Ana içeriğe atla

Varlık Vergisi ve Aşkale’nin mimarları Nazilerden ders almış




Türk hükümetinin verdiği resmi görevle Nazi Almanyası’nı ziyaret eden Halûk Nihat Pepeyi, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü; Selahattin Korkud ise Emniyet Genel Müdürlüğü Azınlıklar Şube Başkanı’ydı. Korkud ve Pepeyi seyahatlerinden kısa bir süre önce Varlık Vergisi’ni ödeyemeyenlerin Aşkale’deki çalışma kamplarına gönderilmesinden sorumluydular. Maraşlı, o günlerde basında basit bir ‘mesleki tetkik’ olarak lanse edilen gezinin izini Sachsenhausen toplama kampının arşivinde sürdü.
 

Sachsenhausen’dan Aşkale’ye... /Recep Maraşlı


Berlin’deki mültecilik yaşamımda en çok ziyaret ettiğim yer, kente 35 km. uzaklıkta Oranienburg kasabasında bulunan Sachsenhausen Toplama Kampıdır.

Sachsenhausen, Nazi toplama kampları içinde işkence ve barbarlıktaki kondisyonuyla hayli ünlü bir kariyere sahip. Her gün onlarca insanın dövülerek, işkenceyle, kurşuna dizilerek veya idam edilerek öldürüldüğü bir yer.

1938 yılında açılan bu kampta kurtarıldığı 1945 yılı Nisan’ına kadar 7 yıl içerisinde toplam 200 bin kişinin üzerinde insan tutsak edilmiş; 20 bini Yahudi, 6 bini Roman/Sinti olmak üzere, komünistler, rejim karşıtı direnişçiler, eşcinseller ve değişik ülkelerden savaş esiri toplam 87 bin kişinin de öldürüldüğü tahmin ediliyor.[1]

O şimdi bir “Gedenkstat”, yani “Anıtkent”.

Sık sık oraya gidiyorum; şimdi burada meraklı ziyaretçilerin bozdukları ölüm sessizliğinin arkasında nasıl büyük acılar yattığını duymaya çalışıyorum. Üzerine ne kadar boya çekilirse çekilsin, ne kadar sterilize edilirse edilsin işte şu gestopo sorgu merkezinde direnişçi mahkumların yumruk ve tekmeleriyle hücrelerin demir kapılarında bıraktıkları izler öyle yakın, öyle tanıdık ki... İşte bir başka hücrede “Önce komünistleri götürdüler, ses çıkarmadık... sonra... sonra... sıra bize geldiğinde artık ses çıkaracak kimse kalmamıştı” diyen Rahip Martin Niemöller’in[2] kaldığı ölüm hücresi... Hücrelerde sık yenilendiği belli olan ama yinede kurumuş çiçekler eski fotoğrafların altında özür diler gibi hüzünle yatıyorlar.

Tutsakların üzerinde tıbbi deneylerin yapıldığı kamp revirine “Patoloji” deniyor: İşkence aletlerine dönüşmüş cerrah gereçleri camekanların arkasında bile tehditkarlar. Zemin kat ise şimdi tertemiz, ama burası bir zamanlar kanlar içinde üst üste yığılmış cesetlerin bekletildiği bir morg. Su ve zaman her şeyi temizleyemiyor... ve ceset taşımaktan eskimiş bir el arabası...

Daha ileride şimdi sadece parçalanmış zemini belli olan gaz odaları ve hemen yanı başında fırınlar duruyor. Berlin’deki ilk krematoryum (ceset yakılan fırınlar) da 1940 yılı Nisanında burada inşa edilmiş! Soğukkanlılıkla işlenen toplu cinayetler ve cesetleri yok etme düzenekleri. Cesetler yakılmadan önce yararlanılabilecek neleri varsa soyulmuş; çuvallar dolusu saçlar, öbek öbek ayakkabılar, takma dış yığınları, gözlük parçaları...

Her şey üçgenlerle kategorize edilmiş burada. Yahudiler sarı üçgen, komünistler kırmızı üçgen, a-sosyaller siyah üçgen, eşcinseller pembe üçgenle kategorize edilmişler. Girişteki Yeni Müze salonunda etkileyici bir sergi vardı; Eşcinsel oluşlarından dolayı binlerce insanın çalışma kamplarında öldürülmüş olduğunu ilk kez burada öğrendim. Ve İnanılması zor ama “ırk bozanlar” diye bir kategori daha var: bir Yahudi ya da bir “öteki”yle evlenmeye cüret etmiş olanlar, kısacası Alman-Yahudi melezleri... Onlar da cezalandırılmış kamplarda.

Kampın ortasından gökyüzüne acı dolu bir anıt yükseliyor, o da üçgenlerle işlenmiş... Kampın yerleşim biçimi bile üçgen.. Mimari olarak en kullanışlı ve verimli “ideal kamp biçimi” buymuş..

Kampın en dramatik günü ise 20-21 Nisan 1945’de yaşanıyor. Sovyet Birliklerinin Berlin’e yaklaşması üzerine Naziler Kamptaki tutsakların kurtarılmasını önlemek için onları Wittstock üzerinden Lübeck’e nakletmek üzere ölüm yürüyüşüne (“Tödesmarsh”) zorluyorlar. Zaten son derece güçsüz düşen yaklaşık 35 bin kişi bu yürüyüş sırasında öldü veya vuruldu. Aralarından 400 kişi ise SS’ler tarafından gemilere doldurularak batırılmışlardı. [“Düşmanı denize dökmek” ve “yol zahmetine dayanamayıp öldüler” söylemlerini bir yerlerden hatırlıyoruz değil mi?]

47.Sovyet Ordusu 22 Nisan 1945'de kampa vardığında 1.400’ü kadın olmak üzere sadece 3.000 tutsağı kurtarabilmişti.[3]

Evet, 2000 yılından beri sık sık Sachsenhausen’da eziyet çekmiş, ölmüş insanların anılarını ziyaret etmek üzere oraya giderim; Bu insanların oradaki yapılara, havaya, toprağa sinmiş olduğunu sandığım acılarını paylaşma ihtiyacı hissederim sıklıkla. Bir bakıma gelecekteki Diyarbekir zindanı müzesini ziyaret ederim...

Bu büyük acılar elbette hiç bir biçimde bir biriyle kıyaslanamaz; ama yine de insan burada yaşanmış olanlarla kendi ülkesinde yaşanmış ve yaşanmakta olan acılarla bir özdeşleşme yaşarken buluyor kendini.

 

Toplama Kampının Türk ziyaretçileri...

Diyarbekir zindanına yolculuk yapmamı sağlayan kampın, Türkiye ile ilgili başka ilginç hikayeler barındırdığını da öğrendim sonradan.

Kampın arşiv ve dokümantasyon merkezinde de okumalar yaparken, burada çalışan bazı Alman dostlar 2004 yılı başlarında beni arayarak, restorasyon çalışmaları sırasında Sachsenhausen’daki bazı belgelerde, 1942 yılında burayı “özel istekle incelemelerde bulunmak üzere” ziyaret etmiş üst düzey iki Türk bürokratının adlarına rastladıklarını söylediler. Bu kişilerle ilgili bilgim olabileceğini düşünmüşlerdi. Belgeleri birlikte inceledik; 1943 Şubat ayında özel istekle toplama kampını ziyaret eden iki Türk görevlisinin adları Halûk Nihat Pepeyi ve Salahattin Korkut idi.

Bu isimler popüler değillerdi, çok kimse onları tanımıyordu. Hafızalar biraz zorlanınca Halûk Nihat Pepeyi’nin 50’lili yıllarda Lise Kitaplarındaki hamasi Çanakkale şiirinin yazarı olduğu hatırlanabildi o kadar. "Kim Kimdir" gibi serilerde kısa biyografilerine ulaşıldı. Konunun üzerinde bir süre çalıştım. Ve işin ucu 1943 yılında Varlık vergisiyle mülksüzleştirilen gayrimüslimlerin toplandıkları Aşkale çalışma kamplarına kadar, yani benim doğup büyüdüğüm kente Erzurum’a kadar uzanıyordu bu hikaye...

Türk hükümetinin verdiği resmi görevle Nazi Almanyasını ziyaret eden bu kişiler üst  düzeyde iki Emniyet yetkilisiydiler. Ölüm kampını ziyaret ettiklerinde Haluk Nihat Pepeyi, İstanbul Emniyet Müdürü; Selahattin Korkud ise Emniyet Genel Müdürlüğü Azınlıklar Şube Başkanıydı.

Kampın iki Türk ziyaretçisiyle ilgili kapsamlı bilgileri değerli araştırmacı Rifat Bali ortaya koydu. Pepeyi'nin yakınlarıyla da bizzat konuşma olanağı bulan Bali'nin konu üzerinde Toplumsal Tarih Dergisinde iki makalesi yayınlandı.

"İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Haluk Pepeyi Almanya’dan ne getirdi ? -Talat Paşa’nın kemiklerini mi? Nazi fırınları mı?" diye sorarken, o günlerde İstanbul'un Balat semtinde inşa ettirilen ve İstanbul'daki Yahudi cemaati arasında yaygın olarak Yahudilerin yakılması amacıyla inşa edildiğine inanılan "Balat Fırınları" üzerinde de bilgiler vermektedir. Bali, bu gezinin içeriği ve sonuçları hakkında oldukça ihtiyatlı bir yaklaşım göstererek "Pepeyi ve Korkud’un neden özellikle Sachsenhausen Temerküz Kampı’nı ziyaret etmeyi arzuladıkları, Türkiye’de benzeri bir temerküz kampı kurma tasarısının gündeme gelip gelmediği, şayet geldi ise hangi şartlarda ve ne gerekçe ile geldiği meçhuldür." demekte ve "Eldeki mevcut veri ve belgelerden, şimdilik kaydıyla ulaşılabilecek sonucun tatmin edici olmadığı"[4] yönünde bir görüş bildirmektedir.

