YAYILMACILIK TÜRK MİLLİ POLİTİKASIDIR; İSLAMİ CİHAD DA BUNUN KILICIDIR...

TC'nin Efrin'e yönelik işgal harekatını yok Rusya'nın izni, yok ABD'nin sessizliği, yok filancayla anlaşmalı, şu hesap, hayır başka hesap diye açıklamaya çalışmak yeterli değil bana göre.

"Türkiye tek başına bir şey yapamaz" (çünkü emperyalizme, dış güçlere bağlıdır) klasik şablonu açıklayıcı değil. TC'nin yayılmacı-talancı bir imparatorluk geleneği üzerinden gelen bir devlet olduğu gerçeğini ya unutuyor, ya görmezden geliyor.

Mezopotamya-Önasya adım adım işgal edilirken ne ABD vardı ne de Rusya... Şimdi de birilerinin izni, onayı, anlaşması olması gerekmiyor. Kendisinin ve başkalarının koşullarını hesap eder, kimin neyi ne kadar yapabileceğine bakar, eğer bir fırsat varsa hiç kaçırmaz yayılmak için...

Dolayısıyla konuya TC'nin (Sadece Erdoğan'ın değil!) amaçları ve stratejik hesapları açısından bakarsak, doğru fotoğrafı görmüş oluruz derim...

Yayılmacılık Türkiye'nin milli dış politikasıdır; İslami Cihad ise bunun kılıcıdır. Bu konuları sadece Erdoğan'ın konjonktürel olarak sıkıştığı, dikkatleri dışarı çekmek falan için atıldığı bir geçici bir "macera" değildir. Örneğin Afrin'i işgal harekatına baktığınız zaman sadece AKP değil, Ergenokoncular, Kemalistler, MHP vd bütün "derin" veya "yüzeysel" kanatların mütabakat halinde olduğu görülür.

Türkiye'nin tüm camilerinde "FETİH" hutbesi okutulması da bu milli-islami mütabakatın, bin yıllık yayılmacılık politikasının bir ifadesidir. Yani TC'nin CİHAD SAVAŞI yaptığı, "kafirlerin elindeki toprakları almak üzere sefere çıktığı"nın ilanı...

Bu her fırsatta "toprak kazanma", [kaybettiği Osmanlı topraklarını geri alma diye de okunabilir], askeri ve siyasi egemenliğini genişletme politikasıdır.

Suriye'de iç savaş başladığından beri TC'nin politikasını arka arkaya koyarsanız, burada öncelikli olarak
- Siyasi etkinliğini artırıp, Suriye'nin bugünü ve geleceğinde söz sahibi olmak;
- Kürtlerin kazanımlarının [muhtemel devlet ve federasyonların] önüne geçmek, engellemek,
- Kendi denetimde olacağı ve sınıra bitişik bir KUŞAK oluşturmak olduğu görülür.(Bunun ilk bahanesi hatırlarsanız mülteci akınını burada ikame etmek biçimindeydi.)

TC'nin netice itibariyle öyle veya böyle Cerablus-Azez ve El-Bab bölgesini askeri olarak elinde tuttuğunu; savaşın başından beri yetiştirip beslediği, donattığı Cihatçı güçlerin elinde bulunan Idlip bölgesinin SİYASİ VE ASKERİ HAMİSİ olduğunu görüyoruz.

(Rusya veya ABD buna neden, nasıl izin verdi? Onların hesabı ne vb. sorulabilir. Sonuçta onların hiçbiri bölge ülkesi de Suriye ile komşu değil, ne hesap yapmış olursa olsunlar TC kârlı durumdadır...TC'nin toprağının biraz fazla, öbürünün biraz az olması onlar için ne fark eder? İsterlerse sorun yaparlar, isterlerse homudanarak geçiştirirler.)

Arada kalan Afrin Kantonu TC için kolay "yutulacak lokma" olarak görülmektedir. Kullandığı hiçbir argümanın doğru, hukuka uygun ve gerçek olmadığını tartışmaya bile gerek yok.

TC, bu "kolay lokma"yı yutmayı, hinterlandındaki iki bölgeyi birleştirmeyi hedeflemektedir. Zor olur, şöyle olur böyle olur... TC'nin gördüğü ne ABD'nin ne Rusya'nın ne de başka bir ulusararası gücün Afrin için kendisine karşı "savaşmayacağı" gerçeğidir.

Suriye'nin ise şu anda karşı koymaya gücü yetmez. Ayrıca YPG'nin geriletilmesi onun da işine gelir. Sonuçta denetleyemediği o kadar çok toprağı vardır ki birisi de Afrin olsun, zaten oraya egemen değilim diye düşünür...

Geriye sadece Kürtlerin askeri olarak ne kadar direnebilecekleri, siyasi olarak kendilerini ne kadar sıkıştırabileceklerini test etmek kalır. Yayılmacıların aceleleri yoktur; bir adım atar, ikinci adımın olgunlaşmasını beklerler...

Bu tablodan durumu bir "teslimiyet"le kabul etme pozisyonu çıkarmak yanlış olur; tam tersine sahadaki aktörlerin neyi ne kadar yapabileceklerine dair "GERÇEKÇİ" bir hesaplama, kendi gücünü buna göre tanzim etme; TC'nin yayılmacılığına karşı daha etkili ve yaratıcı bir kamuoyu desteği gibi konular üzerine yoğunlaşmamızı gerektirir.

Düşmanı küçümsemek, direnişi de hafife almak olur.

Yorumlar