı pozisyonların göreceliliğine göre durumun ne kadar değişebileceğini kanıtlıyor.

Azerbaycan-Ermenistan savaşı üzerine Türkiye’nin çeşitli yerlerinde düzenlenen şovenist gösterilen yanı sıra, basın-yayın organlarında da yoğun bir Anti-Ermeni kampanya yürütülmekteydi. Bu kampanyanın neredeyse milli bir mutabakat haline gelmesi, her zaman olduğu gibi anti-Ermeni histeriyle Kürt Hareketine de yönelmesi kaçınılmazdı. Bu şovenizme Kemalist “Sol”cular da ideolojik destek sunmaktan geri durmuyorlardı. Perinçek’in Ermenistan’la ilgili olarak ortaya attığı “Üçüncü İsrail” teorisi (İkinci İsrail ise Güney Kürdistan Federe devleti sayılmaktadır!) neredeyse devletin ortak görüşü haline geldi.

Sosyalist Parti'nin genel başkanı Doğu Perinçek tarafından şöyle dile getiriliyor:

“Batı emperyalizmi Kafkasya'da Ermenilerin arkasında duruyor....Türkiye solunda marjinal olmaktan gelen bir kompleks var. ezilen Türk halklarıyla ilgilenmekten korkuyorlar. Azeriler ve Orta-Asya halkları eski Sovyet İmparatorluğunun en yoksul ve en ezilen kesimiydi. Onlarla dayanışmamız Türkçülükten değil, emperyalizme karşı ezilenleri savunmaktan geliyor. Kaldı ki, aramızda tarihin derinliklerinden gelen dil ve kültür bağları da var."[35]

Karabağ kriziyle birlikte yeniden bir Ermeni Heyulası” yaratılmaya çalışıldığı, “kolektif bilinç altına, tarihsel göndermeler yapılarak, Kürt ulusal hareketinin önüne fren konulmaya çalışıldığı” görüşünde olan Cemil Gündoğan, bu olgunun neden ve sonuçlarını irdelerken şöyle yazmaktaydı;

“Türk egemen sınıfları Ermeni heyulası yaratarak başlıca iki kesimi KUKH'ne karşı harekete geçirmeyi hedeflemektedirler:

Birinci güç, Türk halkıdır. Sömürgeciler, milliyetçiliğin derin etkisi altındaki Türk emekçi sınıflarının( ) bilinçaltlarındaki Ermeni düşmanlığı tortularını yeniden canlandırarak onları genel bir şovenizm potası içinde eritip Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin üzerine saldırtmayı amaçlamaktadırlar.Bunu sağlayabilmek için de KUKH'ni Ermeni kışkırtması bir oluşum olarak propaganda etmektedirler. Gün geçmiyor ki, yakalanan Kürt gerillalarının "sünnetsiz" olduklarına dair haberler basında yer almasın[36] Duruma göre daha büyük yalanlar attıkları da oluyor. Örneğin, Apo'nun Ermeni olduğu veya Karabağ'da Azerilerin katledilmeleri ve sürülmelerinde PKK militanlarının Ermenilerle birlikte savaştıkları yolundaki haberlerde olduğu gibi.[37] Böylece bir yandan şoven bir Ermeni düşmanlığı yaratılırken diğer yandan Ermeni=Kürt imajı yaratılarak şovenizmin cenderesine düşürülen kitleler Kürt ulusunun haklı ve onurlu mücadelesinin üzerine sürülmek isteniyor.

TC'nin Ermeni heyulasıyla harekete geçirmeye çalıştığı ikinci güç bizzat Kürtlerin kendileridir. Kısaca özetleyecek olursak, I. Dünya Savaşı sonrası süreçte oynanan oyun, yeni koşullar altında tekrarlanmak isteniyor. Kürtlerin Müslüman bir halk olmalarından istifade edilerek, İslamiyet, sömürgecilik ilişkisinin pekiştirilmesinde bir araç olarak kullanılmaya çalışılıyor.

Ermeni heyulası bunu sağlamanın yolu olarak kullanılıyor. Ermeniler aleyhinde yapılan yoğun propagandayla, Kürt halkı içinde Ermeni düşmanlığıyla ilgili eskiden oluşmuş tortular yeniden canlandırılıyor. Böylece Ermeni düşmanlığı Kürt halkının geri kesimlerini TC Devletinin yanına itmede bir faktör durumuna dönüştürülmeye çalışılıyor.

