ALMANYA'NIN SOYKIRIMI TANIMASIYLA BİRÇOK EŞİK AŞILDI...

 Almanya Parlamentosunun iktidar ve muhalefetiyle birlikte, resmi olarak 1915 soykırımını tanımasıyla bu konuda tarihsel olarak birçok eşik artık aşıldı.

Almanya'nın soykırımı tanıması, başka birçok devletin tanımış olmasının toplamından daha önemli bir yere sahiptir. Çünkü ilk kez 1915 soykırımına önemli bir dahli bulunan bir devlet hem kendi sorumluluğunu kabul etmekte hem de 1915'ı "SOYKIRIM" olarak tanımlamaktadır.
 

Böylece Soykırımın asli faili olan Osmanlı İmparatorluğu ve onun mirasçısı olarak Türkiye'nin inkarcılıkta kaçtığı birçok delik tıkanmış olmaktadır.

"Almanya önce kendine baksın!", "Almanya önce kendi sorumluluğunu sorgulasın" gibi "nasıl olsa böyle bir şey yapmazlar" güveniyle savrulan onca amiyane mazeret boşa düşmüştür.


Almanya bu konuda "kendine de bakmış, kendi sorumluluğunu da sorgulamış"tır. Zaten "bizim hiçbir kusurumuz, kabahatimiz yok" denilen bir kararın ciddiyeti de ağırlığı da bulunmazdı.


Kararda o dönem Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri müttefiki olan Alman İmparatorluğu'nun, "Alman diplomat ve misyonerlerin organize sürgün ve imha uygulamalarıyla ilgili verdikleri bilgilere rağmen, insanlığa karşı işlenen bu suçu durdurmaya çalışmayarak 'yüz kızartıcı' bir rol oynadığı" kaydediliyor.

Almanya'nın sorumluluğu kapsamı konusunda ise Alman Hükümet'i 1915-1916 yıllarında Ermenilere yönelik sürgün ve imha politikası ile Alman İmparatorluğu'nun rolü konusunda kamuoyunun kapsamlı olarak aydınlatılması çalışmalarına katkı sağlamaya çağrılıyor.

Dolayısıyla "sorumluluğumuz bundan ibarettir" de demiş olmuyor.


Federal Alman Parlamentosunun kararı ile "1915 bir SOYKIRIM mıydı, değil miydi? Soykırım mı desek yoksa daha hafif bir terimle mi geçiştirsek!" ikilemi de çökmüş oldu.


1915'de "suç ortağı" olan bir devlet, "evet yapılan işin adı SOYKIRIM'dır" diyerek asli faili artık YALNIZ BAŞINA bırakmış olmaktadır. Diğer devletlerin "Soykırım desek mi, demesek mi" diye kıvranmalarının bir anlamı kalmamıştır; artık diğerleri daha rahat işin adını koyabilirler.


"Tarihçiler ne diyor bakalım!" ya da "Hele bir arşivleri açsınlar", diye özellikle kendi kamuoylarını avutmaya yönelik bahaneler de çökmüştür.


Almanya'nın kendi kendisini de sorumluluk altına sokan bir kararı alırken kendi tarihçilerine NE DİYORSUNUZ diye sormamış olduğunu ya da KENDİ ARŞİVLERİNE bakmamış olduğunu mu sanıyorsunuz? Hayır! Almanya'nın her konudaki "SAĞLAMCI"lığına bakarak bu konuda hiçbir tereddüdü kalmamacasına baktığına emin olabilirsiniz....


Bu nedene "Tarihçiler ne diyor?"; "Arşivleri niye açmıyorsunuz?" safsatası da Türkiye açısından çökmüş bulunmaktadır. Zaten dünyanın hiçbir ciddi tarih ve siyasal bilimler akademisinde 1915'in yüz yılın ilk büyük soykırımı olduğuna dair tartışma kalmamıştır.


Sorun zaten politikacılar adını vererek bu olguyla ilgili hukuki sonuçlar doğuracak kararlar alıp almamalarıydı, TC ile pazarlıklar ve çıkar ilişkileri nedeniyle bu konu sadece araçsallaştırılmaktaydı, o kadar.


Federal Alman Parlamentosunun bu kararı adeta iktidar ve muhalefet partileriyle ortak olarak almış olmaları; 1 kişinin dışında aleyhte oy kullanılmamış olması oldukça önemli bir tavırdır. Dolayısıyla birçok konuda TC'nin yanında durmuş olan Partiler, "SOYKIRIM" konusunda "orada dur! Bu konuda sen haksızsın!" demektedirler..


Bizim, Parlamento kararını destekleyen Türk ve Kürt 53 kurum, kuruluş, inisyatif ile 360'dan fazla politik şahsiyet, aydın, sanatçı ve bilim insanının imzalarıyla da gösterdiğimiz gibi “Türkiye kökenli” Milletvekilleri de olumlu oy kullanmları, TC’nin sanki babalarının mali ve emir-eri gibi hesapladıkları "Almanya'daki Türk toplumu"nun (ki bunun büyük bir bölümünün Kürt, Ermeni, Rum, Süryani, Çerkes, Laz gibi halklardan oluştuğu da açık...) hiç de kendileri gibi düşünüp davranmadıklarını göstermesi açısından da bir ŞAMAR olmuştur.


