SSCB’nin çözülmeye başladığında bağımsızlık için
ayaklanan ulusların başında Ermeniler ve Azeriler geliyordu.
Ermenistan SSC’de on binlerce insan Erivan
meydanlarında toplanıp merkezi otoriteyi karşılarına alarak ulusal istemlerde
bulundu; büyük grevler ve gösteriler örgütlediler. SSCB gibi “Ulusal Sorunları”
70 yıldan beri çözmüş olduğu iddiasındaki bir ülkede, iki Sovyet Cumhuriyeti
Azerbaycan ve Ermenistan’ın egemenliklerini ilan eder etmez “Dağlık-Karabağ”(Artshak)
bunalımı nedeniyle sıcak savaşa girişmeleri Sovyet askeri birliklerinin
Azerbaycan’a müdahale etmesi; “Ermeni Sorunu”nun tarihin sayfalarında kalmış
“trajik olaylar” değil, canlı bir olgu olduğunu çarpıcı bir biçimde gösterdi.
Ermenistan SSC’i Parlamentosu, TC-SSCB sınırlarını
tespit eden 1921 Moskova Antlaşmasını hukuki olarak geçersiz sayan bir karar
aldı. Türk basını aslında bu kararın bir tür “savaş ilanı” olarak
değerlendirilmesi gerektiğini yazdı.[1]
1991 yılı Ocak ayında Halk Cephesinin Bakû’de
düzenlediği mitingden sonra Azeri şovenizminin kamçılanarak, Ermeni
mahallelerine saldırmaları sonucu, 60 Ermeni katledildi. Gazeteler, 1988 yılı
başlarında Bakû’de yaşayan yaklaşık 250 bin Ermeni’nin, zorla göç ettirme
politikası sonucu 1990 yılı başlangıcında ancak 30 bin kişi kaldığını yazdılar.
Bakû’de kalan bütün Ermenilerin can havliyle tahliye edilmelerinin ardından,
Sovyet İçişleri Bakanlığına bağlı askeri birliklerin Azerbaycan’a müdahalesi,
TC’de “anti-Ermeni” şovenizmin şahlanmasına, faşist hareketin bu vesileyle
meydanlara taşmasına yol açmıştı.
2000‘li yıllara gelindiğinde Azerbaycan-Ermenistan
arasındaki ateşkese rağmen, “Dağlık Karabağ” bunalımı tüm ağırlığıyla sürüyor.
Etnik gerilimler bakımından Kafkasya, dünyanın belli başlı bunalım alanlarından
biri olma özelliğini koruyor.
SSCB, henüz dağılmanın eşiğindeyken 90’lı yılların başında Kafkasya
bölgesinde ulusal cephelerin etkinliği komünist partilerini kat kat geçmişti.
Öyle ki, buradaki komünist partileri de ulusçuluğun manyetik alanına çekilmiş
durumdaydılar ya da bizzat ulusçuluk komünist partiler tarafından da
destekleniyordu.
Bu Cumhuriyetlerdeki milliyetçi akımları bir geleneğe ve tarihsel bir hafızaya
sahiptiler.
1921’de Taşnaktsutyun Partisi Sovyetler Birliği’nden çıkarıldıktan
sonra Sovyet Ermenistan’ında ulusalcı akımlar varlıklarını yitirmedi. 1968
yılında bazı Ermeni aydınları tarafından “Ermeni Birleşik Milliyetçi Partisi”
kuruldu. Parti, bağımsız birleşik Ermenistan fikrini benimsiyor, TC ve
İran’daki Ermenistan topraklarını da bu projeye dahil ediyordu. İki önderi 1971
yılında Brejnev tarafından kurşuna dizilen örgüt, KGB tarafından etkisiz hale
getirilmişti.
Glasnost-Perestroyka politikalarının açtığı ortamda Ermeni Birleşik
Milliyetçi Partisi yandaşları yeniden örgütlenmeye başladılar.1989’da yalnız
Sovyet Ermenistan’ında değişik milliyetçi parti ve siyasi örgütlerin sayısı
20’yi aşmaktaydı.
Azerbaycan’daki milliyetçi örgütlenmelerin varlığından son yıllara
kadar fazla söz edilmiyordu. Bunun bir nedenini, Azeri ulusalcılığının
Azerbaycan Komünist Parti ve bürokrasi içinde bir hayli etkin oluşunda aramak
gerekiyor. Öyle ki, 1988’den sonra Karabağ bunalımı Azerbaycan Komünist Partisi
ve bürokrasisi ile Moskova’nın arasını iyice açtıktan sonra 1989’da örgütlenen Azerbaycan
Halk Cephesi çığ gibi büyümeye başladı. Parti içinden ve yönetimden de
destek gören bu ulusal örgütlenme de eski “Azerbaycan Müsavat Partisi”
yandaşları, sosyal-demokratlar, radikal İslamcılar gibi çeşitli eğilimlerden
gruplar yer alıyordu.
Karabağ
Ermeni ulusalcılığının kalesiydi
Karabağ kelime olarak Türkçe gibi görünse de tersine, Ermenice..[2]
Henüz Ermenistan-Azerbaycan Cumhuriyetlerinin olmadığı, “Karabağ
anlaşmazlığı” diye bir sorunun da bulunmadığı bir dönemde, 1893’de Antropolog
E.Chanter şöyle yazmıştı;
“Ermenilerin tecanüsü[yoğunlaşması] bilhassa Karabağ ve Aras-Kur’an
yukarı kesimindedir.” [3]
Safevi İmparatoru Şah Abbas (1585-1629), 1606 tarihinde Doğu
Ermenistan’ı Osmanlı’lardan geri aldıktan sonra, sınırı güçlendirmek için
Sultan Selim’in Kürt Beylerine tanıdığı özerklik politikasının benzerini, o da
Karabağ’daki Ermeni Prenslerine tanıdı. Bunun bir sonucu olarak beş Melikliğe
bölünen (Udi, Artzag ve Sunik) Karabağ Hanlığı yüzyıllarca özerkliğini
korudu. [4]
Ermeni Prensi David Beg zamanında 1722-1730 yıllarında, Rus
Çarlığı’nın Hazar ve Güney Kafkasya’ya sarkması sırasında İran, Rusya ve
Osmanlılarla meydana gelen çatışmalarda bağımsızlıklarını korudular.
Rus ordularının ilerleyişinden yararlanan Karabağ (Artshak) Melikleri
İran’ın yönetiminden tamamen bağımsızlaşmayı başardılar. Aynı mücadele Gaban
bölgesi için de yürütüldü ve 1723’de Mihitar öncülüğündeki Ermeni ordusu,
bölgeyi İran’dan geri aldı. Osmanlıların bu gelişmelerden kaygı duyarak 1725
yılında Yerevan’a sefer düzenlemesi üzerine Osmanlı ve Karabağ Hanlığı arasında
şiddetli çatışmalar meydana geldi ve Osmanlılar tüm bölgeden geri çekilmek
zorunda bırakıldı.
Karabağ Melikleri ailesinden Israyel Ori’nin (1660-1730) Rus
Çarı, Alman İmparatoru, Papa, İran Şahı ve birçok Avrupa devleti nezdinde,
bağımsızlık isteklerine destek arama çabaları bu döneme rastlar. Somut
destekler sağlanamamış olsa da Ori Ermeni sorununun tanıtılmasında ve sempati
kazanmasında büyük diplomatik başarılar kazandı. Ori’nin çabaları Ermeni
ulusçuluğunda Rus eğiliminin güçlenmesine de yol açtı.
Bu gelişmeler üzerine 1727’de İran ve Ermeni Prensleri arasında,
Karabağ Hanlığının bağımsızlığını tanıyan ama Osmanlı ve Rusya’ya karşı
bağlaşıklık öngören bir anlaşma yapıldı. Ne var ki Prens Davit ve Yesai
Katoligos’un ölümü üzerine başlayan otorite zafiyetinden yararlanan Osmanlı
ordusu 1728’de tekrar aynı bölgeyi işgal etti.[5]
Karabağ üzerindeki işgaller geçici olmaktan öteye gidemedi. Daha
sonraki yüzyıllarda da Karabağ, Kafkasya’da gelişen Ermeni ulusalcılığının
ocağı olma özelliği kazandı.
Ermeni tarihçi Varandian şunları yazıyor:
“... Müslümanların [Osmanlı ve Acem] asırlık
boyunduruğu Ermeni halkının üzerine ağır bir şekilde bastırıyordu. Bununla
beraber Ermeniler istikbalde umutlarını kesmiyorlardı. Esasen Ermenistan’ın
tamamı ebedi ve mahzun bir sükuta mahkum edilebilmiş değildi. Zeytun, Sason,
Karabağ gibi yarı bağımsızlığını muhafaza edebilmiş ve yabancı despotlara karşı
zaman zaman isyan ruhunu cesur darbelerle kendini gösterdiği dağlık bölgeler
vardı. XVIII. asrın şafağında İran Ermenistanı’nda Karabağ’ın geniş bir bölgesinde
isyanlar çıktı. Nadir bulunur muharip kaliteleri olan bir Ermeni Prens
[Komutan] Davit Bek hareketin başına geçti ve parlak zaferler kazandı.
....
Çarın orduları Kafkas ötesi Ermenistan’a ancak XIX.
asrın başında ayaklarını attılar ve yavaş yavaş işgallerini genişlettiler.
1826-27’de kanlı bir savaştan sonra Rusya, İran’dan iki Ermeni eyaletini
Yerevan ve Nakhçevan’ı kopardı. Ermeni milleti topyekün başta Patrik Nerses
Aştarak[6] olmak
üzere, bu kurtuluş savaşında aktif rol oynadı.”[7]
Karabağ anlaşmazlığı çıkmadan çok önce 1917 tarihinde yazılmış bu
kitaptan da anlaşıldığı gibi, Ermeniler Karabağ’a ulusal mücadeleleri açısından
özel bir önem atfetmektedirler.
Kafkasya ve İran üzerinden Hindistan’a kadar giden ticaret yolu
üzerinde etkin olan Ermeni ticaret yaşamı, buna uygun olarak ilk düşünsel
ürünlerine Hindistan’ın önemli ticaret kentlerinden olan Madras’ta
vermişti. Karabağ Prensleri ve Etchmdyadzin Katoligosluğu bu ulusal canlanışa
hem öncülük ediyor hem de maddi zemin sunuyorlardı. Madras’ta Ermeni aydınları
ve ticaret sınıfınca oluşturulan ilk ulusalcı grup Karabağ Meliklerini ve
Katoligosluğu ulusal hareketin önderleri olarak görüyorlardı.
Ermeni ulusalcılığının Osmanlı ve İran egemenliğine karşı Rusya ile
ittifak arayışı, Rusya’nın da Güneye açılma politikasıyla birleşince, Güney
Kafkasya’da tüm dengeler değişti. 1774’de Osmanlılarla Küçük Kaynarca,
1813’de İran’la Gülüstan’da yapılan anlaşmalarla Doğu Kürdistan’ın büyük
bölümü İran ve Osmanlı egemenliğinden çıkarak Rusya’ya geçti. Ermeni egemen sınıfları
bu ilişkilerden ilerisi için de büyük umutlar beslemeye başladılar.
Rusya’nın İran ve Hindistan’a doğru genişlemesinden korkan
İngiltere’nin teşviki üzerine İran, 1826’da Karabağ bölgesini geri almak için
saldırıya geçip Şuşi kalesini kuşattıysa da, başarılı olamadı. İran’la Rusya
arasında imzalanan 1828 Türkmençay anlaşması ile Ararat, Yerevan,
Nakhçevan, Karabağ, Zengezur gibi Kuzey Doğu Ermenistan’ın büyük kısmı İran
egemenliğinden çıkarak Rusya’ya bağlandı.
Aynı yıllarda patlak veren Osmanlı-Rus savaşında Ermeni ulusalcılarının
Rusya’yı desteklemesi üzerine Osmanlılar da büyük bir yenilgiye uğradılar.
Kars, Erzurum ve Van gibi Batı Ermenistan’ın önemli bir bölümünü kaybeden
Osmanlılar, 1829’da Andreapolis (Edirne) anlaşmasıyla Rusya karşısında ağır
koşullar kabul etmeleri üzerine kaybettikleri topraklar Rusya tarafından geri
verildi.
Ermeni ulusalcılarının Kuzeydoğu Ermenistan’da özerk yönetimler kurma
isteği Rusya tarafından olumlu karşılanmadı ve Ermenilere sadece dini ve
kültürel özerklik sağlanmasıyla yetinildi. Kafkasya Ermenilerinin, Rusya ve
Avrupa’da eğitim yapma olanaklarına kavuşmaları Avrupa’da gelişen aydınlanmacı
görüşlerin, liberal ve sosyalist düşünüşlerin de yayılmasına örgütlenmesine ön
ayak oldu. İki büyük Ermeni örgütü Taşnak ve Hınçak da Kafkasyalılar arasından
çıktı. Karabağ XIX.yy’ların başlarına kadar Ermeni köylülüğünün yoğunlaştığı
bir yer olmasına rağmen, madeni eşya, dokuma, deri gibi el sanatlarıyla da
kapitalizmin yeni yeni girmeye başladığı Kafkasya bölgesinde geleneksel yerini
korumaya çalışıyordu.
Karabağ’ın coğrafik yapısı Ermeni Fedai gruplarının
eğitimi ve barınması için bir üs oluşturdu. Aynı şekilde 1915 jenosidinden göç
eden toplulukların için Erivan ve Karabağ bölgesi gerçek bir kurtuluş alanı
olmuştu.