Elbette durum, I. Dünya Savaşı sonrası yıllardaki kadar kötü değildir. Anti-Ermeni propaganda o günkü kadar çabuk sonuç vermemektedir. Çünkü o gün Ermeni soykırımı yeni yaşanmıştı, acılar ve intikam duyguları tazeydi. Ayrıca göç ettirilen Ermenilerin sahipsiz kalan topraklarına el koymuş olan Kürt egemen sınıfları bu mülklerin ellerinden alınacağı korkusunu somut olarak yaşıyorlardı. Nitekim I. Dünya Savaşı içinde Rus ve Fransız ordularıyla geri dönen bir takım Ermeniler işgal sahalarındaki Kürt halkına karşı acımasız davranmış ve bir çok yerde onları topraklarından etmişlerdi.Dolayısıyla tehdit, Kemalistler tarafından aşırı abartılsa bile somut bir olgu durumundaydı. Bugün buna benzer açık bir tehditten söz edilemez.

Ancak bu gerçek bizleri rehavete itmemelidir.Çünkü, böyle açık bir tehdit boyutu olmasa bile anti-Ermeni propaganda Kürt halkı içinde değişik düzeyde etkide bulunmaktadır. Devlet yıllardan beridir konuyla ilgili çok yoğun propaganda yapmaktadır. Son Karabağ krizi ile birlikte konuyu bir heyula düzeyine çıkarmaya başladı. Nitekim bu propagandanın bazı somut etkileri de oluştu, oluşuyor. Örneğin KUKH'nin en etkili olduğu sahalarda bile bu hareketin Ermeni kışkırtması bir hareket olduğu yolundaki resmi tez, tek tük de olsa taraftar bulabiliyor. Bunu önemsemek gerekiyor.”[38]

 

Etnik Çatışmaların Dizginlerinden Boşalması

 1991’de Moskova’daki değişimler Kafkas Cumhuriyetlerinde tek yanlı Bağımsızlık ilanı ile yankısını buldu. Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ardı ardına bağımsızlıklarını ilan ettiler ve bu devletler hemence diplomatik kabul gördü. Ekim Devriminin coşkusuyla 70 yıl önce Federasyon oluşturmuş olan bu uluslar bu kez aralarında halletmeleri gereken toprak sorunlarını çözmek üzere savaşa tutuştular.

Savaşların itici nedeni tarihin derinliklerinde kalmış ve nedenini herkesin unuttuğu arkaik hesaplaşmalar değil, Cumhuriyetlerin içine sıkıştırılmış daha küçük ulusal toplulukların bağımsızlık istemleriydi. Yeni Cumhuriyetler de kendilerine yönelen bağımsızlık istemlerini şiddetle bastırmaktan çekinmiyorlar; işin içine komşu ülkeleri, bölge dışındaki güç odakları da çekiliyordu. TC açısından da Azerbaycan ve Ortaasya Cumhuriyetleri üzerinden “Balkanlardan Çin Seddine kadar” uzanan bu yeni ve büyük pazar üzerinde ve İran gibi ülkelerin de katıldığı girift bir hegemonya mücadeleleri gelişti. İlk kez Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin de Kafkasya alanında da politik bir figür olarak belirmeye başladığına tanık oluyoruz.

Gürcistan’da Abhazların ve Güney Osetya halkının özgürlük istemleri Tiflis’in sert askeri önlemleriyle karşılaştı.

Bağımsızlaşan Ermenistan ve Azerbaycan’ın yaptıkları ilk iş ise Karabağ sorunu nedeniyle birbirlerine “resmen savaş açmak” oldu.

Daha önce Karabağ sorununa oldukça ihtiyatlı yaklaşan TC Özal’ın ağzından “Yanlışlıkla Ermenistan topraklarına birkaç bomba düşerse bir şey olmaz.” derken; Ecevit, “Ermenistan'a askeri bir ders vermek gerektiği“nden söz etmeye başlamıştır. Ecevit’in ortaya başka bir “çözüm” önerisi atmaktadır; Buna göre halen Ermenilerin fiili işgali altında bulunan Karabağ'la Ermenistan arasındaki bölgeden küçük bir koridorun Ermenistan'a verilmesi karşılığında, Nahcivan'la Azerbaycan arasında Ermeni toprağından bir koridorun Azerbaycan’a verilmesi düşünülmektedir. "Çifte koridor" adıyla tabir edilen bu projenin amacı, Karabağ sorununu çözmekten çok, Kazım Karabekir’in ilerisi için düşündüğü TC ile Nakhçevan arasındaki koridoru daha da uzatarak Türkiye-Azerbaycan-Orta-Asya bağlantısını sağlanmasıdır.

