DİL YARESİ...


Dünya Anadil günü, baskı, yok olma tehdidi ve asimilasyon altındaki tüm dillerin sahiplenilmesini hatırlatmaya vesile olsun...
Tüm lehçeleriyle en az 25 milyon insan tarafından aktif olarak kullanılan Kürtçe'nin Resmi Bir Dil olarak kabul edilmemiş olması, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere hiçbir uluslararası platformda dil skalasında yer verilmemesi herhalde insanlığın 21.yüz yıla kalan büyük ayıplarından biridir...
Bu vesileyle ANA DİL kavramına dair bazı yaklaşımları eleştiriye açmak istiyorum.
"ANA DİL", annemizin konuştuğu dil midir?
Çocuğun konuşmayı ilk elde annesinden öğreniyor olması bu kavramsallaştırmaya dayanak oluyor gibidir.
Ne var ki dil eğitiminin illa anneden gelme şartı olmaması; anneden gelse bile annenin de çocuğuyla "baskın dil" ile konuşmayı tercih edebilmesi; aile ortamında baskın dil ne ise çocuğun da ilk önce bu dili konuşması; ANA DİL'in ille ANNEYE AİT DİL olma koşulunu ortadan kaldırıyor.
O halde ANA DİL aynı zamanda TEMEL / BASKIN DİL olmayı ifade eder.
Bu düzeltilmiş tanımda yine de durum karmaşıklığını korur.
MELEZ ailelerde, GÖÇMEN topluluklarda, dilin yasaklandığı ve ağır ASİMİLASYON koşullarında BASKIN/TEMEL DİL çok farklı şekillenebilİyor.
MELEZ kimlik, bütün milliyetçilerin ya düşman olduğu, ya yok saydığı ya da geçici bir SAKATLIK olarak gördüğü bir olgudur. Oysa MELEZ kimlikler gibi, GÖÇMEN ve ASİMİLASYON altındaki topluluklarda sonraki kuşaklar bir değil en az ÇİFT DİLLİ yetişmekte; eğitimle beraber ÇOK DİLLİLİK teimel haline gelmekte.
Her durumda da baskı, yok olma ve asimilasyon tehdidi altındaki dile SAHİP ÇIKILMASI siyasi ve kültürel bir sorumluluk olmaya dtevam eder.
ANA DİLe sahip çıkılmasına, ANA DİL'in kullanılmasına ilkesel olarak çok önem veren, Kürtçe eğitim kitapları hazırlayan, kurslar veren; Kürtçe konuşmayanlara "Niye Anadilinizi konuşmuyorsunuz!" diye tavır alan eski bir dostum günün birinde bizzat kendisinden annesinin KÜRT değil ERMENİ olduğunu öğendi...
Demek ki kendisi de ANA DİLİNİ bilmiyormuş ve öğren(e)memiş...
Demek ki pek çok Kürt annenin çocuklarına TÜRKÇE öğretmeyi tercih etmesi gibi, bu arkadaşımızın annesi de çevrede dışlanmasına, horlanmasına neden olacağını düşündüğü ERMENİCEYİ değil KÜRTÇE'yi öğretmeyi tercih etmiş. Belki de tercih değil evdeki BASKIN DİL nedeniyle kendi öz dilini evladına aktaramamış...
Bu hikaye bir istisna değil... Değişik versiyonları ile çok var.
Avrupa'daki GÖÇMEN ailelerde anneler/ebeveynler, çocuk okulda, yuvada başarısız olur endişesiyle çocuklara ÖNCELİKLE kendi dillerini değil bulundukları ülkenin RESMİ DİLİNİ (Almanca, İsveçce, Fransızca, İngilizce, Hollandaca vb..) öğretmeyi yeğliyorlar. Evde konuşulan dil bazen İKİNCİ DİL olarak arkadan geliyor, bazen eşitleniyor, bazı durumlar da BASKIN hale gelebiliyor.