Ben ise kendi incelediğim dokümanlar, dönemin olgu ve eğilimleri ışığında bu ziyaretin çok yönlü amaçları bulunmakla birlikte hepsinin Türk hükümeti açısından Nazi Almanyası ile bir işbirliği ve deneyim ithalini niyetini ortaya koyduğu görüşündeyim. Bence toplama kamplarında inceleme yapılması, Hükümetin Ermeni ve Rum gibi yerli Hristiyan halklara yönelik "etnik temizlik" mirasını sürdürme kararlılığının üzerine ek olarak Anti-Semitist politikayla Yahudi ve muhtedi toplumları da hedefe alarak Nazi Almanyası ile ideolojik-siyasi bir senkronizasyon kurma çabasını ifade ediyor. Bu konuya "1915 Soykırımı" çalışmamda da değinmiştim.[5]

Toplama kamplarının ziyareti, bu kişilerin şahsi arzusu değil, o günlerde yürüttüğü siyasi programına uygun olarak Türk hükümetinin özel isteğiydi.

Bali'nin makalelerinde tartıştığı diğer verilerin de aslında bu yargıyı güçlendirdiği kanısındayım.

 


H.Nihat Pepeyi, (1901-1971) Gezi sırasında Istanbul Emniyet müdürüydü: Bu göreve  9 Kasım 1942’de atandı, 21 Ağustos 1943'te Erzurum valisi olarak atanana kadar bu görevde kaldı. 13.07.1945 tarihine kadar Erzurum Valiliği yaptı. Çeşitli illerde Valilik'de bulunduktan sonra Emniyet Genel Müdürlüğü de yapan Pepeyi  Demokrat Parti'de siyasete atıldı. 1960’a kadar Demokrat Parti milletvekilliydi. 27 Mayıs 1969 Darbesinden sonra diğer DP'li milletvekilleri gibi tutuklandı.

Pepeyi'nin Çanakkale Destanı, 1936, Kenan Matbaası,  İstanbul 1947 / Kültür Bakanlığı, Ankara, 1981; Pepeyi'nin Millî Mücadele Destanı ve Müterake isimli şiir kitapları da bulunuyor.

O. Selahattin Korkut, İstanbul eski Emniyet Müdürü, 22 Nisan 1941’den 16 Eylül 1941’e kadar 5 ay bu görevde kaldı. Gezi Sırasında Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Azınlıklarla ilgili 4. Şube Müdürüydü.

 

 

 

 

Arşiv belgelerine göre ziyaret

İstanbul Emniyet Müdürü Halûk Pepeyi ile Emniyet Umum Müdürlüğü Dördüncü Şube Müdürü Salâhattin Korkud’a diplomatik pasaport verilmesini kararlaştıran 6 Ocak 1943'te tarihli Bakanlar Kurulu kararına göre gezinin amacı “Almanya ile Alman işgali altında bulunan memleketlere mesleki tetkik seyahati" olarak belirtilmektedir. [6]

Haluk Pepeyi de basına gönderdiği yazılı açıklamada "Ben ve arkadaşım Salâhattin Korkut Almanya’ya ve Avrupa’nın bazı büyük şehirlerine mesleğimize ait tetkikat için gönderildik..."[7] demektedir.

Almanya'da da 7 Ocak 1943 tarihli bir RSHA (Devlet Güvenlik Merkez Ofisi) [8] belgesine göre "Türk İstihbarat Teşkilatı veya Türk polisinin ileri gelen iki temsilcisinin Almanya’ya ve işgal altındaki bölgelere yapacağı ziyareti ile ilgili SS Kuvvetleri Komutanı Himmler[9] talimatı uyarınca ayrıntılı bir gezi programı" çıkarılarak gizli bir telgrafla ilgili birimlere gönderilmişti. [10]

RSHA Şefi Walter Schellenberg’[11]in çıkardığı gezi programına göre 1 Şubat 1943 tarihinde "Sachsenhausen Toplama kampında inceleme" yapılacağı belirtilmiş ve "Özel istek" olarak parantez içinde not düşülmüştü.

Türk heyeti 10 Ocak 1943'de İstanbul'dan karayoluyla hareket etti ve 14 Ocak'ta Viyana'da karşılandılar.

Buradan da anlaşılacağı gibi heyetin Sachsenhausen Toplama kampı ziyareti daha Almanya'ya hareket etmeden önce planlanmış bulunuyordu. Buradaki "özel istek" ibaresi Toplama kampı ziyaretinin Türk hükümetince önceden ve "özellikle" talep edildiğini göstermektedir. Buradaki Almanca "besondere wunsch" ifadesi "kişisel bir arzu" anlamında değil "özellikle yapılmış bir istek" anlamındadır.

Çalışma kampında inceleme yapacak olan iki Türk ziyaretçinin gezi programı ve Karl Hermann Frank’[12]ın direktifleriyle 26 Ocak 1943 tarihli bir yazı ile Sachsenhausen Toplama Kampı Komutanlığına bildirildi.[13] Buna göre iki Türk Emniyet yetkilisi Sachsenhausen‘da 1 Şubat 1943 tarihinde inceleme yapacaklardı.

Kamp komutanlığının belgelerinde Haluk Nihad Pepeyi ve Selahaddin Korkut’un yaptıkları ziyaret kampın “önem verilmesi gereken faaliyetler” listesinde[14] yer almaktadır. SS Tugaykomutanı Richard Glücks[15] ve Kamp komutanı Albay Anton Kaindl[16] rehberliğinde ve gösterişli bir program hazırlanmıştı: Tanışma töreni, incelemeler ve yemek ziyafeti...


Ziyaretçilerin onuruna verilen öğle yemeğinde: Haluk Nihad Pepeyi ve Selahaddin Korkut’tan başka SS Tugay Komutanı Richard Glücks, SS kıtası ve kamp komutanı Anton Kaindl, SS üsteğmeni ve şef doktor Dr. Heinz Baumkötter, SS Yüzbaşı Matisiath, SS Asteğmen [Heinrich Otto] Wessel ve SS İstihbarat Servisi SD’den Asteğmen Finger hazır bulunmuşlar. Wessel aynı zamanda çevirmenlik yapıyordu.

Kamp belgelerinde ziyaretçilerin öğle yemeği menüsünde neler yiyecekleri bile ayrıntılı olarak yazılmış. Savaş ve kamp koşulları düşünüldüğünde mükellef bir ziyafet:

Et suyu, Yeşil sazan balığı ve patates salatası, beyaz şarap,

Türk heyetinin ziyareti Kamp müzesinde

Bugün Sachsenhausen Kampı müzesinde "Müttefik ve tarafsız devletlerden ziyaretçiler" ana başlığı altında Türk heyetinin ziyareti "Türk Güvenlik Şefleri; Haluk Pepeyi ve Selahattin Korkud" başlığıyla yer almaktadır... Müzedeki tanıtım yazısında Türk Polis Şeflerinin Toplama kampını "özel istek"le ziyaret ettikleri ve Aşkale Çalışma Kampı bağlantısını da vurgulanmaktadır.

"Toplama kampına inceleme (Özel İstek)"

Devlet Güvenlik Merkez Ofisi (RSHA) nin Himmler'e 7 Ocak 1943 tarihli telgrafı. (Çıktı)  Federal Arşiv, Berlin

Türk gizli servisi ve Türk polisinin iki önemli temsilcisi için gezi programı. Viyana'dan başlayan gezi Prag üzerinden Berlin, Lahey, Bordo, Krakov ve Kırım'dan Bükreş'e, "özel istek üzerine" Sachsenhausen Toplama kampına yapıldı. Gezinin son bölümü için bir uçak tahsis edildi. Kapsamlı seyahat programına genel bakışı o zaman nationalsozialitistichen Devlet Türkiye'nin tarafsızlığını korumaya çok olduğu gerçeğini açıklar. Sachsenhausen toplama kampını ziyaret sırasında mükellef bir öğle yemeği ikram edildi. (girişteki belgeye bakınız)


(Belgede Öğle yemeği menüsünü gösteren yazının fotokopisi bulunuyor)

Berlin'e Varış

(Bu başlığın yanında Rifat Bali Arşivin'den alınan, Pepeyi ve Korkud'un Berlin'de karşılanışını gösteren İstanbul'da yayınlanan Akşam Postası gazetesinin 12 Şubat Tarihli gazete küpürü yer almaktadır.)

Haluk Pepeyi gezi sırasında İstanbul Polis Şefiydi; Selahattin Korkud ise Ankarada Emniyet Genel Müdürlüğünün Gayri-Müslüm ve Yabancılarla ilgili bölümünün başkanıydı.  Korkut ve Pepeyi seyahatlerinden kısa bir süre önce 1000 Yahudi'nin Aşkale'deki çalışma kamplarına gönderilmesinden kısmen sorumluydular.

Kaz ciğeri, patates, kırmızı lahana, kırmızı şarap,

Tatlı elma püresi,

Kahve.[17]

Bir başka belgenin tanıklığına göre Toplama kampına "özel istek"le yapılan "mesleki tetkik ziyaret"inin amacı daha yılın biçimde ifade edilmektedir.

Ziyaret sırasında kamp doktoru olan Dr. Heinz Baumkötter, "Tutsaklar üzerinde ölümcül deneyler yapmak, ölümlerine sebebiyet vermek, gaz odalarına sevk için seçicilik" gibi suçlamalarla Ocak 1956 yılında Münster'de yapılan yargılamada sorgusunda şöyle söylemektedir:

Bir keresinde Sachsenhausen'da Türk hükümetinden bir heyetin bulunduğunu hatırlıyorum ve Türk içişleri bakanı, diğer bazı üst düzey subaylar ve hükümet yetkilileri, dediklerine göre kendi ülkelerinde de benzerlerini inşa etmek amacıyla bu kurumlar hakkında bilgi edinmek için bulunuyorlardı.” [18]

14 Ocak 1943’te Viyana'da başlayan gezinin ilk etabı karayoluyla 17-18 Ocak'ta Prag, 19-21 Ocak'ta Berlin, 22 Ocak'ta Lahey, 23 Ocak'ta Brüksel, 24-25 Ocak'ta Paris, 26 Ocak'ta Bordo, 28 Ocak'ta yeniden Paris, 29 Ocak'ta Mannheim ve 30 Ocak'ta yeniden Berlin'de sona eriyor. Berlin'de Kriminal Polis ve SS merkezlerinde incelemeler yapan heyet, Reichtag'ta bir oturuma katılarak ve Göbels'in nutkunu dinlediler. Almanya'nın diğer kentlerinde Alman işgali altındaki yerlerde ise konuklara daha çok sanayi tesisleri, silah fabrikalarını, güvenlik kurumları gezdirildi. Gezi programı ziyaretçilerin sadece polis bürokratları olmasına rağmen, yöneticilerin ziyarete çok önem verdiklerini ve onları etkilemeye çalıştıklarını gösteriyor.