TC’nin YDD içinde Kafkaslar ve Ortadoğu üzerinde ABD destekli kritik roller üstlenmeye hazırlanmasının somut yansımalarından biri Özal’ın fikir babalığı yaptığı Karadeniz İşbirliği Konferans’ı (KEİK) olmuştu. Bu ilişkilerde burjuvazisinin iştahını kabartan vurgun ve kolay kazanç alanları yattığı da açık. “Adriyatik’ten Çin Seddine Türklük dünyası” rüyasının realize olmaya başladığı inancının en yalın göstergesi Başbakan Demirel'in yanına Başbuğ Türkeş'i de alarak gerçekleştirdiği, “Türki Cumhuriyetler” gezileridir. Bu parlak görüntülerin ardındaki gerçek ise o kadar umut verici değildi kuşkusuz. Nice büyük gücün tarihsel ve güncel kapışma alanı olan bu koca pazarın TC’ye bırakılmış olması elbette düşünülemezdi. Karşılık olarak kısa zamanda anlaşıldı ki “Yeni Cumhuriyet’ler de, ne yapacağını bilmeyen acemilerden değil, eski Sovyet bürokrasininim deneyimli kurtlarından oluşuyordu.

 Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaş Ermenistan'ın Karabağ'ı ve Karabağ'la arasında bulunan Şuşa bölgesini ele geçirmesiyle devam etti. Savaş yaklaşık 25 bin kişinin ölümüne, 1 milyondan fazla insanın göç etmesine yol açtı.Yenilgi Milliyetçi ve TC yanlısı "Halk Cephesini" geriletti. Türkiye ile Rusya arasında "denge politikası" güden ve eski Sovyet bürokrasisinden gelen Haydar Aliyev kliğinin iktidarını pekiştirmesine yol açtı.

Sonuçta Rusya'nın "Minsk Grubu" adı verilen arabulucu girişimiyle 1994 yılında barış görüşmeleri başladı.

 

TC’nin politik seçenekleri; Darbeler ve gizli görüşmeler

 TC, bir yanıyla tamamen Azerbaycan’a angaje olmuş bir politika izliyor görünürken, diğer yandan Türkeş'in en az iki kez Ermenistan devlet Başkanı Levon Ter Petrosyan'la görüştüğü biliniyor. Bu durum TC devletinin niteliğini de gösteren ilginç bir veridir. Halkları birbirine düşmanlaştırmak ama siyasal-ekonomik çıkarlar için gizli görüşmelerden medet ummak; belki de kitlelerdeki Ermeni düşmanlığı yaratma yöntemini bir koz olarak kullanmak..

TC’nin Kafkasya politikasına iyice yüklendiğinin bir göstergesi de, Azerbaycan’da hükümet darbesi girişiminde bulunacak kadar işi ileriye götürmesi ve burada etkinleşmiş bulunması. 1995 yılında Haydar Aliyev’e karşı girişilen bu darbenin destekçileri arasında Türk Büyükelçiliği mensupları ile birlikte MİT görevlilerinin bulunduğunu bizzat Aliyev kendisi açıklamış ve kınamıştı. Darbe olayının ilginç yanlarından biri de bu girişimin Devletteki “kanatlar çatışması” veya “çeteler savaşı”nın da bir göstergesi olmasıydı. Yine Aliyev’in iddiasına göre darbe tertibini, Cumhurbaşkanı Demirel’in uyarısı ile öğrenmişti. Susurluk soruşturmasında “devlet sırrı” diye kapatılan olaylardan biri de, resmi birimlerin Azerbaycan darbesine karışmış olmalarıdır; bu girişim yalnız politik değil Azerbaycan’da üslenilen kontra çetelerinin lojistik desteği, kara para aklanması gibi faaliyetlerine daha çok angaje olmuş olan Elçibey yandaşlarının iktidarına yardımcı olmaktır. Fakat darbe belli bir konsensüse dayanmaktan çok “olup-bitti”ye getirilmek istendiği için veya Aliyev’in darbeyi atlatacağının ortaya çıkmasından sonra bir manevra yapma gereği olarak da Devlet resmi tutum olarak Aliyev yönetiminin yanında yer almış olmalıdır.

