Sosyalist literatürde "ezen ulus milliyetçiliği" ile "ezilen ulus milliyetçiliği"nin aynı olmadığı,aralarında önemli fark bulunduğu, ikincisinin demokratik taleplerle hareket ettiği için destekleneceği kabul görmüştür.
Ulusal kurtuluş mücadelelerinde bu türden milliyetçi akımlarla ittifak ve desteklemenin gerekleri ve koşulları da genel kabul gören ilkelerdir.
Buna karşın ezen ve ezilen ulus milliyetçilikleri arasındaki farkların nitelikleri, yatay geçişin mümkün olduğu, ezen ulus milliyetçiliğinin evrimi gibi konular pek tartışılmamıştır.
Bunun bir nedeni ezen ulus kimliği içindeki sosyalist veya demokratlar, eğer bunu konuşurlarsa MEVCUT STATÜ EŞİTSİZLİĞİ nedeniyle bunun kolayca, egemen ulus milliyetçiliğinin ekmeğine yağ sürmek veya şovenizmi beslemek konumuna düşme veya böyle algılanabileceğinden çekinmeleridir.
Bu konuda duyarlı olmakla beraber; EZİLEN ULUS MİLLİYETÇİLİĞİ'ni her türlü eleştiriden muaf tutma gibi tehlikeli bir yanlışa da düşülmemeli derim. Buradaki ASIL DUYARLILIĞIN ezilen ulus (veya diğer aidiyet) kimlikleri içinde, özgürlük mücadelesi verenlerce yapılması, hem daha anlamlı olacaktır, hem de yanlış yerlere çekme şansı fazla olmayacaktır.
Ulusal kurtuluş mücadelelerinde bu türden milliyetçi akımlarla ittifak ve desteklemenin gerekleri ve koşulları da genel kabul gören ilkelerdir.
Buna karşın ezen ve ezilen ulus milliyetçilikleri arasındaki farkların nitelikleri, yatay geçişin mümkün olduğu, ezen ulus milliyetçiliğinin evrimi gibi konular pek tartışılmamıştır.
Bunun bir nedeni ezen ulus kimliği içindeki sosyalist veya demokratlar, eğer bunu konuşurlarsa MEVCUT STATÜ EŞİTSİZLİĞİ nedeniyle bunun kolayca, egemen ulus milliyetçiliğinin ekmeğine yağ sürmek veya şovenizmi beslemek konumuna düşme veya böyle algılanabileceğinden çekinmeleridir.
Bu konuda duyarlı olmakla beraber; EZİLEN ULUS MİLLİYETÇİLİĞİ'ni her türlü eleştiriden muaf tutma gibi tehlikeli bir yanlışa da düşülmemeli derim. Buradaki ASIL DUYARLILIĞIN ezilen ulus (veya diğer aidiyet) kimlikleri içinde, özgürlük mücadelesi verenlerce yapılması, hem daha anlamlı olacaktır, hem de yanlış yerlere çekme şansı fazla olmayacaktır.
Çeşitli milliyetçilikler arasında çok kalın duvarlar, aşılmaz sınırlar yoktur maalesef. Bunların objektif olarak tanımlanması ve bu geçişlere karşı da DUYARLI olunması gerekir derim.
Bu tıpkı, kamusal alanda, işyerinde baskı-zulüm gören, haksızlığa uğrayan bir adamın KENDİ EVİNDE karısının, çocuklarının başına tam bir DESPOT kesilebilmesi, onlara hayatı zindan edebilmesi örneği gibidir.
Herkes böyle değildir elbet ama böyleleri de var vardır ve küçümsenemez. Bunun nedenleri, sosyolojisi, psikolojisi, durumu açıklayabilir. Fakat durumu açıklayabiliyor olmamız onu MAZUR / KABUL EDİLEBİLİR bulmamızı gerektirmez.
Hatice Yaşar, 1990'lı yıllarda yazdığı bir makalesinde "HOŞ GÖRÜLECEK MİLLİYETÇİLİK YOKTUR" demekteydi. Ben de ezilen ulus milliyetçiliğini diğerlerinden niteliksel olarak ayırt etmek için YURTSEVERLİK tanımı tercih ederim. Ne ki bir olgunun ismini değiştirerek kendisini değiştirmiş olmayız!..
Nasıl DUYARLI OLMALI?
Öncelikle ezilen ulus milliyetçiliğinin de yere, zamana göre İZAFİ oluşuna dikkat edebiliriz. Söz gelimi herhangi bir ulus kendi ülkesinde EGEMEN iken, başka bir ülkede veya diasporada EZİLEN ULUS konumunda olabilir. Bu durumda büyük ulus şövenizminin kendini ezen, kendisinden daha daha güçlü biri karşısında kendini savunduğu argümanların hangisi DEMOKRATİK olacaktır ve biz bu ayrımı nasıl yapmalıyız?
Bir ulus, tarihin bir döneminde EGEMEN iken, günümüz koşullarında EZİLEN ULUS konumuna düşmüş olabilir. Acaba bir zamanların görkemli egemenliğine yeniden kavuşmak arzusunu da içinde barındırabilen bu türden bir milliyetçilikle hangi TALEPLERDE ortaklaşılabilir?
Ya da ezilen ulusun kendisi, yer yer statü edindikçe, sosyal ve siyasal olarak güçlendikçe EZEN ULUS MİLLİYETÇİLİĞİNE doğru evrilemez mi? Bunun ölçüsü, ayarı, tanısı nasıl mümkün olabilir?
Milliyetçi görüşlerin buna verdikleri, verecekleri bir cevabı vardır:
"-Şimdiye kadar bize yapıldı, bırakın biraz da biz onlara yapalım.." derler.