31 Ocak'ta Rostock ve 1 Şubat'ta da Sachsenhausen Toplama Kampını ziyaret eden heyet, 2 Şubat'ta Wansee'deki Konukevinde Emniyet ve İstihbarat Teşkilatları başkanlarının da katıldığı bir veda ziyafetiyle Almanya'dan ayrılıyorlar.

Gezinin son etabında uçakla seyahat ediliyor. 3 Şubat'ta Posen'e, 4 Şubat'ta Krakov'a, 5 Şubat'ta Kiev'e, 6 Şubat'ta Kırım'a gidiyorlar. Gezi yine uçakla Bükreş üzeri Sofya'ya gelinmesiyle 8 Şubat'ta son buluyor ve Türk heyeti Sofya'dan Türkiye'ye hareket ediyor.

Sachsenhausen Kampı müzesindeki belgelere göre ziyaret için "özel istek"te bulunanın sadece Türk hükümeti olmadığı anlaşılıyor. Irak'ın eski başbakanı Raşid Ali el-Geylani ve Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyin de toplama kamplarında inceleme yapma isteklerini iletmişler. 15 Temmuz 1942 tarihli bir istihbarat raporuna göre Alman büyükelçisi Dr.Fritz Grobba, El-Geylani'nin gerekçesinin Irak'ta benzer kamplar kurmak için uygun bir örnek olup olmayacağını incelemek olduğu belirtiliyor.[19]

Kamp İspanya Falanjist rejiminin polis şefi Jose Conde de Mayelde ile İsviçre Polis şefi Heinrich Rothmund tarafından da ziyaret edilmiş. Bu da Sachsenhausen Toplama kampının Naziler tarafından "zararlı etnik ve sosyal unsurları" enterne etmek adına "örnek" bir uygulama olarak sunulduğunu gösteriyor.

Sachsenhausen kampının bir özelliği de tutsakların angarya çalıştırılmadaki verimliliğiyle ünlü oluşuydu. Tutsakların “çalıştırılırken öldürülmeleri”, Nazilerin sosyal-darwinist teorileriyle örtüşen bir anlayıştı. Böylece hem zararlı saydıkları unsurlardan azami ölçüde yararlanmış, hem de zayıf, güçsüz, işe yaramayanların öncelikle “elenmesini" sağlıyorlardı. SS’ler bu amaçla “Toprak ve Taş Atelyesi”(DESt) ve “Alman Donatım Atelyesi” (DAW) şirketleri kurmuşlardı. Tutsaklar Çalışma kamplarında bu şirketlerin üretim hedeflerine göre çalıştırılıyorlardı. Özellikle savaş malzemeleri üretimi için de işgücünün seferber edildiği bir yerdi. Sachsenhausen’de tutsaklar ağır koşullar altında Allgemeine Elektrizitäts-Gesellschaft (AEG), Siemens & Halske, DEMAG-Panzerwerk, Heinkel Flugzeugwerke, Daimler-Benz-Werke ve IG-Farben gibi şirketlerin savaş ürünleri için çalışmışlardı.

Türk heyetinin inceleme nedenlerinden biri de bu “çalıştırma” biçimleri olabilir. Zira Aşkale-Pırnakkabın ve Sivrihisar’daki Kamplar da angarya çalıştırılma esasına göre kurulmuşlardı.

 

Dr. Heinz Baumkötter (1912-2001)

Dr. Heinz Baumkötter, 1935 yılından itibaren SS-Birliklerinde görev aldı. Önce Balkan bölgesindeki askeri birliklerde Mauthausen, Natzweiler ve Wewelsburg gibi toplama kamplarında tabiplik yaptı. Ağustos 1942'den itibaren Sachsenhausen toplama kampının Şefdokturu oldu. 1 Ocak 1943'den, kampın SS'ler tarafından "ölüm yolculuğu" ile tahliye edildiği 1945 yılına kadar İngiliz savaş esirlerinin kaldığı l. Kampın doktoru olarak çalıştı.


3 Ocak 1942’de “Station Z” (Zyklon B gazının kullanıldığı ölüm odaları) bölümü inşa ediliyor. Gaz odalarını idare eden ve Aynı zamanda SS şefi olan kamp doktoru Baumkötter, Mengele’den gibi tutsaklar üzerinde zalimane tıbbi deneyler yapmakla ünlü doktorlardan biri. Kampta ayakkabı üretimi yapılıyor ve ayrıca mahkumlar ayakkabıların sağlamlığının test edilmesi için her gün 700 metrelik yürüyüş bandı üzerinde uyumaksızın 40 km yürütülüyorlar. Mahkumlar üzerinde çeşitli uyuşturucu igneler kullanılarak yapılan testler; Sarılık hastalığı bulaştırılarak denenmesi ya da 2. veya 3. dereceden Fosfor yanıklarının test edilmesi bu deneylerden sadece bazıları.

Berlin’de yapılan yargılamalarda, Baumkötter, Sovyet Askeri Mahkemesi tarafından zorunlu çalışma ve ömür boyu hapse mahkum edildi. Baumkötter 1947'den Ocak 1956 tarihine kadar Sovyetlerdeki Gulag ve Workuta çalışma kamplarında 10 yıl tutuklu kaldıktan sonra 1956 yılında affedilmeksizin Batı Almanya'ya iade edildi. 1962 yılında Münster Eyalet Mahkemesi hakkında yeniden dava başlattı. Toplama kampındaki tutukluların ölüm ve sakatlanmasına neden olmaktan ötürü 8 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak Sovyetler Birliğindeki tutukluluk süreleri hesaplanarak tahliye edildi ve daha sonra Batı Almanya’nın Iserlohn kenti St. Elizabeths Hospital’da 20 yıldan fazla doktorluk mesleğine devam etti. [20]

 

Türk Heyetinin Gezi Programı

 

Devlet Güvenlik Ana Merkezi Haber-Ulaştırma Yıldırım RSHA AMT ROEM. 6 No 355 7.1.43. 1933=WE=SS Reichsfuhrer ve Alman Polis Teşkilatı Başkanı’na

Berlin RFSS (Reichsfuhrer-SS) Kurmay Karargahı vasıtasıyla

 

Gizli






14 Ocak. Akşam Viyana’ya varış. İstasyonda gayri resmi karşılama, gayri resmi yemek, opera.

15 Ocak. Viyana’da üst düzey SS ve siyasi yöneticiler veya Emniyet Teşkilatı ve İstihbarat Teşkilatı yönetimi tarafından kabul. Emniyet Müdürü’nü ziyaret ve Emniyet

Müdürlüğü’nün bazı bölümlerinin gezilmesi. Üst düzey SS ve siyasi yöneticilerle öğle yemeği. Şehrin gezilmesi.

16 Ocak. Bruenn’deki silah fabrikası ile Bruenn yakınında Gurein’deki takım tezgâhları fabrikasının gezilmesi.

17 Ocak. Otomobille Prag’a gidiş. Protektora Başkan Yardımcısı, Grup Komutanı ve aynı zamanda Polis Şefi Daluege tarafından kabul. Emniyet Teşkilatı Komutanı ile akşam yemeği.

18 Ocak. Prag’ın gezilmesi. Otomobille Pilsen’e gidiş. Skoda fabrikalarının gezilmesi.

19 Ocak. Berlin. İstasyonda SS Staf. Schellenberg tarafından karşılama. Wannsee Konukevi’nde SS Staf. Schellenberg tarafından resepsiyon verilmesi. Potsdam.

20 Ocak. Kriminal Polis Müdürlüğü’nün gezilmesi. SS Grup Şefi Nebe tarafından kabul. Emniyet Teşkilatına ait idareci okulunu ziyaret. Oradaki orduevinde akşam yemeği.

21 Ocak. Yemek. Krupp fabrikalarının gezilmesi.

22 Ocak. Lahey. Üst düzey SS ve siyasi idareciler veya Emniyet Teşkilatı ve İstihbarat Teşkilatı yöneticileri tarafından kabul.

23 Ocak. Araba ile Antwerp’ten Brüksel’e gidiş.

24 Ocak. Paris. Şehrin gezilmesi. Üst düzey SS ve siyasi yöneticiler tarafından kabul, kahvaltı. Emniyet Teşkilatı yöneticileri ile akşam yemeği.

25 Ocak. Paris’te tatil günü.

26 Ocak. Bordo’da şehir, liman ve sahil tesislerinin gezilmesi.

27 Ocak. Otomobille Kuzey Fransa’ya gidiş.

28 Ocak. Paris’te veda ziyaretleri.

29 Ocak. Mannheim-Ludwigshafen’deki J.G.Farbenindustrie’ye ait fabrikaların gezilmesi.

30 Ocak. Berlin. Reichstag’ın oturumuna katılma.

31 Ocak. Rostock’ta Heinkel fabrikalarını ziyaret.

1 Şubat. Sachsenhausen Temerküz Kampı’nın gezilmesi (özel istek).

2 Şubat. SS Grup Şefi Kaltenbrunner tarafından kabul. Muhafız Alayı tesislerinin gezilmesi. Orduevinde SS Grup Şefi Juettner ile öğle yemeği. Akşam Wannsee Konukevi’nde Emniyet Teşkilatı ve İstihbarat Teşkilatı Başkanı’nın başkanlığında büyük veda ziyareti.

