Prusya imparatoru Büyük Friedrich, sarayının bahçesini genişletmek için engel olarak gözüken bir Değirmeni zorla almak için tehdit yoluna baş vurunca, Değirmenci şöyle söylemişti;
"... ama Berlin'de hakimler var!" [yani zorla alamazsın, hukuk sana engel olur!]
Berlin'deki "hakimler"in en azından Faşizm döneminde kalmadıklarını biliyoruz.
Faşist ya da sömürgeci yönetimlerin, askeri diktatörlüklerin, her boydan hukuk tanımaz tiranların olduğu bu dünyada, haksızlık kurbanlarının, mağdurların sığınabilecekleri ne var? Ki hukuk da onların hukukudur...
Dünyanın her yöresindeki "özgür basın ve gazeteci" ahlakı, her türden zorbanın korkulu rüyası, sıradan insanların güvencesi olmuştur. Ama gazeteler de gazetecilik kurumu da tiranların sıradan bir aleti haline geldiğinde ne yapmalı?
Dünyanın her yerinde haksızlıkları hukuksuzluklara karşı mücadele eden yürekli, bilinçli ve kararlı insan hakları savunucuları kurumlar oluşturmaya, güçlerini birleştirerek mücadeleye girişiyorlar. Amnesty gibi, İnsan Hakları Dernekleri gibi bir çok kurum böyle oluştu...
Ben gazetecilik mesleğinden gelen ama böylesi kurumların henüz oluşmadığı dönemlerden bu güne neredeyse kendileri kurumlaşmış, etik, hukuki normlar inşa etmiş bir, demokrasi ve insan hakları savunuculuğunda bana göre abideleşen bir çiftten Doğan - İnci Özgüden çiftinden bahsetmek istiyorum.
Türk toplumundaki yaygın şovenizm, sıradanlaşan faşizanlık; bilim ve gazetecilik alanındaki kuraklık bir karabasan gibi çevremi kuşattığında; Militarizme bu denli teslimiyet, Kürtler üzerine yoğunlaşan ırkçı saldırganlık, Kürdistan’a yönelik bu denli bir acımasız bir savaş; Ermeni,Rum Asur gibi yerli halkların soykırım ve etnik arındırmalarla yok edilmesi üzerine sürüp giden kopkoyu bir inkarcılık; sömürgeciliğin gittiği her yeri, gördüğü her şeyi sahiplenme, işgal etme güdüsü; farklı din, inanç ve kültürlere karşı bu denli düşmanca duyular beslenmesi; toplumdaki demokratik tepki ve reflekslerin bu denli az gelişmiş olması karşısında bu toplumun iflah olmayacağına dair, karanlık bulutlar ufkumu kapladığında...
Bireylerin temel hak ve özgürlüklerini; emekçi sınıfların toplumsal, ulusların, din ve inanç gruplarının demokratik hak ve istemlerini; farklılıkların varolma ve kendini ifade hakkını her zaman, her yerde ve her tehdide karşı ikirciksiz-pazarlıksız savunmuş insanların, gazetecilerin varlığı gelir aklıma:
“... ama Brüksel’de Doğan Abi var!” derim.
Hiçbir yerden, hiçbir kimseden ses çıkmasa, görmezden gelse bile onların hak ihlallerine karşı çıkacağını, ellerindeki bütün imkanlarla Avrupa kamuoyunu bilgilendirmeye çalışacaklarını, fikri takip edeceklerini bilirim.
Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul’un Brüksel’deki varlığı bana güven verir, içime bir ferahlık dolar. Onlarla hiç konuşmasam da, "yalnız değiliz" derim. Başımı rahatlıkla yastığa koyabilirim...
Bütün mağdurlara güven veren bu duruşun, mağrur ve zalimlere ise öfke verdiği açık.
