
“Şemdinan’da başlayıp, Gever’e, Van’a, Amed ve Cizre’ye yayılan kitlesel gösteriler Kürdistan’da yeni bir serhıldanlar dönemine işaret ediyor.. Çok ihtiyatlı konuşmayıp bunların gelip geçici kitlesel tepkiler olarak kalmayacağı, yayılacağı ve derinleşebileceği kanısını taşıyorum. Belki de öyle olmasını istediğim bir umut bu.”
2006’nın baharı ise yeni serhıldanlarla geldi. İçinde, arkasında veya önünde provokasyonlar, saptırma çabaları, yararlanma hesaplarıyla da olsa...
Her olgu kendi sorunlarıyla birlikte gelir ve çözüm dinamiklerini de içinde taşır. Amed’de esen kasırga kendi rutininde giden bir çözümsüzlüğün patlaması oldu. Hem ulusal, hem sosyal boyutları olan bir patlama. Varolan çözümsüzlük düğümünü açmaya yarayacak mı?
Kürdistan sorunu özellikle sivil demokratik siyasal zemine kaydıkça, militarist oligarşi sistemli ve bilinçli müdahalelerle sorunu tekrar şiddet zeminine çekerek askerileştirmeye çalışır. Türkiye toplumunu gerilimli ve kaba bir şovenizm histerisi içinde yönetmenin, sivil demokratik güçleri baskı altında tutmanın en kestirme yollarından biri olmuştur bu. Şemdinan’da boşa çıkarılan senaryo; kısaca, çeşitli sabotaj eylemleri ile halkı kışkırtarak isyan ve gerilim yaratmak, ardından da kitle terörizmi uygulayarak tüm alanlarda sivil, demokratik, kitlesel dinamikleri bastırılma planıydı.
Van C.Savcılığının Şemdinli iddianamesine bile yansıdığı gibi Kürdistan’daki gerilimlerin merkezinde Genelkurmay karargahının bulunduğunu tespit etmek hiç de zor değil. Kürdistan sorununu bir terör sorununa indirgeyerek, sadece askeri yöntemin geçerli olacağı bir seçenekte kendilerini vazgeçilmez kılmak militarist oligarşinin değişmeyen stratejisidir. TSK’nın olayları bu amaçla kriminalize edip, yararlanmaya çalışacağı da bir gerçek.
Ama bu olgunun sadece bir yönüdür. Tüm olguları “provokasyon ve komplo” ile açıklamaya çalışmak en basitinden zihin tembelliği olur. Devletin komplosu, kışkırtması Şemdinli’de de vardı; Amed, Batman ve diğerlerinde de var... PKK’nin kitle eylemlerinin örgütlenmesinde Şemdinli’de de rolü vardı, Amed ve diğerlerinde de var... Kürt halkının bu her ikisinden de bağımsız, ulusal sorunların çözümsüzlüğüne ve sosyal sorunların dayanılmaz bir hal almasına duyduğu derin öfke Şemdinli’de, Gever’de de vardı, Amed, Batman ve diğerlerinde de var...
Bir ayaklanmanın onu örgütleyenlerin amacının dışında bir şeye hizmet eder hale gelmesi de mümkündür. Ve çoğu zaman görülmüştür ki, olayları birileri örgütler ama sonuçlarından hiç umulmadık başka güçler yararlanır.
Ben, Amed’de yaşanan ve giderek gelişme, yayılma eğilimi gösteren kitlesel tepkilerin/serhıldanların; ve bunun yansıması olarak Kürt ve Türk toplumları arasındaki psikolojik yarılmanın genel bir çatışmaya dönüşme ihtimali de dahil, bütün bu unsurları içinde barındırdığını düşünüyorum. Toptancı ve slogancı değerlendirmeler açıklayıcı ve çözümleyici olmaktan uzaktır. Ayrıntılar, ayrımlar titizliği gerektiriyor. Karşımızda çok bilinmeyenli, çok karışanlı bir sosyal-siyasal bir denklem var!