Genellikle ÇİFT DİLLİ ve ÇOKLU DİL konuşan bu kuşaklarda ANA DİL hangisi olur. Çocuk dünyayı hangi dile tanımaya ve düşünmeye başlıyor? Bu soruylara kestirmeden cevap verilmedeiği, her örneğin ayrı özgün bir seyir izlediği düşünülürse ANA DİL kalıbının draltılamayacağı da ortayla çıkar.
Şuna dikkat ettiniz mi genellikle;
Diyarbakırlı bir Ermeni, hem Ermeniceyi hem Kürtçeyi, hem de Türkçeyi rahatlıkla biliyor...
Diyarbakırlı bir Kürt, asla Ermeniceyi bilmez ama Kürtçenin yanı sıra Türkçeyi de biliyor,,,
Diyarbakırlı bir Türk ise ne Kürtçeyi ne Ermeniceyi bilmez sadece Türkçeyi bilir...
Bu dilde hiyeraşiye işaret eder; Egemen dil sahipleri, aşağıdaki dilleri öğrenme zorunluğu duymaz. En alttaki üste doğru tüm dilleri öğrenmek zorundadır. Dolayısıyla dillerinn EGEMENLİK SKALASINI bir toplumda kimlerin hangi dillere bildiği ile çıkarılabilir. Örneğin Almanya'da göçmen bir Kürt çocuğu Kürtçe-Türkçe-Almanca ve daha sonra okulda İngilizce vd diğir seçmeli dilleri de öğrenir. Ama bir Alman çocuğu sade Almanca bilir, okulda İngilizce öğrenir ve diğer seçmeli diller için daha çok yeri vardır...
Başka bir örnek; Bir çok yörede Zazaki konuşan topluluklar aynı zamanda Kurmanciyi de bilmekteirler. Ama Kurmanci konuşanların Zazaki de öğrenmiş olmaları istisnai bir durumdur.
Keza Güneyde de Soran ve Behdinan bölgelerinde birbirlerinin dillerini (toplum olarak) bilinmez. Aydın ve politikacıların Soranice öğrenmesi sonucu şaka yollu "Sormanci" adı verdikleri melez bir konuşma biçimi gelişmiştir.
Şu halde bir DİL AİLESİ içinde bile kullanılan BASKIN LEHÇE, ANA DİL olarak ikame olabilir. Söz gelimi Dersim'de Zazaca konuşan bir aile ile Sülaymaniye'de Soranca konuşan bir ailenin her ikisi de KÜRTÇE konuşuyor var sayılsa bile birbirlerini anlamaları çok zordur.
Son olarak TÜRKÇE üzerine bir tartışma başlığı açmak isterim;
Egemen sistem böyle bir algı dayatsa da TÜRKÇE konuşan herkes TÜRK değildir. Çünkü TÜRKÇE EMPERYAL BİR DİLDİR.
Nasıl İspanyolca konuşan pek çok ülke ve halk varsa ve bunların hepsi İSPANYOL değilse: nasıl ki İngilizce konuşan pekçok ülke ve halk varsa ve bunların hepsi İNGİLİZ değilse... Türkçe konuşan pek çok topluluk vardır ve bunların hepsi TÜRK değildir.
Yüzyıllar süren İmparatorluk yapısı içinde TÜRKÇE baskın dildi. Dolayısıyla imparatorlukta yaşayan Rumlar, Ermeniler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Arnavutlar, Pomaklar ... da gayet güzel Türkçe konuşabilirler, kullanabilirler ama TÜRK değildirler.
Dolayısıyla TÜRKÇE konuştu TÜRK oldu; tekerlemesi yanlıştır. Hem imparatorluktan gelen hem de Cumhuriyet döneminin ağır yasak ve asimilasyon politikaları sonucu nüfüs oarak bir hayli yoğun TÜRKÇE KONUŞAN KÜRT TOPLULUĞU oluşmuştur. Bu da sosyolojik, etnik bir olgudur. Üstünden atlanılması değil, adının konulması ve bu gerçekliğe göre politikalar üretilmesini gerektirir.
Sonuç; DİL YÂRESİ AĞIRDIR...

Yorumlar