Özcesi bu somut durum TC’nin Kafkas politikasında her türlü seçeneği kullandığını gösteren bir örnektir. Bunun bir süre sonra Azerbaycan’la askeri İşbirliği veya pakt oluşturarak pekiştirilmesi olasılığı da çok büyüktür.

TC'nin bir yandan içerde "Anti-Ermeni propaganda ve düşmanlığı körüklemeye" devam ederken ve Azerbaycan’ın iç politikasına karışan aktif bir öğe olurken, aynı zamanda Türkeş-Petrosyan arasında olduğu gibi, en ehil adamlarıyla gizli diplomasi yapmasının birçok nedeni var. İlki TC'nin, Kafkasya politikasındaki basamağı Azerbaycan'ı her nasılsa "çantada keklik" gibi görmesi ve bu nedenle daha uzak olan Ermenistan'ı bir biçimde bu politikasının önünde en azından tarafsızlaştırma çabasıdır. Bu çaba yalnız komşu Ermenistan için değil, dünyaya yayılmış bulunan, ABD ve Avrupa'da TC aleyhine güçlü bir lobi yapma yeteneğindeki dışarıdaki "Büyük Ermenistan"dan ötürü böyle. İçerdeki Ermeniler ise artık bir diplomatın yakındığı gibi "rehine olarak bile yararlanacak büyüklükte değil ne yazık ki!"

İkincisi; Ekonomik çıkarlar açısından Hazar petrolünün batılı pazarlara taşınmasında Türkiye'nin tercih ettiği Bakû-Ceyhan boru hattının ekonomik mantığı olan güzergahın Ermenistan üzerinden geçmesi gerekliliği ve Ermenistan’ın cazip bir pazar olma özelliği. Ki zaten Ermenistan pazarlarındaki malların bir çoğunu Gürcistan ve İran üzerinden ulaşan Türk malları oluşturuyor.

Üçüncüsü; Ermenistan'ın tarafsızlaştırılması, Rusya ve İran'la ittifak yaparak TC'ye askeri bir set çekilmesine ve böylece daha büyük bir blokla uğraşılmasının önüne geçilebilir. TC ile kavgalı bir Ermenistan'ın Kürdistan Ulusal mücadelesine müttefik olacağına, barışık bir Ermenistan'ın TC ile iyi ilişkileri tercih edeceği beklentisidir.

Bu yaklaşım Ermenistan tarafından da “karşılıksız” değildir. Ermenistan'da iktidarda bulunan Levon Ter Petrosyan yönetimi de 92’den bu yana TC ile ilişkilerin yumuşatılmasından yana bir politika izledi. TC'nin uyguladığı ambargonun kaldırılması için çeşitli girişimlerde bulundu. "1915 Soykırımının Ermenistan'ın dış politikasının temeli olmayacağı", Karabağ sorununda Azerbaycan’a endeksli bir politika güdülmesi” iyi komşuluk, ticari ve ekonomik İşbirliği isteklerin vurguladı.[39] Hatta Bolşevik Ermenistan'dan dışlanan Taşnaktsutyun Partisi'ni bağımsız Ermenistan'da yasaklatan da oydu. Siyasal gözlemciler Petrosyan için "Ermenistan'ın Talabani'si!" tanımını kullanıyorlar.

Ne var ki Petrosyan’ın bu yaklaşımı TC’nin Ermenistan’a uyguladığı ambargonun kaldırılması ve siyasal tavrında hiçbir olumlu değişiklik yaratmadı. 1998’de işbaşına gelen Koçaryan hükümetinin TC ile ilişkileri gerginleştirmese bile Petrosyan kadar “açık çek” vermekten yana olmayacağı anlaşılmaktadır.

