2 MART 1973 DİYARBEKİR AS.CEZAEVİNDE NE OLMUŞTU?

 



(Ocak Komünü, ayakta soldan sağa: Ali Beyköylü, Ali Yılmaz Balkaş, Fikret Şahin, İbrahim Güçlü - Oturanlar soldan sağa; Battal Bate, Mümtaz Kotan, Mahmut Kılınç ve Yümnü Budak.)


Demek ki üzerinden tam 43 yıl geçmiş…

Sonradan ve günümüzde yaşananlarla kıyasladığımızda biraz hafif kalsa da 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasındaki Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Tutukevindeki siyasi tutuklulara yapılan büyük bir cezaevi baskını, operasyonu ve toplu işkence olayı olarak hafızalarda kalmıştır.
Olay kısaca TKP/ML TİKKO davasına öngelen ve İbrahim Kaypakkaya'nın da tutuklandığı operasyonlar sonrası, Diyarbekir Tutukevinde hücrelerde tutulan 17 tutsağın önce koğuşlara verilip sonra rahatça MİT'e sorguya götürülebilsinler diyle tekrar hücrelere alınmak istenmeleri ve buna karşı tutukevinin direniş göstermesi üzerine yaşandı.
Bu olay konusunda olayı yaşayan bazı kişilerin (Örneğin İbrahim Güçlü, İsmail Beşikçi gibi ) anılarında veya yazılarında yer verdiğini biliyorum.
Mehmet Emin Bozarslan ise “İçeridekiler ve Dışarıdakiler” (Koral, İstanbul, 1975) isimli kitabında bir bölüm halinde bu olayı anlatmıştı.
Geçtiğimiz yıl değerli hukukçumuz Avukat Şerafettin Kaya’nın arşivini düzenlerken, bu olaya ait bir belge buldum. Benim için de çok heyecan vericiydi. Çünkü benim henüz 17 yaşındayken, 19 Mart 1973 günü el yazımla yazıp Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Mahkemesine gönderdiğim bir dilekçeydi bu. 40 yıl önceki elyazımla karşılaşmak, o günlerdeki yazı, ifade ve algı düzeyie bugünden bakmak güzel bir duygu.
Dilekçenin amacı tamamen 2 Mart günü, o tarihlerde Diyarbakır Seyrantepe’de bulunan Askeri tutukevi’nde yaşanan baskın, işkence, hücreye alma olaylarını belgelemek, mahkeme dosyasına girmesini sağlayarak, kamuoyuna duyurulması için avukatlara somut bir dayanak sağlayabilmekti. Kimlerin yaralandığı, kimlerin hücreye alındığı, hangi uygulamaların yapıldığı ve taleplerimiz konusunda bilgilendirmekti. Cezaevi idaresi dilekçelerimizi kabul etmiyordu, ziyaret yasağı vardı, avukat görüşü yoktu; ne olup bittiğini dışarıya ulaştırabilmek için bu olayı bir savunma dilekçesinin içine oturtarak yapma fikri ortaya çıktı.
Bu işi ben yapmayla talipli oldum ve böylece o günlerde yaşananlara önemli bir tanıklık olan dilekçe böylece ortaya çıkmış oldu. Konuyla davaya bağdaştırma çabası gözle görülür derece zorlama olsa da zaten amacımız bu biçimi kullanarak olayın mahkeme kayıtlarına geçmesiydi. İstediğimiz de yerine geldi.
2 MART 1972 olayı ile ilgili olarak dilekçede anlatılmayan ama hikâye edilebilecek pek çok konu, anekdot var.
Örneğin: tüm tutukluların cezaevi avlusunda öldüresiye ve kanlar içinde kalana kadar dövüldükleri o işkence koridoru içinde; henüz yatağından çıkmış, olup bitenin şaşkınlığı içinde, yaşlılığının ve az önce yediğimiz gaz bombasının etkisiyle yürümekte zorlanan 70-80 yaşındaki Halil Çiftçi’nin; askerlerin dipçik, postal ve palaskalarının darbeleri altında alnından yüzünden kanlar gelerek yerlere yuvarlanmasını ve orada da tekmelenmesi hiç gözümün önünden gitmez…
Tutuklu olan başka ihtiyarlar da vardı, bazılarının dayak atılıp ayaklar altında sürülürken askerlere “Biz de jî Müsliman!... Biz de jî Müsliman!...” diyerek yalvardıkları o acı sesler kulağımdan gitmez. İhtiyarların dayak yemeleri ve ağlamaları ilk kez tanık olduğum bir şeydi. İleriki yıllarda Hristiyan ve gayri-müslim halklara yapılan zulümleri öğrendikçe “Biz de jî Müsliman!...” sözü hep aklıma gelmiş ve bu söz daha çok ağrıma gider olmuştur.
