PSİKANALİTİK TARİH...

Tarihi çok konuşuyoruz ama aslında bugünü tartışıyoruz...

Çünkü "Türkiye"nin siyasal sınırları içine sıkıştırılmış olan Önasya ve Kuzey Mezopotmya'nın kadim halkları açısından oldukça travmatik bir geçmiş söz konusu. Hemen hiçbir sosyal sınıf; ulus, etnik-kültürel topluluk, dini cemaat kendi iç dinamikleriyle gelişmemiş; sürekli sert kırılmalara, bastırmalara uğrayarak şekilden şekile girerek, muhtevasında önemli bozulmalara uğrayarak bugüne gelebilmiş veya o kadar silinmişler ki ancak emarelerini görebiliyoruz...

Bugün yaşanmakta olan ulusal, toplumsal, kültürel hangi sorunu tartışırsanız tartışın ayağınızın yakın ve uzak geçmişteki bir yaraya dokunmaması mümkün değil.

Hangi kangrenleşmiş yapısal soruna baksanız, köklerinin derinlerde durduğunu, tahrip olduğunu görürsünüz. Bu da yapısal bozukluk ve sorunların geçici önlemlerle düzelemeyeceği ancak kökten değişimlerle sağlığına kavuşabileceği anlamına gelir.

Bundandır ki son derece güncel gibi görünen sorunları tartışırken bile tarihe uğramaktan, onun bir yerlere takılı kalan bağlantılarına ulaşmak zorunda kalıyoruz: çünkü "bitti tarihte kaldı" denen birçok sorun aslında halen yaşamaktadır.

Freud'un Psikanaliz teoremi, insan kişiliğinin çocuklukta hatta ana rahminden itibaren şekillendiği görüşüne dayanır. Kişiliğin oluşmaya başladığı her evredeki takılmalar/bozulmalar, ileriki yaşlarda ortaya çıkan sorunların da kaynağıdır.

Aynı teoriyi toplumsa tarih için de uygulamak mümkündür. Bugünün Türkiye Cumhuriyeti siyasi sınırları ve çevresindeki ülkelerde, Balkanlardan Kafkaslara, Akdeniz'den Ortadoğu'ya tüm alanlardaki sorunların kaynağında, Osmanlı İmparatorluğunun çözülüşü ve ulus-devletleşme döneminde yaşanan SİYASAL-TOPLUMSAL TRAVMALAR yatıyor.

Her bir meselenin kökeni bu yeniden kuruluş ve biçimlenme döneminde yaşanmış olan sorunlara dayanıyor. Statik olarak düşünürsek bu çürük temeller üzerine sağlıklı bir bina asla yükselemez. Organik ve dinamik olarak bakarsak, köklü bir tedaviye ihtiyaç olduğu görülür.

Yine psikanalizden ödünç alacağımız kavramlara başvurursak, tedavinin ilk adımlarından biri SORUNU KABULLENMEK ve diğeri KONUŞMAKTIR.

Sonuçta diyebiliriz ki SORUNUN farkında olan arkadaşlarımız, dostlarımızla bu platformlarında yaptığımız şey KONUŞARAK, (ki bu çocukluğumuzda uğradığımız travmalar anlamına gelen biçimde coğrafyamızın toplumsal ve siyasi tarihinin kalıtlarını TARTIŞARAK) bugün yaşamakta olduğumuz sorunları ANLAMLANDIRMAK'TIR.

Bir yanda vatanından sürülmüş, soykırıma uğratılmış, kendisine zorla başka kimlikler dayatılmış; saldırı ve tecavüze uğramış; başka bir dil,kültür ve inanç içinde durmaya zorlanmakta olan toplumlar; bir yanında da bunları inkar eden, görmezden gelen, "olmuşsa bile iyi olmuş, hakkedilmiş" diye düşünen, umursamayan başka toplumlar, bir arada nasıl yaşayacaklar?

Birileri kendini ülkenin ve devletin esas sahibi, öbürlerini de yabancısı, düşmanı olarak konumlayan nasıl bir ortak kamusal düzen olabilir? Bu yapının her zaman gerilimler, çatışmalar üreteceği; böylesi yapıların ancak diktatoryal biçimde sürdürülebileceği açık değil mi?

Böylesi bir zeminde özgürlük ve demokrasi nasıl gelişebilir?

Çözüm için kimsenin elinde sihirli bir reçete, "illa böyle çözülür" diyebileceğimiz bir yol yok. Ama bilimsel bilginin ışığında gelecek kuşakları da kapsayan ADİL, BARIŞÇIL, ÖZGÜRLÜKÇÜ bir ortak yaşam projesinin içini başka türlü doldurmak da mümkün değil.

Yorumlar