Dağlık-Karabağ Bunalımı
Dağlık Karabağ (Nogorno-Karabağ) bunalımı, Sovyetler Birliği’nde
uluslar arasındaki yerel şovenizmlerin boyutlarını gösteren ve ulusal sorunlara
karşı yaklaşımın hâlâ 100 yıl önceki anlayışlarla çözülmeye çalışıldığını
gösteren tipik bir örnek oldu.
Azerbaycan ile Ermenistan arasında anlaşmazlık konusu olan
Dağlık-Karabağ, Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölge. Özerk olmasının nedeni bu
bölgede yaşayan nüfusun % 80’den fazlasının Ermeni olması. Bu nedenle, Karabağ
Azerbaycan açısından bir “anklav” [iç bölge].. Aynı şekilde
Ermenistan sınırları içinde de özerk bir bölge var: Nakhçevan. Bu bölge
nüfusunun çoğunluğunu ise Azeriler oluşturuyor. Fakat, Nakhçevan, Ermenistan
sınırları içinde olmasına karşın, Ermenistan’a değil Azerbaycan’a bağlı ve
Azerbaycan açısından bir “eksklav” [dış bölge] oluşturuyor.
Ekim Devrimi’nin yarattığı koşullarda önce Güney Kafkasya Federasyonu
kurulmuş, kısa bir süre sonra 1918’de bu federasyonun dağılmasıyla Azerbaycan,
Gürcistan ve Ermenistan bağımsız cumhuriyetler haline gelmişlerdi. Mondros
Mütarekesiyle silah bırakmış olmasına rağmen Kazım Karabekir’in komutasındaki
Osmanlı Doğu Orduları bağımsız Ermenistan’ı sınırlandırmak ve Azerbaycan’la
birleşmek için, Bakû’ye doğru harekete geçti. Nahkçevan’ı alıp Bakû’de Alman
ordusuyla birleşen Osmanlı ordusu, Karabağ’ı da ele geçirmek için girişimde
bulunduysa da General Antranik’in bölgede bulunmasıyla bu mümkün olmadı.
İngilizlerin Bakû’ye girmesi üzerine kenti boşaltarak geri çekilmek zorunda
kalan Osmanlı ordusu ile Ermenistan Cumhuriyeti ve Rusya ile yapılan ayrı ayrı
yapılan Kars ve Moskova anlaşmaları ile bugünkü Türkiye-Rusya (BDT) sınırlar
ortaya çıkmış oldu.
Nakhçevan’ın statüsü Rusya Sosyalist Federasyonu ile Ankara hükümeti
arasında imzalanan 16 Mart 1921 Moskova antlaşmasıyla belirlenmişti. Bu
antlaşma daha sonra Ankara hükümeti, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Sovyet
Cumhuriyetleri ile Rusya arasındaki 11 Ekim 1921 Kars antlaşmasıyla teyit
edildi. Moskova antlaşmasının 34. ve Kars antlaşmasının 5. maddesindeki
belirlemeye göre, Nakhçevan özerk bir bölge olarak başka bir devlete
devretmemek koşulu ile Azerbaycan Cumhuriyetine bağlanıyor. Nakhçevan’ın
statüsünün değişmesi ise, ancak TC’nin onayı ile mümkün olabilecekti. Bu yüzden
Ermenistan Cumhuriyetinin sınırları içinde kalan Nakhçevan, Azerbaycan
yönetimindeyken, Azerbaycan sınırları içerisinde kalan ve nüfusunun çoğunluğu
Ermeni olan Karabağ Özerk Cumhuriyeti yine Azerbaycan’a bağlı bulunuyor.
Azerbaycan, Karabağ’ın kendisine ait olduğu ve Ermenileri buraya “misafir”
olarak yerleştirdiklerini, yönetimlerinden ayrılmaya hakları olmadığını
savunuyorlardı.
Nakhçevan’ın sancılı statüsü de yine, TC’nin anti-Ermeni politikasının
bir sonucu. Rusya ile anlaşmadan önce Nakhçevan’ı işgal etmiş olan Kemalistler,
Ermenistan’a verilmemesi ve Ermenistan’ın TC’den toprak talep etmemesi
koşuluyla Nakhçevan’ın Azerbaycan’a bağlanmasına rıza göstermişti.
1921 antlaşmasına göre TC’nin SSCB sınırından sadece 300 metrelik bir
bölümü Nakhçevan’la sınırdı. TC bu kapıya güvenerek Azerbaycan’la olan
bağlantısı için ileriye dönük hesaplar yapmaktaydı o zaman. Karabekir’in
anılarında bunu yeterince izlemek mümkün.[517]
Ancak TC, Ağrı Direnişi nedeniyle 1931’de İran’la toprak alış-verişi yaptıktan
sonra Nakhçevan ile arasında 9 km’lik bir sınır gerçekleşti.
Ermenistan SSC. kurulurken Ermeni nüfusunun yoğun olması nedeniyle
bütün Azeri ve Sovyet yöneticileri Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a bağlı olması
gerektiğini açıkça ifade etmişlerdi. 1 Aralık 1920 günü Rusya Sosyalist Federal
Cumhuriyetlerinin Kafkasya’daki baş temsilcisi Orjonikidze, Bakû
Sovyeti'nde yaptığı konuşmada Dağlık Karabağ’ın başka bölgelerle birlikte
Ermenistan’a verilmesi gerektiğini belirtiyordu. Azerbaycan Cumhuriyetinin
Devlet Başkanı Neriman Nerimanov’un ertesi günkü gazetelerde yayınlanan
demecinde ise açıkça;
“... Zengezur ve Nakhçevan, Ermenistan’ın ayrılmaz bir
bölümüdür. Karabağ halkına kendi kaderini tayin hakkı bütünüyle tanınmıştır”
demektedir.
Stalin ise 4 Aralık 1920 tarihli Pravda’daki
açıklamasında;[8]
“... 1 Aralık günü Sovyetik Azerbaycan tartışmalı
bölgelerden gönüllü olarak vazgeçmiş ve Karabağ, Nakhçevan ve Zengezur
bölgelerini Sovyetik Ermenistan’a devretmek istediğini “ilan etmiştir.
Ama, o dönemde de kendini gösteren huzursuzluk nedeniyle Zengezur ve
çevresi tamamen Ermenistan’a verildiyse de Nakhçevan ve Karabağ Azerbaycan’a
bağlı özerk idari birimler haline geldi. Ermenistan’la birleştirilen Zengezur
eyaleti, Nakhçevan Özerk SSC ile Azerbaycan arasındaki bağlantıyı kesen 35-40
km genişliğinde bir bölgedir.
Moskova ve Kars antlaşmalarında Dağlık Karabağ’la ilgili bir kayıt
bulunuyor.[9]
“... Dağlık-Karabağ bölgesi ise, resmi olarak 1923’de
Kemalist Türkiye ile Sovyet hükümeti arasındaki ittifak politikasının ve Orta
Asya’nın Müslüman haklarını yabancılaştırmamak kaygısının etkisi altında
Stalin’in uluslar komiserliğinin baskısıyla Azerbaycan’a verilmiştir.”[10]
Bütün bu gelişmeler Dağlık-Karabağ’ın çok tartışmalı bir bölge olduğunu
ve Ermenistan’ın bölge üzerindeki iddiasının tarihin derinliklerine kadar
uzandığını gösteriyor.
Karabağ bölgesi Azerbaycan’ın en yoksul kesimi, Azeri yöneticileri
şoven yaklaşımlarla Karabağ’daki Ermeni toplumunun ulusal kimliklerini silmeye
yönelik davranışlar içinde olmuşlardır sürekli. Örneğin, Karabağlı Ermeniler,
Ermenistan TV’sinin yayınlarını izlemesinler diye verici antenlerinin yıllardır
yaptırılmadığından, çocuklarının Ermeni dilini öğrenemediklerinden, Ermeni
kültürü alamadıklarından yakınıyorlar; Hatta, Ermenistan Cumhuriyetinden
Ermenice kitap bile getirtilmediğinden, sosyal bilimler, Pedagoji bölümünde
Ermeni tarihi ve coğrafyası okutulmadığı, kendi tarihlerini öğrenemediklerinden
söz ediyorlardı. Bunlar bir yana sosyal, ekonomik ve kültürel konularda da
Karabağ’lıların ihmal edildiği spor tesisleri ve kültür sarayının yıllardır
bitirilmediği belirtiliyordu.[11]
Karabağ Azerbaycan’a bağlı olduğu için bir çok sorunun çözümü Azeri
yönetimine bağlı ve onlar sorumlu. Bir gazeteci şöyle yazıyor.
“... özerk bölgeye tanınan haklar sınırlı ve bazen
uydurmadır. Doktor ya da öğretmen olarak atanmak bile Cumhuriyetin (Azerbaycan)
iznine bağlıdır. NKÖC ve Ermenistan arasına sanki bir perde gerilmiştir.”[12]
Elbette bu sorunlar bir kaç yılın değil, on yılların birikimidir.
“... Azerbaycan; Bu ülkede temel milliyet Azerilerdir.
Ama, Ermeniler de vardır. Azerbaycanlıların bir bölümü arasında da bazen pek de
örtülü olmayan bir eğilim vardır. Şöyle ki; ‘Biz Azeriler, görüyor musunuz bu
ülkenin çocuklarıyız, oysa onlar, Ermeniler dışarıdan geliyorlar. Bu nedenle,
onları biraz bastırıp ezebiliriz, çıkarlarını hesaba katmayabiliriz.’ Bu da
şovenizmdir. Sovyetik iktidarın üzerinde yükseldiği milliyetlerin eşitliğini
tehlikeye düşürür.”
Bu satırlar sanki güncel bir makaleden alınmış gibi görünüyor. Ama öyle
değil. Rus Komünist Partisi XII.Kongresine Stalin tarafından sunulan ve Parti
Merkez Komitesi tarafından onaylanmış, 1923 tarihli tezlerden bir alıntıdır.
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunların tarihinin eskilere dayandığını
ve 70 yıldır yerinde saydığını gösteriyor.Ermeni Milliyetçi Partisi bu nedenle
Azerbaycan’ın ayrımcı politikasına karşı kolayca taban edinebiliyordu.
Azerbaycan- Ermenistan Çatışması ve
Karabağ Sorunu
90”lı yıllara gelindiğinde Kafkasya bölgesinde ulusal cephelerin ektin
liginin komünist partilerini kat kat geçtiği bir gerçekti. Öyle ki, buradaki
komünist partileri de neredeyse ulusçuluğun manyetik alanına çekilmiş
durumdaydılar ya da bizzat ulusçuluk komünist partiler tarafından da
destekleniyordu.
Bu Cumhuriyetlerdeki ulusalcı akımları bir geleneğe ve tarihsel
hafızaya sahiptiler.
Ermenilerin büyük çoğunluğu Sovyet Ermenistan’ı dışında mülteci bir
toplum olarak yaşadıkları için; uluslararasılaşmış, yaygın diaspora
örgütlenmeleri var. Ermeni ulusuyla özdeşleşmiş duruma gelen Ermeni Apostolik
Kilisesinin Yerevan yakınlarındaki Eçmiyadzin Katogigosluğu dışında; İstanbul
Patrikhanesi, Kudüs Patrikhanesi ve jenosidden sonra Beyrut’un Antilyas semtine
taşımış olan Kilikya Katogigosluğu bulunuyor. Amerika’da, Fransa’da da
Protestan kilisesine bağlı Ermeniler bir hayli çoğunlukta. Ülkeleri dışındaki
Ermeni ulusal örgütlerinin etkinliğinden elbette Ermenistan da önemli ölçüde
etkileniyor. Avrupa’da, Amerika’da, Lübnan ve Suriye’de güçlü Ermeni lobileri
var. Ayrıca bir dizi Ermeni örgütlerinin temsil edildiği Ermeni Ulusal Kongresi
de Cenevre’de geçtiğimiz yıllarda tarihsel bir toplantı yaptı ve TC’nin “1915
soykırımını tanınması, tazminat vb.” gibi konularda ortak kararlar aldı. 70’li
yıllarda ortaya çıkan ve daha çok siyasal şiddeti öne çıkaran, Türk
diplomatlarına yapılan suikastlarla tanınan ASALA, ARA gibi radikal örgütleler
de söz konusu...
Geçtiğimiz konularda değindiğimiz Taşnaktsutyun Partisi diasporadaki
Ermeni toplulukları arasındaki faaliyetlerini halen sürdürüyorlar.
1921’de Taşnaktsutyun Partisi Sovyetler Birliği’nden çıkarıldıktan
sonra Sovyet Ermenistan’ında ulusalcı akımlar varlıklarını yitirmedi. “Ermeni
Birleşik Milliyetçi Partisi” 1968 yılında bazı Ermeni aydınları tarafından
kuruldu. Parti, bağımsız birleşik Ermenistan fikrini benimsiyor, TC ve İran’daki
Ermenistan topraklarını da bu projeye dahil ediyordu. İki önderi 1971 yılında
Brejnev tarafından kurşuna dizilen örgüt, KGB tarafından etkisiz hale
getirilmişti.
Glasnost-Perestroyka politikalarının açtığı ortamda Ermeni Birleşik
Milliyetçi Partisi yandaşları yeniden örgütlenmeye başladılar.1989’da yalnız
Sovyet Ermenistan’ında değişik milliyetçi parti ve siyasi örgütlerin sayısı
20’yi aşmaktaydı.
