RUMLAR GEMİ KAZANINDA NASIL YAKILDI?


Giresunlu Topal Osman Ağa'nın yeğeni olduğunu söyleyen "Şair-Yazar" Mehmet Şakir SARIBAYRAKTAROĞLU, 1975 yılında İstanbul'da yayınlanan "OSMAN AĞA ve Giresun Uşakları Konuşuyor" isimli kitabında olayla ilgili şunları yazıyor:

(Aralık 1922; Osman Ağa, Gülnihal Vapuruyla Karadeniz kıyılarında "zafer turu" atmaktadır.)

"Artık vapur Ünye’ye indi, Ünyeliler Osman ağayı karşılamaya geldiler, ağa ile görüştüler, içlerinden birisi Osman Ağa’nın kulağına bir şeyler fısıldadı, Ünye hapishanesinde üç tane Rum olduğunu, bunların birçok Türk’ öldürdüğünü ve bir çok fenalıklar yaptığını söylediler. Osman ağa derhal Ünye savcılığına gidip bu mahkûmları istedi. "Onlar cezalarını Giresun'da görecekler" diye alıp vapura gönderdi. Vapur Ünye’den kalktı, Fatsa’ya vardı. Fatsalılar da bir heyet halinde vapura gelip ağayı hoşladılar. Burada biraz konuşmalar olduktan sonra yine ağanın kulağına bir şeyler fısıldandı. Bu fısıltı da hapishanede bir Ermeni yattığını, bu da Ermeni'nin domuzu olduğunu, o kara günlerde birçok fenalıklar yaptığını söylediler. Osman ağa hapishaneden bu Ermeniyi de aldı, onu da diğerleri gibi vapura gönderdi.

Gülnihal vapuru Fatsa’dan kalktı. Osman ağanın küçük oğlu Mustafa Bey bu Rumların yanma gitti ve "sizi Pundustçular sizi!" diye, Rumlara ve Ermeni’ye şamar atmaya başladı. Ermeni, Mustafa beyin şamarını yedikçe ona domuz bakışı ile bakıyordu. Yediği şamarları kabadayılık gururuna yediremiyordu. Çünkü dün o Türkleri şamarlıyor, dövüyor vuruyordu.

Şimdi bu Pundustçu Rum ve Ermenilerin vapurun kazanına atıldıklarını hayâli olarak seyredelim. Osman ağa bu hainlere "ne kadar Türk öldürdünüz?" diye sordu: Tabi hepsi de inkâr ettiler.

Ağa çarkçıbaşıya sordu: "Bunları makine dairesinde koyacak yerin var mı?" dedi. Çarkçıbaşı anlamadı, Osman Ağa "ocağın içerisinde yer var mı?" deyince Celâl bey heyecanlandı. Yahudi Celâl, “ne olacak ağa hazretleri” dedikte, ağa “yanacaklar!” deyince işte Celâl bey titremeye başladı.



Osman ağa çetelere emir verdi. Sıradan Rumlar kazanın içine bir, iki, üç gittiler. Bu Rumlar vapurun kazanına atıldıktan sonra Ermeni kaldı. Artık sıra ona geldi. Osman ağanın sorduğu sözlere hep aksi cevap veren Ermeni kendinin de yanacağını anlayınca Osman ağaya küfür söyleyerek kendini ateş kazanının içerisine baş üstü dalar gibi attı. Osman ağa, süvari Celâl beye “ nasıl vapur iyi yol yapıyor mu?” deyince Celâl beyin çeneleri titrediği için ağaya cevap veremedi. Vapur tabiî bu suretle Ordu’ya daha evvel geldi.” (s.191)

Bu satırların yazarı “Sayın Emrullah Nutku’ya cevap” başlığında da “Kazana atılma olayını” şöyle savunmaktadır:

“Vapurun kazanına atılanlara gelince :
Bunlar da Ünye ve Fatsa hapishanelerinden alınan Pundustçu Rumlar, birisi Ermeni idi, üçü ise Rumdu. Bunlar ne kadar Türk kadınlarının namusuna tecavüzde bulunmuş ve ne kadar da Türk öldürmüşlerdi. Ve ne de Osman ağayı tanırlardı. Bu Pundustçu pislerle iftihar mı edecektik.!” (s.220)

Yani "Pontusçu Rum ve Ermeni olmaktan başka suçları yoktu, yetmez mi?" diye hiddetleniyor...

[Kitabı paylaşan Sait Çetinoğlu dostumuza çok teşekkür ediyorum.]

Kitapta buna benzer daha nice dehşet verici itiraflar var. Bu aslında birinci elden tanıklıktır aynı zamanda. Soykırımcıların dedelerini milliyetçi hamasetle aklamaya çalışmaları şaşırtıcı değil; FİSKO BİRLİK gibi bir kurumun bu kitabın sponsoru olması ise "soykırım ve etnik yok etme" süreçlerindeki KOLLEKTİF SORUMLULUK gerçeğine tanıklık eder.

Kitap 1975'de yayınlanmış. O yıllarda henüz Türk devlet erkanında "soykırımın bir insanlık suçu olduğu ve başlarına bela açacağı" kafalarına dank etmemiş ki bu tür itirafnameleri kahramanlık övünüsü olarak gördükleri için çekincesizce yayınlamışlar. Bu gün olsa sanırım yapmazlardı.

Sözcü Gazetesi'nin12 Eylül dahil her dönemin muteber muhbir gazetecilerinden Saygı Öztürk, Pontus Davası nedeniyle "13 ilimiz daha gitti" diye dün sansasyonel bir başlık atmıştı. Pontus soykırımının tanınması için mücadele yürüten sivil toplum kuruluşlarının dağıttıkları yayınları "Yunan devletinin turisktlere zorla dağıttığı broşürler" olarak sunarak, güya diplomatik baskı yapılmasına zemin hazırlıyor.

Bu baylar bilmeli ki Pontus soykırımı davası Yunanistan devletinin değil öncelikle BİZİM DAVAMIZDIR. Tıpkı Ermeni soykırımının Ermenistan devletinin değil BİZİM SORUNUMUZ olduğu gibi. Yani bu topraklarda yaşayan bir halkın uğradığı zulmü kabul etmeyen insanların davası. Adalet arama ve zulme ortak olmama tavrıdır. Devletler bunu kendine sorun yapar mı, yapmaz mı, nasıl davranır onları bağlar.

Pontuslu Rum halkının yaşadığı vilayetler 13 değil 63 olsun veya sadece bir ilin küçük bir kasabası olsun hiç fark etmez...

Soykırımcılıklarıyla, zulümleriyle, canavarlıklarıyla "kahramanlık" diye övünenlerle mücadele etmeden ortak bir gelecek inşa edilebilir mi?



Yorumlar