Çevrenizdeki insanları çeşitli mimari yapılara benzettiğiniz olur mu hiç; veya kendinizi ne tür bir yapı olarak tanımlardınız?
Ben çoğu kez insanların kendilerini mimari bir yapı olarak inşa ettiklerini, mimari yapılara, yapı parçalarına, yapı malzemelerine benzetilerek tanımlanabileceğini düşünürüm.- "Beni BASAMAK olarak kullandılar!"
- "Önlerinde YOL oldum..." yakınmalarını sık sık duyarız.
Çok güvendiğimiz birine "KAPI gibi adam!" deriz; "yüzü MAHKEME DUVARI gibi..." dediğimizde ise o kişinin ne denli ruhsuz, duygusuz biri olduğu anlaşılır.
"Dipsiz KİLER, boş AMBAR!" deyimi de çok bilgili, birikimli, varlıklı gibi görünen ama gerçekte yoksul ya da cahil kişiler için söylenmiştir.
Kişi karakterlerini tanımlarken metafor olarak yapı malzemelerinin kullanılması, o kişinin artık çok fazla değişmeyeceğini, kalıcı bir niteliğe sahip olduğunu da ima etmiş olur.
Kuşkusuz bu yapılar kendi irademizden daha çok, çevre koşullarının; ailenin, eğitim kurumlarının, devletin, geleneklerin, ideolojilerin, dinlerin biçimlendirdiği bir tarzda belirleniyor. Bu yapılara kendince özellikler katmak da bir mücadele işi. Diyelim "YOL" oluşunuz çok fazla değişmiyor ama OTOBAN mı, PATİKA mı, SUYOLU mu, tercih edebilirsiniz belki.
Kurallara çok bağlı, mağrur, heybetli, ulaşılmaz gibi görünen adamları feodal dönemlerin ŞATO'larına benzetirim. İçlerinde şovelye ruhlu bir savaşçı bulunacağı gibi çoğunlukla narsist bir despot bulunur.
Şatolar, kaleler hep ERKEK karakterlidir. KULE'Lerinde hapsedilmiş kadınlar kızlar vardır...
KALE gibi insanların gönlüne girmek çok zor olduğu gibi çıkmak da çok zor olabilir. Bir zamanlar sizin ulaşmanızı engelleyen o mağruriyet taşları ile , bu kez de sizin çıkmanızı , özgürlüğünüzü engeller; şato insanlar sizi kendisine hapsolmaya zorlar...
İçleri sürprizlerle dolu olabilir; geniş aydınlık salonlar, büyük kütüphaneler, kış bahçeleri, atölyeler… Veya karanlık dehlizler, labirentler, zindan odaları ve işkencehaneler. İçlerine girmeden kale insanların neler barındırdıklarını kestirmek zor.
Bürokraside çalışan memurların çoğu kez kendilerini BASAMAK gibi gördüklerinden şikayet ettiklerini duymuşsunuzdur. Kendileri oldukları statüde kalan ama başkalarının yükselmesine hizmet eden bu kişilerin MERDİVEN olduklarını varsayabiliriz. Tabi ki merdivenler yalnız tırmanmakta değil, inişte de gereklidir. Tabi hep üst katta kalacağınızı sanıyor ve inmeyi değil düşmeyi tercih ediyorsanız o başka!..
Hiç kuşku yok ki inişte de çıkışta da en tehlikeli olan içten içe kırıldığı, yıprandığı belli olmayan basamaklardır.
Bir de kendisini DUVAR olarak konumlandıran insanlar vardır. Bunlar katı kuralların, yasaların, yasakların, engellerin insanlarıdır. Tutucudurlar, engelleyicidirler. Duvarların dayanışmasıyla aşılmaz setler oluşur. Düzenli ordular, militarist bürokrasi, istihbarat örgütleri ve sistemi koruyucu cümle yapılar DUVARDIR.