Dilekçemde de yazdığım gibi o işkence koridorun da benim de başım tam 6 yerinden kırılmış vücudum mosmor olmuştu. Ellerim yara bere içinde kalmıştı, belimden de aldığım darbe nedeniyle kaç gün yataktan kalkamamıştım. …ve henüz 17 yaşında bir çocuktum.
Operasyon sırasında 2 Koğuşun penceresinden içeriye silahla ateş edildiğini koğuşlara döndüğümüzde fark ettik. Sütünlardaki kocaman kurşun delikleri bulunuyordu. Burası İsmail Beşikçi hocanın yattığı ranzanın hemen önündeydi. Ortak kanımız bunun bilinçli olarak seçildiğiydi.
Tutukluların hemen hepsi ağır yaralandılar, kan revan içinde kaldılar. 34 kişi yara bere içinde hücrelere alındı. Bu arada hep gururla anımsadığım bir sahneyi de, üzerimde bıraktığı derin ve olumlu etki nedeniyle yeri gelmişken bir daha tekrarlamanın yeridir.
Ocak Komünündeki arkadaşlarımızdan DDKO sanığı İbrahim GÜÇLÜ, idarenin gözüne ç ok fazla batmış olmalı ki, hepimiz kan revam içinde sıraya dizilmişken, muzaffer komutan edasıyla ellerini arkasında denetleme yapan Yüzbaşı, onun önünde durdu. Copunu Güçlünün yüzüne doğru sallayarak sordu:
-“Kürt müsün?”
Türk ordusunun tutsakları postallarıyla ezip adam ettiğine inanmış olmalı ki, Güçlü’den süklüm püklüm bir cevap bekliyordu. Fakat İbrahim abi vücut dilini de konuşturarak aynen elleri arkasında, göğsü ileride, başını daha da dik tutarak gür sesle şöyle cevap verdi:
“Evet, hem de sapına kadar Kürdüm!”
Bu dikilişi ve bize verdiği morali, mesajı hiç unutamam.
Tabi her trajik olayın içinde komedi yanları da vardır: Örneğin Cemil Fazlı, pencereden bize beş dakikaya kadar dışarı çıkmamızı yoksa içeriye bomba atacağını ihtar eden Cezaevi müdürünün, blöf yaptığına inanıyordu. Hiç istifini bozmadan pijama katına ranzasının üzerinde oturuyor ve o ünlü radyosu kulağında haber dinliyordu:
“He heyyt!..” dedi, “Askerê quzoya bak!... bomba atacakmış!...”
Tesadüf bu ya daha söz Fazlı’nın ağzındayken ilk gaz bombası fişeği tam da onun yatağının üzerine düştü ve döşek alev aldı…
Cemil Abi de dayakların ardından hücrelere alınan arkadaşlar arasındaydı. Her hücrede 5-6 kişi kalınıyordu. Anlattıklarına göre Cemil abi hücredekilerin neşe kaynağı olmuştu. Nasıl başarmışsa bütün o hengamede Radyosunu kurtarmayı hatta hücreye sokmayı başarmış. Gizlice dinleyerek; arkadaşlara ajanslardan dinlediklerini sanki kendisi fıkra uyduruyormuş gibi haber veriyormuş. Bu “sesli gazete”nin de adı “XİRET” idi….
Evet aradan 43 yıl geçti… Olayın tanıklarının kimileri göçüp gitti. Kimileriyle halen facebook arkadaşıyız, görüşüyoruz, yazışıyoruz veya haberleşiyoruz.
2 Mart 1973’de neler olmuştu, işte tozlu arşivlerden bulduğum o dilekçe.
Düşene yürüyene bin selam olsun!

