Nevzat ve Mine...

Ölümün beklenmedik biçim ve zamanlarına alışık olan bir iklimin çocuklarına, ölüm hiç ihtimal vermedikleri bir randevuyla geldi. Hiç hesapta yokken, aniden, onca işin gücün, arasından, kötü bir şaka gibi “Akciğer kanserisin..” denildi,  “hem de dördüncü aşamasında!” Tercümesi: 6 ay ya da en fazla bir yıldan başka şansın yok!

Oysa yapılması gereken ne kadar çok proje vardı daha, ödenmesi gereken ne kadar çok borç! Bitirilmesi gereken ne kadar çok iş! Her şey o kadar çok hızlı, üst üste, karmakarışık akıyordu ki. Ölmeye bile zaman yoktu.

Devrimciler, işkencede ölebileceklerini çok düşünürler; bir çatışmada özellikle göğüslerine değecek bir kurşunla ya da bir duvar dibinde kurşuna dizilebileceklerini.. Bir hapishane hücresinde ölü bulunmak, hain bir pusuda faili meçhul bir suikasta gitmek de hep hesaptadır. Ayakta alıp götüren kalp krizleri de.. Modern zamanlar artık trafik kazalarını da beklenir kıldı. Ama hasta yatağında ölümü beklemek... işte bu hiç biri bunu istemez!

Herkes için kötü bir şaka olmalıydı. Keşke Arabesk filminde tahlillerin karıştığı sahneler gibi olsaydı gerçek. Dehşete düşen arkadaşını böyle teselli etmeye çalıştı o da: “Üzülme bakarsın bundan sonraki tahlillerde hamile olduğum ortaya çıkar!”

... ve Nevzat, böylece kılıcını çekip onu yatağa çağıran ölümün restini gördü ve bu yüzden son nefesine kadar onunla hep alay etti. O an’dan itibaren 14 Mayıs 2006 sabahına kadar geçen her saniye sevgili Nevzat’ın bu kanserli ölüme karşı bir direniş destanıdır. Bütün işlerinde olduğu gibi ciddiyetle, disiplinle, bilinçlice; bir tek an bile yaşama sevinci ve güler yüzünden bir şey kaybetmeden.

Hedef Nevzat’tı ama direniş ekip işiydi. Bu ölümüne direnişin öyküsü Mine’siz anlaşılabilir ve ya anlatılabilir mi? Mine Neşe... Hep kararlı, bilinçli ve sevecen. Hastalıkta ve sağlıkta, iyi ve kötü günde, ölüm onları ayırana kadar.. Mine bu direnişin orta direğiydi, imrenilesini bir sevgi ve dayanışmanın, ancak toprakta olabilecek bir metanet ve dayanma gücünün örneğiydi. Bu yüzden 30 yıldan fazla süren beraberliği, bu büyük direnişle birlikte taçlandıran  iki sevgiliyi, iki mücadele arkadaşını birlikte anmamak bir haksızlık olurdu.

Onlar hep neşeli, güler yüzlüydüler. Ama yaşadıkları acılar, sıkıntılar hiç de neşeli ve güler yüzlü değillerdi. Ancak böyle zor bir hastalığı, üstelik elverişsiz bir yığın koşulun içinde taşımak zorunda olanlar anlayabilir işi derinliğini...

Sevgili Nevzat ve Mine kanserle mücadeleye sıfır noktasından başladılar. Çünkü iş dördüncü yani son aşamasına gelip dayandığında tanınabilmişti sinsi hastalık. Onun gibi çok sigara içen herkeste görülebilecek bir ses kısıklığı, çok da ciddiye alınıp sürekli muayene ve kontrolden geçirilmesine rağmen, bir türlü akciğer kanseriyle ilintilendirilemedi. Halbuki bırakalım ayları yılları, saatlerin bile önemi vardı erken teşhiste.

Bunu, Nevzat ve Mine’nin ölümden kazanmayı başardıkları zamanın ne kadar değerli olduklarını vurgulamak için yazmak zorundayım. Böylesine ölümcül bir kanser türüyle mücadelenin öznesi öncelikle insanın kendi iradesi, özgüveni yaşam sevgisidir ama özellikle çevresiyle ve tıp olanaklarıyla desteklenmesi gereken bir ekip mücadelesi gerekiyor.

Bu mücadelede Nevzatı yalnız bırakmayan, ona destek olan tüm yakınlarını, mücadele arkadaşlarını gösterdikleri örnek dayanışmadan ötürü kutlamak gerek. Düşmandan bir gün,bir saat daha fazla yaşanacak zaman kazanılmışsa, bun da onlarında sevgilerinin, emeklerinin de payı var.

Kansere karşı verdiği mücadele sayesinde Nevzat, ölümün kendisine verdiği randevu tarihini aylarca uzatmayı başardı. Berlin’deki doktorlar Şubat ayında -50. doğum gününde!- evine dönmesinin daha iyi olacağını tavsiye ederlerken, Mart’ın ortalarına kadar tahmini bir gün düşünüyorlardı. Nevzat,  o gün geldiğinde İzmir’den telefon açtı Murat’a: “Sevgili Murat” dedi, “bana 18 mart tarihi veren doktora söyle, ben daha ölmedim!”

