Recep Maraşlı
Bugünlerde en çok kıskandığım şey Montenegro'nun bağımsızlığı... Şu anda dünyanın en genç bağımsız devleti.
Montenegro (Osmanlı'nın kullandığı adıyla Karadağ) Eski Yugoslavya Fedarasyonunu oluşturan 6 devletten biriydi. Diğer devletlerin hepsi birer birer Federasyondan kanlı ya da kansız ayrıldığı 1990'lı yıllar boyunca o, sonuna kadar Sırbistan'la birlikte kalmayı sürdürmüştü.
Dayton antlaşmasının gereği olarak bu yılın (2006) Mayıs ayında önlerine gelen referandum sandığında halk bağımsızlık yolunu seçti. Halbuki Sırbistan-Karadağ Cumhuriyeti'nin başında Karadağlı bir politikacı bile vardı. Şimdi onlar, ayrıldıkları Sırbistan tarafından da tanınan özgür ve bağımsız bir ülke...
Bağımsızlık sonrası ilk parlamento seçimlerini de geçtiğimiz hafta sonu sorunsuzca hallettiler.
Kıskanmak derken, gıpta etmek, imrenmek anlamında söylüyorum doğal olarak. Yoksa onlar adına seviniyorum bu işe. Üzerlerine bomba yağmadan, katliamlara uğramadan, çoluk çocuk sefalet ve korku içinde muhaceret yollarına düşmeden, geleceği karanlık bir belirsizliğe yuvarlanmadan bağımsızlıklarını kazandılar. Kimsenin burnu da kanamadı, canı da acımadı. Yer yerinden oynayıp, dünyanın dengeleri değişti, felaketler olacak gibi deccallar da dolaşmadı ortalıkta. Basitçe ve doğal biçimde, önlerine konan referandum sandığına giderek, artık Sırbistan'la birlikte yaşamak istemediklerini, bağımsızlık istediklerini belirttiler. Hepsi buydu...
Üstelik Montenegro'nun ayrılmasıyla Sırbistan'ın denize hiç kıyısı kalmadı ve tamamen karaya kapanmış oldu. Herhalde bu durum, bir zamanlar Yugoslavya'nın egemen gücü olan Sırp milliyetçiliği için düşünülmesi bile imkansız bir şey olmalı. Oysa şimdi bu yeni durumdan dolayı eski devletin donanmasının Karadağ'a kalması bile gündemde. Şimdi iki devlet, kendi aralarında ordularını nasıl ayıracaklarını görüşüyorlar. Muhtemelen denizden gelecek tehlikelere karşı koruma güvencesiyle donanma Karadağ'a kalacak, Sırbistan ise limanları serbestçe kullanabilmeyle yetinecek.
Kıssadan hisse: demek ki, bir zamanlar tahayyül edilmesi bile ölümcül sayılabilecek sorunlar barış içinde konuşup anlaşarak halledilebilir. Bu konuların çözümlenmesi için Sırp tanklarının Karadağı ezmesi veya Karadağlıların dört kuşağın yitip gitmesine mal olacak bir gerilla mücadelesi vermek zorunda kalması gerekmiyor.
Evdeki TV'mizin kablolu yayınında Montenegro'ya ait resmi bir kanal var. Dillerini hiç anlamamama rağmen, kimi zaman oraya takılıp kalıyorum; bağımsızlığını yeni kazanan bu küçük ülkenin ekranlara yansıyan heyecanını görmek, tanımak, paylaşmak istiyorum. Modern ve kültürlü bir ülke izlenim bırakıyorlar bende. Onların bu heyecanını paylaşırken derin bir iç geçiriyorum kendime, "Neden" diyorum, "Neden Kürdistan'da da böyle olmasın ki!"
Bir dostum bir keresinde şöyle demişti: "Bu Kürt aydınlarını anlamıyorum, hangi olay , hangi konu olursa olsun, neydip edip bir biçimde Kürt meselesiyle bağlantı kurmayı başarıyorlar..."