3 Şubat. Uçakla (buradan itibaren uçak kullanılması gerekiyor) Posen’e gidiş. Üst düzey SS ve polis şefleri tarafından kabul. Yerleşim yeri ve inşaat uygulamaları vs.’nin görülmesi. Öğleden sonra uçakla Krakov’a gidiş. Akşam Krakov’daki üst düzey SS ve siyasi yöneticiler tarafından kabul.

4 Şubat. Krakov’un gezilmesi. Uçakla Kiev’e gidiş. Kiev’deki üst düzey SS ve siyasi yöneticiler tarafından kabul ve birlikte yemek yenilmesi.

5 Şubat. Kiev ve çevresinin gezilmesi. Emniyet Teşkilatı ve İstihbarat Teşkilatı yöneticisi tarafından kabul.

6 Şubat. Uçakla Kiev’den Kırım’a gidilmesi, yolda Saporoşye veya gezilmesi uygun başka bir yerde mola verilmesi. Kırım’daki SS ve siyasi yöneticiler tarafından kabul.

7 Şubat. Otomobille Kırım’ın güney sahiline gidiş.

8 Şubat. Uçakla Kırım’dan Bükreş ve Sofya’ya gidiş. Refakat eden Almanların vedalaşması ve gezinin resmi olarak sona erdirilmesi.

Bu program çerçevesinde, gezi sırasında daha başka neler yapılacağı belirtilmemiştir.

SS Grup Komutanı Daluege ve ilgili üst düzey SS ve siyasi yöneticilere doğrudan buradan haber verilip verilmemesi hususunda kararınızı ve ayrıca bir uçağın tahsis edilmesi için talimatınızı beklediğimizi de arz ederim.

Hariciye Vekâleti Daire D2’nin bildirdiğine göre, Hariciye Vekili’nin geziyi ve programı onayladığını, ancak vekâletten bir temsilci göndermeyi düşünmediğini belirtirim.

Silah fabrikalarının gezilmesi için lman Başkomutanlığı’ndan izin aldım.

RSHA AMT ROEM.6  Adına

imza Schellenberg, SS Staf.

 

 

Türk hükümetinin amacı

2. Dünya savaşının bütün cephelerde tüm şiddetiyle sürdüğü, sosyal ve ekonomik krizin hat safhaya ulaştığı 1943 yılının kış-kıyamet günlerinde Türk hükümeti iki önemli Polis Müdürünü hangi "mesleki tetkikler" yapmak için Almanya'ya gönderdi? Özellikle bir Toplama Kampında inceleme yaptırmak istemelerinin amacı neydi?

Şükrü Saraçoğlu hükümetinin "gayrı-Müslim azınlık"[21]ları hedef alan Varlık Vergisi'ni yürürlüğe koyduğu; borcunu ödemediği gerekçesiyle Rum, Yahudi, Ermeni veya Muhtedi mükelleflerin Çalışma Kamplarına gönderilmeye başlandığı bir sırada ilgili polis Müdürlerinin Nazi toplama kamplarında "mesleki tetkik" yapmalarının başka ne izahı olabilir ki?


Çalışma Kampları kurulması Saraçoğlu hükümeti tarafından bu geziden çok önce tasarlanmış; Varlık Vergisi Kanunu ile yasal dayanağı hazırlanmış, TBMM'de de onaylanarak yasalaşmıştı.

İsmet İnönü'nün "Milli Şef", İttihat Terakki'nin eski İzmir milletvekili Şükrü Saraçoğlu'nun Başbakan; Recep Peker'in de İçişleri Bakanı olduğu bu dönemde çıkarılan "Varlık Vergisi" ve buna bağlı olarak "Çalışma Kampları" uygulamaları gezinin zihinsel arka planı hakkında yeterli bir fikir vermektedir.

Görünürde II. Dünya savaşının dayattığı ekonomik krize karşı bir önlem olarak sunulan Varlık Vergisi Kanunu, 11 Kasım 1942 yılında TBMM tarafından “oybirliği ile” kabul edilmişti. Kanun "Çalışma Kampları" kurulmasının gerekçesini ve yasal dayanaklarını da belirlemişti. Vergi mükelleflerinin %87'si "gayrimüslim azınlık"lardan oluşuyordu ve dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu yasayla açıkça belirtilmeyen, gizli amaçlarını CHP grubunda yaptığı konuşmada şöyle savunuyordu.

"Bu kanun...bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz." [22]


Varlık Vergisi Kanunun'un "Çalışma Mecburiyeti’ne Dair Hükümleri"ne göre Varlıkları yetmeyen Mükellefler çalışma kampına götürülecek ve geri kalan borcunu çalışarak ödeyecekti.

- "İlk taksit süresi tamamlandıktan sonra vergiyi ödemeyenler, günde 250 kuruş yevmiye ile bedenen çalıştırılacak; bundan 60 kuruş vergi kesildikten sonra geriye kalan 190 kuruşun yarısı Varlık Vergisi’ne, yarısı da iaşe bedeli olmak üzere alıkonulacaktır.

- Hastalık veya sakatlık dışında hiçbir yükümlünün sevki tehir edilemez. Sevk kararına karşı idari ve adli organlarda dava açılamaz. Tüm masraflar kendilerine aittir.

- Yükümlüler, Nafıa Vekáleti’nce tespit edilen işyerlerinde çalıştırırlar." [23]

Bir defalığına salınacağı belirlenen ve itirazı mümkün olmayan vergilendirmenin özel Takdir Komisyonları tarafından saptanıp uygulanması öngörülmüştü. Mükelleflerin kim olacağına ve ne kadar vergi ödeyeceklerine bu komisyonlar karar verecekti. Kemalist bürokratlardan, Türk ve Müslüman iş adamlarından oluşan komisyonlar, iktidarın talimatı, “güvenilir” tüccarların ve MİT’in verdikleri raporlarla bir kılıç gibi çalışarak “kelle uçurdu”. Komisyonun belirlediği tutar 15 gün içinde ve nakit olarak vergi dairesine yatırılmak zorundaydı. Bu tutarı yatırmayanların ve birinci dereceden akrabalarının bütün mal varlığına el konuluyor, icra marifetiyle satışa çıkarılıyordu.

Mükellefler (M)Müslüman, (D)dönme ve (G)gayrimüslim ve (E)Ecnebi olarak dört liste halinde tasnif edilmiş; özellikle gayrimüslimlere diğerleriyle orantısız vergiler yüklenmişti. Ermenilerden % 232, Rumlardan % 156, Yahudilerden ise % 179 oranında Varlık Vergisi istenmekteydi. Ecnebi olarak anılan Levantenler ve yabancı ülke vatandaşları da hedefin içindeydiler. Müslümanlardan alınan vergi ise % 5 civarındaydı.

Varlık Vergisi çıktığında Türkiye Cumhuriyeti'nin bütçesi 385 milyon liraydı; Vergi yoluyla hazineye yaklaşık 500 milyon para kazandırılması düşünülüyordu.

Kayıtlara göre "gayri-müslimler" arasında kabaca 26.000 kişi hiçbir serveti olmayan, zar zor geçinen fakirlerdi.  Amele, hizmetçi, kapıcı, seyyar satıcı olan "gayrimüslim"lerden 26 bini de bu vergiyi ödedi. Oysa aynı alanlarda çalışan Müslümanlar vergiden muaf tutulmuştu.

Varlık Vergisi sırasında İstanbul Defterdarı olan Faik Ökte, bu acımasız uygulamanın vicdan azabını yaşayarak 1951 yılında yazdığı "Varlık Vergisi Faciası" kitabında Başbakan ve kendisi de dahil sorumlu olan herkesin Yüce Divan'da yargılanması gereken bir suç işlediklerini belirterek; Varlık Vergisi’nin “Osmanlı gasp zihniyetinin son hortlaması” olduğunu belirtir.[24]

Varlık Vergisi'ni "sermayenin Türkleştirilmesi" olarak tanımlayan Sait Çetinoğlu, uygulamaların "genlerinde 1915 jenosidinin ruhunu taşıyan bir ekonomik soykırım" olduğu görüşündedir.[25]


Verginin çok fazla, ödeme süresinin ise çok kısa tutulması, pek çok yükümlüyü çok kısa süre içinde varını yoğunu yok pahasına elden çıkarmak zorunda bırakmıştı. Azınlıklar hızla ellerindeki gayrimenkulları satarak vergilerini ödemeye çalıştı. Bu dönemde pek çok gayrimenkul, fabrika, depo, ticarethane el değiştirdi. Bu yerlerin yeni sahipleri yeni Türk burjuvazisi ve kamu kuruluşlarıydı. 15 günlük süre ve ek süreler bittiğinde "azınlıklar"ın evlerine haciz gelmeye başladı. Kişisel eşyalar da dahil her şeylerine el konuluyor ve satışa çıkartılıyordu.

Vergisini veremeyen Avukatlar Baro'dan çıkarılıyor; haciz söz konusu olduğunda kış ortasında sobaya, pencerede perdeye, duvardaki aynaya kadar ne varsa alınıyordu. Oturduğu mülkü satılan kişiye kiracı olma olanağı bile bırakılmıyordu. Zaten zar zor ayakta durabilen "Azınlık"lara ait okul ve hastaneler dahi Varlık vergisinden nasibi almış, kapanmak zorunda kalmışlardı.

Sırada mükelleflerin vergisini ödeyememe gerekçesiyle "Çalışma Kamplarına" gönderilmeleri vardı. Mükellef konumundaki erkekler ise gözaltına alınmaya başlandı.

