Federasyon tartışmalarına katkı


Kürt sorununun en iyi çözümünün federasyon olacağını savunan görüşler açısından birkaç hatırlatma yapmak istiyorum. / Federasyonun ideal bir model olduğunu savunanların “yanlış nerede?” diye düşünmeleri için, tam da bugünlerde bir örnek yaşandığına dikkat çekmek yerinde olacak:

Yarım asırdır Yugoslavya federasyonunun “eşit” bir üyesi olarak yaşamış, hatta 1990’lı yıllar boyunca süren iç savaş sırasında federasyona sadık kalmış olan Montenegro [imparatorluk günlerinden kalma alışkanlıkla Türkçe kullanılan adıyla Karadağ] halkı, önüne ilk kez konan referandum sandığında “federasyon mu, bağımsızlık mı?” seçeneklerinden bağımsızlığı tercih etti.

İspanya’da ise merkezi yönetimin Katalanya bölgesine daha fazla özerklik içeren reform planı Katalonlar tarafından onaylandı. Ama eğer  Katalon halkının önüne daha fazla özerklik yerine, “federasyon mu, bağımsızlık mı” diye bir seçenek sunulsaydı acaba hangisini seçecekti?

1990’lı yılların başlarında SSCB’nin ayağı tökezler tökezlemez, yasal olarak “Birlik”in eşit üyesi devletler adeta kaçışırcasına neden bağımsızlığı tercih ettiler?

Ya da aralarında hiçbir ciddi problem bulunmadığına, ikiz kardeş gibi yaşadıklarına inanılan Çekoslavakya’nın da Çek ve Slovak cumhuriyetleri olarak birbirlerinden bağımsız olmayı tercih etmelerinin nedeni neydi?

Bırakalım Kürtler gibi kimliği dahil hiçbir siyasi statüsü tanınmamayı, kendi içlerinde özerk devlet yapıları bulunan bu ülkelerde, toplumların federasyonu değil de neden bağımsızlığı tercih ettikleri ciddi bir sorudur. Bu federasyon modellerinde yolunda gitmeyen neydi? Bunların anlamlı bir cevabı olmalı.


“Kürtlerin çoğunluğu bağımsızlık istemiyor” söylencesi

Avrupa’da yapılan birçok toplantıda kimi politik misyon temsilcilerinin, “Kürtlerin büyük çoğunluğunun bağımsızlık istemediğini,Türkiye’de eşit biçimde birlikte yaşamak istediklerini” belirttiklerine tanık oluyorum. Bağımsızlığın sadece bazı küçük radikal gruplarca ve ya extremist kişilerce dile getirildiği, halkın büyük çoğunluğunun ise ayrılık istemediğini savunuyorlar.  Bu yargıya hangi verilerle vardıkları bana meçhul: Kürt halkının önüne ne zaman “eşit ilişkilerle bir federasyon mu, yoksa bağımsızlık mı” diye bir seçim sandığı konuldu ki?

Bunu bilmenin ve tecelli ettirmenin demokratik ve barışçı tek bir yolu var o da toplumların önüne tercihlerini özgürce yapabilecekleri bir seçim sandığı koyabilmektir ki Bunun adı da kendi kaderini tayin hakkıdır.

Federasyon mu, bağımsızlık mı tartışmaları olduğunda, “birlikte yaşamanın erdemleri” yanı sıra “gerçekçilik” ya da “uygulanabilirlik” boyutu öne sürülüyor ve federasyon formülü gelip geliyor. Ben ise şöyle bakıyorum:

“-Bağımsız bir devlete sahip olmak Kürt ulusunun hakkı mıdır, değil midir?”

“-Evet hakkıdır!”

Bunu söyledikten sonra tutarlı olarak yapılacak şey bu hakkın savunulmasıdır ve Bunun adı da ulusların kendi kaderini tayin hakkıdır.

“Kürtler ulus değildir, ulusal hakları da yoktur “ diyenler açısından bu makalede tartışmam gereksiz. Ama Kürtlerin bir ulus olduğunu kabul eden, dahası bu ulusun değişik sınıf ve grupları adına politika üretenler açısından ortada bir sorun olduğunu düşünüyorum.

“İyi ama” deniyor, “artık ulus-devletlerin çağı geçti, ulusal sınırlar kalkıyor... O halde Kürtler için yeni bir ulus devlet yaratmanın ne anlamı var?”

