Kürt Halkı İçin Ne İstiyorum?



200 Kürt aydını ve politikacısı tarafından imzalanan bildirgenin Türk medyasında ve devlet zevatında rahatsızlık yaratması şaşırtıcı değil. Bildirgenin yoğun bir tartışmayı tetiklemesi de ayrıca olumlu olmuştur. Bildirinin TC Devletini, Türk basınını ve neden rahatsız ettiği üzerinde fazlaca durmanın bir gereği yok. Kürtlere hiçbir insan hakkını layık görmeyen ırkçı anlayışların çeşit çeşit tezahürleri bunlar!

Buradan gelen tüm saldırı ve karalamalara karşı o bildiriyi ve imzacıları savunmayı bir borç bilirim.

Leyla Zana’nın bildiriyi imzalamış olmasına karşın yaptığı, “”otonomi ve federasyon gibi çözümleri çağdışı bulduğu” gibi bildirgeyi boşa çıkaran açıklamalar yapması ise talihsiz bir durum.  Bu çelişkileri “komplo teorileri” ile açıklamak eğiliminde olmayan biri olarak, ortada zorunlu bir talepler ve eğilimler saflaşması gördüğümü söyleyebilirim... Bence durum Kürtlerin neleri talep etmeleri gerektiği konusunda İmralı çizgisinin manyetik alanında en azından önemli bir kafa karışıklığı olduğunu veya AB dış dinamiğini eksen alan bir farklılaşma eğilimi olduğunu gösteriyor.

Bu manyetik alanın dışında olan ve  Kuzey Kürtleri açısından AB üyeliği normlarının optimal bir çözüm olabileceğini düşünen ulusal dinamiklerin ise Kürtlerin bu süreçte daha güçlü biçimde rol oynamaları yönünde bir hareketlilik göstermeleri de yeni ittifak arayışlarını zorlamaktadır.

Bir biçimiyle bu ilan Kürt ulusal dinamiğinin farklı talepleri ve ciddiye alınması gereği konusunda oldukça geniş bir tartışma yaratmayı başarmış, dikkat toplamıştır. “İmralıya evet!” ve “hayır!” biçiminde kilitlenmiş olan Kuzey Kürdistan’da politikasında talepleri öne çıkaran farklı bir hayat alanı olabileceğini ortaya koymuştur. Bunların hepsi aslında iyiye işaret!

İkinci husus “Bildiriye imza atanlar” ve “atmayanlar” olarak bir saflaşma / cepheleşme görüntüsünün yanlış olacağına inanıyorum. İmzacıların görüşlerine katılalım katılmayalım, toplumumuzun içinden gelen birikim, deneyim ve temsil kabiliyetleri olan  ve Kuzey Kürtlerinin önemli bir entelektüel potansiyelini yansıtmaktadırlar. Bu açıdan da deklarasyonu ciddiye almak gerekiyor. Keza bildirgeyi ya kendilerine ulaşılamadığı için, ya içeriğine, ya da yöntemine katılmadıkları için imzalamayan da yine çok sayıda seçkin Kürt aydını ve politikacısı var. Henüz buradan talepler temelinde farklı bir işaret fişeği atılmış değil. Eğer bu anlamda bir iç tartışma yaşanırsa belki yapay ideolojik gerilimlerin dışında siyasal talep ve perspektifleri temel alan ciddi bir tartışma yaşamış olacağız.

Kürt ulusu adına öne çıkarılması gereken asgari talepler ne olmalıdır” sorusuyla bildirgenin içeriğine baktığımda ise talepler bakımından olması gereken asgari sınırın altında olduğu görüşündeyim. Elbette örneğin genel af çıkarılması, boşaltılan köylere geri dönüş koşullarının oluşturulması,  Dil, eğitim, kültürel vb haklardaki iyileştirmelere, Avrupa’daki ulusal sorunları çözüm biçimlerine atıfta bulunulmasına vb.. karşı çıkıyor değilim.

Ben her durumda en küçük, en basit talebin, en sıradan istemin bile arkasında durulmasının önemine inanıyorum. Ve her basit sıradan talep gündeme geldiğinde bunu küçümsemenin, “niye bu küçük şeylerle uğraşıyoruz, niye bağımsızlık istemiyoruz!” gibi marjinal bir anlayışta değilim.. Kürtçe’de güzel bir söz vardır: “Rahiştina kevirê mezin, ne ji bo lê xistinê ye.” Kavgada büyük taşa sarılanın niyeti, aslında hiç taş atmamaktır da ondan!