(DDKO sanıklarından: Ayakta soldan sağa; Süleyman Atay, Ahmet Zeki Okçuoğlu, Nizamettin Barış, (...?) Oturanlar, soldan sağa; (...?) ve Mehmet Tüysüz (Hamo)

DİYARBAKIR-SİİRT İLLERİ SIKIYÖNETİM 2 NOLU ASKERİ MAHKEME BAŞKANLIĞINA
DİYARBAKIR
KONU: Soruşturmanın genişletilmesine, davanın esasını teşkil eden bildirinin gerçekleri yansıttığına dair savunmamı ve tahliye talebimi içerir dilekçedir.
GİRİŞ : 1972 / 84 sayılı dosya ile hakkımda yürütülen davanın dayanak noktası olarak gösterilen bildiri muhteviyatı ilgili As. Savcı Esas Hakkındaki mütalaasında 159 ve 312 maddelerin ihlâl edildiğini belirtmiş, Gerek iddianameye gerekse Esas Hakkındaki mütalaaya ve genel olarak yargılanmama karşı 22. Ocak 1973 tarihinde savunma hakkımı kullanarak cevap verilmişti. Son günlerde Sıkıyönetim Tutukevinde cereyan eden olaylar karşısında, bu durumun bildiride açıklanmaya alışılan durumların kanıtı; bu zincirin bir halkası olmasından dolayı bildiride söylenenlerin gerçekleri yansıtmaktan başka bir özelliği olmaması yönünden aşağıda anlatacağım durumu mahkemenize delil olarak intikal ettirilmesi ve mahkemenizin yapağı vicdani değerlendirmede bu gerçeği de göz önünde bulundurarak adil bir karar vermesine yardımcı olacağından, meydana gelen menfur olayların somut olarak açıklanmasını zorunlu görüyorum.
1.1.OLAYLAR
b.TUTUKLULARIN MİT’E (Milli İstihbarat Teşkilatı) GÖTÜRÜLMELERİ
Öteden beri Tutukevinden çeşitli zamanlarda (Sahife 2) tutuklular “Savcılıktan isteniyorsunuz” diye alınmakta ve MİT’e götürülerek işkence altında ifade vermeye zorlanmaktadırlar. Askeri Savcıların da özellikle bu yolla sorgular yapmakta ve işkenceleri yönetmekte oldukları işkenceye uğratılanlar tarafından belirtilmektedir. İşkenceler ise insanlık dışı biçimde çeşitli vesilelerle devam etmektedir.
Gözaltından ya da tutukevinden MİT’e götürülmek istenenlere karşı bu kanunsuzluğun cereyan ettiği anlarda durum Komutanlığa dilekçelerle belirtilmiş, işkence yapıldığı mahkemelerde anlatılarak tutanaklara geçirilmiştir. MİT tarafından ifade almalarda özellikle Yaşar DEĞERLİ’nin hazır bulunduğu söylenmektedir.
a.BİR KISIM TUTUKLULARIN TUTUKEVİNDEN AYRI TUTULMALARI
Çeşitli nedenlerle haklarında mahkemece tutuklanma kararı verilmiş olan 17 tutuklu haklarında “ihtilattan men” kararı olmaksızın, özel surette hücreye konmuştur. Bu tutukluların hüc reye konulmalarındaki maksat ise onlara yapılacak baskının takupten uzak kalmasına sağlamak amacıyla yapılmıştır.
Oysa Ceza ve tutukevleri yönetmenliğine göre bu tutukluların tutukevinde bulundurulmaları, böylece her türlü ihtiyaçlarının burada giderilmesi gerekmektedir. Mahktemelerce verilmiş hiçbir tecrit cezası ve kararı olmaksızın 17 tutuklu, havasız, ışıksız v e son tderece pis hücrelerde aylarca tutulmuş, bit ve pislik içerisinde ölüme terk edilmişler, hatta dışkılarını bile hücreye yapmaya zorlanmış; bu durum ve bu kişilerin götürülmeleri haklı olarak tutukevindeki kişilerin itirazlarına sebep olmakta gecikmemiştir.
