Günlerden bir gün bir arkadaşımla Atina'da gezerken, Karagöz-Hacivat figüreri satan bir hediye dükkanıyla karşılaştıydık.
Türkiye'deki resmi söylem içine işlemiş arkadaşım hemen şöyle tepki verdi:
"-Bu Yunanlılar da her şeyimize sahip çıkıyorlar!"
"- He ya! İstanbul'a sahip çıktığımız gibi..." dedim," Her yıl, Konstantinapol'ü nasıl işgal ettiğimiz, nasıl yağmalayıp sahiplendiğimizle övünüp bayram yapmıyor muyuz?"
Bu tür karşılaştırmalı diyaloglara alışkın olmayan arkadaş epey şaşırdı.
Binlerce yıl önce antik tiyatro mekanları kurmuş, büyük tiyatro oyunları üretmiş Yunan toplumunun Osmanlı'dan tiyatro araklamaya ihtiyacı mı var?
"-Bu Yunanlılar da her şeyimize sahip çıkıyorlar!"
"- He ya! İstanbul'a sahip çıktığımız gibi..." dedim," Her yıl, Konstantinapol'ü nasıl işgal ettiğimiz, nasıl yağmalayıp sahiplendiğimizle övünüp bayram yapmıyor muyuz?"
Bu tür karşılaştırmalı diyaloglara alışkın olmayan arkadaş epey şaşırdı.
Binlerce yıl önce antik tiyatro mekanları kurmuş, büyük tiyatro oyunları üretmiş Yunan toplumunun Osmanlı'dan tiyatro araklamaya ihtiyacı mı var?
Osmanlı kaç tane tiyatro mekanı yaptı, kaç tane tiyatro üretti ki?
Türk tiyatrosu diye 19.yy sonlarına gittiğimizde gördüğümüz şey ise genelde İstanbul'daki Rum, Ermeni ve Musevi'lerin müslüman seyircileri için de düzenledikleri sahne sanatlarından başka bir şey değil...
Avrupa'daki Türk aydınlarının, tiyatronun medeniyet göstergesi olduğuna uyanıp tiyatro eserleri vermesi bile 19.yy sonlarıdır. O zaman 20.yy'nin başlarında bile mekanından, dekoruna, kostümünden müziğine ve oyuncularına kadar çoğu ya Rum asıllı idi ya da Ermeni...
Bunun nedeni İslamiyet'in sahne sanatlarını din dışı sayması ve genelde "gayri-Müslimlerin Müslümanları eğlendirme hizmeti" olarak hor görmesiydi; gavurlara ait bir meslek olarak kategorize etmesiydi denilebilir.
Gölge oyunu olan Karagöz ise hayal perdesi kurmakla birlikte diğer sahne sanatlarından farklı değildir. Büyük Karagöz oynatıcı ve ustalarının çoğusu Rum'dur:
Başta Brahalis Baba olmak üzere Mimoras, Poulias, Memos, Agapitos, Pangalos, Dedoussaros, Liatsas, Prevezanos, Theodoropoulos, Mollas, Manolopoulos, Jean Moros, Agiomavritis, Qanthos, Sotiris Spatharis, Melidis, Vassilaros ve daha niceleri...
Karagöz ve Hacivat karakterlerinin Türk-Müslüman isimleri alması yadırgatıcı değildir. Artık yüzlerce yıldır şöyle veya böyle Türk ve Müslümanlarla birlikte, Osmanlı idaresi altında yaşayan Elen sanatçıların, kendi toplumları içinde Yunanca, ama İstanbul vd. kozmopolitleşmiş yerlerde Türk toplumuna (Türk müşterilerine!..) hitap etmek üzere Osmanlı Türkçesi kullanmaları, Müslüman isim ve karakterlerin bulunması gayet normal. Bu, hem onlarla bir diyalog yaratıyor hem de Osmanlının egemen kültür (veya kültürsüzlüğünü) bu karakterler üzerinden hicvetme olanağı veriyor.
Aynı şeyi Yunan taverna kültürünün katıksız bir uzantısı olan "Kantoculuk"ta görmek de mümkün. Kanto (yani sözlü müzik) icra eden sanatçılar çoklukla Müslüman müşterileri eğlendirmek için onları Türkçe de söylüyorlardı. Bu, Kantoyu Türk orijinli bir sanat yapmadığı gibi Karagöz'ü de Türk orijinli yapmaz.
Ne var ki hem halka hitap eden eğlendirici bir unsur olması hem de Türkçe icra edilebilmesi Türk-Müslüman kesimde de Karagöz oynatıcılığının popüler hale gelmesine neden oldu. Yunan bağımsızlık savaşının başarı kazanması ve Yunan ulusçuluğunun Karagöz vasıtasıyla da propaganda yapmaya başlaması Yunan ve Osmanlı Karagöz oynatıcılığında giderek belirgin bir farklılaşmaya yol açtı.
Halen Osmanlı tebaası bulunan Rum sanatçılar daha ılımlı ve popüler bir dil kullanmaya özen gösterirken, özgür Yunanistan'da ve Balkanlardaki Karagözcülerde ulusal özellikler ve Osmanlı eleştirisi ağır bastı.
Türk-Müslüman Karagöz oynatıcıları ise Karagöz oyunlarındaki Rum, Ermeni, Arap, Arnavut tiplerini alaya alarak karşılık verdiler. Böylece 20.yy'ın ilk çeyreğinde Karagöz oyunu tipleri ve temalarıyla artık iki ayrı kol haline gelmişti diyebiliriz.
"Karagöz oyunu" kimin diye sormaya gerek var mı?
"Karagöz mü oynatıyoruz" (Boş ilerle mi uğraşıyoruz, dalga mı geçiyoruz); "Karagöz oynatmak" (göz boyamak, dikkatleri dağıtmaya çalışmak) vb gibi Türkçe deyimlerin olumsuz anlamlar içermesi tesadüf mü?
Yorumlar
Yorum Gönder