Kuzey Kürdistan’da kitle hareketlilikleriyle belirlenen yeni bir süreç yaşanıyor. Olaylar “İmralı Süreci” adını verdiğimiz ve Kürt ulusal hareketini Türk sistemine entegre etme, onu siyasi olarak asimile etme çabalarının iflas ettiğini gösteriyor. Gelişmekte olan bu yeni siyasi ortam belki İmralı Sürecinin tahkim edilişi olarak öngörülse bile, tam tersi onun çöküşü olarak okunabilir. Çoğu kişiye “90’lı yılların başına mı dönüyoruz?” diye sorduran da bu olsa gerek.
Bugün hem toplumsal yapıda , hem de bölgenin siyaset coğrafyasında 1990’lı ve iki binli yıllara benzemeyen bir yığın köklü değişiklik vardır.
Kuzeyde 1990’lı yılların kır ağırlıklı toplumsal yapısı, göç, işsizlik, yoksulluk alt sınırlarında yaşayan kent yoksullarının ağırlık kazandığı bir kentleşmeye evrilmiştir. Savaşın durması /veya Genelkurmay’ın tanımıyla “kabul edilebilir şiddet sınırına” çekilmiş olması/ legal siyaset alanının önemini artırmıştır. Kuzey Kürdistan’da Yerel yönetimlerin çoğunda Kürt muhalefeti iktidara gelmiştir. Böylece Belediyeler, hem siyaseten, hem ekonomik hem kültürel olarak önemli aktörler durumuna gelmiştir.
Güney Kürdistan’da artık federal bir Kürt devleti vardır ve uluslararası tanınan siyasi bir statüye sahiptir. Bölgenin statükosu, yerleşik taşları bir daha aynı yerine oturma şanslarını yitirerek yerinden oynamıştır. ABD aktif bir operasyonel güç olarak Ortadoğu’dadır ve Kürt hareketiyle birbirlerini ister istemez müttefik olarak bulmuşlardır. Buna karşılık TC-ABD ilişkileri krize girmiştir.
Belki de ironik olarak bunca değişen şeye rağmen değişmeyen en önemli şey siyasetin temel aktörleridir: Bir miktar güç kaybetmiş olsalar da Türk devletinin siyasi hayatına yine Türk ordusu egemendir, Kuzey Kürdistan’da ise yine PKK...
2006 Newroz’unda meydanları dolduran kalabalıklar, Kuzey Kürdistan’da PKK’nin halen en etkin ve kitlesel bir güç olduğunu gösterdi. Serhıldanların yönlendirilmesinde de örgüt etkin bir rol oynamaktadır. Fakat buna bakarak PKK-kitle ilişkilerinin tümüyle yolunda gittiğini söylemek yanıltıcı olabilir. Örneğin Kuzey Kürdistanlı yığınlar, kendileri açısından geleneksel bir bayram olmaktan ziyade Kürt uluslaşmasının sembolü haline gelen Newroz kutlamaları için akın akın alanlara koşarken, KKK Başkanlık Konseyinin “Öcalan siyasi irademdir” ve “15 Şubat komplosunu protesto” için sokağa çıkma çağrılarına aynı coşku ile cevap vermedi. Şemdinliden beri süregelen Serhıldanlarda da aşağıdan yukarıya bir kitle basıncı olduğunu söylemek abartı olmaz. Dolayısıyla kitle ilişkisi, ne isterse yaptırabilir olmaktan uzak bir mutabakat halinde yürüyor denilebilir.
PKK’nin kitle bağları bu düzeyde varlığını devam ettirirken, aydın ve geleneksel yurtsever kadrolardan aldığı desteği önemli ölçüde kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor.
(Bu ilişkilerin içeriği ve değişimlerini başka bir yazı konusu yapmak yerinde olacak.)