Hücrelerde tutulan bu 17 tutukluya hemen hemen her gün hakaret edilmiş ve dövülmüşlerdir. Özellikle idarede görevli “Teğmen Bora”nın bu tutuklulara sadistçe işkenceler
Yaptığı; hücrelerinde (sahife 3) çıkararak onları sille tokat dövdüğünü, saçlarından tutarak duvara vurduğu, hepsine hitaben onların “anasını sikeceğini” söylediği, daha sonra bu uygulamalara tutukevinde görevli “bir kısım polislerin” de devam ettiği ve bu kişilerin serbestçe hücrelerinden alınıp belirsiz zamanlarda MİT’e götürüldükleri, orada “ortaçağ” işkencelerine tabi tutuldukları öğrenilmiştir.
Ayrıca bu tutuklular tutukevi idaresince MİT’e götürülüp getirilirken de götüren görevliler tarafından arabada tartaklanmışlardır.
Yukarıda belirttiğimiz gibi yapılan bu insanlık dışı uygulamalar her normal insan gibi tutukevi sakinlerinin de haklı itirazlarına sebep olmuş ve tutukevi idaresi ile yapılan temaslar sonucu bu kişiler idarenin devir teslimi sırasında tutukevine getirilmişler; yukarıda belirttiğimiz durumları ise bizzat kendileri ifade etmişler.
Bu onyedi tutuklunun tutukevine getirilmeleri ile aylarca süren bu insanlık tdışı uygulama durmuştur. Bu yasalara uygun durum tutuklularca sevinçle karşılanmıştır.
Ne var ki aradan üç dört saat geçince tutukevi müdürü Yarbay Necati NALBANTOĞLU tutukevi sakinlerini toplayarak oldukça telaşlı bir şekilde “emri yanlış anlama”nın söz konusu olduğunu, hücrelerde tutulmakta olara ve üç dört saat önce tutukevine getirilen on yedi kişiyi tekrar eski yerlerine götürüleceğini belirterek tutukluları şaşkınlığa sevk etmiştir. Bunun üzerine tutuklular Yarbay’a bu durumun gayet kanuni olduğunu, yani bu onyedi kişinin tutukevinde kalmaları gerektiğinin; böylece gerekli temizliklerini, dinlenmelerini yapmak olanaklarına –az da olsa- kavuşacaklarını belirterek, bu 17 kişinin tekrar hücreye kapatılmalarının kanunsuzluğunu bildirmişlerdir. (Sahife 4)

a.c)GELİŞEN OLAYLAR (1.Mart 1973 gecesi)
Bunun üzerine Tutukevi müdürü, akşam tutukevine gelerek Komutanlığın kesin emri olduğunu, tutukluların (17 kişinin) alınıp hücreye konacağını, yoksa zor kullanması yolunda “yazılı emir” olduğunu söylemiş; tutukevi sakinleri ise kanunlara karşı hiçbir merciin emir kullanamayacağı, kanunları Anayasa’nın saptadığını, ancak TBMM’nin kanunları değiştirmek yetkisine sahip olduğunu, komutanlığın da kanunlar üzerinde olmayıp, onun hizmetinde olduğunu, keyfi tasarruf yapamayacağını, ancak hususun belgelenebilmesi ve kanunsuzluğun açıkça anlaşılması için müdürlüğün bu durumu izah edici bir yazı vermesi gerektiği anlatılmış; böylece aylardır süren kanunsuz tasarrufların, bu vesile ile mahkemelere iletilebilme olanağının yaratılması istenmiştir.
Ancak bu sırada Milli Emniyet Teşkilatında çalıştıkları “işkence görenlerce tesbit olunan subayların. Adli Müşavir olduğu sanılan bir kişinin ve bir takım yüksek rütbeli subayların da tutukevine girmiş oldukları; ayrıca silahlı Askerlerin de tutukevinde bulundukları görülmüştür. Tutukevi idaresindeki görevlilerden başka kimsenin tutukevine giremeyeceği aksi halde tenzil-i rütbe olacaklarının kanun hükmü olmasına rağmen Kolordu ve MİT görevlilerinin içeri girmeleri, hatta zaman zaman Müdürün yerine konuşmaları, olayların idari bir mesele olmayıp başka şeyler düşünüldüğünü ortayla çıkarmış ve şaşkınlık yaratmıştır.
Netice olarak, tutukluların emrin kanunsuzluğu üzerindeki ısrarlarını takiben saat 03:00 (2 Mart 1973) sularında Yarbay, silahlı erler ve diğer subaylarla birlikte tutukevinden çıkıp gitmişler ve tutuklular uykuya geçerek uyumuşlardır.