 

Bakanlar Kurulu 7 Ocak 1943'de kabul ettiği 19288 sayılı kararname ile Çalışma Kamplarının ne şekilde yürütüleceğine dair 18 maddelik bir yönetmelik çıkardı.[26] Buna göre Kadınların sevki ileri bir tarihe bırakılmak üzere 18 yaşından büyük 55 yaşına kadar, erkek mükelleflerin zoraki çalışarak borçlarını ödemeleri öngörülüyordu. Bunların kimler olacağına hazırlanan cetvellere göre her ilin en büyük mülki amiri karar verecekti. Adli ve idari itiraz yoktu. Sevk edilenlerin yol, hastalanırlarsa tedavi masrafları ve kamp yerlerdeki giderlerini kendileri karşılamaları öngörülmüştü.  23 Ocak 1943 tarihli bir ek kararname ile 55 yaşın üzerindeki yükümlüler için de aynı çalıştırma esaslarının geçerli olacağına karar verildi.[27]

Vergiyi ödeyemeyen mükellefler 20 Ocak 1943 tarihli Bakanlar Kurulu kararı doğrultusunda yayımlanan 2 Şubat tarih, 131 no ve 5338 sayılı kararnameyle bedeni çalışmaya mahkum edildikleri açıklandı.

İlk Toplama Kampları İstanbul'da iki noktada oluşturulmuştu; burada toplanan "Gayrı-Müslim" mükellefler, kötü koşullarda tutularak Anadolu'da oluşturulan kamplara sürülecekleri günü ve saati beklediler. Toplama merkezlerine alınan mükellefler kafileler halinde özellikle Sirkeci gibi iş merkezlerinden geçirilerek teşhir ediliyor ve kalanlara da göz dağı vermek amaçlanıyordu.

İstanbul Emniyet Müdür Muavini Ahmet Demir, o yıl İstanbul'da yaşanan dondurucu soğuklar altında mükellefleri Toplama Kampından alıp bir çöp kamyonu içinde, balık istifi yığarak Sirkeci garına götürdü.[28] 27 Ocak 1943'de İstanbul'dan trenle yola çıkarılan 32 kişilik ilk kafile Aşkale tren istasyonuna vardıklarında takvimler 1 Şubat'ı gösteriyordu. Kafile kar fırtınasıyla boğuşarak Aşkale'ye, oradan da 15 km. mesafedeki 1721 rakımlı Kop Dağının eteklerindeki Pırnakkabın köyündeki kampa gitmeye çabaladığı saatlerde; İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Pepeyi, Gayrı-Müslimlerle görevli Emniyet şube müdürü Selahattin Korkud ile birlikte Berlin Oranienburg'daki Nazi toplama kampında "mesleki tetkiklerde" bulunuyordu.

Toplama kampını ziyaretle görevlendirilen Müdürlerin rast gele seçilmedikleri de bellidir: Örneğin Selahattin Korkut'un Emniyet Genel Müdürlüğünün Gayri-Müslim azınlık ve Yabancılarla ilgili güvenlik şebesinin Şefi'dir. Bu hem ziyaret edilen hem de Türkiye'de faaliyete geçen kamplarla ilgili "görev ve uzmanlık alanı" olarak özel bir seçim yapıldığını gösterir.

Almanya'daki Toplama kampları Yahudiler ana eksen olmak üzere, Naziler tarafından zararlı görülen diğer etnik ve sosyal grupları içermektedir. Bunların Alman toplumunu sömürdükleri ve çalışma kampları vasıtasıyla topluma verdikleri zararın telafi edileceği iddia edilir. Türkiye'deki çalışma kamplarında da Yahudi, Ermeni, Rum ve muhtedilerden oluşan gayri-Müslim azınlıklar bulunmaktadır. Resmi ideoloji bu grupların savaş sayesinde haksız kazanç sağladıklarını, vurguncu olduklarını,vergi vermediklerini,  çalışma kamplarında çalışarak vatan borçlarını ödemekle mükellef tutulduklarını iddia etmektedir. Çok açık bir paralellik vardır. Almanya'daki Toplama kamplarını "mesleki açıdan tetkik" için Gayri-Müslim azınlık ve yabancılarla ilgili Şube Müdürünün görevlendirilmiş olması bu düşünsel paralelliği gösterir.

Haluk Nihat Pepeyi, Almanya ziyaretinden sonra 6 ay daha İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevini sürdürmüştür. Bu süre içinde de Çalışma Kamplarına sevkin merkez üssü yine İstanbul'dur. 21 Ağustos 1943'de Haluk Pepeyi, Erzurum Valiliğine atanmıştır. Erzurum, Çalışma kamplarının başlıca merkezi durumundaydı. Aşkale / Pırnakkabın yanında Çiçek İstasyonu da iş merkezi olarak belirlenmişti.

Pepeyi'nin bu süreçteki atama ve görevlendirilme çizelgesi, kendisine Çalışma Kampları konusunda bir misyon biçildiğini düşündürtmektedir. Pepeyi de Korkut da Emniyet bürokrasisinin en tepe noktası olan Genel Müdürlük görevine kadar yükselmişlerdir.

Sürgünler Aşkale'deki Pırnakkabın Çalışma Kampında Erzurum’u Tarbzon’a bağlayan transit yolu karlardan temizlemek için ellerinde küreklerle aylarca çalıştılar. Her gün karla kapanan yolu açtılar. Kop Dağı’nda taş ocaklarında çalıştırıldılar, taş kırdılar, yol yaptılar.

Resmi rakamlara göre 1380 kişi Aşkale’ye yollandı. Çalışma kamplarında uzun süre kalmış olan Parseh Gevrekyan’a göre kamplara gönderilenlerin sayısı 1400 değil 6 ile 8 bin arasıdır. [29]  Faik Ökte’nin kitabında sevk için kampa alınanların dökümü yapılırken 2.057 rakamı  verilmekte ve İstanbul’da toplama merkezlerine 1.869 kişi alındığı belirtilmektedir. [30]

Aşkale’deki çalışma kamplarındaki zor koşullar nedeniyle 21 kişi yaşamını yitirdi. 1952 yılında İstanbul'da yayınlanan ve Başyazarlığını Ahmet Muhip Dranas'ın yaptığı Hizmet gazetesinin Varlık Vergisi ve Aşkale Mağdurları'yla yaptığı söyleşilerde tanıklar ölü sayısını 30-33 olarak vermektedir. [31]


- Hükümet varlık vergisini vermek istemiyenleri bugünden itibaren yola götürüyormuş...
- Yola götürmüyor, yola getiriyor bayım!..
Karikatür mecmuası, 21 İkincikanun [Ocak] 1943 No: 369


AŞKALE’DE VARLIK VERGİSİ MÜKELLEFELERİ ÇALIŞIYORLAR:
Mühendis - Aferin Bohoraçi, taşları güzel istif etmişsin.
Bohor - Elbette paşa, İstanbul’da İstifçiydim!..
Karikatür mecmuası, 28 ikincikanun 1943, No: 370

 

 Necmi Rıza, Şaka, no.118 (4 Şubat 1943)

 

Çalışma kamplarını meşrulatırmaya dönük propagandalar

 

20 Ocak 1942’de Wansee’de Toplanan Konferansta Yahudi Sorununun Nihai Çözümü hakkında alınan önlemler ve kararlar tutanağında tüm Avrupa'da hedefteki 11 milyon Yahudi nüfusuna „Türkiye (Avrupa kısmı) 55.500 Yahudi de dahildi.[32]

Bu sırada Almanya, Ankara Büyükelçisi Von Papen aracılığıyla 'Türkiye'deki dostlara' dağıtılmak üzere 5 milyon mark gönderdi. Bu para büyük ölçüde basın kuruluşlarına verildi. Kimi gazeteler için Alman gemileri Hamburg'tan kâğıt taşımaya başlanmıştı. Yardım karşılığında açıkça Türk basınının Alman yanlısı ve antisemitik bir yayın anlayışını benimsemesi isteniyordu.

Sedat Simavi’nin sahibi olduğu Karikatür mecmuasında Varlık Vergisi'nin gündemleştiği 1943 yılında yayımladığı karikatürlerde özellikle Yahudiler olmak üzere gayrı-müslim vatandaşlar vurguncu, karaborsacı olarak işlemiş; verginin ve çalışma kamplarına gönderilmenin haklılığı anlatılmaya çalışılmıştı.

 

Aslen bu kamplarda fazladan işkence ve kötü muamele yoktu. Ancak ortalama eksi 15 derecede çalışan, yaş ortalaması 50 civarındaki yaşlı bedenler bu koşulları kaldırması mümkün değildi. Coğu karla kaplı yollara, dağlara, Erzurum'un soğuğuna dayanamadılar. Çalışma kamplarında kimsenin kendisinden istenen parayı biriktirmesi de zaten maddeten mümkün değildi; çünkü yüzlerce yıl geçmesi gerekirdi. Bir bakıma Aşkale’ye ölüme gönderilmişlerdi. Azınlıkların Erzurum günleri yaklaşık 2 yıl sürdü. Kimisi 6 ay kimisi 1 yıl Erzurum'da azınlık olmanın bedelini ödediler.

Eskişehir/Sivrihisar'da da Çalışma Kampı açılarak Aşkale'deki 900 civarında yükümlü 8 Ağustos 1943'de Sivrihisar'a nakledildi. Eylül'den itibaren de Çalışmaya mahkum edilen mükellefler Aşkale yerine Sivrihisar'a gönderilmeye başlandı. Bu durum çalışma kampları uygulamasında "yumuşama"nın göstergesi sayılmaktadır.

17 Eylül 1943'de Varlık Vergisi borçlarının tasfiyesiyle ilgili Maliye Bakanlığını yetkili kılan bir yasanın kabul edilmesiyle Çalışma Kampı uygulaması gevşetilmeye başlanmış ancak Aralık 1943'e kadar sürmüştür. Bu tarihten itibaren zorunlu çalışmaya mahkum edilen mükelleflerin ailelerinin yanında çalışarak borçlarını ödeyebilecekleri kabul edilmiştir.[33] Kampların tasfiyesi de bu talimattan sonra başlayarak, [34]1944 yılı başlarında çalışma merkezlerinde kimse kalmamıştır.