Kuzey Kürdistan’daki diğer siyasi gruplar ise PKK’nin İmralı süreciyle birlikte çok önemli bir zemin kaybına uğramış olmasına rağmen alternatif bir siyasal güç haline gelemediler. Yığınsal bir etki yaratamadılar. İmralı sürecine yönelen sert eleştirilere, örgütteki kopmalar, tabandaki aşınmalara rağmen, PKK’nin kitle desteğinin neden halen devam etmekte olduğuna anlamlı bir yanıt veremedikleri sürece, Kuzeyli siyasal güçlerin Kürt halkı için yeni bir siyaset ve örgütlenme kanalı açmaları zor görünüyor.
Özcesi Kürdistan Siyasetinin parametreleri değiştiği halde, siyasetin aktörleri de siyaset yapma biçimleri de aynı kalmaya devam ediyor.
Legal Kürt partileri, çok sayıda müdahale ve operasyonlara uğrayarak hem devlet hem de örgüt tarafından bir biçime sokulmak istendiler. Ne var ki, “Türkiyelileşme” söyleminin bir zemini haline getirilmeye çalışılan legal politika alanında istenen sonuç bir türlü elde edilemedi. Ne Türk ne de Kürt toplumları HADEP’i DEHAP’ı ve ardıllarını Türkiyeli olarak kabul etmediler/etmiyorlar. Burası Kürt halkının özgün bir siyaset alanı olarak kendi zemininde gelişmeye devam etti.
Türkiye cephesinde ise, büyük bir kitle desteğiyle iktidara gelen AKP hükümeti, ordunun siyasi iktidar üzerindeki vesayetini kırma isteği gösterdi ve AB üyeliği sürecine sarılarak demokratikleşme için adımlar atmaya niyetli göründü. İçte ve dışta kredi kazandı. Ne varki savaşın durmuş olmasından ve “Demokratik Cumhuriyet” teziyle olabilecek en asgari düzeye çekilmiş Kürt ulusal talepleriyle kendine altın tepsiyle sunulmuş imkanlardan sivil siyasi bir çözüm için yararlanmak yerine bu konudaki tüm inisiyatifi tamamen TSK’ya bıraktı.
Böylece o da demokratikleşmenin anahtarının Kürt sorunun çözümünden geçtiğini kavramayışın kurbanı oldu ve öncelleri gibi tüm demokratikleşme çabalarını –ve kendi meşruiyetinin de temellerini- kendi eliyle baltalamış oldu.
TSK ise her zamanki gibi Kürt sorununu bir terör sorunu boyutunda tutarak siyasi mücadelenin gelişip serpilmesinin önüne geçmek istiyor, bunun bir sonucu olarak herhangi bir politik uzlaşmanın reddi söz konusudur. Öcalan’ın tutsaklığından sivil siyasi bir çözümün önünü tıkamak ve kendi iktidar alanını korumak için bir imkan olarak yararlanmakta. Devlet, PKK'nin sınırlı (kendilerinin kontrol altında tuttuğu) bir gerilla savaşı yürütmesinden yana. Çünkü bu, onlara kendi baskılarını meşrulaştırma fırsatını veriyor.
Bu veriler ışığında Amed’le yükselen serhıldanların bazı karakteristik yanlarının altını çizmek istiyorum.
Kuzey Kürdistan’daki ve bölgesel gelişmeleri değerlendiren, giderek aşınmakta olan kendi örgütsel zeminini de gözden geçiren PKK yönetiminin bir süreden beri siyasete farklı araçlarla müdahale etmeye çalıştığı görülüyor. Kırsaldaki gerilla faaliyetlerinin artırılmasına ilave olarak metropollerde şiddet eylemleri yapılıyor. Bir yandan da korsan miting veya gösterilerle kitle hareketlilikleri teşvik ediliyor. Öte yandan Muhaliflerine şiddet kullanarak onların alternatif haline gelmelerini önlemeye çalışıyor. Böylece hem kendi kitle tabanıyla, hem Devletle, hem de Öcalan-İmralı olgusuyla ilişkiler yeni baştan ve kendilerinin daha güçlü olacakları bir pozisyonda yeniden düzenlenmeye çalışıyorlar. Bu, Öcalan olgusunun gerileyeceği, legal alanın kapanacağı ve TC ile eski uzlaşma kapılarının kapanacağı anlamına gelmiyor; fakat esas olarak kendilerinin dikkate alınması gereken bir güç olarak merkeze oturtulacağı, diğer bağlamların ise buna göre yeniden tarif edileceği yeni bir düzey olarak düşünülüyor sanırım.