Aradan 1,5 saat gibi kısa bir süre geçmesine ve tutukluların henüz uykuya dalmalarını müta (sahife 5)-akip saat 04;30 – 05:00 sularında Yeni Cezaevi Müdürü Yarbay Ahmet BALDOĞAN, oldukça kaba bir biçimde “Yeni müdür olduğunu, beş dakikaya kadar herkesin dışarı çıkmasını, aksi takdirde içeriye bomba atılacağını pencerelerden bağırmıştır. Bu bağırtı üzerine tutuklular şaşkınlıkla uyanmışlar ve daha ne olduğunu anlayamadan üzerlerini bile giyinemeden pencerelerden Tutukevinin içine göz yaşartıcı bombalar atılmıştır. Bunun üzerine bütün tutuklular dışarıya çıkmak için kapıya yığılmışlar fakat kapı dışarıdan kilitlenmiş olduğu için dışarıya çıkamamışlardır. Bu arada ikinci koğuşun penceresinden içeriye silah sıkılmış, kurşunlardan bazıları duvarlarda iz bırakmıştır. Bombalar atılmaya devam edilmiş, koğuşlarda yangın çıkmıştır. Tutukevinin etrafı yüzlerce silahlı askerler tarafından sarılmış, tanklar çalışır duruma geçirilmiştir.
Bombalar tüm tesirini gösterdikten, tutuklular sersemletildikten ve panik yaratıldıktan sonra kapı açılmış, can havli ile kendini bahçeye atan tutuklular, tutukevi bahçesinde bekleyen silahlı subay, çavuş, er ve MİT mensuplarınca dipçik, palaska, cop, tekme ve süngülerle, hapishane bahçesinde yerlere serilmiş, yarım saate yakın bir zaman kanlar içinde kalana dek vahşice dövülmüşlerdir.
Böylece devam eden ve savaştaymış gibi idare binasının önünde arabaları bekleyen yüksek rütbeli subaylarca denetlenen kanlı sahneler sonucu tutuklular kafalarından, sırtlarından ağır şekilde yaralanmışlar, çok ağır yaralılar önceden hazırlanan çadırda üstünkörü pansuman edilmişlerdir.
Tutuklular her tarafı yaralar içerisinde itile kakıla bahçe dışına dizilmişler, bazı tutuklular ayrıca çadırlarda dövülmüş, dizili bulunanlar ise tekmelenmiş, dipçiklenmiş ve hakaret edilmişlerdir. Yarbay Ahmet BALDOĞAN tutuklu ( sahife 6) –ları tehdit ederek “Burada kanun yok, emir vardır. Ben kanun manun dinlemem, bir daha karşıma çıkmayın ve ağzınızı sıkı tutun!” demiş, başka bir Yüzbaşı “elimizden yine de ucuz kurtuldunuz” demiştir.
Tutukluların hemen hepsi yaralanmışlardır. Fakat hiçbiri hastaneye sevk edilmemiş ve rapor almaları önlenmiştir. Tedavilerini tutuklu doktorlar yapmışlardır.
Bu arada ben de, başımdan altı, sırt omuz, göğüs, bel ve ellerimden sayısız yaralarla, çürükler aldım. Ellerim parçalanmıştı, uzun süre yaraları geçmedi. Belime vurulan darbeden dolayı yürüyemedim. Halen ağrısı devam etmektedir.
Ağır yaralı olduklarına bakılmaksızın, isimleri önceden tespit edilen otuz dört kişi hücreye alınmış, hücreler bir kişilik ve on tane olmasına rağmen her hücreye üçer dörder kişi konulmuştur.
Hücreye konulurken de dipçiklenmişlerdir. Kendilerine tedavi yapılmamıştır.
a.d)OLAYDAN SONRAKİ BASKILAR
Aynı anda askerler ve subaylar tutukevinde genel bir arama yapmışlardır. Fakat bunun arama niteliği yoktur. İçeride kağıt, dosya. Kitap, gazete namına ne varsa battaniyelere çöp yığını gibi doldurulmuş, yazı makınaları götürülmüş, gaz ocakları ve tüpler alınmış, radyolar toplanmış, aynı şekilde çadıra konulmuştur. Böylece tutukevinde yazılı hiçbir şey kalmamıştır.
