Dracula efsanesi nasıl ortaya çıktı?
Korku sinemasının temel elementlerinden olan Wampir temalı filmlerinin esas kaynağı Kont Dracula'ya dayanır.
Osmanlı işgali altında bulunan Romanya'nın Eflak Bölgesi’nin 1447-1478 yılları arasındaki Bey’i (Voyvoda’sı) olarak tanınmıştır.
Osmanlı İmpadatorluğu, Balkanlar'da işgal ettiği bütün bölgelerdeki, Hristiyan genç kız ve genç erkekleri savaş ganimeti olarak başkente götürürdü. Kızların ve oğlanların en güzelleri, akıllıları Saray için ayrılır; kızlar cariye olarak Harem’e verilir; oğlanlar da çeşitli hizmetlerde eğitilmek üzere ayrıştırılırdı. Tutsak edilen genç erkeklerin güçlü kuvvetli olanları Yeniçeri Ocağına alınır, orada devşirilerek Osmanlı’ya asker olarak yetiştirilirdi. Diğer kız ve oğlanlar da çeşitli Bey ve Paşa konakları arasında pay edilirdi.
İşgal edilen ülkelerdeki aristokratların, kraliyet ailelerinin çocukları için de ayrı bir rejim uygulanmaktaydı. Hanadan soyundan gelenler ve soyluların çocukları da zorla alınıpp başkente götürülürdü. Soylu ailelerin kızları Padişah eşleri yapılmak üzere Harem'i seçilirken; erkekler de bir tür “rehine-tutsak” olarak saray’da tutulurdu, Enderun denen iç okullarda eğitilerek ileride kendi bölgelerinde Vasal Kral ya da Bey olarak gönderilirlerdi.
III. Vlad Tepeş de (Kont Dracula) gençliğini 1442-1448 yıllarında esir ve rehine olarak Osmanlı saraylarında geçirmiş bir Macar prensiydi. Aralarında sonradan "Fatih" adıyla ünlenecek olan şehzade Mehmet de dahil, diğer şehzade ve prenslerle birlikte Tokat ve Nif bölgelerinde kaldı. Daha sonra babasının yerine Eflak Beyi olarak tanınarak ülkesine gönderildi.
Vlad, iç örgütlenmesini tamamlayıp Macaristan'la ittifak oluşturuncaya kadar Osmanlıların vergilerini düzenli ödeyen, buyruklarına uyan sadık bir Vasal olarak göründü.
1459’dan itibaren, yani Bizans'ın düşmesi ve Ortodoks kilisesi merkezisinin Osmanlı işgaline düşmesinren sonra Osmanlı'ya karşı isyan bayrağı açtı. Fatih Sultan Mehmet bu isyanı bastırmak için ordular gönderdi ise de, onları yenilgiye uğratan Vlad, esir aldığı Osmanlı askerlerini kazığa oturtarak cezalandırmasıyla ün yaptı. Osmanlı ordusunun geçeceği yol üzerine kilometrelerce uzanan kazıklara geçirilmiş asker cesetleri diziyordu. Hatta kendisine gönderilen elçilerden birinin kavuğunu çıkarmayı reddetmesi üzerine, kavuğunu kafasına çivilettiği rivayet edilir.
Genellikle Osmanlı'nın Balkanlardaki ilerleyişinin Viyana kapılarında durduğu kabul edilir. Fakat doğrusu Osmanlı en büyük ve kanlı yenilgiyi III Vlad karşısında almıştır. Vlad, kendisini (Türkçülerin de hararetle sahiplendikleri) Büyük Hun imparatoru Atilla'nin torunu olarak görürdü.
Osmanlı'ya karşı bu kanlı tepkinin izleri, bu dehşetengiz süreç, geçen zaman içinde kültürel olarak Transilvanya'da birçok korku efsanesine kaynaklık etti veya onu besledi.
Vlad’ın inişli çıkışlı mücadelesi, sürgün ve yeniden isyanlarla geçen hayatı 1478 yılında Osmanlı ordularına yenilmesiyle sona erdi. Öldüğünü ispatlamak için kesilen başı Fatih Sultan Mehmet’e gönderildi.
Fakat Romen halkı, onun ölümünü kabullenmedi; Vladın ölmediği, 400 yıl yaşayan bir vampire dönüştüğü efsanesi böylece ortaya çıktı. Bugün bile halen onu ulusal bir kahraman olarak gören Romenlerin sayısı az değildir. Romen Krallığının temelini atan Stefan Cel Mare'nin kuzeniydi Dracula...