Azerbaycan’daki milliyetçi örgütlenmelerin varlığından son yıllara
kadar fazla söz edilmiyordu. Bunun bir nedenini, Azeri ulusalcılığının
Azerbaycan Komünist Parti ve bürokrasi içinde bir hayli etkin oluşunda aramak
gerekiyor. Öyle ki, 1988’den sonra Karabağ bunalımı Azerbaycan Komünist Partisi
ve bürokrasisi ile Moskova’nın arasını iyice açtıktan sonra 1989’da örgütlenen Azerbaycan
Halk Cephesi çığ gibi büyümeye başladı. Parti içinden ve yönetimden de
destek gören bu ulusal örgütlenme de eski “Azerbaycan Müsavat Partisi”
yandaşları, sosyal-demokratlar, radikal İslamcılar gibi çeşitli eğilimlerden
gruplar yer alıyor.
Karabağ
Ermeni ulusalcılığının kalesiydi
Karabağ kelime olarak Türkçe gibi görünse de tersine, Ermenice..[13]
Henüz Ermenistan-Azerbaycan Cumhuriyetlerinin olmadığı, “Karabağ
anlaşmazlığı” diye bir sorunun da bulunmadığı bir dönemde, 1893’de Antropolog
E.Chanter şöyle yazmıştı;
“Ermenilerin tecanüsü[yoğunlaşması] bilhassa Karabağ ve Aras-Kur’an
yukarı kesimindedir.” diye yazar.[14]
Safevi İmparatoru Şah Abbas (1585-1629), 1606 tarihinde Doğu
Ermenistan’ı Osmanlı’lardan geri aldıktan sonra, sınırı güçlendirmek için
Sultan Selim’in Kürt Beylerine takındığı özerklik politikasının benzerini, o da
Karabağ’daki Ermeni Prenslerine tanıdı. Bunun bir sonucu olarak beş Melikliğe
bölünen (Udi, Artzag ve Sünik) Karabağ Hanlığı yüzyıllarca özerkliğini
korudu. [15]
Ermeni Prensi David Beg zamanında 1722-1730 yıllarında, Rus
Çarlığı’nın Hazar ve Güney Kafkasya’ya sarkması sırasında İran, Rusya ve
Osmanlılarla meydana gelen çatışmalarda bağımsızlıklarını korudular.
Rus ordularının ilerleyişinden yararlanan Karabağ (Arzah) Melikleri
İran’ın yönetiminden tamamen bağımsızlaşmayı başardılar. Aynı mücadele Gaban
bölgesi için de yürütüldü ve 1723’de Mihitar öncülüğündeki Ermeni ordusu,
bölgeyi İran’dan geri aldı. Osmanlıların bu gelişmelerden kaygı duyarak 1725
yılında Yerevan’a sefer düzenlemesi üzerine Osmanlı ve Karabağ Hanlığı arasında
şiddetli çatışmalar meydana geldi ve Osmanlılar tüm bölgeden geri çekilmek
zorunda bırakıldı.
Karabağ Melikleri ailesinden Israyel Ori’nin (1660-1730) Rus
Çarı, Alman İmparatoru, Papa, İran Şahı ve birçok Avrupa devleti nezdinde,
bağımsızlık isteklerine destek arama çabaları bu döneme rastlar. Somut
destekler sağlanamamış olsa da Ori Ermeni sorununun tanıtılmasında ve sempati
kazanmasında büyük diplomatik başarılar kazandı. Ori’nin çabaları Ermeni
ulusçuluğunda Rus eğiliminin güçlenmesine de yol açtı.
Bu gelişmeler üzerine 1727’de İran ve Ermeni Prensleri arasında,
Karabağ Hanlığının bağımsızlığını tanıyan ama Osmanlı ve Rusya’ya karşı
bağlaşıklık öngören bir anlaşma yapıldı. Ne var ki Prens Davit ve Yesai
Katoligos’un ölümü üzerine başlayan otorite zafiyetinden yararlanan Osmanlı
ordusu 1728’de tekrar aynı bölgeyi işgal etti.[16]
Karabağ üzerindeki işgaller geçici olmaktan öteye gidemedi. Daha
sonraki yüzyıllarda da Karabağ, Kafkasya’da gelişen Ermeni ulusalcılığının
ocağı olma özelliği kazandı.
Ermeni tarihçi Varandian şunları yazıyor:
“... Müslümanların [Osmanlı ve Acem] asırlık
boyunduruğu Ermeni halkının üzerine ağır bir şekilde bastırıyordu. Bununla
beraber Ermeniler istikbalde umutlarını kesmiyorlardı. Esasen Ermenistan’ın
tamamı ebedi ve mahzun bir sükuta mahkum edilebilmiş değildi. Zeytun, Sason,
Karabağ gibi yarı bağımsızlığını muhafaza edebilmiş ve yabancı despotlara karşı
zaman zaman isyan ruhunu cesur darbelerle kendini gösterdiği dağlık bölgeler
vardı. XVIII. asrın şafağında İran, Ermenistan’ın da Karabağ’ın geniş bir
bölgesinde isyanlar çıktı. Nadir bulunur muharip kaliteleri olan bir Ermeni
Prens [Komutan] Davit Bek hareketin başına geçti ve parlak zaferler kazandı.
....
Çarın orduları Kafkas ötesi Ermenistan’a ancak XIX.
asrın başında ayaklarını attılar ve yavaş yavaş işgallerini genişlettiler.
1826-27’de kanlı bir savaştan sonra Rusya, İran’dan iki Ermeni eyaletini
Yerevan ve Nakhçevan’ı kopardı. Ermeni milleti topyekün başta Patrik Nerses
Aştarak[17] olmak
üzere, bu kurtuluş savaşında aktif rol oynadı.”[18]
Karabağ anlaşmazlığı çıkmadan çok önce 1917 tarihinde yazılmış bu
kitaptan da anlaşıldığı gibi, Ermeniler Karabağ’a ulusal mücadeleleri açısından
özel bir önem atfetmektedirler.
Kafkasya ve İran üzerinden Hindistan’a kadar giden ticaret yolu
üzerinde etkin olan Ermeni ticaret yaşamı, buna uygun olarak ilk düşünsel
ürünlerine Hindistan’ın önemli ticaret kentlerinden olan Madras’ta
vermişti. Karabağ Prensleri ve Etchmdyadzin Katoligosluğu bu ulusal canlanışa
hem öncülük ediyor hem de maddi zemin sunuyorlardı. Madras’ta Ermeni aydınları
ve ticaret sınıfınca oluşturulan ilk ulusalcı grup Karabağ Meliklerini ve
Katoligosluğu ulusal hareketin önderleri olarak görüyorlardı.
Ermeni ulusalcılığının Osmanlı ve İran egemenliğine karşı Rusya ile
ittifak arayışı, Rusya’nın da Güneye açılma politikasıyla birleşince, Güney
Kafkasya’da tüm dengeler değişti. 1774’de Osmanlılarla Küçük Kaynarca,
1813’de İran’la Gülüstan’da yapılan anlaşmalarla Doğu Kürdistan’ın büyük
bölümü İran ve Osmanlı egemenliğinden çıkarak Rusya’ya geçti. Ermeni egemen
sınıfları bu ilişkilerden ilerisi için de büyük umutlar beslemeye başladılar.
Rusya’nın İran ve Hindistan’a doğru genişlemesinden korkan
İngiltere’nin teşviki üzerine İran, 1826’da Karabağ bölgesini geri almak için
saldırıya geçip Şuşi kalesini kuşattıysa da, başarılı olamadı. İran’la Rusya
arasında imzalanan 1828 Türkmençay anlaşması ile Ararat, Yerevan,
Nakhçevan, Karabağ, Zengezur gibi Kuzey Doğu Ermenistan’ın büyük kısmı İran
egemenliğinden çıkarak Rusya’ya bağlandı.
Aynı yıllarda patlak veren Osmanlı-Rus savaşında Ermeni ulusalcılarının
Rusya’yı desteklemesi üzerine Osmanlılar da büyük bir yenilgiye uğradılar.
Kars, Erzurum ve Van gibi Batı Ermenistan’ın önemli bir bölümünü kaybeden
Osmanlılar, 1829’da Andreapolis (Edirne) anlaşmasıyla Rusya karşısında
ağır koşullar kabul etmeleri üzerine kaybettikleri topraklar Rusya tarafından
geri verildi.
Ermeni ulusalcıları Rusya’dan umduklarını bulamadılar. Kuzeydoğu
Ermenistan’da özerk yönetimler kurma isteği Rusya tarafından olumlu
karşılanmadı ve Ermenilere sadece dini ve kültürel özerklik sağlanmasıyla
yetinildi. Kafkasya Ermenilerinin, Rusya ve Avrupa’da eğitim yapma olanaklarına
kavuşmaları Avrupa’da gelişen aydınlanmacı görüşlerin, liberal ve sosyalist
düşünüşlerin de yayılmasına örgütlenmesine ön ayak oldu. İki büyük Ermeni
örgütü de Kafkasyalılar arasından çıktı. Karabağ XIX. yy’ların başlarına kadar
Ermeni köylülüğünün yoğunlaştığı bir yer olmasına rağmen, madeni eşya, dokuma,
deri gibi el sanatlarıyla da kapitalizmin yeni yeni girmeye başladığı Kafkasya
bölgesinde geleneksel yerini korumaya çalışıyordu..
Coğrafik yapısı Ermeni Fedai gruplarının eğitimi ve
barınması için bir üs oluşturdu. 1915 jenosidinden göç eden toplulukların için
Erivan ve Karabağ bölgesi gerçek bir kurtuluş alanı olmuştu.
Dağlık-Karabağ Bunalımı
Dağlık Karabağ (Nogorno-Karabağ) bunalımı, Sovyetler Birliği’nde
uluslar arasındaki yerel şovenizmlerin boyutlarını gösteren ve ulusal sorunlara
karşı yaklaşımın hâlâ 100 yıl önceki anlayışlarla çözülmeye çalışıldığını
gösteren tipik bir örnek oldu.
Azerbaycan ile Ermenistan arasında anlaşmazlık konusu olan
Dağlık-Karabağ, Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölge. Özerk olmasının nedeni bu
bölgede yaşayan nüfusun % 80’den fazlasının Ermeni olması. Bu nedenle, Karabağ
Azerbaycan açısından bir “anklav” -iç bölge-.. Aynı şekilde
Ermenistan sınırları içinde de özerk bir bölge var: Nakhçevan. Bu bölge
nüfusunun çoğunluğunu ise, Azeriler oluşturuyor. Fakat, Nakhçevan, Ermenistan
sınırları içinde olmasına karşın, Ermenistan’a değil Azerbaycan’a bağlı ve
Azerbaycan açısından bir “eksklav” -dış bölge- oluşturuyor.
Geçtiğimiz bölümlerde belirttiğimiz gibi Ekim Devrimi’nin yarattığı
koşullarda önce Güney Kafkasya Federasyonu kurulmuş, kısa bir süre sonra
1918’de bu federasyonun dağılmasıyla Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan
bağımsız cumhuriyetler haline gelmişlerdi. Mondros Mütarekesiyle silah bırakmış
olmasına rağmen Kazım Karabekir’in komutasındaki Doğu Orduları bağımsız
Ermenistan’ı sınırlandırmak ve Azerbaycan’la birleşmek için, Bakû’ye doğru
harekete geçti. Nahkçevan’ı alıp Bakû’de Alman ordusuyla birleşen Osmanlı
ordusu, Karabağ’ı da ele geçirmek için girişimde bulunduysa da General
Antranik’in bölgede bulunmasıyla bu mümkün olmadı. İngilizlerin Bakû’ye girmesi
üzerine kenti boşaltarak geri çekilmek zorunda kalan Osmanlı ordusu ile
Ermenistan Cumhuriyeti ve Rusya ile yapılan ayrı ayrı yapılan Kars ve Moskova
anlaşmaları ile bugünkü sınırlar ortaya çıkmış oldu.
Nakhçevan’ın statüsü Rusya Sosyalist Federasyonu ile Ankara hükümeti
arasında imzalanan 16 Mart 1921 Moskova antlaşmasıyla belirlenmişti. Bu
antlaşma daha sonra Ankara hükümeti, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Sovyet
Cumhuriyetleri ile Rusya arasındaki 11 Ekim 1921 Kars antlaşmasıyla teyit
edildi. Moskova antlaşmasının 34. ve Kars antlaşmasının 5. maddesindeki
belirlemeye göre, Nakhçevan özerk bir bölge olarak başka bir devlete
devretmemek koşulu ile Azerbaycan Cumhuriyetine bağlanıyor. Nakhçevan’ın
statüsünün değişmesi ise, ancak TC’nin onayı ile mümkün olabilir. Bu yüzden
Ermenistan Cumhuriyetinin sınırları içinde kalan Nakhçevan, Azerbaycan
yönetimindeyken, Azerbaycan sınırları içerisinde kalan ve nüfusunun çoğunluğu
Ermeni olan Karabağ Özerk Cumhuriyeti yine Azerbaycan’a bağlı bulunuyor.
Azerbaycan, Karabağ’ın kendisine ait olduğu ve Ermenileri buraya “misafir”
olarak yerleştirdiklerini, yönetimlerinden ayrılmaya hakları olmadığını
savunuyorlar.
Nakhçevan’ın sancılı statüsü de yine, TC’nin anti-Ermeni politikasının
bir sonucu. Rusya ile anlaşmadan önce Nakhçevan’ı işgal etmiş olan Kemalistler,
Ermenistan’a verilmemesi ve Ermenistan’ın TC’den toprak talep etmemesi
koşuluyla Nakhçevan’ın Azerbaycan’a bağlanmasına rıza göstermişti.
