AFRİN - GUTA


YPG'nin Afrin şehir merkezinden sivil kayıp ve yıkımları önlemek adına çekilmesinin ne bir yenilgi ne de bir teslmiyet olmadığını başından belirteyim. Tersine bunu sorumlu bir davranış olarak yine direnişin lehine not etmek gerekir düşüncesindeyim.

Tersine işgalci TC ordusu ve İslami Cihatçı çetelerle şehir içinde girişilecek yakın plan bir savaş belki aylarca daha uzardı ama sivil-masum insanların kayıpları, yıkımlar çok ağır boyutlara ulaşırdı.

İki aylık direniş, işgale karşı caydırıcı bir güç olarak ulusararası kamuoyunun kısmen kıpırdamasını sağladı ise de Suriye'deki hava ve silah üstünlüğünü elinde bulunduran güçlerin pozisyonlarında bir değişiklik yaratmadı. Direniş güçlerinin tam da şehir savaşının başlayacağı anda BİRAZ DAHA DİŞLERİNİ SIKMALARINI istemek: Eğer yeteri kadar sivil Afrinli, çoluk-çocuk hayatını kaybederse bu sayede uluslararası kamuoyu daha etkili biçimde harekete geçebilir, anlamına gelirdi. Ki bu korkunç gayri ahlaki bir beklenti olurdu.

Kaldı ki Doğu-Guta'da çok büyük oranlarda sivil can kayıpları yaşanmasına rağmen uluslararası toplumun burada tek yapabildiği şey SİVİLLERİN ALANDAN ÇIKARTILMASINI sağlamaya çalışmak olmaktadır ki bu da o kadar REZİL ve SEFİLCE olmaktadır ki.

Dolayısıyla her iki seçenekte de sivil kayıpları önlemek adına savaşçıların geri çekilmelerini zor ama insani sorumlu bir karar olarak görüyorum. Afrin direnişinin değerini azaltmamış tersine çok daha yükseltmiştir.

Bu arada işgalci sömürgeci güçlerin ve dezenformasyonlarına alet ettikleri BM yetkillerinin "SİVİL HALKIN KENTİ TERKETMESİNE MÜSAADE ETMİYORLAR", "SİVİLLERİ CANLI KALKAN OLARAK KULLANACAKLAR, KAÇANLARI VURUYORLAR" gibi yalanları da deşifre olmuş oldu.

REJİM SEÇENEĞİ

Bir değer konu da, "Afrin kenti Türk işgalcilerine bırakılacağına Suriye Rejim güçleriyle anlaşılarak Suriye ordusuna bırakılamaz mıydı, bu daha iyi bir seçenek olmaz mıydı?" sorusudur.

Bazı haber kaynaklarının durmadan YPG'nin bölgeyi rejim güçlerine teslim edeceği haberlerini işlediklerini ve bunun zaten YPG'nin başından beri Rejim ile DANIŞIKLI-DÖGÜŞ İÇİNDE oldukları tezine dayandırdıklarını biliyoruz.

Bunları bir yana koyarsak gerçekten de Afrin'i savunma noktasında Şam rejimi ile ANLAŞMA yapılamaz mıydı, diye sorulabilir. Afrin Kantonu ilan edildiği günden itibaren Suriye'den ayrılma gibi bir hedeflerinin olmadığını, bir Federasyon öngörüsüyle hareket ettiklerini açıklamışlardı. Bu da Şam'da her kim oturursa otursun sonuçta ÇÖZÜM GÖRÜŞMELERİNİ öngörmektedir. Aralarında şimdiye kadar sıcak çatışma olmayan, birbirlerine saldırmamış olan bu güçler rahatlıkla gelecek için görüşmeler yapabilirlerdi.

Ben bunun doğru ve meşru bir yol olacağı Afrin direnişinin başlamasından bu yana çeşitli vesilelerle yazdım. Fakat bu asla bir TESLİMİYET biçiminde olamazdı. Nitekim Suriye yönetimiyle YPG arasında olduğu belirtilen göreşmelerden sızan gayrı resmi bilgiler hiç de iç açıcı olmadığını, eğer doğru ise tamamen TESLİMİYETİN dayatıldığını gösteriyordu. Bazı kaynaklar da Rejimle varılacak anlaşmayı Rusya'nın bozduğunu öne sürmekteydi.