Yazar BRAM STOKER'in bu efsaneyi 1897'de “KONT DRACULA” olarak bir roman karakteri haline getirmesiyle de uluslararası bir ün kazandı. Başka roman ve korku filmlerine ilham kaynağı oldu. Roman'a göre, Kont Dracula, Osmanlılarla giriştiği savaşta eşinin kanlı biçimde öldürülmesi üzerine çıldırdı. Kiliseye isyan etti ve eşinin intikamını kanlı biçimde alacağına dair kan banyosu yaparak yemin etti.
Korku sinemasının temel elementlerinden olan Wampir temalı filmlerinin esas kaynağı Kont Dracula'ya dayanır.
"Kont Dracula" ya da aynı derecede ürkütücü lakabıyla "Kazıklı Voyvoda", gerçek ismiyle Vlad Tepeş III, Osmanlı zulmünün saf bir ürünü gerçek bir tarihsel kişiliktir...
Osmanlı işgali altında bulunan Romanya'nın Eflak Bölgesi’nin 1447-1478 yılları arasındaki Bey’i (Voyvoda’sı) olarak tanınmıştır.
Osmanlı İmpadatorluğu, Balkanlar'da işgal ettiği bütün bölgelerdeki, Hristiyan genç kız ve genç erkekleri savaş ganimeti olarak başkente götürürdü. Kızların ve oğlanların en güzelleri, akıllıları Saray için ayrılır; kızlar cariye olarak Harem’e verilir; oğlanlar da çeşitli hizmetlerde eğitilmek üzere ayrıştırılırdı. Tutsak edilen genç erkeklerin güçlü kuvvetli olanları Yeniçeri Ocağına alınır, orada devşirilerek Osmanlı’ya asker olarak yetiştirilirdi. Diğer kız ve oğlanlar da çeşitli Bey ve Paşa konakları arasında pay edilirdi.
İşgal edilen ülkelerdeki aristokratların, kraliyet ailelerinin çocukları için de ayrı bir rejim uygulanmaktaydı. Hanadan soyundan gelenler ve soyluların çocukları da zorla alınıpp başkente götürülürdü. Soylu ailelerin kızları Padişah eşleri yapılmak üzere Harem'i seçilirken; erkekler de bir tür “rehine-tutsak” olarak saray’da tutulurdu, Enderun denen iç okullarda eğitilerek ileride kendi bölgelerinde Vasal Kral ya da Bey olarak gönderilirlerdi.
Onları bir tür rehine olarak ve ailelerine karşı şantaj aracı olarak elinin altında tutar, hem de Osmanlı kültürüne devşirme'ye çalışırdı. Tahtın varislerinin Osmanlı Sarayında olduğunu bilen bu soylu ailelerin Osmanlı’ya sadık kalacakları düşünülürdü. Evliliklerin ise Padişaha bu ülkelerin de “Soylarından gelen meşru bir lider” olarak tanınmalarını kolaylaştıracağı kabul edilirdi.
III. Vlad Tepeş de (Kont Dracula) gençliğini 1442-1448 yıllarında esir ve rehine olarak Osmanlı saraylarında geçirmiş bir Macar prensiydi. Aralarında sonradan "Fatih" adıyla ünlenecek olan şehzade Mehmet de dahil, diğer şehzade ve prenslerle birlikte Tokat ve Nif bölgelerinde kaldı. Daha sonra babasının yerine Eflak Beyi olarak tanınarak ülkesine gönderildi.
Vlad, iç örgütlenmesini tamamlayıp Macaristan'la ittifak oluşturuncaya kadar Osmanlıların vergilerini düzenli ödeyen, buyruklarına uyan sadık bir Vasal olarak göründü.
1459’dan itibaren, yani Bizans'ın düşmesi ve Ortodoks kilisesi merkezisinin Osmanlı işgaline düşmesinren sonra Osmanlı'ya karşı isyan bayrağı açtı. Fatih Sultan Mehmet bu isyanı bastırmak için ordular gönderdi ise de, onları yenilgiye uğratan Vlad, esir aldığı Osmanlı askerlerini kazığa oturtarak cezalandırmasıyla ün yaptı. Osmanlı ordusunun geçeceği yol üzerine kilometrelerce uzanan kazıklara geçirilmiş asker cesetleri diziyordu. Hatta kendisine gönderilen elçilerden birinin kavuğunu çıkarmayı reddetmesi üzerine, kavuğunu kafasına çivilettiği rivayet edilir.