1921 antlaşmasına göre TC’nin SSCB sınırından sadece 300 metrelik bir
bölümü Nakhçevan’la sınırdı. TC bu kapıya güvenerek Azerbaycan’la olan
bağlantısı için ileriye dönük hesaplar yapmaktaydı o zaman. Karabekir’in
anılarında bunu yeterince izlemek mümkün.[517] Ancak TC, Ağrı Direnişi nedeniyle 1931’de İran’la
toprak alış-verişi yaptıktan sonra Nakhçevan Özerk SSC ile arasında 9 km’lik
bir sınır gerçekleşti.
Ermenistan SSC. kurulurken Ermeni nüfusunun yoğun olması nedeniyle
bütün Azeri ve Sovyet yöneticileri Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a bağlı olması
gerektiğini açıkça ifade etmişlerdi. 1 Aralık 1920 günü Rusya Sosyalist Federal
Cumhuriyetlerinin Kafkasya’daki baş temsilcisi Orjonikidze, Bakû
Sovyeti'nde yaptığı konuşmada Dağlık Karabağ’ın başka bölgelerle birlikte
Ermenistan’a verilmesi gerektiğini belirtiyordu. Azerbaycan Cumhuriyetinin
Devlet Başkanı Neriman Nerimanov’un ertesi günkü gazetelerde yayınlanan
demecinde ise açıkça;
“... Zengezur ve Nakhçevan, Ermenistan’ın ayrılmaz bir
bölümüdür. Karabağ halkına kendi kaderini tayin hakkı bütünüyle tanınmıştır”
demektedir.
Stalin ise 4 Aralık 1920 tarihli Pravda’daki
açıklamasında;[19]
“... 1 Aralık günü Sovyetik Azerbaycan tartışmalı
bölgelerden gönüllü olarak vazgeçmiş ve Karabağ, Nakhçevan ve Zengezur
bölgelerini Sovyetik Ermenistan’a devretmek istediğini “ilan etmiştir.
Ama, o dönemde de kendini gösteren huzursuzluk nedeniyle Zengezur ve
çevresi tamamen Ermenistan’a verildiyse de Nakhçevan ve Karabağ Azerbaycan’a
bağlı özerk idari birimler haline geldi. Ermenistan’la birleştirilen Zengezur
eyaleti, Nakhçevan Özerk SSC ile Azerbaycan arasındaki bağlantıyı kesen 35-40
km genişliğinde bir bölgedir.
Moskova ve Kars antlaşmalarında Dağlık Karabağ’la ilgili bir kayıt
bulunuyor.[20]
“... Dağlık-Karabağ bölgesi ise, resmi olarak 1923’de
Kemalist Türkiye ile Sovyet hükümeti arasındaki ittifak politikasının ve Orta
Asya’nın Müslüman haklarını yabancılaştırmamak kaygısının etkisi altında
Stalin’in uluslar komiserliğinin baskısıyla Azerbaycan’a verilmiştir.”[21]
Bütün bu gelişmeler Dağlık-Karabağ’ın çok tartışmalı bir bölge olduğunu
ve Ermenistan’ın bölge üzerindeki iddiasının tarihin derinliklerine kadar
uzandığını gösteriyor.
Karabağ bölgesi Azerbaycan’ın en yoksul kesimi, Azeri yöneticileri
şoven yaklaşımlarla Karabağ’daki Ermeni toplumunun ulusal kimliklerini silmeye
yönelik davranışlar içinde olmuşlardır sürekli. Örneğin, Karabağlı Ermeniler,
Ermenistan TV’sinin yayınlarını izlemesinler diye verici antenlerinin yıllardır
yaptırılmadığından, çocuklarının Ermeni dilini öğrenemediklerinden, Ermeni
kültürü alamadıklarından yakınıyorlar; Hatta, Ermenistan Cumhuriyetinden
Ermenice kitap bile getirtilmediğinden, sosyal bilimler, Pedagoji bölümünde
Ermeni tarihi ve coğrafyası okutulmadığı, kendi tarihlerini öğrenemediklerinden
söz ediyorlardı. Bunlar bir yana sosyal, ekonomik ve kültürel konularda da
Karabağ’lıların ihmal edildiği spor tesisleri ve kültür sarayının yıllardır
bitirilmediği belirtiliyordu.[22]
Karabağ Azerbaycan’a bağlı olduğu için bir çok sorunun çözümü Azeri
yönetimine bağlı ve onlar sorumlu. Bir gazeteci şöyle yazıyor.
“... özerk bölgeye tanınan haklar sınırlı ve bazen
uydurmadır. Doktor ya da öğretmen olarak atanmak bile Cumhuriyetin (Azerbaycan)
iznine bağlıdır. NKÖC ve Ermenistan arasına sanki bir perde gerilmiştir.”[23]
Elbette bu sorunlar bir kaç yılın değil, on yılların birikimidir.
“... Azerbaycan; Bu ülkede temel milliyet Azerilerdir.
Ama, Ermeniler de vardır. Azerbaycanlıların bir bölümü arasında da bazen pek de
örtülü olmayan bir eğilim vardır. Şöyle ki; ‘Biz Azeriler, görüyor musunuz bu
ülkenin çocuklarıyız, oysa onlar, Ermeniler dışarıdan geliyorlar. Bu nedenle,
onları biraz bastırıp ezebiliriz, çıkarlarını hesaba katmayabiliriz.’ Bu da
şovenizmdir. Sovyetik iktidarın üzerinde yükseldiği milliyetlerin eşitliğini
tehlikeye düşürür.”
Bu satırlar sanki güncel bir makaleden alınmış gibi görünüyor. Ama öyle
değil. Rus Komünist Partisi XII.Kongresine Stalin tarafından sunulan ve Parti
Merkez Komitesi tarafından onaylanmış, 1923 tarihli tezlerden bir alıntıdır.
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunların tarihinin eskilere dayandığını
ve 70 yıldır yerinde saydığını gösteriyor.Ermeni Milliyetçi Partisi bu nedenle
Azerbaycan’ın ayrımcı politikasına karşı kolayca taban edinebiliyordu.
Ulusalcılıkların yeniden uyanışı
“Yeniden yapılanma ve
demokratikleşme” sürecinden yola çıkan Karabağlı Ermeniler, 1987 yılında
Gorbaçov’a 75 bin imzalı bir dilekçe sundular. Dilekçelerinde sorunlarını dile
getiriyor; Azerbaycan Cumhuriyetinin ayrımcılık politikası sertçe eleştiriliyor
ve çözüm olarak da özerk bölgenin komşu Ermenistan’a bağlanması talep
ediliyordu.
O günlerde Paris’te Ermeni-Fransız Enstitüsü’nde bir konuşma yapan
Prof.A.Aganberyan;
“Ben Cumhuriyetimizin Kuzey-Doğusunda yerleşen
Garabag, Ermenistan’a bağlanmasını istiyorum. Bir iktisatçı olarak görüşüm,
burasının Azerbaycan’a oranla Ermenistan’a daha çok bağlı olduğudur. Bu yönde
bir öneri sundum. Umuyorum ki yeniden kurma (Perestroyka) demokrasi kuralları
içinde bu sorunu çözecektir.” [24]
derken; bir başka Ermeni akademisyen S.Mikoyan şöyle yazmaktaydı;
“Tarihi toprağa sahip ‘yerli olmayan’ milletin büyük
bir grubunun güvenlik açısından neden, bütün milletin ‘yerli’ olabileceği bir
Cumhuriyete değil de, başka bir Cumhuriyete tabi oluşunun nedenlerini cesaretle
ve önyargısız tartışmaya gerek vardır. Hatta Sovyet egemenliğinin ilk çağlarında
‘inzibati arazi bölküsünde’ yol açılan noksanlıklar bu gibi problemlere
yaratmaya devam edebiliyor. İşin kökenine inmeden bunları halletmek mümkün
değildir.”[25]
SSCB’de yeniden yapılanma sürecinde Gorbaçov’un ulusal sorunların
boyutunu yeterince ciddiye almamış ya da işlerin bu kadar süratle bozulacağını
görememişti. Karabağlı Ermenilerin talepleri çözülmedi.
Fakat, ulusal huzursuzluk, halklar arasında yerel çatışmalar dönüşmeye
başlamıştı bile. Karabağ’ın başkenti Stepanakert’te Ermenilerle Azeriler
arasındaki ilk olaylar Ocak 1988’de görülmeye başlandı. Karabağ’daki ilk
çatışma haberleri, Azeri milliyetçilerini de harekete geçirdi. Bakû’de ve
sanayi kenti olan Sumgait’te Ermenilere karşı saldırılara girişildi.
Sumgait’te düzenlenecek ırkçı gösterilerin ardından onlarca Ermeni yaş ve
cinsiyetine bakılmaksızın vahşice katledildi. Sumgait’te 32 Ermenin
katledildiği, olayların ardından bölgede sıkıyönetim ilan edildi.
Azerbaycan yönetimi Sumgait’te kanlı olaylar olmasını önleyebilirdi.
Fakat, yönetime sinmiş olan ulusalcı kadrolar ve yaygın görüşe göre yeniden
yapılanma politikasıyla eski imtiyazlarını yitirmeye başlayan örgütleri çıkar
ağları bozulan bürokrasi olayları frenlemek yerine tersine kışkırtarak Gorbaçov
yönetimini yıpratmak ya da gözdağı vermek amacını gütmüşlerdi.
Sumgait’te ilan edilen sıkıyönetim sırasında yerel parti
yöneticilerinin birçok yüz kızartıcı yolsuzluğu da ortaya çıkarıldı. Olaylar
karşısında Perestroyka ekibinin tepkileri yine “Merkezci”ydi.
Batı basınında çıkan bir yazıya bakılırsa Şubat ayında Gorbaçov
gazetecilerle yaptığı söyleşide;
“.. Rusya’nın etrafında bir çok cumhuriyette olduğu gibi çoğu yerde
partinin ekonomisinin kontrolünü ya çürümüş bölge mafyalarına kaptırdığı ya da
yenemediği mafyalarla işbirliğine girdiğinden”[26]
yakınmış. Time dergisinde; “Bu tür liderler karşılıklı olarak kendi konumlarını
Moskova’ya karşı korumak için milliyetçi duyguları kamçılayabilirler” diyor.[27]
EKP MK üyesi ve Razdan bölge Parti Komitesi 1.Sekreteri Hayk
Kotancıyan; Plenar toplantısında iki konuşma yapmış;
“.. Ermenistan’da yaşamın çeşitli alanlarını kapsayan
çürüme ve korumacılıktan” söz etti. “Büyük boyutlara varan ‘gölge’ ekonomiden
sosyal adaletsizlikten, çalışan halkın yasal ve ahlâki olarak yolsuzluktan
korunmadığından” yakındı.[28]
“Ermenistan, Gorbaçov’un sözünü ettiği türden mafya
ağının kontrolü altında mıdır? EKP, mafyasını kurtarmak için milliyetçi
duyguları mı kullanıyor? Moskova’ya gözdağı mı veriyor? Elbette bu sorular
sorulacaktır.”[29]
S.Baruzdin ise
şöyle söylüyor;
“Her şeyden
önce hatalarından suçlu bulunan liderler, Azerbaycan’da ve Ermenistan’da
yapıldığı gibi sorumlu tutulmalıdır. Onlar, bulundukları yerlerde sorunların
onlarca yıl birikmesine izin verdiler. Nogorni-Karabağ Ermenilerini
birleştirmek için şu ya da bu yönde baskıyı sürdürmeye, kışkırtanlar sıradan
memurlar değil, üst düzey görevlileridir. Bu arada Azeri liderler sorunu
ortadan kaldırmak için Nogorni-Karabağ özerk bölgesindeki nüfus üzerinde
Ermenistan’ın etkide bulunmasını önlemeye çalıştı. Bu konudaki duyarlılığın çok
artmasında basının gelişmelere ilişkin yarı-gerçeklerle yetinerek kendisini
sınırlamasının küçümsenemeyecek bir rolü oldu. Oysa, etnik ilişkiler konusunda
gerçeğin bütünü gereklidir.”[30]
Moskova bu tarihten sonra Karabağ bunalımının ciddiyetini kavramış
olarak sorunu çözmek için girişimlere başladı. Ermenilere yönelik saldırıların
da etkisiyle Moskova, Dağlık-Karabağ’ın yönetimini Azerbaycan’dan alarak
doğrudan doğruya Moskova’ya bağlı özel bir komiteye verdi. Bu karar hiçbir
tarafı memnun etmemişti. Dağlık-Karabağ Yüksek Sovyeti defalarca Ermenistan’a
bağlanma, Azerbaycan’dan ayrılma kararı aldı. Azerbaycan ise, hem Dağlık
Karabağ Sovyetinin kararını tanımadı, hem de özerk Cumhuriyetin yönetimin
kendinden alınmasına da tepki gösterdi. Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti
Parlamentosu da Karabağ’ın Ermenistan’a ilhakını öngören kararlar alıyordu.
Karabağ uyuşmazlığı bölgedeki gerginlik ve ardından Sumgait olayları
üzerine yüz binlerce, hatta bazı günler bir milyon kadar Ermeni Yerevan
meydanlarında ulusal taleplerle gösteriler yaptı. Bu gösterilerde yalnızca
Karabağ sorunu değil, Cumhuriyete tanınan yetkilerin artırılması ve giderek
“Bağımsız Ermenistan” sloganları da atılıyordu.