Çoğu kişi bu duvarların, setlerin sadece birer taşıdır ama bu rolü siyasal ve ideolojik olarak içselleştirmiş her türlü değişimin, gelişmenin, yeniliğin önüne dikilen DUVAR gibi insanları çok tanırız..
Örneğin Türkiye'de "muhalif" partilerin çoğunu, bir tür duvar olan BARAJ'lara benzetmek yanlış olmaz. Toplumsal muhalefeti kucaklamak, sahip çıkmak adına onları kendi içlerine alırlar; suyla doldururlar ama aynı zamanda bu enerjinin sistemi bozmasını da engelleyip kendilerinde biriken enerjiyi farklı yol ve yöntemlerle sistem için yararlı hale gelmesini sağlarlar.
Baraj partilerinin, siyasetlerinin kişilikleri de buna benzer.
Duvarı hepten negatif tanımlamak kuşkusuz haksızlık olur; duvarlar bizi çeşitli tehlikelerden, iklim değişikliklerinden, kötü sürprizlerden de korur...
Peki DEĞİRMEN'e benzettiğiniz insanlar ve topluluklar var mıdır? Ben eğitim kurumlarının köşe taşı haline gelmiş neredeyse asırlık öğretmenlerini, öğretimk görevlmilerini, prof vb.leri değirmene, değirmen taşlarına benzetirim. Ağır, ağır; kaygısız ve ruhsuzca, önlerine düşen bütün taneleri öğütüp, birbirine benzeyen şeyler haline getirip, onları yenilip kullanılabilir hale getirdikten sonra salan değirmenler...
Tabi ömür törpüsü, öğütücü rolü üstlenen başka nice kişi de vardır hayatta.
İyi örnekler de vermek mümkün...
Örneğin KAPILAR...
Türlü, türlü kapılar. Açık olanlar, kapalı olanlar... İçe veya dışa açılanlar... İyiye ve kötüyü geçit veren/ vermeyen kapılar.
Ufkumuzu açan, temiz hav almamızı, içeriye aydınlık dolmasına sağlayan PENCERELER...
...
“Peki sen kendini hangi yapıya benzetirsin?” diye sorarsanız,
tereddütsüz cevabım; "KÖPRÜ!" olur.
Birbirine ulaşmaz gibi görünen toplumlar arasında köprü; birbirinden çok uzak duran kültürler arasında köprü; cinsel kimlikler arasında; bilimsel disiplinler arasında bir köprü; plastik sanatlarla müzik; müzikle edebiyat; kültür ve sanat ile politika arasında bir köprü... Kimlikler arasında, kişilikler arasında; özgürlük mücadeleleri arasında köprü...
Köprü, farklı şeylerin varlığına saygı duyar ama onlar arasında bir geçişkenlik sağlanmasına da taliptir.
Ne var ki toplumsal gerilimler, siyasi mücadeleler söz konusuysa KÖPRÜLER, barış zamanında çok fazla önemsenmeden yararlanılan, üzerine basılarak geçilip gidilen yapılarken; bir savaş çıktığında ilk hedef haline gelen de onlar olur. Önce KÖPRÜLER hedef alınır, onlar yıkılır veya engellenir...
Bir de toplumun en çok ötelediği, örselenmiş insanları vardır: Evsizler, sokaklarda yatıp kalkanlar, kendilerini satanlar, alkolikler, uyuşturucu bağımlıları, deliler-divaneler, dilenciler... Sosyoloji onlara en-alttakiler der, lumpen proletarya diye tanımlar; satacak iş güçleri bile kalmamıştır onların.
Bizim mimari üzerine tanımımızdan söyleyecek olursak İNSAN HARABELERİ'dir onlar.
Ne var ki şimdi yıkıntı haline gelmiş olsalar da bu onları değersizleştirmez:
Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın deyişi gibi;
"HARABAT ehlini hor görme Zakir,
Hazineye malik nice VİRANELER var!"
Yorumlar
Yorum Gönder