ABD’nin Irak politikalarında önemli değişiklikler gündeme geleceği belli oldu. Zaten zoraki bir uluslar arası desteğe sahip olan Bush yönetiminin Irak politikasının iç kamuoyu destekleri de son seçimlerde Demokratların galibiyetiyle ciddi bir çöküntüye uğramıştı. Bu nedenle o çok dile dolanan, “Büyük Ortadoğu Projesi” adına daha ileri adımlar atmak [örneğin İran ya da Suriye’ye müdahale etmek] bir yana Irak’taki durumu kurtarmanın formülleri aranır oldu.
ABD’nin eski Dışişleri Bakanlarından Baker başkanlığında “Bağımsız Irak Çalışma Grubu” nun hazırladığı Rapor, işte bu arayışların bir ürünü. Bir bakıma ufukta gözüken Demokrat Parti yönetimine bir Ortadoğu perspektif hazırlıyor denebilir.
Baker-Hamilton Raporu, Senato ve Temsilciler Meclisi’ndeki Demokrat çoğunluğun fikriyatını yansıttığı ölçüde, Bush yönetiminin istemese de dümen kırmak zorunda kalacağını gösteriyor. Zaten bunun işaretleri Rapor’dan çok önce de gözükmeye başlamıştı. Örneğin Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin komşu Suriye ve İran’a ardı ardına resmi ziyaretler yaparak, Irak adına iyi ilişkiler kurma beklentilerinin ortaya koyması bunun bir yansımasıydı. Ki bu ülkeler geçtiğimiz yıllarda Irak’taki şiddeti desteklemekle açıkça suçlanmışlardı. ABD’nin rızası hilafına böyle bir yönelime girmesi söz konusu olmayan bu ziyaretlerin, Suriye ve İran’a yönelik politikasını yumuşattığı, dahası tıpkı Baker raporunda önerildiği gibi komşuların “işbirliğini arama” gibi önerileri zaten gerçekleştirdiğini ortaya koyuyor.
Baker Raporu, deyim yerindeyse “ABD’nin Irak’tan en az zararla nasıl sıvışabileceği” tezi üzerine kurulu. Irak’ı komşu devletlerin himayesine ödül olarak bırakmayı ve böylece hem bu devletlerin güvenini kazanmayı, hem de Irak’taki ateşin altından elini rahatça çekmiş olma gibi anlayışa dayanıyor. Bölgedeki gerici yönetimlerle yeniden büyük bir uzlaşma zemini arıyor; ve tabii bu arada eski Baasçı rejim yandaşlarının direnişinin başarısı da üstü kapalı olarak kabul ediliyor.
Her ne kadar, Rapor’da Irak’ta süregit bu durumun El-Qaide’nin propogandasına yarayacağı öne sürülse de, Raporun bizzat kendisi zaten bu işi yapmakta.
Bu raporun basına yansıyan içeriğini öğrenince aklıma ilk gelen şey “Körler ülkesinde bir şaşı” öyküsü oldu. Tamamı körlerden oluşan bir ülkede, bir adamın hastalığına çare bulunamamaktadır. Sonunda doktorlar o adamın hastalığının bir gözünün görmesinden kaynaklandığı sonucuna varırlar. Tedavi yöntemleri de gayet basittir: gören gözü çıkarınca sorun kalmayacaktır.
ABD’nin Irak’ı işgali ve sonrası süreçte yaşanan bütün olumsuzluk ve trajedilere karşın, bir tek olumluluk Güney Kürdistan’ın fiili olarak bağımsızlaşması oldu [Adamın bir tek gözü de olsa görmeye başladı!] Bu yüzdendir ki ABD belki de ilk kez bir bölgede “işgalci” değil “kurtarıcı” bir güç olarak görüldü ve içten bir kitle desteğine sahip oldu. Öyleki Kürdistan’ın bütününde çoğunluğu Marksist gelenekten gelen ve “ABD emperyalizmiyle mücadele” süreçlerinden geçmiş siyasi partilerin, hareketlerin tamamı –ironik de olsa- ABD’nin Güney Kürdistan’daki varlığını desteklediler.
Bu destek nedensiz değildi, çünkü bütün yüzyıl boyunca sosyalist SSCB’den, demokrat Avrupa’ya, liberal ABD’den İslamist devletlere kadar hepsi, Kürdistan’ı bölüşen devletlerle olan çıkar ilişkileri hatırına Kürtlerin hak ve özgürlüklerinin çiğnenmesi, sürgün ve ölümle ödüllendirilmelerine seyirci kalmış veya bizzat destek olmuşlardı.
Ama işte ilk defa Kürdistan’ı ezen bölge gericiliklerinden başlıcalarından biri olan Irak Baas yönetimi ABD tarafından yıkılması sayesinde nisbi olarak da olsa özgürleşme imkanı buldular ve bu nedenle her renkteki Kürt politik hareketleri, içlerinde kuşku ve güvensizlik taşısalar bile bu özgürleşmeden sadece memnuniyetini dile getirdi.
Şimdi Baker-Hamilton raporu, Irak’ta yolunda gitmeyen her şeyi yerli yerinde bırakarak, düzgün giden ve olumlu tek olguyu ortadan kaldırmayı öneriyor: Kürdistan’ın fedaralizmini ortadan kaldırmayı... Yani gören tek gözün de çıkarılmasını teklif ediyor!
Merkezi otoritenin yeniden güçlendirilmesi, örneğin petrol gelirlerinin kullanılmasında fedaral yönetimin değil merkezin yetkilendirilmesi bunun önemli başlıklarından biri. Asıl can alıcı yanlardan biri ise Irak’taki sorunların çözülmesi için Irak’ın komşularından oluşan bir bölgesel konsensüsün aranması önerisi.