Dosyalar savunmalar, zabıtlar, kağıtlar ve yazı makinalarının alınması, mahkemesi devam eden, savunma yapacak olan tutukluların bu haklarını silip süpürmüştür. Tutukevinden gönderilen dilekçeler üzerine bir kısım dosyalar geri verilmişse de bu geri verilenler götürülenlerin onda biri bile değildir.
Olayı müteakip görüşme günü “görüş” yasak (sahife 7) –lanmıştır.
Halen aralarında Atatürk’ün “NUTUK” ve “Tek Adam” biyografisi de bulunmak üzere hiçbir kitap, kanun ve yabancı dil kitapları ve YENİ ORTAM gazetesi sokulmamaktadır.
Gazocaklarının alınması nedeniyle sıcak su temini mümkün olmadığından tutukevi hastalık, bakımsızlık ve sefaletin kucağına oturtulmuştur. Sıcak su yokluğundan tabaklar yağlı kalmakta, giyecekler yıkanamamakta ve banyo yapılamamakta; böylece her an bulaşıcı hastalığın bit vesair haşaratların yaygınlaşması mümkün olmaktadır.
Para kazanmak galesiyle tutukevi kantininde para ile sıcak su satılmakta ve yemek yaptırılmakta ve böylece tutukluların pislik ve sefalete itilmesi tahtında ticaret güdülmektedir.
Hücrelerin durumu ise daha fecidir. Bit ve pislik içerisine atılmışlar onsekiz gündür halen hücreden çıkarılmamışlardır.
Tutukluların savunma haklarının kısıtlanması ve tutukevindeki bu durumlar hakkındaki idareye ve mahkemelere verdikleri dilekçeler işleme konulmamaktadır.
Diğer yandan arama sırasında (ikinci bir arama) ilaçlar alındığından kronik hastalıkları olanların hastalıkları ilaçlar verilinceye kadar had safhayı bulmuştur.
a.e)ÖZETLERSEK
1- Tutukevinden ve gözaltından tutuklular “Savcılığa götürüyoruz çağrısı altında MİT’e götürüldükleri ve işkence yapılarak ifadelerinin alındığı;
2- 1 Mart 1973 günü olayından önce çeşitli nedenlerle haklarında mahkemece tutuklama kararı verilen bir kısım tutuklukluların,
a- Hücreye konuldukları ve aylarca orada tutuldukları,
b- Hücrede idare görevlilerinden Teğmen Bora’nın tutuklulara hakaret ettiği, işkence (sahife 😎 yaptığı, dövdüğü,
c- Bir kısım görevli çavuş, polis ve gardiyanların da bu dövme işine katıldıkları,
d- Böylece rahatça hücrelerinden alınıp MİT’e götürüldükleri, orada feci işkenceler gördükleri,
e- Götürülüp getirilirken arabada dövüldükleri,
f- Hatta dışkılarını hücrede yapmaya mecbur edildikleri,
g- Tutukevine getirilmeyerek bu kanunsuz işlemlerin açığa çıkması mahkemelere iletilmesi olanağının önlendiği,
3- Bu kanunsuz davranışlar yanında haksızlık yetkililere iletildiğinde içeriye bomba atıldığı, tutukluların dışarı çıkarılarak dövüldüğü ve sonuç olarak 34 kişinin hücreye kapatıldığı,
4- 2 Mart 1972 günü sabah Tutukevinde yapılan birinci aramada;
a- Yazı makinalarının alındığı,
b- Gaz ocağı ve küçük tüplerin alındığı,
c- Radyoların toplandığı,
d- Bütün kitapların alındığı,
e- Bütün savunma ve mahkemelerle ilgili dosyaların toplandığı,
f- İçeride kitap ve kâğıt namına hiçbir şey bırakılmadığı,
g- Bütün bunların çöp yığını gibi battaniyelere doldurularak götürüldüğü,
5- Yapılan ikinci aramada,
a- Gazetelerin,
b- Özellikle YENİ ORTAM gazetesinin toplandığı,
c- İlaçların alındığı,
6- Alınan şeylerin halen geri verilmediği (Sahife 9)
7- Bu hususun dilekçelerle Mahkemelere ve <Savcılığa bildirilmek istendiği fakat dilekçelerin işleme konmadığı,
8- Yaraların görülmesini önlemek ve olayın dışarıya duyurulmasını önlemek amacıyla, olayı müteakip Pazartesi günü ziyaret yaptırılmadığı; 9-10 gün avukatlarla görüştürülme yaptırılmadığı,
9- Savunma, temyiz ve mahkeme safahatlarıyla ilgili olarak tutukluların hiçbir çalışma olanağı kalmadığı,
10- Sanıkları savunan avukatların savunmalarından dolayı tutuklandıkları,
SOMUT BİRER GERÇEK OLARAK ORTAYA ÇIKMIŞTIR. BU DURUMLARIN HUKUK DEVLETİ İLE İNSAN HAK HÜRRİYETLERİ İLE KANUNLARLA İLGİSİNİN BULUNMADIĞININ İZAHINA GERE YOKTUR.
2- SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda anlattığım olaylar ve bu arada benim tutukevinde “Savcılıktan isteniyorsun” diye apar topar alınarak götürülmem, idarede ise “Mahkeme dolayısıyla Erzurum’a götürüleceğim” söylenerek apar topar götürülmem ve o gece Diyarbakır Yenişehir karakolunda zincire vurulmam, tutukevinden ve gözaltından MİT’e götürüp işkence yapma olaylarının devam etmesi gibi olaylar; bildiride izahını yaptığım kanunsuz baskıların, işkencelerin, insan haklarını ihlal eden, demokratik hakları çiğneyen uygulamaların açıklanmasına dayanmaktadır. Bildirinin kaleme alındığı günlerde izahını yaptığım Sıkıyönetim uygulamasında ve genel olarak baskılarının devam ettiğinden, bu durumun insanlık dışı olduğu için dış ülkelerde kınandığından bu gerçekler açıklanmış ve protesto edilmiştir.
Savunmamda da belirttiğim gibi hakimin sübut bulduğu ileri sürülen suçlarda, geniş araş (sahife 10) -tırmalarda bulunması, Esasla ilgili olarak gösterilen delilleri incelemesi ve bu şekilde karar vermesi gerekir. Sanığın herhangi bir iddiasından dolayı ceza verileceği düşünülürse onun kendi iddiasının ispat hakkının sonsuz olduğu. Bu hakkın kullandırılmaması ya da iddiasını ispat vasıtası olarak kullandığı delillerin nazara alınmaması, incelenmemesi verilecek kararı adaletsiz kılacağı açıktır.
Bütün bunların ışığı altında bildirinin suç teşkil eteği iddiasıyla yargılandığıma ve on aydır tutuklu bulunduğuma; Bildirin Türkiye’de yukarıda izahı yapılan uygulamaları kamuoyuna açıkladığı ve kınadığı göz önüne alınırsa, şıklar halinde somutlaştığını belirttiğimiz durumların, bildirideki iddiaların yalan ve iftira olmadığı ve gerçekleri aksettirdiği halen bu tip uygulamaların devam ettiği yolunda en kuvvetli delil olduğu aşikârdır.
Savunmamda Askeri Mahkemelerin bağımsız olmadığı, Savcıların taraflı oldukları konusunda iddialar da mevcuttur. Askeri Mahkemenin ve As. Savcılığın şıklar halinde belirttiğim hususları takip etmesi, doğruluğunu ya da yanlışlığını ortaya çıkarması, onlar üzerindeki bu iddiaların geçerli olup olmamasıyla sıkı sıkıya bağlıdır.
Öte yandan belirtilen durumların takipsiz kalma gibi bir durumun, menfur olayların artarak devam etmesini sağlayacağı; bu durumun da Silahlı Kuvvetlerin kamuoyu önündeki itibarını yönünden hiç de iyi olmadığı açıktır. Sıkıyönetim Komutanlarının “işkence iddialarının yalanlığı” konusunda bildirilerin doğru olup olmadığı ise bu vesile ile ortaya çıkacaktır.
İddia, dava konusu bildirinin gerçekleri yansıtmadığı yolundadır. Ben savunmamda bildiride belirtilen konuların doğruluğunu ve Sıkıyönetimce baskı yapıldığını ifade etmiştim. Sanıklara işkence ve baskının yapıldığını da şu an ispat olanağı içindeyim. Gerçeklerin yansıtılmasında hiçbir kanun kitabında suç (sahife 11)teşkil etmeyeceği açıktır.