 

AGİT “Statü”den yana

80’li yıllarda SSCB'yi istikrarsızlaştırmak umuduyla "ulusların kendi kaderini tayin hakkına" sarılan ve özellikle Baltık Cumhuriyetler ile Yugoslavya Federasyonu’ndan ayrılan devletleri tanımakta yarışan Avrupa, Rusya'yı tümüyle kazandıktan sonra iki yüzlü biçimde bu anlayışını terk etti. Bunun tipik örneklerinden biri de Karabağ soruna yaklaşımdır. Ellerinde biri diğerine keyfi biçimde tercih edilecek ilkeleri bulunan AGİT (Avrupa Güvenliği ve İşbirliği Toplantısı) Karabağ bunalımını, statükocu bir çerçevede çözmeye karar verdi.

Aralık 1997'de Portekiz’in başkenti Lizbon'da toplanan AGİT, Ermenistan’ın muhalefeti nedeniyle karar metnine geçmeyen ancak başkanlık bildirgesinde yer alan çözüm ilkelerini şöyle sıralamaktadır;

"1. Ermenistan ve Azerbaycan'ın toprak bütünlüğü.

2.Dağlık Karabağ'ın yasal statüsünün, bölge Azerbaycan içinde kalmak kaydıyla, Karabağ’a en yüksek derecede özyönetim tanıyan bir anlaşmayla belirlenmesi.

3.Karabağ'ın ve Karabağ halkının güvenliğinin garantiye alınması."[40]

 "Sınırların zorla değiştirilemeyeceği" ilkesi (aslında mevcut sınırların korunması ilkesi!), "kendi kaderini tayin hakkı"na tercih edilerek Karabağ sorununun Azerbaycan'ın "toprak bütünlüğü" içinde çözülmesine karar verdi. Sınırların halkların iradesine rağmen zorla çizilmiş olması gerçeği ise bir başka pozisyonda kullanılmak üzere rafa kaldırıldı.

Taktik bir geri çekilme içinde olan Rusya'nın da kendi devredilmez "hinterlandı" olarak gördüğü Kafkasya'daki sorunlara doğrudan taraf olmaktan vazgeçmeyeceği açıktır. Rusya'nın tarafları kendine bağımlı kılmak için bir çözümden çok "istikrarlı bir gerginlikten" yana olduğunu söylemek mümkündür. Dıştaki Ermenistan'ın büyük fidansal gücünü içinde barındıran ABD ise, Ermenistan konusunda "açmazda" görünüyor. Çıkarları birbiriyle bu kadar çelişik tarafların hiçbirini ürkütmeden bir arada tutabilecek ve ABD çıkarlarını temsil edecek bir politika izlemesi oldukça güç. ABD'nin Karabağ bunalımında çok fazla risk almak istemeden, herkesle ikili ilişkilerin sağlamlaştırma çabası gütmesinin neden buna bağlanabilir.

 

Karabağ, Karabağlılara !

Bugün Kafkasya’daki sancılı ulusal alanların çoğunun zorla Sovyetize edilmiş veya birliğe dayatmalar sonucu katılmış Cumhuriyetler olduğuna dikkat çekmekte fayda vardır. SSCB’nin düğün şenlik içinde, ulusların gönüllü katılımıyla bir federasyon oluşturduğu anlatımı gerçeği değil, olması gerekeni, hoşa gideni anlatmaktaydı sadece. Böyle yanlış başlayan bir süreç, zamanla sağlıklı zeminlere oturtulamamış, sosyalist inşanın yozlaşması ya da tıkanmasıyla koşut olarak ulusal sorunlar da kendi kendini üreten bir kangren haline gelmiştir.

Bu ulusal sorunların “ulusalcı/şoven” bir bakış açısıyla da çözülmesi mümkün değildir. Hatta bugün halklar arasında yaşanan kanlı boğazlaşmaya baktığımızda, birçok kimse için çözülmemiş de olsa, bir tür baskılandırılmış da olsa en azından kanlı hesaplaşmaların yaşanmadığı “eski ilişkiler” belki ehven-i şer olarak bile görülebilir.

Özerk Karabağ Bölgesi’nin kendi yasal aygıtları ile toplumu ile Ermenistan Cumhuriyetiyle birleşmek iradesi göstermesine karşı, Azerbaycan’ın gösterdiği baskı politikası da oradaki ilişkilerin ezen ulus şovenizmine dayandığını göstermektedir. Karabağ üzerinde şoven baskılar olmasaydı, Karabağ sorunu da olmayacaktı veya en azından bu boyutlara varmayacaktı.