15 Mart 1944'de ise TBMM'de kabul edilen bir yasa ile Varlık vergisi tamamen tasfiye edilmiştir.[35]

Çalışma kampları ve Varlık Vergisi'nin tasfiyesiyle ilgili bu sürecin açıklayıcı verisi Almanya'nın yenilgisinin kesinleşmeye başlamasıyla ilgilidir. Türkiye 2.Dünya Savaşı boyunca esas olarak denge siyaseti gütmeye çalıştı. Aynı anda ve birbiriyle çelişik politika, uygulama ve açıklamalar bu nedenle şaşırtıcı değildir. Bir yanda anti-Semitik propoganda ve uygulamalar yürütürken; bir yanda işgal altındaki ülkelerdeki Yahudi kökenli vatandaşların kurtarılmasına yardımcı olabilir.

Burada gözden kaçırılmaması gereken husus siyasete egemen olan yapının bütün bu karmaşık süreç ve gel-gitler içinde ortaya çıkan fırsatlardan yararlanarak kendi uzun erimli programını hayata geçirmesidir. Varlık vergisi ve çalışma kampları "gayrı-Müslim azınlık"ların ekonomik yaşamdan tasfiyelerini sağlamış; sosyal ve siyasi olarak güvensiz, ikinci sınıf bir statüye sabitlemiştir.

 

Almanya ziyaretinin Türkiye'deki algı ve yansımaları

"Balat Fırınları" üzerinde sözlü tarih çalışması yapmış olan ve aradan yarım asır geçmesine rağmen cemaatin bu konudaki hafızasının oldukça canlı olduğuna dikkat çeken araştırmacı Rıfat N.Bali, o günlerde İstanbul'lu Yahudilerin "Halûk Pepeyi’nin Almanya’yı ziyaret etmesinin tek amacının, insan yakma fırınlarını yerinde inceleyip benzeri bir tesisi Türkiye’de kurmak" görüşünde olduklarını aktarmaktadır.[36]

"Dönemi yaşamış İstanbullu Yahudilere göre hükümet, Yunanistan ve Bulgaristan’ı işgal ederek Trakya sınırlarına dayanan Nazilerin Türkiye’yi de işgal etmeleri halinde kullanılmak üzere insan yakma fırınları inşa etmişti. Otuzlu, kırklı yıllarda ciddi bir Yahudi nüfusunun yaşadığı Balat’ta, ekmek fırını olarak inşa edildiği söylenen ancak hiçbir zaman üretime geçmeyen bacalı bir bina Balatlı Yahudiler tarafından ‘Los Ornos de Balat’ (Balat fırınları) olarak anılacaktır. ...  Balatlı birçok Yahudi, bu binanın II. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’da inşa edildiği yaygın olarak söylenen ‘insan yakma fırınları’nın ta kendisi olduğunu iddia ediyordu.[37]


Başka Balatlılar ise, Balat’ın Lonca semtinde inşa edilmiş ve duşlarla teçhiz edilmiş modern bir hamamın ‘Balat fırınları’ olduğunu ileri süreceklerdi. Temerküz kamplarındaki gaz odalarında duşların mevcut olması ve yıkanma bahanesi ile buraya götürülen Yahudilerin duşlardan fışkırtılan zehirli gazla katledilmeleri nedeniyle Balatlı Yahudilerin zihninde bu hamam, ‘imha fırını’ olarak yer etmişti. Hasköy’de de benzeri fırınların mevcudiyetinden bahsedilecekti.[38]

"‘Balat fırınları’ konusunun 1992 yılında yeniden gündeme gelmesi üzerine aradan yarım asır geçmesine rağmen sekiz İstanbullu Yahudi, “Bina, bizleri yakmak için yapılmış. İnönü, Hitler’e Rusya dönüşünde Yahudiler için gerekli hazırlığın yapılacağı sözünü verdiği için yapılmış bu bina. Hitler’in Rusya dönüşünde bizler fırına gönderilecektik” sözleriyle, aradan geçen elli yıla rağmen bu inancın halen canlı olduğunu bir kere daha göstereceklerdi.[39]

İstanbullu Rum Z.’ye göre, Reisicumhur İsmet İnönü Yahudileri imha etme teknolojisini öğrenmesi için dönemin emniyet müdür muavinini Almanya’ya yollamıştı. Emniyet müdür muavini geri döndüğünde bu fırınları inşa etmişti.[40]

Bir başka tanık, insan yakma fırınlarının nasıl çalıştıklarını öğrenmesi için Almanya’ya gönderilenin, isim zikrederek, İstanbul Emniyet Müdürü Halûk Pepeyi olduğunu söyleyecekti. Bu kişiye göre Pepeyi dönüşünde, ‘Ben bu işi yapamam, beceremem’ diyerek görevinden istifa etmişti.[41]

Gazeteci Azmi Nihat Erman’a göre Nazilerin Türkiye’yi işgal etmeleri halinde de imha fırınları Sütlüce’de, Hasköy’ün kuzeyinde İmrahor ve Karaağaç yollarının kesiştiği noktanın doğusunda kalan meskûn olmayan geniş bir arazide inşa edilecekti.[42]

Türk heyetinin Nazi toplama kampına özel istekle yaptığı ziyaret,  İstanbullu Yahudilerin "Balat Fırınları" ya da "Toplama Kampları" hakkında duydukları kaygının hiç de yersiz olmadığını gösteriyor.

Bali, geçtiğimiz yıl yayınlanan "Tabutluklar, Sansaryan Han ve İki Emniyet Müdürü" [43] kitabında da Haluk Nihat Pepeyi ile birlikte o dönemin (1942 - 44) İstanbul Emniyet Müdürlerinden Ahmet Demir'in biyografilerini ele aldı. Kitapta İstanbul Emniyet 1. Şubesinin bulunduğu Sansaryan Hanı'nında işkence gören Sabahattin Ali gibi "komünist" ve ya Reha Oğuz Türkkan gibi "Türkçü" tevkifatları sanıklarının ifadelerine yer veriliyor. Bu belgeler ideolojik karşıtlıklarına rağmen tutukluların, karşılaştıkları yeni işkence metotlarının kısa süre önce Nazi Almanyası'nda "mesleki incelemeler yapmış" olan Haluk Nihat Pepeyi tarafından ithal edildiğine inandıklarını ortaya koyuyor.

İstanbul basını ise genel olarak bu gezinin o günlerde kamuoyuna yansımış olan, 1922 yılında Berlin'de bir Ermeni genci tarafından 1915 soykırımının sorumlusu tutularak vurulan Sadrazaman Talat Paşa'nın naaşının Almanya'dan getirilmesi amacıyla düzenlendiğini yazmaktadır. [44]

 

Talat Paşa’nın kemikleri İstanbul’da...

Bu korku atmosferi tamamlayan simgesel bir adım ise 1915 Soykırımının sorumlularından Sadrazam Talat Paşa’nın 1921 yılında Berlin’de öldürülmesinin sonra bozulmaması için özel olarak ilaçlanarak Müslüman mezarlığına gömülmüş olan cesedinin Türkiye’ye iade edilmiş olmasıdır. Bu isteğin şubat ayındaki ziyarette hükümet adına iletilmiş olması büyük ihtimal, değilse bile iade işlemlerinin ayrıntıları gibi konular çözüme kavuşturulmuş olabilir. Bu konudaki ayrıntılı bilgiler Dışişleri Bakanlığı , Genelkurmay Başkanlığı, Emniyet veya MİT’in gizli arşivlerinde bulunabilir. Talat Paşa’nın cenazesinin istenmesi veya iadesiyle ilgili yazışmalar, bugüne kadar açılmış veya yayınlanmış değildir. İadenin bu ziyaretle birlikte sonuçlanmış olduğunu kabul etmek için yeterince nedenimiz bulunuyor.


Pepeyi ve Korkut’un Almanya ziyaretleri 8 Şubat’ta son bulurken Talat Paşa’nın cenazesi 22 Şubat tarihinde Berlin’den İstanbul’a yola çıkarılır ve 25 Şubat 1943’de İstanbul’da resmi ve gösterişli bir törenle karşılanarak, Şişli’deki Hürriyet-i Ebediye tepesinde hazırlanan mezara defnedilir.[45]

Örneğin Orhon Seyfi’nin “Çınaraltı” dergisi’nde “Talat Paşa’nın kemikleri” başlıklı yazısında bu kararı övgüyle anarken tarih 6 Şubat [1943] tı.

"Talât Paşa’nın kemikleri Almanya’dan anavatanına getiriliyor.  Alman hükümeti bu idealist Türk vezirine borçlu olduğu son saygıyı gösteriyor. Zaten beklenen de buydu!

...

Büyük harpte bizim taraf yenilince Talât paşa Almanya’ya gitti. Orada müşterek harpte, yüz binlerce Türk’ü müşterek maksat için ölüme gönderen eski bir Türk veziri olarak dost ve müttefik bir Almanya bekliyordu. Bunu bulamadı. Almanya korkunç bir ihtilâl içindeydi. Bir intikam kurşunu onu Berlin’de yere serdi. Asıl acı taraf bu değildir. O zamanki Alman adalet cihazı bu cinayeti sahte bir rüyaya bağışladı ve ondan sonrakilere tamamen kayıtsız kaldı.

İşte Almanya bugün Talât Paşa’nın mazlum kemiklerine karşı gösterdiği saygı ile bu eski borcunu ödüyor ve bir acı hâtıra bununla büsbütün tarihe karışıyor.”[46]


Tevfik Çavdar, Talat Paşa’nın cenazesi için yapılan töreni şöyle betimlemektedir:

“Talât Paşa bu kere tabut içerisinde, nemli ve yarı karanlık diyebileceğimiz bir Şubat sabahı İstanbul’a geldi. Sandukayı taşıyan vagon trenin en arkasındaydı. Gamalı haç ve altın DR harşerinin işlendiği özel bir vagondu. Gazeteler vagon numarasını 105625 olarak bildirdiler. Karşılanışı askeri törenle oldu. Yakın dostları, Vali, Belediye Başkanı, protokole dahil kişilerden bazıları, eşi gardalar. Sirkeci garı onun defalarca İstanbul’a gelişini görmüştür... (...) İşte tören başlıyor. Önde bando. Arkasında merasim kıtası, top arabası, onun üzerinde sanduka... Onu çelenkler izliyor. En önde Cumhurbaşkanı İnönü’nün çelengi. Hani Bulgar barışının bağıtlandığı İstanbul konferansında askeri müşavir olarak çalışan genç “Erkan-ı Harp” İsmet Bey vardı ya, Cumhurbaşkanı İnönü o... Güzel, işte gençler gelmişler iktidara.