Bu itibarla, öncelikle yukarıda belirttiğim hususların incelenmesi ve savunmamızın bu yönden doğruluğunun mahkemece araştırılması olayların açıklığa kavuşması ve delillerin değerlendirilmesi açısından kanuni bir görevdir ve gereklidir.
Bu nedenle;
A.İşkenceye maruz kalan, MİT’de dövülerek ifadesi alınan,
1- Celal ERDOĞMUŞ,
2- Ramazan BALPETEK,
3- Ali TURAN,
4- Seyithan DOLAY,
5- Ali YILMAZ,
6- Ziya AYDIN,
7- Bâki İŞÇİ,
8- İbrahim ATİLLA,
9- İbrahim H. AKYOL,
10- İmam YAMAN,
…. Adlı kişilerin ne şekilde dövüldüklerinin, ifadelerinin nasıl alındığının, MİT’e nereden alınarak götürüldüğünün, yolda ne gibi hakaretlere maruz kaldıklarının, hücrede kendilerine nasıl davranıldığının, hücrelerin durumlarının ve yaşama koşullarının saptanması için celp ve dinlenmelerini,
B- Tutukevinin bomba atıldığının, bomba neticesi dışarı çıkanların ne şekilde dövüldüğünün, duvarlara pencerelerden mermi sıkıldığının, ödlüme kastı ile ateş edildiğinin tespiti yolunda;
1- Halen tutukevinde bulunan ve olayı tanık olan tüm tutukluların tanık olarak celp ve dinlenmelerini,
2- Durumun yakından öğrenilmesi, sanıkların ne koşullar içerisinde kaldıklarının, hücrelerin durumunun, sıkılan mermi izlerinin tespiti için yetkili mahkemece keşif yapılmasını,
3- Cezaevi müdürünün v e Teğmen Bora’nın sanıklara ne şekilde küfrettiklerinin ve dövdüklerinin tespiti için tutuklulardan;
a-Mümtaz ÇELTİK,
b- İsmail ERDOĞAN,
c- Ali GÖĞDE
d- Ve Ziya AYDIN’ın tanık olarak cep ve dinlenmelerini,
4- Yapılan aramalarda tutukluların dava dosyalarının, ilgili evraklarının, yazı makinalarının ve dava ile ilgili kanunları havi kitap (sahife 12)-ların , gazocaklarının, radyolarının vesaire alınarak götürüldüğünün ve YENİ ORTAM Gazetesinin içeri ye sokulmadığının tesbiti için tutukevinde bulunan tutukluların tümünün ya da seçilecek birkaç kişinin tanık olarak dinlenmelerini ve bu hususta mahkemece gerekli tespitin yapılmasını,
5- Sanık avukatları olarak davaları takip eden Avukat Şerafettin KAYA VE Ruşen ARSLAN’ın sanıkların savunmalarının kısıtlanması amacıyla tutuklandığına dair evrakların celp ve tetkikini,
6- Olayda yani bombalama ve işkence olayında yaralanan tutuklular
- Mustafa DÜŞÜNEKLİ,
- Mahmut KILIÇ,
- Hamit KARAKOÇ,
- Abdülhalim ÇELİK,
- Abdülkadir ÖKTEN,
- Agit TANRIKULU,
- İsmail BEŞİKCİ,
- Tarık Ziya EKİNCİ,
- Fikret ŞAHİN,
- Kâzım BABA,
- Nazım SÖNMEZ,
- Ayhan SOYSAL,
- Ayhan SOYSAL,
- Atilla ERTAŞ,
- Mehmet Emin KALAFAT,
- Mümtaz KOTAN,
- İsmail ATAKAYA,
- Şakir ELÇİ,
- Niyazi DÖNMEZ,
- A.Zeki OKÇUOĞLU,
- M.Şebap BİLGİÇ’in … nasıl yaralandıklarının ve tedavilerinin nasıl yapıldığının tetkiki için celp ve dinlenmelerini dilerim.
Yukarıda belirttiğim delillerin soruşturmanın genişletilmesi açısından toplanması yanında, belirttiğim olayların, savunmamı doğrulamış olduğundan haklı olarak tahliyeme karar verilmesini talep ederim. 19.3. 1973
Sanık
Recep Maraşlı
(imza)
Sıkıyönetim Tutukevi





Yorumlar