Karabağ sorununda görüşleri dikkate alınması gereken, saygı gösterilmesi gereken sadece Karabağlılardır. Oysa göründüğü gibi bu halkın iradesi dışında hemen herkes bir biçimde işin içindedir. Karabağ’ın Özerk mi, yoksa bağımsız mı kalacağına; Ermenistan’a mı yoksa Azerbaycan’a mı bağlanacağına tek karar vermesi gerekenler bu halkın kendisidir. Karabağ’ın hangi Cumhuriyete bağlanacağına Karabağ halkının vermesi demokratik bir çözümdür. Bilindiği kadar da Karabağ halkı bu yöndeki iradesini çeşitli defalar ortaya koymuş ve Ermenistan’a bağlanmak isteğini meşru organlarında karara bağlamıştır. Bu kararının bedeli olarak savaşmayı, ambargolara göğüs germeyi de göze almıştır. Burada ısrarla “Karabağlı”lardan söz etmemizin felsefik ve ideolojik bir temeli vardır. Karabağ’da nüfusun çoğunluğu Ermeni olmakla birlikte Azeri halkı da bulunmaktadır. Kendi kaderini tayin etme hakkının bedeli, birlikte yaşanan diğer ulusların orada yaşayamaz hale getirilmesi, göç ettirilmesi, kıyılması olamaz. Bu nedenle Karabağlılar içinde Azerilerin (Veya diğer etnik toplulukların da bulunduğu) bir coğrafya olarak, üzerinde yaşayan herkesin mutlu olması, barışçıl ve adil ilişkiler içinde olması amaçtı. Kendi kaderini tayin hakkı da kendi başına bir “amaç” değil, halkların ezen-ezilen ilişkisi olmadan yaşayacakları bir toplumsal anlaşmanın sağlanacağı ilklerden biridir. İlkenin kendisi amacın yerine geçmez.

Karabağ halkının istediği yönetime bağlanma ya da özerk kalma hakkı, Laçin, Azerbaycan veya Ermenistan’da yerini yurdunu terketmiş ne kadar insan varsa gönül rahatlığıyla memleketlerine dönebilmesi, işgal altındaki toprakların boşaltılması, Ermenistan ve Azarbaycan arasındaki sorunların görüşmelerle çözülmesi Güney Kafkasya’daki barışın temelleri olabilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Hürriyet, 10 Ekim 1989

[2] Karabağ; Ermenice “Qara”=”baş, zirve, doruk” anlamına geliyor; “Bağ” ise Ermenice, Farsça, Kürtçe ve Türkçe’de yerleşik aynı anlamı taşıyor. Karabağ’ın Ermenilerce kullanılan adı ise “Artshak”tır.

[3] E.Uras, “Rupport sor une mission scientifique en Asie Mineure”. 1893 Zikre.

[4] Garo Sasuni; “Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. yy’dan günümüze Ermen-Kürt ilişkileri”, Beyrut, 1969, Med Yayınları, İstanbul, 1992, s. 26-27

[5] Sarkis Sarkisyan; “Hayastan”, London, 1983, s.68-69

[6] Mikail Varandian, “L’Armenia et la quêstion Armênianne, Laval 1917”,s.42-46

[7] Kazım Karabekir, agy.

[8] Norodnosti Rodnay Yazık Naselenya. SSSR.Moskova 1928

[9]Azerbaycan: Türklük Davası mı? Bir Ulusun Kendi Kaderini Tayin Hakkı mı?” Sosyalizm Broşür Dizisi, 10 şubat 1990 İst.

[10] Mehmetzade Mirzabala, “Milli Azerbaycan Hareketi” 1938

[11] Ayşe Tansever, “Karabağ ve Ermenistan Olayları” Çağdaş Yol, Haziran 1988,S.4,s.58

[12] Moscow News, No 12,1988,s.10

[13] Karabağ; Ermenice “Qara”=”baş, zirve, doruk” anlamına geliyor; “Bağ” ise Ermenice, Farsça, Kürtçe ve Türkçe’de yerleşik aynı anlamı taşıyor. Fakat aslı Hint-Avrupa olmalı; “Bağ-çe”=”küçük Bağ”.. Zaten bax=bağ’la en yakın üretim ilişkisi olan halk kuşkusuz Ermeniler. Kürtçe’de ““Arapsız sürü, Ermenisiz bağ olmaz”” diye bir atasözü var.Karabağ’ın Ermenilerce kullanılan adı ise “Arzah”tır.