Dolayısıyla olur olmaz her konuda "Almanya'da şu kadar Türk kökenli insan var, şu kadar Türk kökenli işçi var, işveren var, şu kadar vekil var" diye sanki burada her istediğini yaptırabilir veya kendileri istemezse hic bir şey olmazmış böbürlenmesinin ne kadar KOF OLDUĞU gösterilmiştir. Güya "EN HASSAS!" oldikları, kendilerince "MİLLİ ONUR" yaptıkları bir meselede içindeki TÜRK LOBİCİLİĞİ İFLAS etmiş oldu.

Bu noktadan sonra artik TC'nin şimdiye kadar ki İNKAR ve ŞANTAJ metotlarının, dayanak noktalarının çöktüğünü dolayısıyla 1915 soykırımının tanınması yolunda bir çok eşiğin AŞILDIĞINI söyleyebiliriz.

Tabi ortada Alman politikası açısından eleştirilmesi ve açıklanması zorunlu olan birçok çizgi halen bulunmaktadır. Bunlardan ilki: Alman Parlamenterlerin, bilim insanlarının 1915'in SOYKIRIM olduğuna geçen ay İKNA OLMADIKLARINA göre, çoktan beri bu işin bilinci ve utancı içinde olmalarına rağmen bu güne kadar NEDEN BEKLEDİKLERİ sorusudur.


Örneğin tasarı 2014'den beri mecliste olmasına rağmen, sembolik olarak daha uygun olmasına rağmen neden 100. yıl da değil de,101. yılda kabul edildi? Bir yıl içinde ne değişti?


Lafı hiç dolandırmadan söylersek, burada TC Başkanı Erdoğan'ın Tüm Avrupalı politikacıları olduğu gibi Alman kamuoyunu ve politikacılarına da "illallah!" dedirten patavatsız ve üsttenci konuşmalarından, tacizlerinden duyulan öfke ve bıkkınlık önemli bir rol oynadı diyebiliriz. Erdoğan'ın "güya kendilerine kafa tutarak" Kendi kitle tabanında popülarite kazanmasına bir son vermek istediler.


Kuşkusuz sadece Cumhurbaşkanının patavatsız söylemleri değil TC'nin bir bütün olarak "UYARILMASI" ihtiyacı, kendilerinin "BİZ FEDA EDİLEMEYİZ" böbürlenmesini patlatma ihtiyacı da rol oynadı bu sonuçta. Öyle ki kendileriyle "Mülteci anlaşması"yla angajmana girmiş olan Hükümet üyeleri dahil, hiçbir "Türk dostu" parlamenterin içinden Meclise gelip kendileri LEHİNDE parmak kaldırmak, bir çift laf söylemek gelmedi.

Bu açıdan Almanya parlamentosunun gecikmiş Soykırım kararı Tarihsel yanıyla olduğu kadar güncel politika açısından da son derece önemli bir TOKAT oldu TC için.

 

ÇİFTE STANDART VE ARAÇSALLAŞTIRMA


Ermeni soykırımı tasarılarının genellikle ABD'de olduğu gibi TC ile pazarlıklara kurban edilmesi alışıldık bir durumdu ama bu sefer tam tersi olup bir CEZALANDIRMA aracı olduğuna tanık olduk. Tabi ki olması gereken böylesi büyük bir insanlık suçunun, politik pazarlık aracı haline getirilmeden tanınıp ÖNLENMESİ ve TELAFİ edilmesidir.


Örneğin Almanya Parlamentosu 101 önce Ermeni ve diğer Hıristiyan azınlıklara yapılan soykırıma seyirci kalmasını YÜZ KIZARTICI bulan bir karar alırken; aynı aylarda Türkiye'nin Kürtlere uygulamakta olduğu imha siyasetine, kirli savaşa. Diyarbakır'ın merkezi Sur'dan, Cizre'ye, Silopi'ye, Şırnak'tan Nusaybin'i taş taş üstüne bırakılmayan yıkıma SEYİRCİ kalabilmektedir. TC'nin işlemekte olduğu bu İNSANLIK SUÇLARINA karşı hiçbir siyasi ve hukuki yaptırıma yönelmemektedir.


İnsan, bu YÜZ KIZARTICI tavırlarının farkına varıp, vazgeçmeleri için acaba bir 100 yıl da bunun için mi beklememiz gerekecek diye düşünmeden edemiyor. Eğer 100 yıl önceki duyarsızlık ve suç ortaklığınızdan gerçekten utanç duyuyorsanız ve bunu telafi etmek isteğinizde gerçekten samimiyseniz bugün olup bitenlere de SEYİRCİ KALAMAZSINIZ...