Nevzat ve Mine sırt sırta vererek iki ay daha uzatmayı başardılar son tarihi: Ve o “benim için kayıp bir yıl olmasını istemiyorum” dediği 2006’nın Newroz’unu , 1 Mayıs’ını yaşadı. Newroz onun Kürtlüğü, Kürdistanlılığı, yurtseverliği, özgürlük ve bağımsızlığa sevdalı mayasının sembolü idi. Bir Mayıs ise Marksist evrensel düşünce ideallerinin sembolüydü. Ve bence 2006 yılı ölüme karşı güler yüzle, yaşama sevinci, bilinç ve kararlılıkla  verilmiş başarılı bir direniş örneğiyle kazanılmış bir yıl oldu Nevzat için!

Onun yaşarken tüm mücadele arkadaşlarına, dostlarına gösterdiği sevgi, bağlılık; ölüm döşeğindeyken, bin bir türlü nedenle birbirinden kopmuş, selam vermez hale gelmiş eski dostlarını, arkadaşlarını yan yana getirmeyi başardı. Çünkü o yaşamın hiçbir devresinde inançlarından, görüşlerinden taviz vermemiş ama, dostluk arkadaşlık ilişkilerinde de engin bir toprak gibi olmayı bilmişti. Çünkü “ideolojiler, siyaset, örgüt, parti vb... bütün bunlar amaç değil araçtır. Asıl olan insanın, insanlığın kendisidir.” diyordu, “hiçbir ideolojik ve siyasi darlık bu değerleri boğmanın gerekçesi olmamalı!”

Onların gönlünün, aklının, evinin, neyi var neyi yoksa hepsinin kapıları yoldaşları, dostları, arkadaşları için sonuna kadar açıktı. Her zaman... Kendisinden istenen hiçbir yardım talebini geri çevirdiğine, hiçbir isteğe canı sıkıldığını hatırlamıyorum. Sadece yapamayacaksa onun nedenlerini anlatmakta sıkılıyordu o kadar. Yapmaktan değil, yapamamaktan sıkılıyordu... Kendinden bir şey veremeyecekse bile mutlaka yol gösteriyor, önayak oluyordu çözüme...

Herkesin güvendiği bir Dağ vardı İzmir’de: “Nevzatlara gideriz, Minelerde kalırız...” Onların evleri de tıpkı gönülleri gibi açık, herkes için yatacak bir yer, bir tas çorba, sıcak bir çay her zaman bulunurdu. Bir sorun çözülecekse akla ilk o gelirdi.

Mamê Feqî’nin isimsiz yardımcısı, hepimizin mütevazı ve sessiz eleştirmeni, uyaranı artık aramızda yok. Doğu mitinglerinin 11 yaşındaki küçük hatibi, Rizgari hareketinin en eski emektarlarından biri, Komal Yayınevinin kitaplarını sırtlamaktan sahip ve sorumluluğunu yapmaya kadar her yükünü taşımış; nice Kürdistani ve sosyalist çalışma, inisyatif, dernek ve kurumun isimsiz kurucusu, çalışanı olmuş; aynı zamanda iyi bir aile babası, eş, kardeş ve dost olabilmeyi başaran bu sevgili insan artık aramızda yok...

Bile bile, hergün göz göre yavaşça yolculadık onu. Başucunda her an hazır, her zaman sevgi ve şefkatle dolu bir abide gibi Mine’yle birlikte hatırlayacağız sevgili arkadaşımızı.

Son olarak İzmir’deki KUDÇG toplantısına katılarak, sesini son ayarına kadar kısmayı başarmış hastalığa inatla, bir konuşma yaparak ölüme karşı son bir gövde gösterisi daha yaptı Nevzat. Unutulmaz mesajlar ve dersler verdi kısaca.

Giderayak öğrettiklerine bakarsak az şey mi bunlar?

Ama ne yazık ki hepimizin olmasını istediği ve hatta olacağına içten içe inandığı o mucize gerçekleşmedi. İlletli hücreler de en az kendisi kadar inatla sarıldılar ona...

Bu satırları yazdığımda o şimdi, çok sevdiği, özgürlüğüne aşık olduğu ülkesinin topraklarının koynunda olacak. Rahva’dan esen serin rüzgar, Van gölünün sodalı kokusunu, Nemrut’un dağ çiçeklerinin tozlarını da  yanına alarak son bir öpücük konduracak hepimizin adına Nevzat’ın yanaklarına...

Yüzyıllardır özgürlüğe susamış bu toprakların, o gün geldiğinde bağrına aldığı bütün evlatlarını, Temiz sularla beslenmiş, ılık rüzgarla açılmış bin bir renkli bahar çiçekleri olarak uyandıracağına inanıyorum.

16.05.2006








Yorumlar