Irak’ın komşularının, Türkiye, İran ve Suriye’nin bu gündemde üzerinde anlaşacakları tek önemli konsesüs ancak Kürdistan’ın yeniden boğulması ve bir avuç isyancının dağlarda marjinalize edilmesinden ibaret olacaktır. Özcesi Baker raporu, yarı özgür Kürdistan parçasını yeniden bu kurtların önüne atarak onlarla iyi geçinmenin diyetini vermeyi öneriyor.
Evet Ortadoğu’da işlerin yolunda gitmediği açıktır, hiçbir ülkeye topluma zorla “demokrasi” dayatmak mümkün değildir. Hiçbir sistemin işgal ve zor yoluyla “ihraç” edilemeyeceğinin örnekleriyle doludur tarih.
Yanlış olan şey ortaya Fedaral yönetimlerin çıkmış olması değil, yapay biçimde Irak merkezi otoritesini yeniden tesis etmeye çalışmaktır. Bence bölge gericiliklerinin en önemli başarısı, dört yıl boyunca ABD’nin Ortadoğu politikasını “Irak’ın bütünlüğüne saygı ve koruma” adına oyalanmasını ve batağa saplanmasını sağlamış olmalarıdır. Oysa Kürdistan örneğinde görüldügü gibi Baas diktatörlüğü altında ezilen toplumların kendi bölgelerinde huzur ve güveni sağlamaları mümkündü. Nitekim Şii Arapların bulunduğu bölgelerde de benzer durum söz konusudur.
Irak yapay bir devlettir, bu yapay devleti korumaya çalışmak ABD’nin en büyük yanlışlarından biridir. Eninde sonunda bu yapı kendisini doğal parçalarına bırakmak zorunda kalacaktır. Baker-Hamilton raporu esas bu yanlışı düzeltmek yerine, doğru olan şeyleri de yok etmeyi önererek büyük bir öngörüsüzlükte bulunuyor.
Bundandır ki Kürt politikacıları bu rapora beklenildiği gibi açık tepki vermekte gecikmedi. Bu olumlu reflekslere ek olarak, bütün Kürdistan parçalarındaki Politik temsilcilerin, bilim insanlarının, sivil şahsiyetlerin imzalarıyla bu rapora karşı diplomatik bir mektubun kaleme alınarak deklere edilmesinde, Kürtlerin ortak ulusal duyarlıklarını ve kararlılıklarını belirtmesi açısından önemli bir yarar olacağını düşünüyorum.
Baker-Hamilton raporu Amerikan politikasının geleceğine ilişkin Kürdistan bağlamında sıkıntılı bir sürece girilebileceğinin işaretlerini verse de serinkanlı düşünüldüğünde bölgede hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmasının mümkün olmadığının altını çizerek birkaç saptama yapmak istiyorum.
Ortadoğu’daki statükolar atık parçalanmış, şişenin içindeki cin çıkmıştır. Geriye dönüşü çok zor bir süreç vardır. Irak artık fiilen ve ruhen dağılmıştır. Yeniden Irak merkezi otoritesini güçlendirmeye çalışmak, ABD’ye şimdiye kadar olduğundan çok daha büyük bir faturaya neden olacaktır, ki sonuçta böyle bir hedefin tutturulma olasılığı da yoktur.
Güney Kürdistan’daki Federal yönetimden eskiye dönüş olacağını ise düşünmüyorum. Fakat bundan sonraki olası özgürleşmelerin önünün kesilmesi, daraltılması söz konusu olabilir.
Komşu devletlerin memnun edilmesinin pratik yolu ancak, Türkiye’nin Güney Kürdistan’ı, İran’ın Şii bölgesini işgal etmeleri, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın ise Bağdat’a el koymalarından başka bir şey değildir. Ki bu olasılıklar şu anda varolandan daha büyük bir kaos demektir.
Ne yazık ki bölge toplumlarındaki iç dinamikler eski gerici statükolar yerine demokratik yapılanmaların çıkmasına yeterli değildir. Tersine, dinsel bağnazlık, hoşgörüsüzlük, silahlı çıkar gruplarının zorbalıkla veya bin bir daleverayla ilişkilerini yürütme alışkanlıkları daha uzunca bir süre demokratik bir yapılaşmanın önünü tıkayacaktır. Ki ABD müdahalesinin özünde demokrasi değil, kendi uluslar arası çıkarlarını güvenceye almak, özellikle de silah ve buna bağlı endüstrilerin Pazar alanlarını yaratmak üzerine kurulu olduğu düşünülürse bunun dış etkenleri açısından da fazla umut yok demektir.
Geriye Güney Kürdistan gibi federal yönetimlerin, yerinde yönetim, özgürlükler ve demokrasi üzerine gelişen bir inşaya ağırlık vermeleri yolu kalıyor. Bu parçaların özgüven ve bağımsızlıktan yükselen yeni işbirlikleri, ortak alanlar kurma çabalarının önü kapalı değildir. Ama tepeden aşağı inşa edilmeye çalışılan eski otoriter, mutlakiyetçi, sömürgeci ilişkileri bu saatten sonra kimsenin kabul etmesi söz konusu olamaz.
Kürdistan’da politika yapan tüm grupların tüm yanlış, eksik ve yetersizliklerine rağmen bu atmosfer içerisinde doğru bir politik tutum alacaklarıni umuyorum. Şimdiye kadar olan gelişmeler Kürdistan politik düzleminde böyle ortak bir duyarlılığın var olduğunu ve güçlendiğini gösteriyor.
Yorumlar
Yorum Gönder