Maraş 20.yüzyılın başlarına kadar halen Ermeni kimliği ve kültürünün en yoğun yaşandığı / kendini koruyup savunabildiği merkezlerden biriydi. Zeytun bir direniş kalesi olarak son ana kadar kendini savunabilmişti.
Maraş, Türk ulus-devlet planı olarak 20.yy'ın hemen başında "Mısak-ı Milli" sınırları içine alınan bir bölgedir ve yaşanan sürgün, katliam, zulüm ve türlü baski politikalarının tümünü "Maraş'ı millileştirme" olarak okumak daha doğru olur.
1890'li yıllardan 1915 soykırımına kadar süreçte Maraş, hem Abdülhamit'in İslamcılık odaklı imha siyasetinin hem de İttihatçıların Türkçülük odaklı imha siyasetinin ana hedeflerinden biri oldu.
1915 soykırımıyla Maraş Ermenisizleştirildi.
Kemalist tarihin ballandıra ballandıra anlatıp "Kahraman"laştırdığı 1922'ye kadar olan süreçte ise Ermenilerin Maraş'a dönmeleri engellendi ve direnişleri bastırıldı. Türk resmi tarihi gerçekte anti-Ermeni bir sindirme harekatını "Fransızlara karşı anti-emperlist, anti-işgalci bir direniş" olarak iç pazarda tüketmeyi başardı.
Maraş'ın "Kahraman"lığı buradan gelmektedir!
1978 katliamıyla ise Maraş Alevisizleştirilmeye çalışıldı.
Maraş Alevileri neden "Millileştirmenin" ikinci hedefi oldu?
Çünkü İttihatçılıktan beri Türk ulus-devletinin kuruluş felsefesi "TÜRK-İSLAM sentezi" dir. Zaman zaman İslam, Zama zaman Türkçülük öne çıksa da bu sarmal birbirinden hiç ayrılmadı.
Alevilik, tarihsel olarak "İslamdan sapkın bir mezhep" olarak lanetlenmesinin yanı sıra Ermenilerin içine saklanabildikleri "gayrı milli" bir yuvalanma alanı olarak görülüyordu. 60'lı yıllardan sonra da Alevi toplumu halkçı, demokrat ve sosyalist eğilimlerin de taban bulabildiği dinamik bir hat oluşturdu. Bu da "Türk-İslam Sentezi"nin Alevi düşmanlığına yeni bir İDEOLOJİK BOYUT kattı.
Böylece Türk ulus devletinin "yumuşak karnı" sayılan alanlardan biri olan MARAŞ'ın "yeniden fethedilmesi" aciliyet kazanıyordu...
Tıpkı 6-7 Eylül 1955 pogromlarını İstanbul ve metropol merkezlerde Rum, Ermeni ve Yahudilere karşı tezgahlayan Özel Harp Dairesi, 1978 Aralık ayında da planlarını Maraş'ta uygulama imkanı buldu. "Ötekileştirilip", düşman hedefi haline getirilen Alevilere karşı vahşiyane bir pogrom harekatı işletildi.
Bugün Maraş artık,Türkçü-İslamcı gericilik ve bağnazlığın kalelerinden biri haline getirilmiştir. İç işgal ve fetih tamamlanmıştır.
Maraş'ı tarihsel süreci içinde görürsek, daha doğru ve bütünlüklü bir resim karşımıza çıkacaktır.
Maraş'ta yaşanan vahşet o günlerde basına çok fazla yansıtılmadı; kimileri de öfke ve nefreti kışkırtmasın diye birçok vahşiyane ayrıntıyı öne çıkarmaktan kaçındılar. Ama herşey gerçekten de akıl almaz derecede korkunçtu.
"Döndü Ünver’i yedi buçuk aylık, Esma Suna’yı dokuz aylık bebeğiyle birlikte katletmişlerdi. Ali Traş’ı parçalara ayırıp kazana akıttıkları kanında kaynatmışlardı..."
Burada gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir sorun var: o da TOPLUMSAL SORUMLULUK...
Devletin özel güçleri. örgütler vd. hazırlayıp planladı. Doğru... Ama bu insanları boğazlayanlar çoğunlukla kendi komşuları, mahalelileri, hemşehrileri, belki işyeri-okul-esnaf tanıdıklarıydı. Fırsatını bulduğunda diğerini boğazlayabilecek bir nefret ve zihinsel yapıya sahip olmak nasıl bir beladır? Bunu besleyen sosyal-psikolojik-ideolojik kaynaklar nelerdir? Nasıl baş edilebilir, titizlikle sorgulanmalı.