[14] E.Uras, “Rupport sor une mission scientifique en Asie Mineure”. 1893 Zikre.

[15] Garo Sasuni; “Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. yy’dan günümüze Ermen-Kürt ilişkileri”, Beyrut, 1969, Med Yayınları, İstanbul, 1992, s. 26-27

[16] Sarkis Sarkisyan; “Hayastan”, London, 1983, s.68-69

[17] Mikail Varandian, “L’Armenia et la quêstion Armênianne, Laval 1917”,s.42-46

[18] Kazım Karabekir, agy.

[19] Norodnosti Rodnay Yazık Naselenya. SSSR.Moskova 1928

[20]Azerbaycan: Türklük Davası mı? Bir Ulusun Kendi Kaderini Tayin Hakkı mı?” Sosyalizm Broşür Dizisi, 10 şubat 1990 İst.

[21] Mehmetzade Mirzabala, “Milli Azerbaycan Hareketi” 1938

[22] Ayşe Tansever, “Karabağ ve Ermenistan Olayları” Çağdaş Yol, Haziran 1988,S.4,s.58

[23] Moscow News, No 12,1988,s.10

[24] l’Humanite, 18 November 1987, s.12

[25] Literaturnaya Gazeta, 2 September 1987, s.7

[26] The Economist, 20 şubat 1988,s.49

[27] Time, 14 mart 1988,s.13

[28] Moscow News No: 6, 1988,s.3

[29] Ayşe Tansever, “Karabağ ve Ermenistan Olayları”, Çağdaş Yol S.4 Haziran 1988

[30] Sergei Baruzdin, “Etnik Duyguların Kaynağı”, Dünyaya Bakış, s.13, Mayıs 1989

[31] Ufuk Güldemir, “Moskova Karabağ’ı Kullanıyor” (Hayrikyan’la röportaj, Cumhuriyet Gazetesi, 24 Ekim 1989

[32] Prof Zartaryan’ın Notu; [1985 yılı ilkbaharında SBKP Merkez Komitesi “heyeti” Moskova’dan Yerevan’a geldi. ve “Diaspora Komitesinden” son derece gayrı memnun olarak ayrıldı. “Heyet” , Ermenistan SSC idarecilerinden memnun kalmayışını bilhassa, onların dış ülkelerdeki Ermenilerle yaptıkları çalışmalarındaki “sınıfsal yaklaşım” eksikliğinde görüyordu. Raporda şu formülasyon mevcuttu;

“ Hayrete şayandır ki Ermeni kolonilerinde Ermeni büyük para sahibi ve işçi Ermeniliği muhafaza, vatanperverlik, vatan ile (Ermenistan SSC) ilişkileri geliştirmek gibi sorunlarda HEMFİKİR/BENZEŞİK/ORTAK’ tırlar” Bu durum parti idarecilerinin tanımlarına (definition) ve Marksizm-Leninizm ilkelerine (prensiplerini) hiçbir şekilde /katiyen uymamaktaydı.](NO; 34 (1307) 90 08.22 ...)

[33] M. Ali Birand, Milliyet Gazetesi, 15 Kasım 1989

[34] İlhan Selçuk, Cumhuriyet Gazetesi, 23 Ocak 1990

[35] Doğu Perinçek; 2000’e Doğru Dergisi, s.10, 1992

[36] Ermeni-PKK bağlantısı: İ. Soysal (23.3. 1992, Cumhuriyet)

[37] “Karabağ'da PKK militanları” (12.3.1992, Cumhuriyet)

[38] Cemil Gündoğan; “Ermeni Heyulası İle Kürtlerin Özgürlük ve Bağımsızlık Mücadelesine Karşı Sinsi Bir Plan Hazırlanmaktadır", Özgür Halk Dergisi, Ağustos 1992 .,s.22

[39]Ermenistan yeniden diyalog istiyor”, (Petrosyan’ın Türkiye işlerindeki başdanışmanı tarihçi Prof.Jirayr Libardyan’la söyleşi), Cumhuriyet, 27 Temmuz 1997, s.6

[40] Radikal, "Avrupa Bakû'den yana", 8 Mayıs 1997, s.10

Yorumlar