Brüksel yalnız Belçika’nın değil Avrupa’nın da başkenti. Bu yüzden Türkiye’nin militarist-oligarşik diktası Brüksel’e büyük bir önem veriyor. TC’nin buradaki diplomatik misyonu yıllardır neredeyse kriminal bir odak haline gelmiş durumda. Öncelikle Türkiye’nin rejim muhaliflerine karşı yoğun bir dezinformasyon, Avrupa makamlarını yanıltma, yönlendirme girişimleri yürütüyorlar. Buna koşut olarak bir yandan da Belçika’daki, Avrupa’daki Türkleri kendileri için aktif bir diplomatik şantaj ve baskı aracı olarak örgütlemeye çalışıyorlar. Buradaki göçmen Türk topluluklarını Türk büyükelçi ve konsolosluklarının milis gücü gibi, emir komutaları altındaki bindirilmiş kıtalar gibi görüyorlar.
TC’nin neredeyse on yılda bir tekrarlanan Askeri cunta yönetimlerinden, zindanlar ve işkencehanelerden, Özel Harp Dairesinin operasyon ve suikastlarından, Kürdistan’daki savaştan, köylerin yok edilmesi, kasabaların yaşanamaz hali getirilmesinden; özgür basın ve bilim alanı kalmamasından, yaşam hakkına yönelik bitmek bilmeyen saldırılardan Avrupa’ya çıkmak zorunda kalan bütün insanlar Türk Diplomasisinin de boy hedefidir.
Bunların başında da "Vatansız gazeteci" Doğan Özgüden gelir.
Türkiye’de 12 Mart 1971 Askeri cuntasından beri Avrupa’da anti-militarist, demokratik, özgürlükçü kampanyaların örgütlenmesinde, demokratik kamuoyunun enforme edilmesinde köklü, güvenilir ve saygın bir basın kurumu haline gelen İnfo-Türk ve onun şef editörü Doğan Özgüden bu nedenle yine militarizmin boy hedefi haline gelmesinde elbette şaşıracak bir şe yok. Ama yine bu yüzden tetikte olmak, uyanık yatmak da gerekiyor.
Brüksel’deki Türk diplomatik misyonu, amacına ulaşmak için oyunun kuralları dışına çıkmaktan, popüler deyimi ile “derin devletin” bilinen-bilinmeyen bütün karanlık yöntemlerini devreye sokmaktan da çekinmiyor. Geçmişte sayısız örnekleri yaşandı, biliniyor.
Hrant Dink cinayetine giden yolda döşenen yapı taşlarıyla gösterdiği benzerlik ve Brüksel’deki Türk diplomatik misyonunun kriminal eğilimleri ile yan yana getirildiğinde tehdidin oldukça ciddiye alınması gerektiğini gösteriyor. Bu kampanya operasyonlar nedeniyle bir süredir sessiz kalan “Ergenekon”cuların geri dönüşlerini kutlayacakları bir gösteriye dönüşebilir.
Doğan-İnci Özgüden, oluşturdukları kurumlarla ve duruşlarıyla , Avrupa'nın başkentinde bütün biz "öteki"lerin fahri diplomatlarımız gibidirler..
40 yıl önce, 40 yıl sonra...
Dogan Ozguden ve Inci Tugsavul isimlerinin aklımda yer edişi neredeyse 40 yıla dayanıyor. Ünlü ve unutulmaz Ant dergisi ve Ant Yayınlarının, sosyalist düşüncelere aktif taraf haline gelişimde önemli bir yeri var.
Bu nedenle Ant dergisi benim için aydınlığa açılan bir kapıydı, dinamik sayfaları. Sorgulayan, haber veren ama aynı zamanda açıklamaya tahlil etmeye de çalışan içeriğiyle diğer hepsinden farklıydı o. Estetik olarak da, biçim olarak da genç ve radikaldi.
Erzurum gibi sol, sosyalist, hatta liberal demokrat düşüncelerin bile çok fazla gelişme şansı bulamadığı çorak bir toplumsal iklimde, henüz liseye yeni başlamış okuma yazma meraklısı bir genç için Ant dergisi kafasına bir çok soru işareti takan, cevaplar aramasına yardım eden, sıra dışı, muhalif, aktif bir dergiydi Doğan Özgüden - İnci Özgüden de bu derginin editörleriydiler.