Yani "şimdiye kadar biz katledildik, soykırıma uğradık, bırakın biz de başkalarını -özellikle de bize bunları uygulamış olanları- katledelim, sürelim, kıralım...";
"Şimdiye kadar hep biz ezildik, horlandık, baskıya uğradık; bırakın biraz da biz başkalarını ezelim, horlayalım, baskılayalım..."
"Şimdiye kadar hep bizim ülkemiz işgal edildi; bırakın biraz da biz başkalarının ülkesini işgal edelim, yönetelim..." vb...
Biraz rövanş, biraz öç alma, biraz öfke yatıştırma kabilinden söylenmiş olduğu, sadece SÖYLEM'de kalacağı, fiiliyata geçirme gücü (iktidar aygıtına sahip) olmadığı, olamayacağı varsayımıyla bu söylem ve eğilimler de eleştirisizlik ve hoşgörüden faydalanmalı mıdır?
Bence ASLA ve HAYIR !..
Berlinde'ki Avrupa'nın en büyük soykırım anıtında benim çok önemli bulduğum bir ayrıntı vardır: Anıt gittikçe yükselen beton bloklar ve içinde kaybolacağınız dar labirentlerden oluşmaktadır. Bu beton bloklar hem toplama kamplarını hem de ırkçılık ve şövenizmin acımasız soğukluğunu temsil ederler. Bloklar, anıtın girişinde daha kısa üzerinde oturulabilir, üstünden atlanabilirken giderek derinleşir ve ulaşılamaz hale gelir. Bu blokların bir de kaldırım üzerinde HEMEN HİÇ FARK EDİLMEYEN İZLERİ bulunur. Bunların günlük hayatta sık sık karlaştığımız hiçbir tehlike görmediğimiz için, farkında bile olmadan üzerinden atladığımız IRKÇI-MİLLİYETÇİ-ŞOVEN söylemler olduğunu düşünürüm.
Ama işte onların sonucu giderek aşılmaz kaleler haline gelmeleridir. Artık onları ciddiye almamız için ÇOK GEÇTİR...
İşte ezilen ulus milliyetçiliği söyleminin ezen ulus milliyetçiliğine geçişinde MASUMANE gibi görülen, önemsenmeyen, hatta espri kabilinden gülünüp geçilen söylem ve davranışların böyle ürkütücü sonuçları alacağını düşünürüm.
Bunu aslında sadece ULUSAL kimlik alanında değil, DİNSEL, İNANÇSAL, SINIFSAL, SOSYAL veya CİNSEL kimlikler alanında da söyleyebiliriz.
Benim ölçüm şudur: KİMLİK SAVUNUSUNDAN, KİMLİK DAYATMAYA GEÇİŞ...
Ulusal, etnik, biyolojik, sosyal, dinsel, inançsal, cinsel herhangi bir KİMLİĞİN kendi farklılığını, özgünlüğünü ve ÖZGÜRLÜĞÜNÜ savunmasını; tanınması ve saygı gösterilmesini savunuyorum. Onların kendi kişiliklerine, farklılıklarına saygı gösterilmesi mücadelesini DESTEKLİYORUM...
Bir KİMLİK grubu kendi NORMLARINI eğer başkalarına DAYATMAYA, "ölçü budur, buna uymalısın" demeye BAŞLADIĞI YERDE "Hoop arkadaş, işte orada DUR!" derim, ben burada yokum. Kimse kimseye KİMLİK NORMU dayatamaz...
- Böyle Kürt olmaz, Kürt dediğin şöyle olur...
- Bu Kürt'tür değerlidir, obürü normlara uymuyor değersizdir...
- Alevilik böyle olur, şöyle olmaz: bu tür Aleviler değerli, öbür türlü olanlar Alevi değildir değersizdir...
- Ermeni şöyle olur, öbürü artık karışmıştır Ermeni sayılmaz...
- Müslümanlık budur, öbürü sapkınlıktır...
- Solcu dediğin şunları yapar, bunları yapmaz; eğer yapmıyorsa değersizdir..
- Erkek dediğin şöyle davranır; escinsellik erkekliğe terstir
- Filanca davranış kadınlığa yakışmaz...
- vd.. vd...
....
Kendi kimliğimiz, farklılığımızı grup olarak da toplum olarak da birey olarak da savunmalıyız. Üzerindeki baskılara, zorbalıklara karşı da örgütlü mücadele edebilmeliyiz. Özgürlük ve saygı talep etmek en doğal hakkımızdır.
Fakat kendi doğru bulduğumuz, yakın bulduğumuz kimlik normlarını başkalarına DAYATMAK, onları ancak bizim hoş görebileceğimiz biçim ve tanımlara zorlamak... işte bu kabul edilemez.
Şu anda elinde belki İKTİDAR AYGITI olmadığı için bunu bütün topluma dikte ettirme şansı bulunmaması, onu ZARARSIZ ve DOĞRU bir şey haline getirmez. Çevresinde, örgütünde, mahallesinde, evinde, okulunda -hatta sadece iki arkadaş arasında- bile yapabilmesi bir BASKICILIKTIR; derim.
Bu sizin kendi kimlik normunuzun YANLIŞ veya KÖTÜ olduğu anlamına gelmez. Başkasına dayatmanızdır yanlış olan.
Örneğin ÖPMEK, öpüşmek dünyanın en barışçı, güzel bir sevgi ifadesidir. Kimse herhalde bunun kötü bir şey olduğunu söyleyemez.
Ama...
Birisini İSTEMEDİĞİ halde öpmeye kalkarsanız bu TACİZ;
ZORLA öpmeye kalkarsanız da bu TECAVÜZ olur.
Yorumlar
Yorum Gönder