Ermenistan’ın ‘Kendi Kaderini Tayin Hakkı’ için gösterdiği
faaliyetler nedeniyle SSCB’den sınırdaşı edildikten sonra ABD’ye yerleşen ve
Yerevan’da 500 bin kişinin katıldığı bir gösteri sırasında gıyabında ‘Ermeni
halkının dışlardaki meşru temsilcisi’ ilan edilen ve Baruyr Hayrikyan, bir
söyleşi de şunları söylemektedir.
“...Artık herkes Moskova’nın Türklerle Ermeniler
arasındaki nefreti bilinçli olarak teşvik ettiğini biliyor. Eğer bir Türk
olsaydım, Moskova tarafından böyle bir korkuluk olarak kullanılmaktan kaygı
duyardım. bir keresinde hapishanede sorgulanırken bana sordular: “ne diye
bağımsızlık istiyorsunuz, Türkiye gelir sizi yer”...
- Karabağ üzerindeki çatışmanın Moskova’nın menfaatine
olduğu yolunda ki iddianızı hangi temle dayandırıyorsunuz?
- Hayrikyan:
Moskova, gerek Ermenistan gerekse Azerbaycan’da milli hükümet arayışları
bulunduğunu elbette biliyor. Moskova’nın amacının bu arayışların önüne set
çekmek olduğu malum olduğuna göre demek ki, aynı mücadeleyi veren iki kuvvetin
arasını açmak da onun menfaatine hizmet ediyor. Karabağ olaylarının temelinde
bu yatmaktadır. Karabağ olaylarını canlı tutarak, kanlı bir şekilde
bastırmayarak adeta onun sürmesini ister gibi davranmaktadır. Ayrıca Moskova,
Ermenileri yüzyıllardan beri “Bahçede yalnız oynarsanız, Türkler gelir sizi
yutar.” diye korkutur. Oysa, şimdi Ermenistan’da bu oyunu gören güçlerin ortaya
çıkması Moskova’yı çok rahatsız ediyor. Ve Türk tehlikesinin ne kadar ciddi
olduğunu bize kanıtlamak için de Karabağ olayını kullanıyorlar. Sumgait’i bu
yüzden yarattılar...”[31]
Moskova’nın, kendi toprakları içindeki bir bölgenin idaresini
kendilerinden geçici olarak da olsa almasını hoş karşılamayan Azeri
milliyetçileri, yönetimin de hoşgörüsüyle hızla tepkilerini dışa vurmaya
başladılar. Her iki Cumhuriyette birlikte yaşamakta olan halklar arasında büyük
bir güvensizlik başlamış, kindarlık doruğa tırmanmıştı. 1988 Kasım’ında
Azerbaycan’ın Kirovabad kentinde yine Azeri şovenleri bir katliama girişince
hemen her yerde etnik çatışmalar başladı. Ermenistan’da da Ermeni
milliyetçileri Azerilere karşı şiddet hareketlerine girişince işler çığırından
çıktı. İki Cumhuriyetten karşılıklı göç başladı. Resmi olmayan rakamlara göre
Ermenistan’dan 200 bin Azeri, Azerbaycan’a kaçmak zorunda kalırken, daha fazla
sayıda Ermeni de Azerbaycan’dan Ermenistan’a kaçıyordu. Böylece, Güney
Kafkasya’da son yüzyılın en büyük nüfus mübadelesi görüldü. Yıllardır
“Halkların kardeşliği, dostluğu, gönüllü birliği” adına atılan parlak sloganlar
ağır bir darbe almaktaydı.
1989’da Azerbaycan’da örgütlenmeye başlayan Halk Cephesi ise, Azeri
milliyetçiliğini koyu bir şovenizmle birlikte körükleyerek Ermeni düşmanlığı
temelindeki milliyetçi yönelimlerini Moskova’ya karşı geliştirerek büyük
gösteriler, mitingler düzenlemeye başladı. Azerbaycan Komünist Partisi
önderliği, yıllardır beslediği ulusalcılığın altında ezildi ve hemen bütün
inisiyatifini Halk Cephesine kaptırdı.
Bu arada 7 Aralık 1988’de Ermenistan’da büyük bir deprem felaketi
yaşandı. Deprem yüzünden ülkenin üçte biri yıkılmıştı. Bunların içinde ülkenin
ikinci büyük kenti Leninakan (Gümrü) de bulunuyordu. Resmi makamlara göre 25
bin, Ermeni kaynaklarına göre de 60 bin kişinin öldüğü deprem felaketi,
dünyanın gözlerini bir kez daha buraya çevirmesine neden oldu. Ermeni
diasporasının ve ABD lobisinin örgütlemesiyle dünyanın her tarafından
Ermenistan’a yardımlar gelmeye başladı. Bir tek yer hariç; Komşusu
Azerbaycan!.. Hatta “..başınıza gelen felaketi tebrik ederiz” şeklinde
telgraflar gönderildi. Sevinç gösterileri yapıldı.
Ermenistan’da bütün sanayi durmuş, dış yardıma en çok gereksinim
duyduğu bir anda, Azerbaycan Halk Cephesi, Dağlık-Karabağ’ın Azerbaycan’a
iadesi için Karabağ ve Ermenistan’a ekonomik abluka uygulamaya başladı. 1989
Ağustosunda başlayan bu abluka, Ermenistan’da hayatı felce uğrattı. Çünkü,
ülkenin Rusya ve diğer Cumhuriyetlerle bağlantısını sağlayan tek demiryolu
Azerbaycan’dan geçiyordu. Deprem felaketinden yıkım gören Ermenistan’a bu
abluka ikinci bir yıkım getirdi. Üstelik, Azerbaycan’dan kaçan 500 bin
mülteciyi de üstlenmek zorunda kalmışlardı...
Azerbaycan Halk Cephesi’nin SSCB tarihinde örneği olmayan bu eylemiyle
hem cephenin resmi olarak tanınmasını sağladı, hem de Yüksek Sovyet’ten çıkan
bir kararla çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu Dağlık-Karabağ tekrar
Azerbaycan’a bağlanmış oldu.
Moskova’nın bu ikili politikası, bu kez de Ermenileri daha da
radikalleştirdi. Büyük çaplı gösteriler düzenlendi. Ama, yeni bir şey daha
oldu. Dağlık-Karabağlı Ermeniler, Azerbaycan’a karşı bağımsızlıklarını korumak
amacıyla silahlanmaya ve görevlileri bölgelerine sokmamaya başladılar. Böylece,
hukuki olarak Azerbaycan’a bağlı olan Özerk Bölge, fiilen ve hukuki organları
ile kopmuş ve kendi kendini savunmak üzere silahlanmaya başlamış bulunuyordu.
Diaspora ulusalcılığı
Ermeni ulusal hareketi, Ermenistan’la sınırlı değildi. Ermeni
ulusunun büyük bir bölümü, ülkelerinin dışında mülteci olarak yaşıyor. Yakın
dönem Ermeni ulusalcılığını iki bölüme ayırmak mümkün. Sovyetik Ermenistan’daki
ulusal hareket ve Ortadoğu, Avrupa, Amerika’da yaşayan diaspora Ermenileri
içerisindeki ulusal hareket.
Her ikisi arasında da bir takım duygusal ya da maddi bağlar olduğu
kuşkusuz. Mülteci ve vatansız olarak yaşamak zorunda kalan Ermeni toplumundaki
ulusalcılığın farklı bir haleti ruhiye içinde gelişmesi anlaşılabilir. Ayrıca
bağımlı da olsa özerk bir devlet içinde ve bürokrasinin egemen olduğu yerleşik
Ermenistan’daki ulusalcılığın da doğal olarak farklı bir biçimde gelişmesi
kaçınılmazdı. İçinde barındırdığı sınıflar, beslendikleri ideolojik kaynaklar
farklı olunca hedef ve istemlerin de farklı olması kaçınılmazdı.
ABD ve Avrupa’daki yerleşik Ermeni topluluklarındaki ulusalcılık
akımının öncülüğünü her sınıftan aydınlar yapıyor. Örneğin; Çeşitli Ermeni
tasarılarının ABD Senatosunda ardı ardına kabul edilmesi, TC’nin sürekli kendi
üzerine aldığı gibi sadece TC’ye yönelik değildir. Esas ve ağırlıklı olarak
ABD’de Ermeni diasporasının istemlerini karşılamak ve Sovyet Ermenistan’ındaki
ulusalcılığı desteklemek amacına yönelikti. SSCB’deki Ermeni ulusalcılığının
doğusunda ve batısındaki iki tehlikeye (Türk ve Azeri şovenizmi) merkezi Sovyet
otoritesine karşı ancak ABD gibi süper bir devletin koruyucu olabileceği,
koruyucu olmaya da hazır olduğu mesajı verilmekteydi...[32]
Örneğin; 1988 Aralık ayındaki Büyük Ermenistan depreminde en büyük
yardım ABD’den ulaştı. Bu yardımın örgütlenlendirilmesinin önemli bir kısmı
Amerika’daki Ermeni toplumuna ve kiliselere aitse de ABD’nin bu yardımı
gösterişli bir biçimde sunuşu “hayırsever”liginden değil, ulusalcı yönelimleri
artan Ermenilere arkalarında önemli bir süper gücün olduğunu hissettirmek
olduğu kuşkusuzdur.
Örneğin; Ermeni soykırımı tasarısı, TC’nin tepkileriyle yumuşatılmaya
çalışıldığı bir anda Ermenistan’la ilgili başka önemli kararlar ABD kongresinde
peş peşe geçebilmekteydi.
ABD Dış ilişkiler komitesi Başkanı Pell ve 7 Senatör tarafından
sunulan ve oybirliği ile kabul edilen karar “Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanmasını”
istiyor. Aynı karar 1988 yılında Dışişleri Bakanlığı tarafından da,
durdurulmuş, sonraki yıllarda ise, “Sense of Congress” (Kongrenin Düşüncesi)
diye adlandırıldığı için bağlayıcı yönü yok. Ama, Gorbaçov’dan “Ermenilerle” ve
Karabağ komitesiyle derhal görüşülmeye girişilmesi istendiği gibi
Washington’dan Sovyet yönetimi ile ikili görüşmelerinde Karabağ’ın Ermenistan’a
verilmesi için baskı yapılmasını öneriyor. Karar tarihi 19 Temmuz 1989.[33]
Sovyetler Birliği, ABD Dış İlişkiler Komisyonunun bu kararını, Moskova
büyükelçiliğine bir protesto notası vererek kınadı. Ve bunun “Egemen bir
devletin içişlerine müdahale anlamına geldiğini” belirtti.
Kuşkusuz biz tarihi ve toplumsal hareketleri “komplo” teorileriyle
açıklamaya çalışan kurgulara itibar edemeyiz. Ermenistan ve diğer Kafkas
Cumhuriyetlerindeki ulusal hareketlerin “ABD’nin, CIA’nın işleri olduğu” gibi
sudan ucuz açıklamalar bir anlam ifade etmez. Buralardaki hareketlerin
boyutları ve kökenleri, CIA’nın ya da başka herhangi bir gizli örgütün kendi
başına yaratamayacağı kadar köklüdür. Ama, ulusal çelişmeler bir kez ortaya
çıktıktan sonra neden ABD veya başkaları, bundan kendi istekleri doğrultusunda
yararlanmaya kalkışmasınlar? Azeri milliyetçiliğini görünce TC’nin Turancı
hayalleri kabardığına göre başkaları için neden olmasın? Toplumsal çelişmelerin
varoluş nedenleri ayrı, çeşitli güç odaklarının bu çelişmeler karşısındaki
takındıkları tavırlar mevzilenmeleri ise apayrıdır. Bu mevzilenmeler o
çelişmenin şu ya da bu yönde çözümlenmesinde etkili faktörler olduğu kadar
önemlidir. Bu bakımdan ABD’nin Ermenistan’daki ulusal hareketi yönlendirmek
istemesiyle bizzat o ulusal hareketi var etmesi ayrı şeylerdir.
Ermeni ulusalcılığı, Azerbaycan’la çıkan Karabağ sorunuyla birlikte
alevlenirken, bu bağımsızlıkçı hareketten yararlanmak isteyen devletlerin tek
yapacağı şey, Ermenilerin güvenini sağlamaktı. Kime karşı? TC’ye karşı.. Bu
güveni yalnızca merkezi Sovyet hükümeti verebiliyordu. Fakat, yozlaşmış
bürokratik uygulamalar ve Azerbaycan’la olan sürtüşmede durumların pek de
güvenli olmadığını gören Ermeni ulusalcılığına bu kez ABD güven vermeye
çalıştı.
Rus Müdahalesi...
1989 sonlarında özellikle Ermenistan’dan kaçan Azeri toplumunun
huzursuzluğu Azerbaycan’daki ulusalcılığı daha da körükledi. Moskova’ya meydan
okunmaya başlandı. Ulusalcılar, Aralık’ta İran Azerbaycan’ıyla olan sınırlarını
boydan boya sökerek, Güney Azerbaycan ile birleşme isteklerini gösterdiler.
İran-SSCB sınırları büyük ölçüde tahrip olmuş iki toplum karşılıklı gidip
gelmeye başlamıştı bile. Bu eylem, Moskova’yı çok rahatsız etti. İran’daki
radikal İslamcı hareketin milliyetçilik giysileriyle sınırlardan girme
tehlikesi ürküntü yaratıyordu. Sınır olayları bitmemişti ki, sınıra yakın
Celilabad kentinde tüm yönetim Halk Cephesinin eline geçti. Bütün Komünist
Parti yöneticileri kaçmak zorunda kaldılar.