Sistemin eşitsiz gelişim özelliğini göz ardı ettiğimizde, bu sözler belki anlamlı gözükebilir. Ulus-devlet, bu cihazı neredeyse iki yüzyıldır kullanıp, nimetlerinden tepe tepe yararlanarak doymuş bulunan uluslar için anlamsız hale gelmiş olabilir. Ama ya bu cihazlar karşısında savunmasız kalarak eşitsizliğe mahkum edilmiş uluslar açısından böyle midir?  Eğer dünyayı eşitsiz gelişim ilişkilerinden soyut olarak düşünürsek, bir yanda küreselleşme koşullarında birçok sınır anlamsızlaşırken; bir yandan da ulusların bırakılım bağımlılığı, iyi sayılabilecek koşullardaki federasyonları bile terk ederek neden bağımsız devlet olmayı tercih ettiklerini anlamak güç olurdu.

Konu ulusların, etnik grupların tam hak eşitliğine sahip olup olmadıklarıdır. Ulus devlet yüzyılların bağımlı, sömürge, alt-sömürge ya da statüsüz uluslarının kendi kendilerini yönetme ve geliştirmeleri için neden anlamsız olsun? Ya da şöyle düşünelim; ulus-devlet eğer bir kural olmaktan çıkıyorsa, bu kuraldan öncelikle onun nimetlerinden yararlanmış olanların vazgeçmeliği gerekmiyor mu? Sömürgecilerin despotik ve üniter ulus devletleri dururken, statüsü dahi olmayan halklara “ulus-devlet zamanı geçti” diye [bir anlamda “Geçti Bor’un pazarı...” der gibi alay edercesine] nasihatlarde bulunmanın ne anlamı var?


Tecavüz ve boşanma hakkı!

Egemen ulus sollarıyla yıllardan beri “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” nın anlamı üzerine yapılan uzun tartışmalarda klasik bir metafor kullanılırdı: “Boşanma hakkı!..” 

“Evet” denirdi, “boşanma hakkı vardır ama bu illa da boşanacağınız anlamına gelmez!”

Hiç de uygun değil!

Kürtlerle, sömürgeci devletler arasında bir evlilik ilişkisi yok ki...  Bir tecavüz var! Zorla alıkoyma var!.. Evlilik eşit taraflar arasında, gönül rızasına dayalı, hak ve hukuku olan medeni bir akittir. Buna rağmen taraflardan biri bu ilişki yürümediğinde ayrılma hakkına da sahiptir. Oysa Kürtler açısından ortada bir evlilik yok, bir tecavüz var. Bir tecavüzcü karşısında onunla “boşanma hakkının” olup olmadığını tartışmak ne derece ahlaki olabilir ki?... Öncelikle yapılması gereken bu tecavüzden kurtulmak değil midir?

Ve yine bu örnek üzerinden gidersek, federasyon tartışmaları bana, mütacavizle mağdurun nasıl mutlu bir evlilik yapabilecekleri üzerine anlamsız bir fikir yürütme olarak geliyor. Ya da en iyisinden hani “ortada çoluk çocuk var, tarla meselesi var, namus meselesi var, hısım akrabalık var” deyip durumu kurtarmak için getirilen “nikah yapalım” önerilerine benziyor. Hani mahallenin “Akîl adamlar”ı hep söyler ya!

Tecavüze uğrayan mağdur açısından baktığımızda, nikahın kabul edilerek “namusun kurtulması” bir önceki ilişkiye göre ”mecburen” kabullenilmsi çok yaşanan bir durumdur. Ama bunun eşit bir ilişki, ideal bir ortak yaşama biçimi olduğunu kim söyleyebilir? Bundandır ki  karşısına çıkan ilk fırsatta bu kabustan çıkmak üzere “bağımsızlığını” ilan etmek kaçınılmazdır: Montenegro’nun yaptığı da buydu...

Ben, kendi kaderini tayin hakkının mutlak olarak özgürlük ve bağımsızlığı içerdiği görüşündeyim. Bu, birlikte ya da ayrı devlet kurup kurmama bağlamından çok daha temel, çok daha önemli bir ayrımdır. Ulusların, etnik grupların birbirleri karşısında özgür ve tam hak eşitliğine sahip  [tıpkı bağımsız bireyler gibi] olabilmeleri anlamına gelir. Ancak bu noktadan sonradır ki federasyon vb gibi ortak yaşama biçimleri konuşulabilir ya da ayrı devletler halinde örgütlenme özgür bir seçenek haline gelebilir. Yoksa özgür olmayan bir halkın kendi geleceğini tayin etmesi  mümkün değildir. Bağımsız olmayan bir ulus kaderine nasıl sahip çıkabilir ki?

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı halkların, ulusların, etnik gurupların ortak devletler, ortak kurumlar içinde birlikte örgütlenme şanslarını ortadan kaldırmaz, onu reddetmez. Ama bunun gerçekten olacaksa eşit, karşılıklı gönül rızasına dayalı, geliştirici olması için nesnel bir zemin anlamına gelir. Ayrıca zaten bağımsız devlet demek, herkesin kendi üzerine bir duvar örüp mağaraya kapanması demek değildir...