TSK, özel savaş aygıtlarıyla şiddeti kışkırtan düzenli bir politika izliyor ve Kitle ayaklanmalarının bir ölçüye kadar kışkırtılması veya varolanlardan da bu amaçla yararlanmaya çalışması da böyle bir şey. Fakat statüko sahibi güçler iyi bilirler ki, kitle ayaklanmaları, tümüyle onların kontrolü altında tutabileceği bir şey değildir ve sonucu itibariyle alevlendirdiği ateşin sıcaklığında ısınmak yerine, paçalarını tutuşturabilir.
“Demokratik Cumhuriyet” tezini kitleler Kürt siyaset sınıfının anladığı gibi bir teslimiyet olarak değil de, savaş ortamının durması ve durumda bir düzelme yaşamın normalleşmesi olma umudu ile algılamışlardı. Ancak devletin son sekiz yıldaki tavrı ve Kürdistan’da giderek büyüyen zenginler ve yoksullar arasındaki uçurum varoşları ayaklanmanın eşiğine getirdi. Bu anlamda, Amed’le gelişen Serhıldanların kendi güçlü iç dinamikleri bulunan, sabrı taşmış kitlelerin patladığı kitle hareketlilikleri olarak tanımlamak daha doğru olur. PKK’nin -İmralı dışındaki- önderliğinin bu durumu değerlendirerek, Serhıldanları kendi zemini güçlendirmenin bir aracı olarak görmesi anlaşılabilir bir durumdur.
Acaba tüm bu handikaplarına rağmen halk hareketleri siyaset düğümünü çözücü bir rol oynayabilir mi?
Kitlelerin kendiliğinden ortaya koyduğu talepler oldukça radikaldir. Oysa PKK’nin kitle hareketleriyle öne sürdüğü talepler “Öcalan siyasi irademdir”, “Tecrit kaldırılsın”, “Barış istiyoruz” sınırını aşmıyor. Sorunun çözümüyle ilgili somut talepler içermiyor, sadece PKK’nin siyasi muhatap alınmasını dayatıyor. PKK’nin siyasi “muhatap alınma” konseptinin ise “sıradan bir yetkili gelip bizimle görüşsün”e kadar geride durduğu, Türkiye’nin üniter yapısını garantilediği, TSK’nın siyaset üzerindeki rolünü benimsediği Kemalizmi olumlamakta olduğu gibi ana çizgileri göz önüne alındığında, kitle başkaldırısının altı boşalmış, anlamsızlaşmış olmaktadır. Hareketin içeriği ile, onu yönlendiren veya onun üzerinden siyaset yapanların ufku arasındaki çelişki, Serhıldanların siyasi bir sonuç alamadan içe büzülme ihtimalinin daha büyük olduğunu gösteriyor.
Örgütlülük ve yönlendiricilik bakımından da önemli zaaflar olduğu görülüyor. Örneğin Amed’de özellikle gençlerden oluşan varoş yoksullarının yıkıcı enerjisi bir biçimde öngörülemediği için, Kürt ulusal hareketinin taşıyıcılarından olan çarşı esnafını, orta sınıfı tahrip etmeye yöneldi. Zorla kepenk açma veya kapatma kıskacına uğrayan esnaf saldırıya, yağmaya uğradı, sıradan insanlar terörize oldu. Gerilla cenazeleri gibi halkın hassas olduğu ve üstelik devletin saldırıları karşısında her zaman büyük bir ortak kararlılık göstermiş olan (Vedat Aydının cenaze törenini hatırlayalım, DEHAP ya da HEP’in aldığı oy oranlarını hatırlayalım) Amed’de, halk arasında önemli ölçüde hoşnutsuzluklar, tepkiler gelişti. Aktif kitle katılımı azaldı.