Çelenklerin arkasında gene kalabalık, aralarında dostlar ve resmi görevliler var. İçlerinde en uzun boylusu, silindir şapkasıyla hepsinden ayrı olduğunu fark ettiriyor. İstanbul’un valisi bu.[Dr.Lütfü Kırdar] “

Hüseyin Cahit Yalçın eski dostu için şunları yazmaktadır.

 “Talât ... Memleketi kurtarmak için yapılabilecek bir şey kalmışsa onu temin çaresini aramak maksadıyla vatandan uzaklaşmak fedakârlığına katlanmak lüzumunu hissetti ve gitti. Almanya’ya gitti. Sadakat ve vefa beklemeye hakkı olduğu bu memlekette ölüm buldu. Müttefik memleketin mahkemesi onun katilini alkışlarla serbest bıraktı. Talât bu acıyı duymadı. Fakat onu biz hâlâ duyuyoruz.

Bugün Talât Hürriyeti Ebediye tepesinde vatan topraklarına defnedilecek. Orada kendisi gibi temiz kanlarını yüksek kalplerini bu vatan uğrunda feda etmiş arkadaşlarını bulacaktır.” [47]

Mithat Cemal’in Talat paşa’ya övgüler düzen Şiiri de Cumhuriyet Gazetesinin birinci sayfasında yayınlanmaktadır:

“Takriben adamlık sana yetmezdi, tamamdın;

Sen kütle-adam, millet-adam, bayrak adamdın.

En sevdiğin insan senin en çıplak olandı,

Şanlar, senin ölçünle, palavraydı, yalandı

.....

Asla derişilmezdi vezir esbabı sende

Sen zorla büyüktün ne kadar istemesende!

En sonra eğildinse de kurşunla eğildin,

Altınlar akarken de züğürt ölmeyi bildin...” [48]


1915 soykırımın baş sorumlularından biri olan Talat Paşa’nın cenazesinin aradan 22 yıl geçtikten sonra Gamalı haçlı bir vagonla Türkiye’ye gönderilmesi ve görkemli bir törenle karşılanması, aynı anda "gayrı müslimleri" ekonomik olarak çökertmeyi amaçlayan Varlık Vergisi uygulamasına başlanıyor olması, Rum, Ermeni, Yahudi ve diğer "gayri-müslim"leri Almanya’dakine benzer çalışma kamplarına doldurmaya çalışan Türkiye’nin politik atmosferi hakkında yeterli bir fikir vermektedir. Bir anlamda Talat Paşa’nın cenazesi ile birlikte “soykırımcılık ruhu” da geri çağrılmış, kutsanmış; Almanya’nın Rusya’yı teslim almasının an meselesi olduğu düşünülerek bu “tarihi bir fırsat”la 1. Dünya savaşında yarım kalındığına inanılan etnik temizlik tamamlanmak istenmişti.

Talat Paşa'nın kemiklerinin yurda getirilmesi konusu da, sembolik olarak, hem 1. dünya savaşında Alman ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki ittifaka gönderme yapması hem de gayrı-müslim yerli halklara karşı yürütülmüş olan amansız etnik tasfiye hareketini aklaması bakımından, oldukça çarpıcı mesajlar içermektedir.

 

Sonuç olarak

Üst düzey iki Emniyet Müdürünün, savaşın tam ortasında Almanya'ya yaptıkları "mesleki tetkik" ziyaretinde bir toplama kampında özel istekle incelemelerde bulunmasının nedeninin çok fazla tartışma götürmediği kanısındayım.

Saraçoğlu hükümeti henüz Kasım 1942'de Çalışma Kampları açılmasını öngören Varlık Vergisi Kanununu hazırlayarak meclisten geçirmişti.

Almanya ve Almanya'nın işgali altındaki ülkelerde "mesleki tetkiklerde bulunmak" üzere gönderilen heyet Nazi toplama kampında incelemede bulunurken aynı anda Türkiye'de Toplama ve çalışma kampı uygulamalarına başlanmıştı. Ermeni, Yahudi ve Rumlardan oluşan mükellefler toplama merkezlerine alınıp, kafilelerin halinde sevk edilmekteydi, Dolayısıyla ortada soyut bir düşünce ve ya tasarım değil, yasal alt yapısı da oluşturulmuş somut bir uygulama bulunmaktadır.

Kamp ziyaretinin Müdürlerin o anda akıllarına gelen özel bir merak olmadığı; spontane biçimde gelişmediği; ziyaret yer ve tarihinin çok önceden programlanmış olduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Bu isteğin iki ülkenin istihbarat birimleri, emniyet güçleri, dış işleri bakanlıkları ve hükümetleri arasındaki şifreli diplomatik yazışmalarla çok önceden iletilmiş ve onaylanmış olduğu açıktır.

Söz konusu belgelerde gezinin Talat Paşa'nın kemiklerinin Türkiye'ye getirilmesiyle ilgili özel bir ayrıntı veya bilgi bulunmamaktadır; fakat bu, gezinin Talat Paşa konusuyla hiç bir alakası olmadığını göstermez. Bu işlem neticede her iki ülkenin istihbarat ve güvenlik kuvvetlerinin işbirliğini gerektiren bir operasyon olduğuna göre; cenazenin sevk edileceği kentin en yüksek Emniyet görevlisinin bulunduğu bir düzeyde görüşmelerin olması son derece makuldür.

Öte yandan yaklaşık üç hafta boyunca yapılan ziyaretlerde polis ve istihbarat birimleri arasında daha pek çok konunun, ayrıntının görüşülmüş olduğuna; bilgi alış verişi yapıldığına kuşku yoktur. Bunlar nelerdir? Herhalde bütün bu soruların cevabı kamp arşivinde hasbelkader ele geçen belgelerde bulmak mümkün olmayacaktır.

Uygulamanın fiziki anlamda daha uç boyutlara varmamasını, aynı tarihlerde Almanya'nın ilerlemesinin durup, Rusya karşısında gerilemeye başlaması ve savaş rüzgarlarının Almanya aleyhine ters dönmeye başlamasıyla açıklamak daha makuldür.

Ne var ki Türkiye’nin yönetici elitleri ellerini ovuşturarak bu planlarını uygulamaya koyarken, Almanların Stalingrad yenilgisi uygulamanın da sonunu getirdi. Savaşın kaderinin değiştiğini gören Kemalist bürokrasi büyük bir U dönüşüyle bu politikaları rafa kaldırdı. Varlık Vergisi, Çalışma kamplarıyla birlikte tamamen ortadan kalktı. Ama arkasında büyük bir sosyal, ekonomik, psikolojik çöküntü bırakarak...

Sachsenhausen Toplama kampında ortaya çıkan belgeler, Almanya ziyareti ile ilgili kamuoyundaki algının büyük ölçüde isabetli olduğunu göstermektedir. Resmin Almanya kısmıyla ilgili belgeleri yerli yerine oturmuş olmaktadır. Eğer Türk emniyet ve istihbarat birimlerinin, dış işlerinin döneme ilişkin gizli yazışmaları incelemeye açılırsa buradaki karanlık noktalar da aydınlanabilir.

Recep Maraşlı

Şubat 2012 / Berlin

 

Müze'de Türk heyetinin ziyaretiyle ilgili bölüm





Raşid Ali el-Geylani'nin talebiyle ilgili istek yazısı



Sachsenhausen kampının "önem verilmesi gereken işler cizelgesi" 


Türk ziyaretçilerle ilgili kamp programı ve öğle yemeği menüsü

Türk polis şeflerinin Kampa ziyaretlerini bildiren ön yazı

Türk heyetinin gezi programının bildiren telgrafın ilk sahifesi  (7 Ocak 1943)



Türk heyetinin kamp ziyaret tarihini ve özel istekle yapıldığını bildiren telgrafın ilgili sahifesi



[1] Başka bir kaynakta Sachsenhausen’de kayıtlı 132,196  tutsaktan 20,575 kişinin öldürülmüş olduğu belirtiliyor: Carlo Mattogno, "KL Sachsenhausen: Stärkemeldungen und 'Vernichtungsaktionen' 1940 bis 1945", in: Vierteljahreshefte für freie Geschichtsforschung, 7(2) (2003) (online: vho.org/VffG/2003/2). The figures indicated by Mattogno are from the original documentation of the Sachsenhausen camp administration in the State Archive of the Russian Federation in Moscow (GARF, Dossier 7021-104-4, p. 39ff.).

[2] Martin Niemöller, (1892-1984), 1937 yılında tutuklanıp Sachsenhausen Kapına gönderilen Niemöller, 1941’de Dachau kampına nakledildi ve 1945 yılında kamp Amerikan Birlikleri tarafından kurtarılıncaya kadar orada kaldı.  “Önce Yahudileri götürdüler, Yahudi olmadığım için sustum, komünistleri götürdüler, sustum, sosyal demokratları götürdüler, yine sustum, sıra bana geldiğinde itiraz edecek kimse kalmamıştı.” sözünün sahibi.