Kitapçı vitrinlerinde gördüğüm ama bir türlü hepsine sahip olma imkanım olmayan Ant ve Sol yayınlarına, 12 mart 1971 cuntası sonrasında bir gece ansızın sahip oldum. Erzurum Devrim gazetesine birlikte yazılar yazdığımız bir sendikacı bir abimizin (Rüstem Kartal) Sıkıyönetimce aranması çıktığı için Erzurum’u alel acele terk etmek zorunda kalmıştı. Gitmeden öncede çok sayıdaki kitabını naylon torbalara sarıp, bir çuval içinde toprağa gömmüş. Gömme işini beraber yapan arkadaşım, onların toprak altında çürümesine gönlü razı olmayınca bana haber verdi.
Biz de Cemalettin'le (Diliyak) kafa kafaya verip yine bir gece gizlice toprağı açtık ve çoğusu nemlenmiş, küflenmeye başlamış kitapları kurtardık. Yüze yakın kitap ve dergiyi eve getirdim. Bunların içinde Ant yayınlarının hemen tüm kitapları vardı: 71 ve 72’nin uzun kış geceleri bu muhteşem hazineyi büyük bir iştahla hatmekle geçti diyebilirim.
Bunların arasında birkaç ay sonra çok daha yakından tanıyacağım Kürt ulusal demokratik mücadelesini ilgilendiren önemli yapıtlar da vardı: M.Emin Bozarslan’ın çevrisiyle “Şerefname, Kürt Tarihi” ve Lenin’in “Doğu’da Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri”...
Türkiye'de Kürt tarihi ile ilgili legal alanda ilk kez bir kitap yayınlama ileri görüşlülüğü ve sorumluluğu göstermek de Doğan Abi'ye ait.
Daha sonra ANT yayınlarının kitaplığı Yöntem yayınlarında devam etti. En saygın yayıncılarımızdan biri olarak Ragıp Zarakolu'nun da Ant yayınlarının mutfağında yetiştiğini eklememde sakınca yok sanırım.
Haziran 1972’de Tutuklanıp Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim mahkemesine sevk edildiğinde peşimize takılan kitap ve belgelerde de yine Ant dergisi ve yayınları vardı. İddianame “Sol görüşlü Ant dergisini okuma”yı önemli bir suç saymaktaydı.
Sonraki yıllarda TİP ve Ant çizgisiyle hemen hemen hiçbir ilişkim olmadı. Fakat tabii ki Belçika’daki İnfo-Türk’ün yayın faaliyetlerinden haberdar oluyordum. Özgüden’lerin bu faaliyetin başında yer aldıklarını öğrenince, akıbetlerini merak ettiğim bu insanlar hakkında da bir fikir sahibi oluyordu.
İnfo-Türk, içerde yüzkarası olan bir pratiğin dışarıdaki devrimci demokrat "yüz-akı" olma başarısını gösterdi. Büyük sermayelere, teknik donanımlara sahip olmadan da gerçeğin sesi olunabileceğini, demokrasi ve insan hakları külliyatı değerinde bir miras inşa edilebileceğini gösterdi.
Sonra yine araya 12 Eylül döneminin uzun hapislik yılları, 90 yıllardaki savaş ve tekrar tekrar hapislik koşulları girdi. Derken 2000’li yıllardaki mültecilik koşullarında bir gün Özgüden’lerle tanışma fırsatım oldu. Böylece uzaktan, sadece haber ve basın üzerinden sempatiyle takip ettiğim bu insanları yakından tanıma fırsatı buldum. Ve her zaman söylediğim gibi iyi ki tanıdım...
