HIRSIZLIK PROTOKOLLERİ


Kürtçede bu konu için çok güzel bir özdeyiş var, der ki:

"Diz, ji dizan dizî, erd û ezman tew lerizî.."

[Hırsız, hırsızdan çaldı; yer gök birbirine karıştı!]

Demek ki ilk altın kural; başka bir hırsızın malını çalmayacaksın, büyük gürültü kopar yoksa! Alanları bölüşmek zorundasın yoksa kazancını bölüşmek zorunda kalırsın!

Pişkinlik de altın kuraldır:
"Dît ez im, ne dît diz im."
[Gördülerse benim, yabancı değilim; görmedilerse çalarım, hırsızım]

Türkçede de "HIRLI MI, HIRSIZ MI BELLİ DEĞİL!" diye bir deyim var. "Hırlı" ses uyumu için uydurulmuş gibi görülse de öyle değil. Çünkü "HIR" da başlı başına bir sözcüktür. Örneğin "HIR ÇIKARMAK!.." (Gürültü patırtı yapmak, kavga dövüş çıkarmak, zorbalık yapmak) gibi anlamlara gelir. Bu kişi "HIRLIDIR"...

"HIR-SIZ" ise işini "hır çıkarmadan" gizli kapaklı, sessiz sedasız, usuletle ve suhuletle yapan kişidir.

Hırsızlığın bin bir türlü incelikleri vardır.

Her suç grubunun tıpkı siyasi fraksiyonlar ve hizipler gibi kendi aralarında yöntem ve iş ahlakına ilişkin anlaşmazlıklardan ötürü bölündükleri, gruplaştıkları gibi hırsızlık sektörü bu konuda çok renklidir.

Hatta her hırsızlık şebekesinin kendine has ahlaki kuralları bile bile olabilir. Örneğin ÇÇ;

"Çalıyorlar ama çalışıyorlar..." önemli bir siyasi ilkedir aynı zamanda. Buna "Çaldıklarının zekatını ver!" prensibi de eklendi. Çaldıklarıyla cami yaptıranlar, hayrat dağıtanlar. Yani günahını sevabıyla ödemeye çalışanlar...

Ünlü mafya babası Al Kapon çocukken dinine bağlı bir hıristiyanmış. Her gece Allaha kendisine bisiklet bahşetmesi için dua edermiş. "Bir gün" diyor "Tanrı'nın çalışma sisteminin böyle olmadığını anladım. Ertesi gün kendime güzel bir bisiklet çaldım ve her gece Tanrıya beni affetmesi için dua ettim."

Yani çalabiliyorsan, demek ki Allah izniyledir...

Böyle prensip sahibi hırsızlara İstanbul'dayken rastlamıştım.
Kendileri de hapiste olan öğrenci arkadaşlarımızın kaldıkları ev hırsızlar tarafından soyulmuştu. Öğrenci evinde ne olur; Kasetçalardı, radyoydu alıp götürmüşler. Bir de not bırakmışlar ev sahiplerine:

"Kitap ve notlarınızdan sizin yurtsever devrimci öğrenciler olduğunuzu anladık. Bu yüzden sizi polise ihbar etmiyoruz!"

Bir başka olaya da Varto'da rastlamıştım. Arkadaşım elinde poşetler ve tencere ile acele gidiyordu. Sordum:

- Hayırdır, nereye böyle acele?
- Hapishaneye! Bizim hırsıza yemek götürüyorum...

Doğruymuş; koca koyun sürüsünü çalan hırsız yakalanmış, hapse konulmuş. Mal sahibi sürünün yerini kendilerine söylesin de mallarını geri alabilsinler diye hırsızla iyi geçiniyor, belki davacı olmaktan vazgeçip protokol de yapacaklar!..

Bir de Berlin'de bizim mahallede ilginç bir duyuruya rastlamıştım. Vitrindeki seyirlik komputerlerin çalınmasından gına getiren dükkan sahibi kocaman yazıyla şöyle bir ilan asmıştı camına:

"Hırsız arkadaş! Lütfen komputerleri götürme, hepsi bozuk onların."

Tarih boyunca mülkiyet ile hırsızlık arasında çok özel bir ilişki ola gelmiştir. Her sistem kendi hırsızlığını yasal güvenceye alır; aristokrasi mirasa çok düşkündür... Burjuvazi emek hırsızlığına...

Teknoloji ve bilimin gelişmesiyle bir de bilgi ve düşünce üretimi hırsızlığı çıktı. Senden öğrendiğini kendi "malı" haline getiri "satar"; para ya da kariyer yapar...

Bir de yüce Olimpos dağına sadece Tanrılar için hapsedilmiş enerjiyi çalarak, topluma getiren ATEŞ HIRSIZLARI var! Onlara ne demeli?

Yorumlar