Bence işin doğrusu Şam rejiminin, istese bile böyle bir anlaşmayı ne kendi başına yapabilme ne de AFRİN KANTONUNU SAVUNABİLME gücü yoktu. Bunu ancak Rusya ve İran'ın onayı ile yapabilirdi ve Afrin'i ancak Rusya ve İran'ın fiili sahiplenmesiyle koruyabilirdi.

Oysa Rusya ve İran, Suriye'nin de vekaletini ellerine almış olarak çoktan AFRİN'İN TÜRK İŞGALCİLERİNE BIRAKMA ANLAŞMASI yapmış bulunuyorlardı. Zaten ASTANA'da güle oynaya bunu dünyaya ilan etmişlerdi. Bunun karşılığında ŞAM'ın hemen burnunun dibindeki DOĞU-GUTA'nın rejim güçlerine teslimi, Cihatcıların bölgeyi sivillerden boşaltması söz konusuydu ki, Afrin'e Türk-ÖSO çeteleri girerken, Doğu-Guta da sivillerden boşaltılıyordu.

Dolayısıyla Rejimle yapılan görüşmelerden yukarıda çizilen anlaşmaylı bozacak bir sonuç beklenemezdi.

Nasıl geçen yıl Halep'ın boşaltılması kaşılığında Cerablus-Azez-El Bab Türk işgaline açıldı ise, bu kez de Idlıp'taki bazı sınırlamalar ve Doğu Guta'nın rejime terkedilmesi karşılığında Afrin, Türk işgaline açılmış oldu.

En önemli pürüz Afrin Kanton'unun YPG'nin elinde oluşu ve Kürtlerin göstereceği direnişti. Bu direniş uluslararası kamuoyunu kısmen harekete geçirmeyi başardı ise caydırıcı bir gücü devreye sokmaya yetmedi.

ABD tüm bu süreçte başından beri duruma şu veya bu biçimde müdahale etmeyeceğini açıkça belli etmişti. Fırat'ın Batısını "Rusya ve TC'nin oyun alanı" kabul ettiğini ortaya koydu. Bu da bir konsensusu gösteriyor. SDF güçleri Fırat'ın batısında korunan bir müttefik olmakla beraber, Afrin bu alanın dışında kalıyordu. Bu kıssadan hisse ile önümüzdeki süreçte Fırat'ın batısında kalan Membiç'te de Türkiye ve ABD'nin ortak bir formül bulmasının sürpriz olmayacağını söyleyebiliriz.

Sonuç şudur:

BİR;
Afrin direnişi devam etmektedir. Fakat bu direnişin en azından şimdilik yukarıda kabaca çizmeye çalıştığım bölge ve uluslaraası aktörlerin konumunu değiştirme gücü yoktur. Ortadoğu'da koşullar tdengeler her an mleher gün değişebibbilir. Ortado yerleşmiş bir statüko henüz yoktur. Kürt ulusal demokratik dinamiğinin mutlaka DEVRİMCİ-DEMOKRATİK bir ağırlığı olacaktır ve bunu dışlayara hiçbir çözüm kalacı olamaz. Afrin'de 7 yıldır yaşatılan ÇOK ULUSLU, ÇOK KÜLTÜRLÜ, ÖZYÖNETİMLE-DEMOKRASİ MODELİ olabilirliğini, alternatif oluşunu kanıtlamıştır.

İKİ;
Türk işgalciliği ve yayılmacılığı kendine YENİ BİR ALAN daha açmıştır. Ne Rusya, Ne İran ne Suriye Türkiye'ye karşı askeri güç kullanmadan bu alanı geri alamazlar. Ya bunu bilmiyorlar ya da şimdilik bunu düşünmek istemiyorlar... TÜRK YAYILMACILIĞININ ÖNÜNÜ AÇMA karşılığında Suriye'deki bütün Cihatçı yapılanmalarında HAMİLİĞİ ve SORUMLULUĞU da Türkiye'ye bırakılmış olmaktadır. Artık IŞID dahi Çihatçıların her fiilinden ötürü TC Muhataptır. Harcı borcunu öder mi göreceğiz..

Yorumlar