Türk sosyalistlerinde, Türk demokratlarında genel olarak hemen hemen benzer zaaflar bulunur. Çok iyidirler, çok hoşturlar, mücadelecidirler ama bir bakarsınız ki Kemalizm’di Kurtuluş Savaşıydı diye bir noktaya geldiniz mi, birden bire Genelkurmay’dan bile sert bir Kuvayi Milliyeci’yle karşılaşırsınız. Ya da hadi Diyelim Kürt ulusunun varlığını, Haklarını tanır ama iş “bağımsızlığa, özgürlüğe” geldi mi o dakika elinde tüfek bir sınır jandarmasıyla karşı karşıya kalırsınız. Hadi diyelim Kürt meselesiyle ilgili handikapları aştınız ama bu kez “Ordunun devrimci rolü” nedeniyle ters köşelere yatmanız işten bile değildir. Aşağı yukarı hepsinde bir “orta yol” tutturduğunuz bir Türk demokratıyla “1915 soykırımı”ydı, etnik, kültürel, dinsel farklılıkların yok edilmesiydi bağlamına geldiniz mi her şeyin topyekun tersine dönüp “Emperyalizmlin ajanı” olmanız bir olur.
Yani sonuçta Türk resmi ideolojisinin netameli, çetrefilli, dogma olmuş konularını su ve rüzgar gibi rahatça geçip, yaz güneşi gibi sıcak ve parlak bir ilişki kurmak çok zordur. Ama Doğan Özgüden - İnci Tuğsavul bunlardan değildir. Onlar bu topraklarda demokrat olmanın denek taşı olan tüm handikapları aşmış nadir insanlardır.
Bu nitelikleriyle mücevher değerindedirler...
Yaşamları, mücadeleleri ve tüm bunların üzerindeki olağanüstü tevazularıyla Özgüdenler, işte böyle aklıma her geldikçe tüm karamsarlıklarımı dağıtan, sırtımızı rahatça yaslayabileceğimiz çınarlar gibi gelir bana.
Geçen yıl tam 40.yılını dolduran ve İnci Ablanın kurup büyüttüğü "Güneş Atölyeleri" başlı başına bir çok kültür toplum nasıl gerçekleşir pratiğidir, göçmen toplumlar için örnek bir sosyal projedir.
Doğan Abi, çok önemli bir şey yaparak adeta Demokrasi Mücadelesi tarihinin bir güncesi gibi okuyacağımız anılarını kaleme aldı: "Vatansız Gazeteci" 1 ve 2. ciltler yayınlandı.
Doğan Abi'nin "Akşam" gazetesinde de genel yayın yönetmenliği de yapmış, bilmiyordum. Buradan öğrendim. Şimdi hatırlıyorum ki o zamanlar dar gelirli bir memur olan babam sürekli okuduğu Milliyet gazetesini değiştirmiş; eve Akşam gazetesi almaya başlamıştı. Bu yayın politikasının babamı da etkilemiş olmasını keşfedince çok sevindim.
Doğan Özgüden yine çok önemli bir şey daha yaparak Ant'ın, İnfo-Türk'in ve kendisinin özel arşivini Amsterdam'daki haklı bir prestij sahibi haline gelmiş Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü (IISG)'ne bağışladı. Bu arşiv'in kendilerinin yaşamı gibi 1960'li yıllardan beridemokrasi ve özgürlük mücadelemizin bir "bellek"i olduğuna kuşku yok.
Burada kendisinin "Bellekle direnme" düsturuna atıfta bulunmanın tam yeridir.
İşte böyle, aynı çoğrafyanın farklı kıyılarında, köşelerinde mücadelenin birer parçası olsak da, alabora olan zaman, sebatkar olanları önüne katıp oradan oraya savursa da, birbirine yıllarca arayan sevgililer gibi sonunda beklemediğiniz bir anda bir mutlulukla tanışmak hediyesi de verebiliyor size.
Recep Maraşlı
Berlin, Eylül 2015
https://www.facebook.com/photo?fbid=787410031381343&set=a.246769062112112
Yorumlar
Yorum Gönder