Yok edici, soykırımcı anlayışlara karşı çok uluslu; çok kültürlü, çok inançlı demokratik toplumsal yaşamı savunmak gerekiyor.
Milliyetçi, dinci, ideolojik bağnazlıklar insanlığın felaketini besleyen bataklıklardır...
1890'li yıllardan 1915 soykırımına kadar süreçte Maraş, hem Abdülhamit'in İslamcılık odaklı imha siyasetinin hem de İttihatçıların Türkçülük odaklı imha siyasetinin ana hedeflerinden biri oldu.
1915 soykırımıyla Maraş Ermenisizleştirildi.
Kemalist tarihin ballandıra ballandıra anlatıp "Kahraman"laştırdığı 1922'ye kadar olan süreçte ise Ermenilerin Maraş'a dönmeleri engellendi ve direnişleri bastırıldı. Türk resmi tarihi gerçekte anti-Ermeni bir sindirme harekatını "Fransızlara karşı anti-emperlist, anti-işgalci bir direniş" olarak iç pazarda tüketmeyi başardı.
Maraş'ın "Kahraman"lığı buradan gelmektedir!
1978 katliamıyla ise Maraş Alevisizleştirilmeye çalışıldı.
Maraş Alevileri neden "Millileştirmenin" ikinci hedefi oldu?
Çünkü İttihatçılıktan beri Türk ulus-devletinin kuruluş felsefesi "TÜRK-İSLAM sentezi" dir. Zaman zaman İslam, Zama zaman Türkçülük öne çıksa da bu sarmal birbirinden hiç ayrılmadı.
Alevilik, tarihsel olarak "İslamdan sapkın bir mezhep" olarak lanetlenmesinin yanı sıra Ermenilerin içine saklanabildikleri "gayrı milli" bir yuvalanma alanı olarak görülüyordu. 60'lı yıllardan sonra da Alevi toplumu halkçı, demokrat ve sosyalist eğilimlerin de taban bulabildiği dinamik bir hat oluşturdu. Bu da "Türk-İslam Sentezi"nin Alevi düşmanlığına yeni bir İDEOLOJİK BOYUT kattı.
Böylece Türk ulus devletinin "yumuşak karnı" sayılan alanlardan biri olan MARAŞ'ın "yeniden fethedilmesi" aciliyet kazanıyordu...
Tıpkı 6-7 Eylül 1955 pogromlarını İstanbul ve metropol merkezlerde Rum, Ermeni ve Yahudilere karşı tezgahlayan Özel Harp Dairesi, 1978 Aralık ayında da planlarını Maraş'ta uygulama imkanı buldu. "Ötekileştirilip", düşman hedefi haline getirilen Alevilere karşı vahşiyane bir pogrom harekatı işletildi.
Bugün Maraş artık,Türkçü-İslamcı gericilik ve bağnazlığın kalelerinden biri haline getirilmiştir. İç işgal ve fetih tamamlanmıştır.
Maraş'ı tarihsel süreci içinde görürsek, daha doğru ve bütünlüklü bir resim karşımıza çıkacaktır.
Maraş'ta yaşanan vahşet o günlerde basına çok fazla yansıtılmadı; kimileri de öfke ve nefreti kışkırtmasın diye birçok vahşiyane ayrıntıyı öne çıkarmaktan kaçındılar. Ama herşey gerçekten de akıl almaz derecede korkunçtu.
"Döndü Ünver’i yedi buçuk aylık, Esma Suna’yı dokuz aylık bebeğiyle birlikte katletmişlerdi. Ali Traş’ı parçalara ayırıp kazana akıttıkları kanında kaynatmışlardı..."
Burada gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir sorun var: o da TOPLUMSAL SORUMLULUK...
Devletin özel güçleri. örgütler vd. hazırlayıp planladı. Doğru... Ama bu insanları boğazlayanlar çoğunlukla kendi komşuları, mahalelileri, hemşehrileri, belki işyeri-okul-esnaf tanıdıklarıydı. Fırsatını bulduğunda diğerini boğazlayabilecek bir nefret ve zihinsel yapıya sahip olmak nasıl bir beladır? Bunu besleyen sosyal-psikolojik-ideolojik kaynaklar nelerdir? Nasıl baş edilebilir, titizlikle sorgulanmalı.
Yok edici, soykırımcı anlayışlara karşı çok uluslu; çok kültürlü, çok inançlı demokratik toplumsal yaşamı savunmak gerekiyor.
Milliyetçi, dinci, ideolojik bağnazlıklar insanlığın felaketini besleyen bataklıklardır...
Yorumlar
Yorum Gönder