[3] Rainer Kühn, Konzentrationlağer Sachsenhausen, (Landezantrale für politische Bildungsarbeit Berlin), Berlin 1990; Gunter Morsch (Hrsg), Mord und Massenmord im Konzentrationlager Sachsenhausen 1936/1945, Schriftenreihe der Stiftung Branderburgische Gedenkstaten Band 13, Metropol Verlag 2005

[4] Rıfat N. Bali, "İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Haluk Pepeyi Amanya’dan ne getirdi 1, -Talat Paşa’nın kemiklerini mi? Nazi fırınları mı?", Toplumsal Tarih, S:150, Haziran 2006, s.41-47; Rıfat N. Bali, "İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Halûk Pepeyi’nin Almanya gezisi-2 Sachsenhausen temerküz kampı’nın Türk ziyaretçileri", Toplumsal Tarih, S:151, Temmuz 2006, s.38-43

[5] Recep Maraşlı, "Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı", Peri Yayınları, 2008, İstanbul, s.393, 394

[6] T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 6 Ocak 1943 tarih, 2/19825 sayı, 112-251 dosya, 30.18.1.2 fonkodlu, 100.110.11 yer numaralı belge. Akt; Rıfat N.Bali, "İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Haluk Pepeyi Amanya’dan ne getirdi 1 -Talat Paşa’nın kemiklerini mi? Nazi fırınları mı?", Toplumsal Tarih, S:150, Haziran 2006, s.47

[7] "Emniyet Müdürü’nün tekzibi”, Haber Akşam Postası, 13 Şubat 1943.  

[8] RSHA[Reichssicherheitshauptamtes]; Nazi Almanyası  Devlet Güvenlik Ana Merkezi

[9] Heinrich Himmler (1900-1945), Nazi Gizli polisi SS Kuvvetlerinin Şefi, “Uzun Bıçaklar Gecesi” ve “Toplama Kamplarını”nın mimarı. 1945’de intihar etti.

[10] RSHA tarafından gönderilen telgrafta gezinin 18 Ocak 1943’de Prag’tan başlayıp  8 Şubat 1943’de Sofya’da sona ereceği belirtiliyor. BA, NS 1973537 Belge No 1-2-3 Gezi programının fotokopileri ektedir. (7 sayfa)

[11] Walter Schellenberg (1910-1953) Hitler’in son  Gizli Hizmetler (İstihbarat)  şefi. 1945’de tutuklandı, Savaş Suçları mahkemesinde yargılanarak 6 yıl cezaya çarptırıldı.

[12] Karl Hermann Frank (1898- 1946), SS Ordu komutanı ve Polis şefi. Savaş suçları mahkemesinde yargılandı ve 1946’da idam edildi.

[13] Belgenin fotokopisi ilişikte(1 adet)

[14] Belgenin fotokopisi ilişiktedir (3 adet)

[15] Richard Glücks (1889-1945), SS karargah Komutanlığında, Toplama kampları müfettişliği görevindeydi. Almanya teslim olmadan önce intihar etti.

[16] Anton Kaindl, Sachsenhausen Toplama kampının komutanı, Sovyet Askeri Mahkemesince Berlin’de yargılanarak ömür boyu çalışma kampına mahkum edildi. 1951 yılında Workuta’da öldü.

[17] Belgenin fotokopisi ekte (3 sahife)

[18] Archiv Sachsenhausen, Landgericht Münster Strafverfahren Az. 6 KS 1/61 gegen Heinz Baumkötter u.a., Bd. X (Kopien aus Staatsarchiv Münster) Bd. 390.4 (Bl.1.133). JD ı/9 s.12-13

[19] Belgenin fotoğrafı ektedir. (1 adet)

[20] (Fotograf: Sanık Hans Heidrich Friedrich Baumkoetter (sağda) Berlin'de Sachsenhausen toplama kampı savaş suçları davasının duruşmasında görülüyor. Kaynak: USHMM -United States Holocaust Memorial Museum (ABD Holokost Anma Müzesi), courtesy of Central Archive of the Federal Security Service, Oct 23, 1947 - Nov 1, 1947, [Photograph #33629 - #33872]

[21] "Gayrı-Müslim" ve "azınlık" kavramları benim itibar etmediğim kavramlar. Bu yüzden aktarma zorunlu olduğunda tırnak içinde kullanmaya çalıştım. "Azınlık" denen uluslar, bu coğrafyanın en eski ve yerleşik halklarıdır. "Gayrı-Müslim" ise İslam'ı merkeze alarak yapılan bir kategorize etme biçimi olduğu için daha baştan dışlayıcı bir çerçeve sunuyor.

[22] Rıdvan Akar; “20. Yüzyılın Malazgirtleri”, Birikim Dergisi, S:71-72, s.65-76

[23] 11 Kasım 1942 tarihli ve 4305 numaralı "Varlık Vergisi Kanunu’nun Çalışma Mecburiyeti’ne Dair Hükümleri"nin 12., 13. ve 15. maddeleri: "Tatbik Usulü Hakkındaki Talimatname", T.C. Resmi Gazete 12 Ocak 1943

[24] Faik Ökte; “Varlık Vergisi Faciası”,Nebioğlu Yayınevi, İstanbul, 1951, s.15

[25] Sait Çetinoğlu, "Varlık Vergisi 1942-1944" (Ekonomik ve Kültürel Jenosid), Belge yayınları, İstanbul 2009; Çetinoğlu, "Sermayenin Türkleştirilmesi" http://www.hyetert.com/dosya/sermeyenin_turklestirilmesi.doc

[26] T.C. Resmi Gazete, 12 Ocak 1943

[27] T.C. Resmi Gazete, 23 Şubat 1943

[28] "Facia kurbanları neler anlatıyorlar?”, Hizmet, 2 Temmuz 1952; “Çöp kamyonu ile nasıl nakledildik”, Hizmet, 4 Haziran 1952; Akt: Rıfat N.Bali, "1952 Yılı, Hizmet Gazetesinin Varlık Vergisi ile İlgili Yayını", Toplumsal Tarih, Mayıs 2008, Sayı 173, s.26-33

[29] Rıdvan Akar; “Varlık Vergisi”, Belge yay, İstanbul, 1992

[30] Mustafa ÖZYÜREK, “VARLIK VERGİSİ (VI)”, FİNANSAL FORUM, 29.08.2000

[31] "Facia kurbanları neler anlatıyorlar?”, Hizmet, 2 Temmuz 1952; “Çöp kamyonu ile nasıl nakledildik”, Hizmet, 4 Haziran 1952; Akt: Rıfat N.Bali, "1952 Yılı, Hizmet Gazetesinin Varlık Vergisi ile İlgili Yayını", Toplumsal Tarih, Mayıs 2008, Sayı 173, s.26-33

[33] Cumhuriyet, 6 Aralık 1943

[34] Tan, 6 Aralık 1943

[35] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 7, içtima 9, inikat 1, "Varlık Vergisi Bekayasının Terkine Dair Kanun" 15 Mart 1944

[36] Rıfat N. Bali, Yagy. s.47; Keza Bk: Rıfat N. Bali, İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Azınlıklar, II. Balat Fırınları Söylentisi’, Tarih ve Toplum, cilt 30, Aralık 1998, sayı 180, s. 11-17.

[37] Eli Şaul, ‘Tres tristes datas en la historia de los Judios de Turkia’, Los Muestros, Haziran 1994, sh. 10. Akt: Rıfat N. Bali, Yagy. s.47;

[38] Marie-Christine Varol, Balat Faubourg Juif d’Istanbul, İsis Yayıncılık, Istanbul 1989, s. 10-11., Akt: Rıfat N. Bali, Yagy. s.47

[39] Mehmet Güç, ‘Cevap bekleyen bir soru daha: Balat’taki iki bacalı binanın sırrı ne?’, Nokta, 19 Temmuz 1992, s. 24-25. Nokta Dergisi’nin haber yaptığı bu konu basında tartışma yarattı. Bkz. Hasan Pulur, ‘Balat’taki Krematoryum’, Milliyet, 18 Temmuz 1992.

[40] Mihal Vasilyadis ile 3 Eylül 1998 tarihli görüşme; Akt: Rıfat N. Bali, "İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Halûk Pepeyi’nin Almanya gezisi-2 Sachsenhausen temerküz kampı’nın Türk ziyaretçileri", Toplumsal Tarih, S:151, Temmuz 2006, s.43

[41] Cilda Kamhi ile 3 Şubat 2003 tarihli görüşme: Akt: Rıfat N. Bali, Yagy.s.43

[42] Azmi Nihad Erman, “Hitler’in Sütlüce’deki Yahudi Fırını”, Yıllar Boyu Tarih, Aralık 1978, S. 9, s. 21-23., Akt: Rıfat N. Bali, Yagy.s.43

[43] Rıfat N. Bali, "Tabutluklar, Sansaryan Han ve İki Emniyet Müdürü", Libra Kitap, 2011 İstanbul

[44] “Talât Paşanın kemikleri 15 şubatta memleketimize getirilmiş olacak”, Haber Akşam Postası, 8 Şubat 1943. Akt; Rıfat N. Bali, Yagy.

[45]  Ayın Tarihi, Ankara, Şubat 1943, s.15; 

[46] Orhon Seyfi [Orhon], “Talât Paşa’nın kemikleri”, Çınaraltı, 6 Şubat 1943, S.76; Aktaran: Tevfik Çavdar, agy

[47] H.Cahit Yalçın, “Talat Paşanın Cenazesinin Getirilmesi”, Yeni Sabah, 25 Şubat 1943

Yunus Nadi Abalıoğlu, “Talat Paşa Türk Vatanının Kucağında” Cumhuriyet, 26 Şubat 1943

[48] Mithat Cemal [Kuntay], Cumhuriyet, 25 Şubat 1943


Agos'un Haberi:

Recep Maraşlı

Araştırmacı yazar Recep Maraşlı, Nazi Almanya’sının ünlü toplama kamplarından Sachsenhausen’i gezerken, kampın Türk ziyaretçileriyle ilgili insanın kanını donduran ayrıntıları keşfetti. Resmi görevle Nazi Almanya’sını ziyaret eden Halûk Nihat Pepeyi, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü; Selahattin Korkud ise Emniyet Genel Müdürlüğü Azınlıklar Şube Başkanı’ydı. Araştırmacı yazar Recep Maraşlı, Nazi Almanyası’nın ünlü toplama kamplarından Sachsenhausen’i gezerken, kampın Türk ziyaretçileriyle ilgili insanın kanını donduran ayrıntıları keşfetti.
 Kaynak: Agos

Yorumlar