Kendi kaderini tayin hakkını by-pass ederek ortaya atılan federasyon modellerinin hedefi ise, gerçekten eşit bir ilişki kurmak yerine ayrılmayı, bağımsız devlet kurmayı önlemektir. Bu da bir önceki egemen ulus, egemen üniter devlet modelindeki ayrıcalıklarını, hakim belirleyici konumlarını sürdürmek isteğinin bir ürünüdür. Belki bir ilerlemedir ama özgür ve ideal bir ilişki değildir. Birçok örnekte görüldüğü gibi sonuçta ayrılığı engellemeye de yaramaz...

Somuta dönersek; önemli olan federasyon önermelerinin neyi amaçladığı.

Tam hak eşitliğine dayalı özgür ulusların, daha verimli ortak ilişkiler düzenleme çabası mı; yoksa bir devlet yapısını (bizim örneğimizde Türkiye Cumhuriyetini), yeniden dizayn ederek koruma çabası mı? Bu ikincisi kaçınılmaz olarak bağımsızlık seçeneğini reddediyor, dolayısı partnerinin kendisiyle kesinlikle eşit haklara sahip olmadığının kabulüyle işe başlıyor. Bu federasyon bir “bağımlılık biçimini akitlemektedir.


Yeni bir gelecek inşa etmek

Yazımın başında sorduğum sorunun cevabına şimdi geçebilirim:

İdeal gibi görünen, sorunsuz gibi görünen federatif modellerin çökmesinin, ulusların buldukları ilk fırsatta bağımsızlığa koşmalarının nedeni nedir? Burada yanlış giden neydi?
Bence yanlış olan federasyonun kendisi değildir. Çünkü oldukça sorunsuz ve verimli yürüyen federatif modeller var: Örneğin İsviçre gibi...

Sorun örneklerini verdiğimiz federasyon modellerinir eski ezen-ezilen, yöneten-bağımlı ulus ilişkilerini bir başka biçimde tarif etmelerinden kaynaklanıyordu. Bu federatif modeller özgür tercihlerden değil, zorunluluklardan, dayatmalardan kaynaklanıyordu. Eşitsiz ilişkileri bir hukuka bağlama çabalarının eseriydiler. Bir zamanların despotik imparatorluklarındaki ulusal kurtuluş hareketlerinin yeni bir ideolojik merkeziyetçilikle durdurulmasının biçimleriydiler.

Yoksa Montenegro’nun  Federasyonun bir modelini  [Yugoslavya’yı] terk ederken, başka bir konfederasyon modeline [Avrupa  Birliği’ne] hazırlanmasını anlamak güç olurdu.

Günümüzün TC’si, ulus-devlet olarak re-organize edilmiş Osmanlı İmparatorluğu’dur. Batı Ermenistan’ın, Kilikya’nın, Pontus’un, Lazistan’ın siyasi haritadan silinmesiyle kurulmuştur. Kürdistan’ın bölünerek yeniden işgal, ilhak ve sömürgeleştirilmesi üzerine kurulmuştur.  Ermeni, Rum,  Asuri/Süryani, Kürt milyonlarca insanın zorla ülkelerinden göç ettirilmesi, soykırıma uğratılması ve tarihin en büyüt “etnik temizlik” harekatlarından biri üzerine inşa edilmiştir. Kovulan, sürülen halklardan sonra Misak_ı Milli içinde hapsedilen başta Kürtler olmak üzere bütün uluslar ise yukarıdan aşağı dayatılmış bir Türkleştirme programına, maruz kalmışlardır.  İmparatorluğun yönetimini elinde tutan militarist-bürokratik elit Kemalizm olarak biçimlenen kendi siyasi, ideolojik hegemonyasını değişmez kıldığı bir oligarşik modelle Türkiye’yi yönetmektedir...

Bu yapı er ya da geç çökecek ya da değişecektir. Kendini bir biçimde yaşatmayı deneyen bütün imparatorluk yapıları çözüldüğü gibi TC de çözülecektir.

Federasyon önermeleri,  çözülmesi, dağılması mukadder bu yapıyı nasıl olurda ayakta tutabiliriz çabasının bir ürünü oldukları sürece, anlamsızdır, tartışmaya bile değmez. Tıpkı İttihatçıların bir zamanlar Meşruti Monarşiyi, Hıristiyan halkların Osmanlı imparatorluğuna sadık kalmaları umuduyla benimsemeleri gibi, şimdi de federasyon ancak Kürtlerin TC’ye bağlılığını garanti edecekse düşünülmesi gibi...

Yok eğer, her şeyin yeni baştan, özgür ve tam hak eşitliği garanti altına alınmış (yalnızca Kürtlerin ve Türklerin değil, coğrafyamızda yaşayan tüm ulusların, etnik grupların) birlikte yaşama biçimlerini tartışmak için ise evet...

Gelecek buradadır.

27.06.2006



Yorumlar