Abdullah Gül’ün korkutan “uzlaşmacı”lığı...


Türkiye’de kimin cumhurbaşkanı seçileceği konusunda bir yıldır sürdürülen gerginlik politikası, Abdullah Gül’ün adaylığının ilan edilmesiyle biraz dindi; en azından bir dönemeç atlatılmış oldu. Şimdi taraflar bu yeni duruma göre yeni bir saflaşma içine girecek, kartlar yeniden dağılacak. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı üzerine kurulan tüm gerilim senaryoları birden bire boşa çıkmış / çıkartılmış oldu.

Aslında temeldeki sorun çözülmüş olmadı: Türkiye’nin 90 yıllık militarist-bürokratik-seçkinci oligarşisi, iktidar nimetlerini, yaşam alışkanlıklarını, dünyaya açılmak isteyen taşra burjuvazisiyle, şehir esnafıyla paylaşmak istemiyor. Başka bir deyişle tüm yakın tarih boyunca kendince bir şekil vermeye çalıştığı toplumsal dinamiklerin kendi ayakları üzerine dikilip, vesayetten kurtulmasına bir türlü razı gelmiyor. AK Parti iktidarı bu toplumsal dinamiklerden sadece birisini temsil ediyor, ama verdiği değişimci ve demokratik profil nedeniyle ilk kez kendi tabanı dışından da pek geniş bir destek almıştı.

AK Parti’nin kurucu kadrolarından ve TC Dışişleri Bakanı Abdullah Gül isminin yatıştırıcı bir etki yapması, yorum yapan hemen herkes tarafından ortak bir kanı olarak dile getirilen onun “uzlaşıcı” bir karaktere sahip olması olarak gösteriliyor.

Türkiye’deki politikanın aktörleri, taraftarları, tezahüratçıları, izleyenleri arasında rahatlama sağladığı görülen bu “uzlaşıcı” karaktere yapılan vurgu, bende ise tam tersi bir tedirginlik yarattı.

Bunun nedeni gayet basittir. Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenleri arasındaki çatışma ve çelişmelerde varılan her uzlaşma sonuçta balyoz olarak genellikle mazlumların başına patlamıştır da ondan. Özellikle de Kürt halkının başına... “Uzlaşan”  güçlerin birbirlerine hediye ettikleri kurban daima Kürt toplumu olmuştur.

Bu yüzden çoğu kişiyi sevindirip rahatlatan Abdullah Gül’ün “uzlaşıcı” karakterinin faturasının içte ve dışta Kürtlere çıkarılması büyük ihtimaldir. Özüne bakarsak “kaybedecek daha neyimiz var ki korkalım” denilebilir. Ama insanlar çoğu zaman kaybetmeden önce sahip oldukları şeylerin pek farkında olmayabiliyor.

Abdullah Gül’ün TC’nin 11. Cumhurbaşkanı olmasıyla birçok şeyin en azından formel olarak ve sembolik değerler bakımından değişeceği söylenebilir. Burada “uzlaşı” vurgusu üzerinde durmak gerekir. Bence Gül formülünün büyülü sözü budur. Çankaya “Kalesi”ni kaptırmak istemeyen ve bunun için rejim krizi çıkaran Kemalist asker-sivil bürokrasinin hukuk kuralları içinde bunu engelleme şansı zaten yoktu. Hukuk dışındaki müdahalelerin ise Kemalist iktidarı güçlendirmek yerine sonunu hazırlaması daha büyük bir olasılıktı. Ve bu önemli bir handikaptı. Kurmay heyetinin de “uzlaşı” formülüne ehven olarak bakmasını, yeni hamleler için güç toplama, yeni mevziler oluşturma ihtiyacının bir ürünü olarak görebiliriz..

Sonuçta Tayip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığından vazgeçmesi ve köşke TBMM başkanı gibi çatışmacı bir kişiyi değil de “uzlaşı” sembolü olarak Abdullah Gül’ü göstermeleri bir biçimde “köşkü paylaşmayı” teklif etmesi olarak yorumlanabilir. Yine de bu inisyatifi kendilerinde olan bir “uzlaşma” önerisidir. Bu yanıyla siyaseten bulunmuş bir çözümdür.

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı “köşk kavgası”nın bittiği anlamına gelmeyecek. Büyük olasılıkla her adım, her tören, her davranış bir sorun bir gerilim konusu haline gelecek. Her gerilimde de Abdullah Gül’ün “uzlaşıcı” kişiliğinin sürekli tavizler vermesi, ortalığı yatıştırması beklenecek vs...

AKP iktidarına baktığımızda Kemalistlerin bu gerginlik politikasından oldukça yararlandıklarını görürüz. AKP‘nin Avrupa ile birleşmeden yana, daha çok demokrasi, daha çok özgürlük vaat eden imajından, siyaset üzerindeki Ordu-Bürokrasi vesayetine son verme beklentisinden bu gün geriye ne kaldı? Kendi tabanının hassas olduğu Türban konusuna bile makul çözümler üretemeyeck kadar iktidarsız, AB yolunda durmuş, hatta geri dönmeye hazırlanan, Kemalistlerle milliyetçilik yarıştıran, Kürt sorunu, laiklik, Kıbrıs vb. gibi temel konularda politikayı tamamen yine orduya bırakmış, herhangi bir cumhuriyet hükümetinden farkları kalmamış durumda.

AKP’nin iktidarının ilk günlerinde verdiği profille bugünkü durumu üst üste konulduğunda aradaki muazzam fark hemen gözlenebilir. Gül’ün Cumhurbaşkanlığının da aşağı yukarı böyle seyredeceğini sanıyorum. Köşkü biçimsel olarak kaptırmış olmaları karşılığında Kemalist ordu ve bürokrasi muhtemelen kendi doğrudan iktidarlarında başaramadıkları bir sürü operasyonu yeni Cumhurbaşkanına yaptırmaya çalışacaklardır.

Evet bu tür “uzlaşı” durumlarında tarafların birbirlerine hediye ettikleri ilk kurban hep Kürtler olmuştur. “Vatan, millet, bayrak” yarışmasında rüştlerini ispat etmek için en kolay malzeme olarak görülmüştür Kürtler. Üç askeri darbeye muhatap olmuş Süleyman Demirel’in Çankaya köşküne çıktığında orduyla ne kadar uyumlu olabildiğini gösterdi: “post-modern” 28 Şubat darbesine çanak tutması, Kürdistan üzerindeki savaşın akıl almaz vahşet boyutlarına varması böyle bir örnektir.

Her olayda munis, aklı başında bir diplomatik duruş sergileyen Abdullah Gül’in, Kürtler söz konusu olduğunda ağzından ateşler saçan bir şahine dönüşmesi uzlaşmanın en kolay nerede olacağını gösteren başka bir kanıt.

Yeni Cumhurbaşkanı’nın Türk politik hayatını rahatlatan “uzlaşılıcılığı” vurgusu bu nedenle beni fazlasıyla rahatsız ediyor.

Recep Maraşlı


26.04.2007

Yorumlar