Parlamento'nun 1915 soykırımını tanıma kararını tarihsel değerde bulduğumu ve desteklediğimi belirtmiştim. Bununla beraber kararın yazım ve içeriğiyle ili iki önemli itirazımı da bir NOT olarak düşmek istiyorum;

 

ELEŞTİRİLER


BİRİNCİSİ: "Hıristiyan azınlıklar" ifadesidir. "Azınlık" terminolojisinin yanlışlığı üzerine pek çok kere yazmıştım. Burada tekrarlamayacağım. "Azınlık" terimi etnik ve dini kimlikleri haklar bakımından hiyerarşiye tabi tutmakta kategorize etmektedir. Bu çok yanlış ve tehlikelidir. Hiçbir etnik, ulusal, cinsel veya kültürel kimlik "âzlığı" ve "çokluğu" üzerinden hak ve özgürlükler bakımından DERECELENDİRİLEMEZ. Bizatihi bu mantıktan ötürüdür ki istenmeyen kimliklerin "azaltılması" amaç edinilmiş, sürgün ve soykırım politikaları uygulanmıştır.


Ermeniler, Pontuslu Rumlar, Süryaniler, Aramiler, Keldaniler, sözcüğün "popüler" kullanılışı itibariyle de AZINLIK olarak nitelendirilemez.. Her biri binlerce yıldır kendi ÖZ VATANLARINDA topraklarında yaşıyorlardı. Onların vatanları vardı. Batı Ermenistan'da, Pontus'da, Kilikya'da, Kapadokya'da veya Beth Nahrin'de yaşıyorlardı. "Azınlık" terimi onları "vatansız etnisiteler" halinde muğlaklaştırmaktadır.

Bu nedenle "Hıristiyan azınlıklar" değil "HRISTİYAN HALKLAR" kullanılması daha doğru olurdu.

İKİNCİSİ: 1915 Soykırımının kurbanı halklardan biri de EZÎDÎ'ilerdir. Ezidilerin tarihleri boyunca sayısız kırımlara maruz kaldıkları bilinmektedir. !915 sürecinde de "Gayri müslim", "kâfir" ve "zararlı unsur" olarak sürgün ve kırımdan nasiplerini aldılar. Geçtiğimiz yıl IŞID barbarlarının Şengal'de tekrarladıkları katliam, kadın ve kızlarının zincirlenerek köle pazarlarında Müslüman Cihatçılara peşkeş çekilmesi; dağlara sığınan onbinlerce Ezidinin trajedisi bu halkın tarihsel yalnızlığı üzerine projektörleri tutmuştu. Alman meclisindeki kararda Ezidilerin anılmamış olması önemli bir eksikliktir.


ÜÇÜNCÜSÜ: "1915, 1916 yıllarında" diyerek soykırım için 1916 tarihi de verilmiş olması diğer Parlamento kararları açısından bir farklılık gösteriyor. Oysa özünde soykırım 1915 veya 1916'da başlayıp bitmiyor. Başta Ermeniler olmak üzere Hıristiyan halkların yok edilmesi UZUN BİR SÜREÇTİR. 1840'larda Sultan Abdülhamit'in pogromlarıyla başlayan bu soykırım süreci 1915'de en tepe noktasına ulaşır. Fakat 1916'da da bitmez, TC'nin "Türk Kurtuluş savaşı" adını verdiği 1919-22 döneminde de devam eder. SOYKIRIM sürecinin son halkası 1924'DE HAKKARİ'DE NASTURİ'lerin imhasıdır.


Cumhuriyet tarihinin de soykırım sonuçlarının stabilize edilmesi, etnik canlanma ve toplanmanın önlenmesi, asimilasyon ve sürgünle azaltma politikasının biçiminde devam ettirildiğini görüyoruz. Mübadele ile etnik homojenleşmenin süreklileştirilmesi, Varlık Vergisi ile ekonomiden tasfiye, 16-17 Eylül ile Metropol şehirlerden tasfiye hareketleri ETNİK YOKETME politikasının cumhuriyet tarihindeki devamlılıklarıdır.

Şu halde sembolik bir zirve olması ile 1915'in yanına 1916 eklemek yerine, SOYKIRIMIN uzun yıllara dayanan bir etnik yok etme politikası olduğu vurgulanabilir ve çok uluslu bir imparatorluktan tek millete, tek dine dayalı TÜRK ULUS DEVLETİ kurmayı amaçladığı belirtilebilirdi.


SON OLARAK: Soykırım karar tasarısı yazılır ve görüşülürken Die Linke'nin buna ortak edilmemesi oldukça yanlıştı. Bir anlamda CDU-CSU'da Doğu Alman siyasi geleneğini dışlama refleksinin yansımasıydı diyebiliriz. Buna rağmen Die Linke'nin kendilerinin dahil edilmedikleri bir kararı tarihsel önemine binaen desteklemeleri oldukça duyarlı bir yaklaşım olmuştur. Takdiri hakkeder.

 

Yorumlar