13-15 Ocak 1990’da ise, Bakû’de Halk Cephesi büyük bir miting
düzenledi. 300-400 bin kişinin katıldığı miting, milliyetçi ve şoven duygular
yeterince tahrik edilince Bakû’de Ermeni mahallesine saldıran lümpen
kalabalıklar, 60’dan fazla Ermeni’yi evlerinden çıkararak boğazlamaya
başladılar. Olaylar çıgrından çıkınca,Ermeni ve Azerilerin birlikte yaşadıkları
kırsal kesimlerde ve sınır bölgelerinde Karabağ’da karşılıklı kırımlar ve
silahlı çatışmalar görüldü. İki Sovyet Cumhuriyeti artık resmen birbirleriyle
savaşıyorlardı. İki Cumhuriyetin yöneticileri de ulusların birbirlerine karşı
kinlerini yatıştıracak hiç bir çaba göstermiyor, hatta teşvik ediyor,
kendilerinin haklı olduğunu ilan ediyorlardı.
Moskova, denetimin elinden çıkmak üzere olduğuna karar verince, zaten
dünya kamuoyunda meşruluk kazanabilecek bir konumda bulunduğundan, önce 15 Ocak
1990’da Dağlık Karabağ ve çevresindeki 10 kadar idari birimde Sıkıyönetim ilan
etti, daha sonra da 20 Ocak’ta Bakû’ye askeri birlikler göndermekte gecikmedi.
Amaç, hem çatışmaları durdurmak, hem katliamların önünü alarak Rus ve Yahudi
asıllı insanlara karşı gelişen düşmanca hareketlerin önüne geçmek fakat asıl
önemlisi SSCB’den tamamen ayrılma noktasına gelmiş olan ulusal cepheleri,
sindirmekti. Olağanüstü durum ilan edildi ve İçişleri Bakanlığına bağlı
birliklerin Bakû’ye girmesini önlemek için Azeri milliyetçilerinin kurduğu
barikatlar zorla kaldırıldı ve 70’den fazla Azeri öldü...
Bakû’de sayıları 250 binden 30 bine kadar inmiş olan Ermenilerin büyük
kısmı deniz yoluyla tahliye edildi. Halk cephesi Sovyet müdahalesini kınamak
için genel grev çağrısı yaptı, gösterişli cenaze törenleri düzenlendi.
Azerbaycan parlamentosu, “Sovyet birliklerinin çekilmesini ve olağanüstü halin
kaldırılmasını isteyerek, bu kararı tanımadıklarını” açıkladılar.
Azerbaycan Komünist Partisi Başkanı Vezirov, görevinden
alınırken yerine Ayaz Niyazioglu Müttalibov getirildi. Halk cephesi ile
yakın görüşleri ile tanınan Hasan Hasanov ise, başbakanlığa atandı. Ne
var ki, Sovyet müdahalesinin ardından ilan edilen ve halk cephesinin çağrısıyla
yürütülen genel grev uzun süre devam etti. Cephenin yönetim merkezinin
kapatılması ve bir çok yöneticisinin tutuklanmasına rağmen Sovyet yönetimi Azerbaycan-Ermenistan
sorununu çözmek için “ılımlı ve sağduyulu” Halk cephesi önderleriyle diyaloga
girmek niyetini belirtmek zorunda kaldı.
İlk dönemde Halk cephesinin Sovyetlerden “bağımsızlık” talebi olmadıysa
da, Ebulfeyz Elçibey daha geniş ekonomik ve siyasal özerklik için de bir
konfederasyon istediklerini belirtmekte ve nihai amaçlarının İran Azerbaycan’ı
(Güney Azerbaycan’la) birleşik bir Cumhuriyet olduğunu ifade etmekteydi.
Sovyet müdahalesinin ardından 20 Ocak 1990’da Nakhçevan özerk
Cumhuriyeti parlamentosu, Sovyetler Birliğinden ayrılma kararını açıklıyordu.
TC ve İran’dan kendilerini tanıyıp korumalarını talep ederken,
“bağımsızlıklarının” Azerbaycan’dan kopma anlamına gelmediğini de ekliyorlardı.
Bu paradoksal durumu aslında Halk cephesinin “bağımsızlık ilanı”nın
beklendiğini gösteriyordu.
Ermenistan-Azerbaycan Çatışmasının Yankıları...
Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki Karabağ bunalımının kanlı ulusal
çatışmalar noktasına varması ve Sovyet ordusunun müdahalesi, doğal olarak
dünyanın her köşesinde yankı buldu. TC’de ise, bekleneceği gibi bu olay
anti-Ermeni resmi politikanın tekrar azmasına ve faşist hareketin bu kanaldan
resmi desteklerle meydanlara taşmasına yol açtı. Resmi yetkililer bir yandan
Azeri milliyetçi taleplerine karşı SSCB’yi ürkütmeme adına ılımlı bir tavır
takınırken, Ermenilere yüklendiler. Zaten bir kaç ay öncesinden ABD
senatosundaki Ermeni tasarısı nedeniyle resmi yayın organlarının gündeminden
inmeyen Ermeni sorunu, yeniden işlenmeye başlandı.
Otuzu aşkın yerleşim merkezinde Azerbaycan’ı destekleme mitingleri
düzenlendi. Bu mitinglerde ana tema, Kızılordu’nun Azerbaycan’dan çekilmesi,
kırımın protestosu, Azerbaycan’ın bağımsızlığı ve Ermenilerin lanetlenmesi
oluşturuyordu. Anti-komünist ve şoven söylem ön sıraları almaktaydı.
TV’de düzenlenen bir açıkoturumda (26 Ocak 1990) ırkçı, şoven,
anti-komünist profesör ve diplomatlar saatlerce konuşarak Ermenistan-Azerbaycan
uyuşmazlığında -her zaman olduğu gibi- Ermenilerin haksız olduğunu,
Azerbaycan’daki ulusal uyanışın bastırılması için Ermenilerin uluslararası bir
komplo düzenlediklerini, bununla TC-SSCB ilişkilerini de bozmak istediklerini;
Azerbaycan’ın bağımsızlığını “insan hakları kisvesinde” destekleyebileceklerini
söylediler.
Basın ise, Azerilerin haklı davasının dünyaya tanıtılması amacıyla bir
kampanya açtı. Ona göre, tüm dünya basını “haçlı zihniyetiyle” Ermeni yanlısı
haberler aktardığı için bu tanıtım görevi Türk basınına düşüyordu. Fakat, bu
tanıtım her şeyin ters yüz edilmesine kadar vardı. Örneğin; Sumgait olaylarında
ölenler sessiz sedasız “Azeri” oldular, ya da Bakû’de Ocak ayında öldürülen
Ermenilerden hiç söz edilmedi vb..
Faşist hareketin “Bağımsız Azerbaycan” sloganına karşı resmi politika
yanlıları ılımlı bir tepki gösteriyorlardı. Bunun SSCB’nin İçişlerine karışmak
anlamına geleceği için böyle süper bir gücün içişlerine karışmanın netameli
olduğunu belirtiyor; hatta dönemin Cumhurbaşkanı Özal, “...Başkasının
evini karıştırırsanız onlarda sizin evinizi karıştırır” derken, Sovyetlerin
Kürdistan sorununda tavır değiştirebileceği tehlikesini ima ediyordu.
İlhan Selçuk o günlerde Cumhuriyet Gazetesinde şunları yazdı:
“... Kardeş Azerbaycan’ın bağımsızlığı güzel bir
amaçtır; ama, bu yaklaşım Ermenistan’ın bağımsızlığını da desteklemek anlamına
gelir. Eğer bu siyaset gerçekleşirse, Türkiye “Yunanistan-Ermenistan” parantezi
arasında girecektir. Her iki ülkenin Anadolu’ya yönelik “talepleri” bilinmeyen
şeyler değildir. İsrail’in “güvenlik alanın” da bulunan Türkiye’nin konumu ne
olacaktır? Çatı’nın gözünde “soykırıma uğramış” Ermeni ve İsrail’le arasındaki
Türkiye, Yunanistan’ın üçüncü köşesini oluşturduğu “şeytan üçgeni” içine
düşmeyecek midir?”[34]
Kemalistler de yakın tehlike söz konusu olduğunda başka ulusların
bağımsızlığını savunmanın, kendi içindeki ezilen ulusların bağımsızlıklarını da
meşrulaştırır kaygısıyla yanlış olacağını belirtmekten kendilerin alamadılar.
Sovyet İçişleri Bakanlığı’na bağlı Askeri Birliklerin Bakû’ye
müdahalesi bekleneceği gibi Türkiye’de “Rus, Ermeni ve Komünizm düşmanlığı”na
da bulanarak çeşitli merkezlerde kınandı. Sol ve demokrat çevrelerde ise bunun
bir “İşgal mı? Müdahale mi?” olduğu tartışılmaktaydı.
Oysa zaten o tarihte Azerbaycan “bağımsız” bir Cumhuriyet değildi.
Sovyet Askeri birlikleri zaten 70 yıldır Bakû’deydi.. Her ne kadar SSCB
Anayasasında Birlik Cumhuriyetlerinin “egemen” olduğu yazılıysa da, bu nesnel
durumu yansıtmıyor ve Azerbaycan bağımlı bir ülke. Bakû’ye, İçişlerine bağlı
askeri birliklerin sevk edilmesi Azerbaycan’ın statüsünü değiştirmemişti. Bunu
“yeni işgal” gibi algılamak yanlıştı, doğrusu SSCB’deki Merkez-Çevre
ilişkilerinin işgal ve müdahaleyi yasallaştırmış bir hukuksallığı bulunduğunun
gözler önüne serilmesidir. Olay herhalde 20-25 yıl önce yaşanmış olsaydı, çoğu
“sol” politikacı bunu “karşı devrimci ayaklanmanın bastırılması” olarak
alkışlamaya hazır olacaktı.
İşin ilginç yanı Türkiye sosyalist hareketinde SSCB
politikalarından yana olsun veya olmasının, kimsenin Birlik Cumhuriyetlerinin
“bağımsızlık” istemlerinin haklılığını, Karabağ ve Nahkçevan dahil özerk bölgelerin
de kaderini kendilerinin tayin hakkı olduğunun fazlaca savunmamış olmalarıdır.
Bilinç altında SSCB’den bağımsızlığı savunmanın “sosyalist anavatana ihanet”
olacağı psikolojisi yattığını düşünebiliriz.
Diğer bir olgu ise, Moskova’nın Azerbaycan’a
müdahalesini kınayan TC’nin çok değil birkaç yıl sonra Azerbaycan’da Haydar
Aliyev yönetimine darbe tezgahladığının ortaya çıkmasıydı. Olayı bizzat Aliyev
parlamento konuşmasıyla deşifre etmişti. Bu da ulusal bağımsızlığa karşı
pozisyonların göreceliliğine göre durumun ne kadar değişebileceğini kanıtlıyor.
Azerbaycan-Ermenistan savaşı üzerine Türkiye’nin
çeşitli yerlerinde düzenlenen şovenist gösterilen yanı sıra, basın-yayın
organlarında da yoğun bir Anti-Ermeni kampanya yürütülmekteydi. Bu kampanyanın
neredeyse milli bir mutabakat haline gelmesi, her zaman olduğu gibi anti-Ermeni
histeriyle Kürt Hareketine de yönelmesi kaçınılmazdı. Bu şovenizme Kemalist
“Sol”cular da ideolojik destek sunmaktan geri durmuyorlardı. Perinçek’in
Ermenistan’la ilgili olarak ortaya attığı “Üçüncü İsrail” teorisi
(İkinci İsrail ise Güney Kürdistan Federe devleti sayılmaktadır!) neredeyse
devletin ortak görüşü haline geldi.
Sosyalist Parti'nin genel başkanı Doğu Perinçek tarafından şöyle dile
getiriliyor:
“Batı emperyalizmi Kafkasya'da Ermenilerin arkasında
duruyor....Türkiye solunda marjinal olmaktan gelen bir kompleks var. ezilen
Türk halklarıyla ilgilenmekten korkuyorlar. Azeriler ve Orta-Asya halkları eski
Sovyet İmparatorluğunun en yoksul ve en ezilen kesimiydi. Onlarla dayanışmamız
Türkçülükten değil, emperyalizme karşı ezilenleri savunmaktan geliyor. Kaldı
ki, aramızda tarihin derinliklerinden gelen dil ve kültür bağları da var."[35]
Karabağ kriziyle birlikte yeniden bir Ermeni
Heyulası” yaratılmaya çalışıldığı, “kolektif bilinç altına, tarihsel
göndermeler yapılarak, Kürt ulusal hareketinin önüne fren konulmaya
çalışıldığı” görüşünde olan Cemil Gündoğan, bu olgunun neden ve sonuçlarını
irdelerken şöyle yazmaktaydı;
“Türk egemen sınıfları Ermeni heyulası yaratarak
başlıca iki kesimi KUKH'ne karşı harekete geçirmeyi hedeflemektedirler:
Birinci güç, Türk halkıdır. Sömürgeciler,
milliyetçiliğin derin etkisi altındaki Türk emekçi sınıflarının( )
bilinçaltlarındaki Ermeni düşmanlığı tortularını yeniden canlandırarak onları
genel bir şovenizm potası içinde eritip Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin
üzerine saldırtmayı amaçlamaktadırlar.Bunu sağlayabilmek için de KUKH'ni Ermeni
kışkırtması bir oluşum olarak propaganda etmektedirler. Gün geçmiyor ki,
yakalanan Kürt gerillalarının "sünnetsiz" olduklarına dair haberler
basında yer almasın[36]
Duruma göre daha büyük yalanlar attıkları da oluyor. Örneğin, Apo'nun Ermeni
olduğu veya Karabağ'da Azerilerin katledilmeleri ve sürülmelerinde PKK
militanlarının Ermenilerle birlikte savaştıkları yolundaki haberlerde olduğu
gibi.[37]
Böylece bir yandan şoven bir Ermeni düşmanlığı yaratılırken diğer yandan
Ermeni=Kürt imajı yaratılarak şovenizmin cenderesine düşürülen kitleler Kürt
ulusunun haklı ve onurlu mücadelesinin üzerine sürülmek isteniyor.