Genellikle Osmanlı'nın Balkanlardaki ilerleyişinin Viyana kapılarında durduğu kabul edilir. Fakat doğrusu Osmanlı en büyük ve kanlı yenilgiyi III Vlad karşısında almıştır. Vlad, kendisini (Türkçülerin de hararetle sahiplendikleri) Büyük Hun imparatoru Atilla'nin torunu olarak görürdü.
Osmanlı'ya karşı bu kanlı tepkinin izleri, bu dehşetengiz süreç, geçen zaman içinde kültürel olarak Transilvanya'da birçok korku efsanesine kaynaklık etti veya onu besledi.
Vlad’ın inişli çıkışlı mücadelesi, sürgün ve yeniden isyanlarla geçen hayatı 1478 yılında Osmanlı ordularına yenilmesiyle sona erdi. Öldüğünü ispatlamak için kesilen başı Fatih Sultan Mehmet’e gönderildi.
Fakat Romen halkı, onun ölümünü kabullenmedi; Vladın ölmediği, 400 yıl yaşayan bir vampire dönüştüğü efsanesi böylece ortaya çıktı. Bugün bile halen onu ulusal bir kahraman olarak gören Romenlerin sayısı az değildir. Romen Krallığının temelini atan Stefan Cel Mare'nin kuzeniydi Dracula...
Yazar BRAM STOKER'in bu efsaneyi 1897'de “KONT DRACULA” olarak bir roman karakteri haline getirmesiyle de uluslararası bir ün kazandı. Başka roman ve korku filmlerine ilham kaynağı oldu. Roman'a göre, Kont Dracula, Osmanlılarla giriştiği savaşta eşinin kanlı biçimde öldürülmesi üzerine çıldırdı. Kiliseye isyan etti ve eşinin intikamını kanlı biçimde alacağına dair kan banyosu yaparak yemin etti.
Böylece Şeytanla bir tür anlaşma yaparak ona ölümsüzlük kazandırması ve intikam almasını karşılığında Şeytanın hizmetine girmeyi kabul eden tanıdık bir efsane karekteri ortaya çıkar. İnsanoğlunun kişisel istek veya hırsları nedeniyle Şeytanla işbirliğine girmesi ve bunun getirdiği yıkıcı sonuçlar bu çağdaki edebi yapıtlarda sıkça görülür. Braham Stoker'den öncesinde de Goethe'nin ünlü "Faust" eserinde görürüz.
Öhemli bir farkla ki soyuluların kendilerine yönetme, hükmetme hakkı verdiğini öne sürdükleri "asil kan" söylemi, Stoker'in "Dracula" eserinde yerini "kötü kan"a bırakmıştır. Burada yükselen genç burjuvazinin aristokrasiye artık saygıdeğer değil, korkutucu ve şeytancıl olabilen, köhnemiş bir sınıf olarak bakmasının izini de görebiliriz,
Kan dökücü ve kan emici'liğin kişisel sembolu haline gelen Vlad Tepeş, Osmanlı zulmüne duyduğu nefret ve intikam duygusunun da bir simgesidir. Bir nevi Osmanlı’nın yüzüne tutulan bir aynadır diyebiliriz. Ortodoks Hristiyanlığı'nın başkenti Constantinopol'ün düşmesi ve Balkanların boydan boya Osmanlı işgaline uğraması karşısında deşhete düşen toplulukları, en az onun kadar Barbar ve kan dökücü olmayı göze alan bir şovalyenin arkasında toplanabilir ve bu salgını durdurabilirdi.
Yine de Hristiyan kültürü onu lanetledi ve kanla beslenen bir Şeytan olarak sınırladı. Dracula'yı "milli bir kahraman" olarak görenlerin yanı sıra adını duyunca yere tüküren dini bütün Romen köylüsü onu her daim lanetler.
Yine de Hristiyan kültürü onu lanetledi ve kanla beslenen bir Şeytan olarak sınırladı. Dracula'yı "milli bir kahraman" olarak görenlerin yanı sıra adını duyunca yere tüküren dini bütün Romen köylüsü onu her daim lanetler.
Onun muadili ve muarızı olan Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmet, "kazıklı Voyvoda"dan daha az köndükücü ve korkutucu değildir. Fakat Fatih, Türk-Osmanlı tarihinin "kutsal, kahraman bir komutanı" olarak yüceltilmiştir. Hatta İslam Peygamberi'nin "Konstantinopolis'i alan kişiyi kutsadığı" söylenen sahih olup olmadığı tartışmalı bir sözü olduğu böylenegelir.
Beşikteki kardeşlerini, çocuklarını bile boğup katletmekten çekinmeyen Osmanlı barbarlığının karşısında Dracula'lar çıkmış olması sürpriz olmasa gerek.
Yorumlar
Yorum Gönder