Haksız sayılmaz aslında; sözgelimi parkta gezerken birisi bize güzel bir ot veya çiçek çeşidini gösterse, benzerinin veya daha da iyisinin Kürdistan'da da olduğunu söyleriz; sinemaya gittiğimizde hangi filmi izlersek izleyelim o konuyla bağlantılı bir Kürt filmi çekilmesi halinde çok daha başarılı olacağını düşünürüz; bulunduğumuz ülkelerde konuşulan dillerdeki benzer sözcüklerin ortak bir geçmişe veya kültürel etkilenmeye tanıklık ettiğine karar veririz. Taş-toprak parçaları, yağmur-kar-dolu bize hep Kürdistan'ı, hatırlatır... Siyasal olaylarla bağlantı kurmak zaten hiç sorun değil...
"Yara neredeyse dil oraya değer" derler. Bizim için böyle olması da doğal değil mi? Toplumsal özgürlük gibi temel bir problemi henüz ortada duran bir halkın aydınlarının her meselede kendi konumlarıyla bir bağlantı bulmaları gayet normal.
Kuşkusuz Montenegro'nun bağımsızlığı, hiç bir zorlamayı gerektirmeyecek kadar bağlantılı bir konu. Tam da bugün üzerinde konuşulması, işaret edilmesi gereken bir örnek! Bir ülkenin, bir ulusun bağımsızlık yolunu seçmesinin dünyanın sonu olmadığını; diğer ulus ve halkların felaketi anlamına gelmeyeceğini; bu işin pekala kan ve gözyaşına boğulmadan uygarca da çözülebileceğini; "dünya küreselleşmeye giderken! küçük ülkelerin kendilerine ulusal sınırlar çizmelerinin" (üstelik Avrupa'nın hemen içinde!) hiç de realiteye ters düşmediğini... ve ulusal sorunlarla ilgili daha bir çok safsatayı çürüttüğünü gösteren bir örnek.
Mantenegro ile Kürdistan'ın başka ortak bir yanları daha var; Her ikisi de bir zamanların Osmanlı imparatorluğunun egemenliği altındaki ülkeleriydiler.
Karadağlılar Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan'ın yanı sıra Osmanlı imparatorluğundan yakasını kurtaran ülkelerden biri oldu. 1878 Berlin antlaşmasıyla Osmanlı egemenliğinden çıktı. Kuşkusuz dış etkenler, özellikle de Rusya'nın İstanbul'a karşı kazandığı zafer bu işi kolaylaştıran bir etkendi, ama bağımsız bir siyasal tavra sahip olmayı yabana atamayız.
Söz gelimi Balkan halkları (Karadağ da dahil, Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar, Makedonlar, Romenler vd), aralarındaki ulusal anlaşmazlıklara rağmen 1912 yılında Osmanlı imparatorluğuna karşı ittifak oluşturmayı başaramasalardı, 600 yıllık Osmanlı egemenliğini balkanlardan söküp atmaları mümkün olmayabilirdi. Osmanlı yönetimi Balkanlardaki ulusal gerilla mücadelesini [Çete, Komita, Partizan geleneği] bastırmak için Makedonya'daki köy yakma ve boşaltma önlemlerine başvurduğunda henüz daha 19. yüzyılın sonlarıydı.
Batı'da Balkan halkları bu ittifakı başarırken, doğudaki Ermeni, Kürt, Asuri-Süryani ve Arap halkları Osmanlı yönetimine karşı ittifak etmeyi başaramadılar. Tersine Sultan Abdülhamit'in Müslüman halkları Babıali'ye bağlayan ve Hıristiyan halkların ulusal hareketlerinin karşısına diken politikası etkili oldu.
Bab-ı âli'nin aynı zamanda İslamiyet'in dinsel otoritesini de temsil etmesinin Müslüman ve Hıristiyan halklar arasında böyle bir cephe birliği yaratılmasını önleyen bir etken olduğu söylenebilir. Ama aynı şey Balkan örneğinde Arnavut milliyetçileri açısından caydırıcı bir etki oluşturmamıştı.