TC'nin Ermeni heyulasıyla harekete geçirmeye çalıştığı
ikinci güç bizzat Kürtlerin kendileridir. Kısaca özetleyecek olursak, I. Dünya
Savaşı sonrası süreçte oynanan oyun, yeni koşullar altında tekrarlanmak
isteniyor. Kürtlerin Müslüman bir halk olmalarından istifade edilerek,
İslamiyet, sömürgecilik ilişkisinin pekiştirilmesinde bir araç olarak kullanılmaya
çalışılıyor.
Ermeni heyulası bunu sağlamanın yolu olarak
kullanılıyor. Ermeniler aleyhinde yapılan yoğun propagandayla, Kürt halkı
içinde Ermeni düşmanlığıyla ilgili eskiden oluşmuş tortular yeniden
canlandırılıyor. Böylece Ermeni düşmanlığı Kürt halkının geri kesimlerini TC
Devletinin yanına itmede bir faktör durumuna dönüştürülmeye çalışılıyor.
Elbette durum, I. Dünya Savaşı sonrası yıllardaki
kadar kötü değildir. Anti-Ermeni propaganda o günkü kadar çabuk sonuç
vermemektedir. Çünkü o gün Ermeni soykırımı yeni yaşanmıştı, acılar ve intikam
duyguları tazeydi. Ayrıca göç ettirilen Ermenilerin sahipsiz kalan topraklarına
el koymuş olan Kürt egemen sınıfları bu mülklerin ellerinden alınacağı
korkusunu somut olarak yaşıyorlardı. Nitekim I. Dünya Savaşı içinde Rus ve
Fransız ordularıyla geri dönen bir takım Ermeniler işgal sahalarındaki Kürt
halkına karşı acımasız davranmış ve bir çok yerde onları topraklarından
etmişlerdi.Dolayısıyla tehdit, Kemalistler tarafından aşırı abartılsa bile
somut bir olgu durumundaydı. Bugün buna benzer açık bir tehditten söz edilemez.
Ancak bu gerçek bizleri rehavete itmemelidir.Çünkü,
böyle açık bir tehdit boyutu olmasa bile anti-Ermeni propaganda Kürt halkı
içinde değişik düzeyde etkide bulunmaktadır. Devlet yıllardan beridir konuyla
ilgili çok yoğun propaganda yapmaktadır. Son Karabağ krizi ile birlikte konuyu
bir heyula düzeyine çıkarmaya başladı. Nitekim bu propagandanın bazı somut
etkileri de oluştu, oluşuyor. Örneğin KUKH'nin en etkili olduğu sahalarda bile
bu hareketin Ermeni kışkırtması bir hareket olduğu yolundaki resmi tez, tek tük
de olsa taraftar bulabiliyor. Bunu önemsemek gerekiyor.”[38]
Etnik Çatışmaların Dizginlerinden
Boşalması
1991’de Moskova’daki değişimler Kafkas Cumhuriyetlerinde tek
yanlı Bağımsızlık ilanı ile yankısını buldu. Azerbaycan, Gürcistan ve
Ermenistan ardı ardına bağımsızlıklarını ilan ettiler ve bu devletler hemence
diplomatik kabul gördü. Ekim Devriminin coşkusuyla 70 yıl önce Federasyon
oluşturmuş olan bu uluslar bu kez aralarında halletmeleri gereken toprak
sorunlarını çözmek üzere savaşa tutuştular.
Savaşların itici nedeni tarihin derinliklerinde kalmış ve nedenini
herkesin unuttuğu arkaik hesaplaşmalar değil, Cumhuriyetlerin içine
sıkıştırılmış daha küçük ulusal toplulukların bağımsızlık istemleriydi. Yeni
Cumhuriyetler de kendilerine yönelen bağımsızlık istemlerini şiddetle
bastırmaktan çekinmiyorlar; işin içine komşu ülkeleri, bölge dışındaki güç
odakları da çekiliyordu. TC açısından da Azerbaycan ve Ortaasya Cumhuriyetleri
üzerinden “Balkanlardan Çin Seddine kadar” uzanan bu yeni ve büyük pazar
üzerinde ve İran gibi ülkelerin de katıldığı girift bir hegemonya mücadeleleri
gelişti. İlk kez Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin de Kafkasya alanında
da politik bir figür olarak belirmeye başladığına tanık oluyoruz.
Gürcistan’da Abhazların ve Güney Osetya halkının özgürlük
istemleri Tiflis’in sert askeri önlemleriyle karşılaştı.
Bağımsızlaşan Ermenistan ve Azerbaycan’ın yaptıkları ilk iş ise Karabağ
sorunu nedeniyle birbirlerine “resmen savaş açmak” oldu.
Daha önce Karabağ sorununa oldukça ihtiyatlı yaklaşan TC Özal’ın
ağzından “Yanlışlıkla Ermenistan topraklarına birkaç bomba düşerse bir şey
olmaz.” derken; Ecevit, “Ermenistan'a askeri bir ders vermek gerektiği“nden söz
etmeye başlamıştır. Ecevit’in ortaya başka bir “çözüm” önerisi atmaktadır; Buna
göre halen Ermenilerin fiili işgali altında bulunan Karabağ'la Ermenistan
arasındaki bölgeden küçük bir koridorun Ermenistan'a verilmesi karşılığında,
Nahcivan'la Azerbaycan arasında Ermeni toprağından bir koridorun Azerbaycan’a
verilmesi düşünülmektedir. "Çifte koridor" adıyla tabir
edilen bu projenin amacı, Karabağ sorununu çözmekten çok, Kazım Karabekir’in
ilerisi için düşündüğü TC ile Nakhçevan arasındaki koridoru daha da uzatarak
Türkiye-Azerbaycan-Orta-Asya bağlantısını sağlanmasıdır.
TC’nin YDD içinde Kafkaslar ve Ortadoğu üzerinde ABD destekli kritik
roller üstlenmeye hazırlanmasının somut yansımalarından biri Özal’ın fikir
babalığı yaptığı Karadeniz İşbirliği Konferans’ı (KEİK) olmuştu. Bu ilişkilerde
burjuvazisinin iştahını kabartan vurgun ve kolay kazanç alanları yattığı da
açık. “Adriyatik’ten Çin Seddine Türklük dünyası” rüyasının realize olmaya
başladığı inancının en yalın göstergesi Başbakan Demirel'in yanına Başbuğ
Türkeş'i de alarak gerçekleştirdiği, “Türki Cumhuriyetler” gezileridir. Bu
parlak görüntülerin ardındaki gerçek ise o kadar umut verici değildi kuşkusuz.
Nice büyük gücün tarihsel ve güncel kapışma alanı olan bu koca pazarın TC’ye
bırakılmış olması elbette düşünülemezdi. Karşılık olarak kısa zamanda anlaşıldı
ki “Yeni Cumhuriyet’ler de, ne yapacağını bilmeyen acemilerden değil, eski
Sovyet bürokrasininim deneyimli kurtlarından oluşuyordu.
Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaş Ermenistan'ın Karabağ'ı
ve Karabağ'la arasında bulunan Şuşa bölgesini ele geçirmesiyle devam etti.
Savaş yaklaşık 25 bin kişinin ölümüne, 1 milyondan fazla insanın göç etmesine
yol açtı.Yenilgi Milliyetçi ve TC yanlısı "Halk Cephesini" geriletti.
Türkiye ile Rusya arasında "denge politikası" güden ve eski Sovyet
bürokrasisinden gelen Haydar Aliyev kliğinin iktidarını pekiştirmesine yol
açtı.
Sonuçta Rusya'nın "Minsk Grubu" adı verilen arabulucu
girişimiyle 1994 yılında barış görüşmeleri başladı.
TC’nin politik seçenekleri; Darbeler ve gizli
görüşmeler
TC,
bir yanıyla tamamen Azerbaycan’a angaje olmuş bir politika izliyor görünürken,
diğer yandan Türkeş'in en az iki kez Ermenistan devlet Başkanı Levon Ter
Petrosyan'la görüştüğü biliniyor. Bu durum TC devletinin niteliğini de gösteren
ilginç bir veridir. Halkları birbirine düşmanlaştırmak ama siyasal-ekonomik
çıkarlar için gizli görüşmelerden medet ummak; belki de kitlelerdeki Ermeni
düşmanlığı yaratma yöntemini bir koz olarak kullanmak..
TC’nin Kafkasya politikasına iyice yüklendiğinin bir göstergesi de, Azerbaycan’da
hükümet darbesi girişiminde bulunacak kadar işi ileriye götürmesi ve burada
etkinleşmiş bulunması. 1995 yılında Haydar Aliyev’e karşı girişilen bu darbenin
destekçileri arasında Türk Büyükelçiliği mensupları ile birlikte MİT
görevlilerinin bulunduğunu bizzat Aliyev kendisi açıklamış ve kınamıştı. Darbe
olayının ilginç yanlarından biri de bu girişimin Devletteki “kanatlar çatışması”
veya “çeteler savaşı”nın da bir göstergesi olmasıydı. Yine Aliyev’in iddiasına
göre darbe tertibini, Cumhurbaşkanı Demirel’in uyarısı ile öğrenmişti. Susurluk
soruşturmasında “devlet sırrı” diye kapatılan olaylardan biri de, resmi
birimlerin Azerbaycan darbesine karışmış olmalarıdır; bu girişim yalnız politik
değil Azerbaycan’da üslenilen kontra çetelerinin lojistik desteği, kara para
aklanması gibi faaliyetlerine daha çok angaje olmuş olan Elçibey yandaşlarının
iktidarına yardımcı olmaktır. Fakat darbe belli bir konsensüse dayanmaktan çok
“olup-bitti”ye getirilmek istendiği için veya Aliyev’in darbeyi atlatacağının
ortaya çıkmasından sonra bir manevra yapma gereği olarak da Devlet resmi tutum
olarak Aliyev yönetiminin yanında yer almış olmalıdır.
Özcesi bu somut durum TC’nin Kafkas politikasında her türlü seçeneği
kullandığını gösteren bir örnektir. Bunun bir süre sonra Azerbaycan’la askeri
İşbirliği veya pakt oluşturarak pekiştirilmesi olasılığı da çok büyüktür.
TC'nin bir yandan içerde "Anti-Ermeni propaganda ve düşmanlığı
körüklemeye" devam ederken ve Azerbaycan’ın iç politikasına karışan aktif
bir öğe olurken, aynı zamanda Türkeş-Petrosyan arasında olduğu gibi, en ehil
adamlarıyla gizli diplomasi yapmasının birçok nedeni var. İlki TC'nin,
Kafkasya politikasındaki basamağı Azerbaycan'ı her nasılsa "çantada
keklik" gibi görmesi ve bu nedenle daha uzak olan Ermenistan'ı bir biçimde
bu politikasının önünde en azından tarafsızlaştırma çabasıdır. Bu çaba yalnız
komşu Ermenistan için değil, dünyaya yayılmış bulunan, ABD ve Avrupa'da TC
aleyhine güçlü bir lobi yapma yeteneğindeki dışarıdaki "Büyük
Ermenistan"dan ötürü böyle. İçerdeki Ermeniler ise artık bir diplomatın
yakındığı gibi "rehine olarak bile yararlanacak büyüklükte değil ne yazık
ki!"
İkincisi;
Ekonomik çıkarlar açısından Hazar petrolünün batılı pazarlara taşınmasında
Türkiye'nin tercih ettiği Bakû-Ceyhan boru hattının ekonomik mantığı olan
güzergahın Ermenistan üzerinden geçmesi gerekliliği ve Ermenistan’ın cazip bir
pazar olma özelliği. Ki zaten Ermenistan pazarlarındaki malların bir çoğunu
Gürcistan ve İran üzerinden ulaşan Türk malları oluşturuyor.
Üçüncüsü;
Ermenistan'ın tarafsızlaştırılması, Rusya ve İran'la ittifak yaparak TC'ye
askeri bir set çekilmesine ve böylece daha büyük bir blokla uğraşılmasının
önüne geçilebilir. TC ile kavgalı bir Ermenistan'ın Kürdistan Ulusal
mücadelesine müttefik olacağına, barışık bir Ermenistan'ın TC ile iyi
ilişkileri tercih edeceği beklentisidir.
Bu yaklaşım Ermenistan tarafından da “karşılıksız” değildir. Ermenistan'da
iktidarda bulunan Levon Ter Petrosyan yönetimi de 92’den bu yana TC ile
ilişkilerin yumuşatılmasından yana bir politika izledi. TC'nin uyguladığı
ambargonun kaldırılması için çeşitli girişimlerde bulundu. "1915
Soykırımının Ermenistan'ın dış politikasının temeli olmayacağı", Karabağ
sorununda Azerbaycan’a endeksli bir politika güdülmesi” iyi komşuluk, ticari ve
ekonomik İşbirliği isteklerin vurguladı.[39]
Hatta Bolşevik Ermenistan'dan dışlanan Taşnaktsutyun Partisi'ni bağımsız
Ermenistan'da yasaklatan da oydu. Siyasal gözlemciler Petrosyan için
"Ermenistan'ın Talabani'si!" tanımını kullanıyorlar.