Unutulmamalı ki Serhıldanların sahipsiz ve sık sık sonuçsuz kalması, en kötüsünden onların işe yaramayacakları yolunda halkda yılgınlık oluşmasına neden olabilir.
Önemli bir zaaf noktası da, toplumsal dokuya nüfuz etmiş olan aşağıdan yukarıya kitle örgütlenmelerinin yokluğudur. Mevcut legal ve ya illegal örgütlenmelerin hepsi yukarıdan aşağıya doğru örgütlenen, ikameci, emir-komutacı, merkezi Stalinist yapılardır. Böyle olunca kitle hareketliliklerinin kolayca manipüle edilmesi, içeriğinin boşaltılması veya provokasyonlarla boşa düşürülmesi kolaylaşmaktadır. Oysa aşağıdan yukarı, mahallelerde, işyerlerinde, toplumsal sorunlar etrafında örgütlenmiş, çok sayıdaki sivil demokratik inisiyatif ve komitelerin varlığı, ayaklanmaların şu ya da bu senaryoların parçası haline getirilmesini de, saptırılmasını da önleyeceği gibi, kalıcı ve etkili sonuçlar alınmasını sağlayabilir.
Kitlelerin radikalleşmesi ve hareketlenmesi, Şemdinan’da olduğu gibi birçok oyunu bozabilme ve kendi yolunu açabilme şansına da sahiptir. Örneğin, bu hareketlilikler aşağıdan yukarı örgütlenen kitle örgütlenmelerine yol açarsa, sokaklarda çatışanların bilincinde bir sıçramadan da söz edilebilir. Sömürgeci sistemin seçim mekanizmalarını kendine esas alan bir demokrasi hareketi değil de, bu seçim mekanizmasını gerektiği yer ve zaman da kullanan ancak aşağıdan bir demokratikleşmeyi sağlayan bir kitle örgütlenmesi sağlanırsa yeni bir donemin kapısı açılır. Bu örgütlenme aynı zamanda sivil itaatsizliğin temelini atma ve sağlamlaştırma anlamına da geliyor.
Kuzey Kürdistan’daki birçok siyasal yapı, kitle hareketlerinden korkuyorlar! Onlar sahip çıkmıyor ama halk gerillaya sahip çıkıyor, cenazelerine sahip çıkıyor. Her aileden onlarca şehidin, tutsağın gerillanın bulunduğu bir coğrafyada halkın hassasiyetinin maddi temelleri vardır. Bütün bu olgulara yabancı kalarak, Kürt halkının meşru demokratik tepkilerine sahip çıkmak bir yana, onları hemen başında “provokasyon” olarak suçlamaları; bu yapıların sürece olumlu anlamda müdahale etme şansları olmadığını gösteriyor. Oysa kriminalizeye karşı tavır almakla beraber, meşru demokratik tepkilerin savunulması hem mevcut aşırılıkları törpüleyerek saldırı açıklarını azaltabilir, hem de kendilerinin kitleler bakımından güven kazanmalarına vesile olabilir.
Şiddet hareketlerini de, yasal sınırlar içinde boğulmayı da reddeden, yığınsal, demokratik bir SİVİL İTAATSİZLİK süreci Kürdistan’da çözümü zorlayacak gerçek bir alternatif olabilir.
Özellikle sivil halka zarar veren şiddet eylemleri, kitlelerin meşru taleplerinin önünü kesmekte, karşı şiddete meşruluk zemini hazırlamakta, siyasallaşmayı ve demokratik zemini tahrip etmektedir. Böylesi bir şiddetin siyaseten de, ahlaken de reddedilmesi gerekiyor.
Recep Maraşlı
Yorumlar
Yorum Gönder