Ve böylece Kürdistan ne Osmanlılardan, ne de onun mirasını devralan Türkiye Cumhuriyeti'nden paçasını bir türlü kurtaramadı.
Sonuçta Küçücük bir toprağa, mütevazı bir nüfusu sahip olmasına rağmen Karadağ yüz yıl boyunca en azından özerk ve federatif yapısını hep korudu. Eşit temsil edilme koşullarını bırakmayarak bugünlere geldi. Yugoslavya'nın da eşit kurucu ortaklarından biriydi. Şimdi ise bağımsız bir devlet.
Kürdistan toplumu ise, büyük bir nüfusa, toplumsal enerjiye sahip olmasına, yüzyıl boyunca orantısız bir direngenlikle verdiği sürekli savaşlara, kıyımlara, kayıplara karşın halen "statüsü bile belli olmayan ulus" konumunu sürdürüyor.
Karşılaştırmaların, kıyaslamaların birbiriyle uyuşmayan, hatta yanıltıcı tehlikeleri bulunduğunun farkındayım. Fakat ben bu örnekle, ağırlıklı olarak Kürt ulusal mücadelesi açından kontrast bir duruma dikkat çekmek istiyorum.
Montenegro'nun 620 bin nüfusu var. Yani Diyarbekir şehir merkezinin tamamı bile etmiyor, hepsini toplasan İstanbul'un bir semtine ancak yerleşirler. Yüzölçümleri de mütevazı; 13 bin 812 km2... Yaklaşık Malatya ili kadar bir arazi. Demek ki kendi kaderini tayin etmek için "Küçük" ya da "büyük", "azınlık" veya "çoğunluk" olmak gerekmiyor. "Her küçük ulusa da bir devlet mi vereceğiz" diye sanki kendi canlarından et koparacaklarmış gibi rahatsız olanlar için de Karadağ Cumhuriyeti iyi bir örnek. Sadece Türkiye'nin egemenliğindeki nüfusu yaklaşık 25 milyon tahmin edilen ve hiçbir politik tanıma sahip olmayan Kürtler için bağımsızlık talep etmeyi "gerçekçi" bulmayan Kürt aydın ve politika sınıfı için de düşünmeleri gereken bir örneğe işaret etmiş olmayı umuyorum.
Kötü zamanları atlatmışken, Montenegro halkı neden kendisine sunulan ilk fırsatta eşit koşullarda yer aldığı bir Federasyonu terk ederek bağımsızlık yolunu seçti? Bir federasyonu terk ederken, neden başka bir birliğe (AB'ye) girmeye hazırlanıyor? AB Bosna savaşının ardından Sırbistan'a askeri müdahalede bulunmasaydı, Kosova'ya BM askerleri konuşlanmasaydı, Miloşeviç yönetimi halen iktidarda olsaydı ve (üstelik AB üyeliği tartışılıyor olsaydı!) acaba Karadağ'ın bağımsızlığı bu kadar sorunsuz olacak mıydı? Bunlar da cevaplanmaya ihtiyaç duyan sorular.
Ve tabi Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkından "yıkım" olacakmış gibi bahseden Avrupalı, Amerikalı diplomatlardan, Birleşmiş Milletlerin memurlarına kadar herkese de, daha önceki yüzlerce durumu atlayıp, şu anda güncel olan Montenegro örneğinin çifte standartlı politikalarını yüzlerine vurmak için iyi bir fırsat olduğunu da düşünüyorum.
Ve güncelliğini yitirmeyen bir soru ile bitirmek istiyorum:
Özgürlük ve bağımsızlık Kürt toplumunun da hakkı değil mi?
Eğer öyleyse Kürtler neden daha azını istesinler veya neden daha azı ile yetinsinler?
Montenegro'nun haritası, bayrağı ve ülkeden bir görüntü
Copyright © Gelawej Tüm hakları saklıdır.
Yayınlanma:: 2006-09-23 (591 okuma)
Yorumlar
Yorum Gönder