Ne var ki Petrosyan’ın bu yaklaşımı TC’nin Ermenistan’a uyguladığı
ambargonun kaldırılması ve siyasal tavrında hiçbir olumlu değişiklik yaratmadı.
1998’de işbaşına gelen Koçaryan hükümetinin TC ile ilişkileri gerginleştirmese
bile Petrosyan kadar “açık çek” vermekten yana olmayacağı anlaşılmaktadır.
AGİT “Statü”den yana
80’li yıllarda SSCB'yi istikrarsızlaştırmak umuduyla "ulusların
kendi kaderini tayin hakkına" sarılan ve özellikle Baltık Cumhuriyetler
ile Yugoslavya Federasyonu’ndan ayrılan devletleri tanımakta yarışan Avrupa,
Rusya'yı tümüyle kazandıktan sonra iki yüzlü biçimde bu anlayışını terk etti.
Bunun tipik örneklerinden biri de Karabağ soruna yaklaşımdır. Ellerinde biri
diğerine keyfi biçimde tercih edilecek ilkeleri bulunan AGİT (Avrupa
Güvenliği ve İşbirliği Toplantısı) Karabağ bunalımını, statükocu bir çerçevede
çözmeye karar verdi.
Aralık 1997'de Portekiz’in başkenti Lizbon'da toplanan AGİT,
Ermenistan’ın muhalefeti nedeniyle karar metnine geçmeyen ancak başkanlık
bildirgesinde yer alan çözüm ilkelerini şöyle sıralamaktadır;
"1. Ermenistan ve Azerbaycan'ın toprak bütünlüğü.
2.Dağlık Karabağ'ın yasal statüsünün, bölge Azerbaycan
içinde kalmak kaydıyla, Karabağ’a en yüksek derecede özyönetim tanıyan bir
anlaşmayla belirlenmesi.
3.Karabağ'ın ve Karabağ halkının güvenliğinin
garantiye alınması."[40]
"Sınırların zorla
değiştirilemeyeceği" ilkesi (aslında mevcut sınırların korunması ilkesi!),
"kendi kaderini tayin hakkı"na tercih edilerek Karabağ sorununun
Azerbaycan'ın "toprak bütünlüğü" içinde çözülmesine karar verdi.
Sınırların halkların iradesine rağmen zorla çizilmiş olması gerçeği ise bir
başka pozisyonda kullanılmak üzere rafa kaldırıldı.
Taktik bir geri çekilme içinde olan Rusya'nın da kendi devredilmez
"hinterlandı" olarak gördüğü Kafkasya'daki sorunlara doğrudan taraf
olmaktan vazgeçmeyeceği açıktır. Rusya'nın tarafları kendine bağımlı kılmak
için bir çözümden çok "istikrarlı bir gerginlikten" yana olduğunu
söylemek mümkündür. Dıştaki Ermenistan'ın büyük fidansal gücünü içinde
barındıran ABD ise, Ermenistan konusunda "açmazda" görünüyor. Çıkarları
birbiriyle bu kadar çelişik tarafların hiçbirini ürkütmeden bir arada
tutabilecek ve ABD çıkarlarını temsil edecek bir politika izlemesi oldukça güç.
ABD'nin Karabağ bunalımında çok fazla risk almak istemeden, herkesle ikili
ilişkilerin sağlamlaştırma çabası gütmesinin neden buna bağlanabilir.
Karabağ, Karabağlılara !
Bugün Kafkasya’daki sancılı ulusal alanların çoğunun
zorla Sovyetize edilmiş veya birliğe dayatmalar sonucu katılmış Cumhuriyetler
olduğuna dikkat çekmekte fayda vardır. SSCB’nin düğün şenlik içinde, ulusların
gönüllü katılımıyla bir federasyon oluşturduğu anlatımı gerçeği değil, olması
gerekeni, hoşa gideni anlatmaktaydı sadece. Böyle yanlış başlayan bir süreç,
zamanla sağlıklı zeminlere oturtulamamış, sosyalist inşanın yozlaşması ya da
tıkanmasıyla koşut olarak ulusal sorunlar da kendi kendini üreten bir kangren
haline gelmiştir.
Bu ulusal sorunların “ulusalcı/şoven” bir bakış
açısıyla da çözülmesi mümkün değildir. Hatta bugün halklar arasında yaşanan
kanlı boğazlaşmaya baktığımızda, birçok kimse için çözülmemiş de olsa, bir tür
baskılandırılmış da olsa en azından kanlı hesaplaşmaların yaşanmadığı “eski
ilişkiler” belki ehven-i şer olarak bile görülebilir.
Özerk Karabağ Bölgesi’nin kendi yasal aygıtları ile
toplumu ile Ermenistan Cumhuriyetiyle birleşmek iradesi göstermesine karşı,
Azerbaycan’ın gösterdiği baskı politikası da oradaki ilişkilerin ezen ulus
şovenizmine dayandığını göstermektedir. Karabağ üzerinde şoven baskılar
olmasaydı, Karabağ sorunu da olmayacaktı veya en azından bu boyutlara varmayacaktı.
Karabağ sorununda görüşleri dikkate alınması gereken, saygı
gösterilmesi gereken sadece Karabağlılardır. Oysa göründüğü gibi bu halkın
iradesi dışında hemen herkes bir biçimde işin içindedir. Karabağ’ın Özerk mi,
yoksa bağımsız mı kalacağına; Ermenistan’a mı yoksa Azerbaycan’a mı
bağlanacağına tek karar vermesi gerekenler bu halkın kendisidir. Karabağ’ın
hangi Cumhuriyete bağlanacağına Karabağ halkının vermesi demokratik bir
çözümdür. Bilindiği kadar da Karabağ halkı bu yöndeki iradesini çeşitli defalar
ortaya koymuş ve Ermenistan’a bağlanmak isteğini meşru organlarında karara
bağlamıştır. Bu kararının bedeli olarak savaşmayı, ambargolara göğüs germeyi de
göze almıştır. Burada ısrarla “Karabağlı”lardan söz etmemizin felsefik ve
ideolojik bir temeli vardır. Karabağ’da nüfusun çoğunluğu Ermeni olmakla
birlikte Azeri halkı da bulunmaktadır. Kendi kaderini tayin etme hakkının
bedeli, birlikte yaşanan diğer ulusların orada yaşayamaz hale getirilmesi, göç
ettirilmesi, kıyılması olamaz. Bu nedenle Karabağlılar içinde Azerilerin (Veya
diğer etnik toplulukların da bulunduğu) bir coğrafya olarak, üzerinde yaşayan
herkesin mutlu olması, barışçıl ve adil ilişkiler içinde olması amaçtı. Kendi
kaderini tayin hakkı da kendi başına bir “amaç” değil, halkların ezen-ezilen
ilişkisi olmadan yaşayacakları bir toplumsal anlaşmanın sağlanacağı ilklerden
biridir. İlkenin kendisi amacın yerine geçmez.
Karabağ halkının istediği yönetime bağlanma ya da özerk kalma hakkı,
Laçin, Azerbaycan veya Ermenistan’da yerini yurdunu terketmiş ne kadar insan
varsa gönül rahatlığıyla memleketlerine dönebilmesi, işgal altındaki
toprakların boşaltılması, Ermenistan ve Azarbaycan arasındaki sorunların
görüşmelerle çözülmesi Güney Kafkasya’daki barışın temelleri olabilir.
[1] Hürriyet, 10 Ekim 1989
[2] Karabağ; Ermenice “Qara”=”baş, zirve, doruk”
anlamına geliyor; “Bağ” ise Ermenice, Farsça, Kürtçe ve Türkçe’de yerleşik aynı
anlamı taşıyor. Karabağ’ın Ermenilerce kullanılan adı ise “Artshak”tır.
[3] E.Uras, “Rupport sor une mission scientifique
en Asie Mineure”. 1893 Zikre.
[4] Garo Sasuni; “Kürt Ulusal Hareketleri ve 15.
yy’dan günümüze Ermen-Kürt ilişkileri”, Beyrut, 1969, Med Yayınları,
İstanbul, 1992, s. 26-27
[5] Sarkis Sarkisyan; “Hayastan”, London,
1983, s.68-69
[6] Mikail Varandian, “L’Armenia et la quêstion
Armênianne, Laval 1917”,s.42-46
[7] Kazım Karabekir, agy.
[8] Norodnosti Rodnay Yazık Naselenya. SSSR.Moskova 1928
[9] “Azerbaycan: Türklük Davası mı? Bir Ulusun Kendi
Kaderini Tayin Hakkı mı?” Sosyalizm Broşür Dizisi, 10 şubat 1990 İst.
[10] Mehmetzade Mirzabala, “Milli Azerbaycan
Hareketi” 1938
[11] Ayşe Tansever, “Karabağ ve Ermenistan
Olayları” Çağdaş Yol, Haziran 1988,S.4,s.58
[12] Moscow News, No 12,1988,s.10
[13] Karabağ; Ermenice “Qara”=”baş, zirve, doruk”
anlamına geliyor; “Bağ” ise Ermenice, Farsça, Kürtçe ve Türkçe’de yerleşik aynı
anlamı taşıyor. Fakat aslı Hint-Avrupa olmalı; “Bağ-çe”=”küçük Bağ”.. Zaten
bax=bağ’la en yakın üretim ilişkisi olan halk kuşkusuz Ermeniler. Kürtçe’de
““Arapsız sürü, Ermenisiz bağ olmaz”” diye bir atasözü var.Karabağ’ın
Ermenilerce kullanılan adı ise “Arzah”tır.
[14] E.Uras, “Rupport sor une mission scientifique
en Asie Mineure”. 1893 Zikre.
[15] Garo Sasuni; “Kürt Ulusal Hareketleri ve 15.
yy’dan günümüze Ermen-Kürt ilişkileri”, Beyrut, 1969, Med Yayınları,
İstanbul, 1992, s. 26-27
[16] Sarkis Sarkisyan; “Hayastan”, London,
1983, s.68-69
[17] Mikail Varandian, “L’Armenia et la quêstion
Armênianne, Laval 1917”,s.42-46
[18] Kazım Karabekir, agy.
[19] Norodnosti Rodnay Yazık Naselenya. SSSR.Moskova 1928
[20] “Azerbaycan: Türklük Davası mı? Bir Ulusun Kendi
Kaderini Tayin Hakkı mı?” Sosyalizm Broşür Dizisi, 10 şubat 1990 İst.
[21] Mehmetzade Mirzabala, “Milli Azerbaycan
Hareketi” 1938
[22] Ayşe Tansever, “Karabağ ve Ermenistan
Olayları” Çağdaş Yol, Haziran 1988,S.4,s.58
[23] Moscow News, No 12,1988,s.10
[24] l’Humanite, 18 November 1987, s.12
[25] Literaturnaya Gazeta, 2 September 1987, s.7
[26] The Economist, 20 şubat 1988,s.49
[27] Time, 14 mart 1988,s.13
[28] Moscow News No: 6, 1988,s.3
[29] Ayşe Tansever, “Karabağ ve Ermenistan
Olayları”, Çağdaş Yol S.4 Haziran 1988
[30] Sergei Baruzdin, “Etnik Duyguların Kaynağı”,
Dünyaya Bakış, s.13, Mayıs 1989
[31] Ufuk Güldemir, “Moskova Karabağ’ı Kullanıyor”
(Hayrikyan’la röportaj, Cumhuriyet Gazetesi, 24 Ekim 1989
[32] Prof Zartaryan’ın Notu; [1985 yılı ilkbaharında
SBKP Merkez Komitesi “heyeti” Moskova’dan Yerevan’a geldi. ve “Diaspora
Komitesinden” son derece gayrı memnun olarak ayrıldı. “Heyet” , Ermenistan
SSC idarecilerinden memnun kalmayışını bilhassa, onların dış ülkelerdeki
Ermenilerle yaptıkları çalışmalarındaki “sınıfsal yaklaşım” eksikliğinde
görüyordu. Raporda şu formülasyon mevcuttu;
“ Hayrete şayandır ki Ermeni
kolonilerinde Ermeni büyük para sahibi ve işçi Ermeniliği
muhafaza, vatanperverlik, vatan ile (Ermenistan SSC) ilişkileri geliştirmek
gibi sorunlarda HEMFİKİR/BENZEŞİK/ORTAK’ tırlar” Bu durum parti idarecilerinin
tanımlarına (definition) ve Marksizm-Leninizm ilkelerine (prensiplerini) hiçbir
şekilde /katiyen uymamaktaydı.](NO; 34 (1307) 90 08.22 ...)
[33] M. Ali Birand, Milliyet Gazetesi, 15 Kasım 1989
[34] İlhan Selçuk, Cumhuriyet Gazetesi, 23 Ocak 1990
[35] Doğu Perinçek; 2000’e Doğru Dergisi, s.10, 1992
[36] Ermeni-PKK bağlantısı: İ. Soysal (23.3. 1992,
Cumhuriyet)
[37] “Karabağ'da PKK militanları” (12.3.1992, Cumhuriyet)
[38] Cemil Gündoğan; “Ermeni Heyulası İle
Kürtlerin Özgürlük ve Bağımsızlık Mücadelesine Karşı Sinsi Bir Plan
Hazırlanmaktadır", Özgür Halk Dergisi, Ağustos 1992 .,s.22
[39] “Ermenistan yeniden diyalog istiyor”,
(Petrosyan’ın Türkiye işlerindeki başdanışmanı tarihçi Prof.Jirayr Libardyan’la
söyleşi), Cumhuriyet, 27 Temmuz 1997, s.6
[40] Radikal, "Avrupa Bakû'den yana", 8
Mayıs 1997, s.10
Yorumlar
Yorum Gönder