Fakat öyle zamanlar da vardır ki sahip olmak istediğimiz hak ve hukukumuzun adını çok net ifade etmek gerekir. Bence Kürtler açısından 21. Yüzyılın bu ilk büyük politik deklarasyonunda “Kürt halkı ne istiyor” derken, onun tarihsel hak ve istemleri  kabul edilme olasılığı üzerinden değil, kabul edilmesi gereken biçimde ifade edilmeliydi. Çünkü bu bildirge, Türkiye’nin AB üyeliği gibi Kürtlerin kaderini de yakından ilgilendiren bir pazarlık alanında ileri sürülmekle kalmıyor, Güney Kürdistan’da yarı bağımsız bir Kürt devletinin doğduğu bir ana da denk düşüyor. Küçük Güney’in tarihinde ilk kez kitlesel bir direnişler yaşamaktadır; ve tüm bunlar Ortadoğu’daki mevcut statükoların değişmekte olduğu ve yeniden düzenleneceği bir döneme denk geliyor. O halde böyle bir anda yüzlerce Kürt aydını Kürt halkı adına “ne talep edilmeli” dendiğinde akla ilk gelen ulusumuzun anasının ak sütü gibi hakkı olan şey “KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI”, “Kürt ulusunun ulusal haklarını tanımak ve uluslararası güvence alınmasını talep etmek” olmalıydı.

Hele Kürt ulusunu iradesi hilafına onu bölmüş olan “mevcut devlet sınırları içinde bir çözüm şansı!”ndan bahsetmek! Eğer bu bir “şans!” ise, o ancak bu yapay sınırları dayatanlar için bir şanstır, ama Kürt halkı için ancak bir şanssızlık olabilir... Kürt aydınları kendi haklı taleplerini deklere ederken “mevcut devlet sınırlarını referans” almak zorunda değiller. Bu sınırlar hakkında güvence vermek, o sınırlardan muzdarip bir ulusun ödevi değildir.

Kendi adıma, sömürgecilerin kanla zorbalıkla çizdikleri bu yapay devlet sınırlarının “canı cehenneme!” derim. Evet sınırların değişmesini talep etmek belki tartışılan AB bağlamında akılcı gelmeyebilir.  Ama o sınırların içinde kalacağımız taahhüdünde bulunmamız da bir o kadar anlamsızdır

Ve dahasını söyleyelim: Kürdistan’ı bölen sınırların değişme olasılığı bugün her zamankinden daha fazla mevcuttur! Tabii öncelikle o sınırların kafalarımızdan silinmesi koşuluyla. Çünkü Ortadoğu’da uzun vadeli bir değişim yaşanacağı bellidir, Ortadoğu statükosunun ezeli mağdurlarından biri olan Kürtler için bu eski konumlarının değişebilirliği demektir.

Ve şu unutulan Kürdistan! “Kürt var ama Kürdistan yok!” Bu formülasyona çok dikkat etmekte yarar var... Mevcut sömürgeci sınırlara referans göndermek ama Kürdistan’ı zikretmeyi bilinçli olarak ihmal etmek bize ne kazandırır? Takiyye yaparak kime karşı inandırıcı olacağız, yoksa Yurtseverlik Kürtler bakımından gerçekten tarihe mi karışacak. Ülkesinin adını anmayan ve onu talep etmeyen bir yurtseverlik mümkün mü? “Kürt sorunu var ama Kürdistan sorunu yok!” formülasyonu günümüzde talepler bakımından ayırt edeci bir kriterdir. “Kürt sorunu” mevcut devlet sınırları içinde,  ve hatta otonomi ve federasyona da gerek olmadan çözülebilir ama “Kürdistan sorunu” özgürlük ve bağımsızlığı gerektirir.

Bir başka önemli nokta da belliki egemenlerin “hassasiyetlerini”  gözetmek adına “mevcut devlet sınırlarına” atıfta bulunmayı  ihmal etmezken, bir soykırım coğrafyasında yaşadığımızı anımsamayıp, birlikte yaşadığımız halkların “hassasiyetlerine” değinilmemiş olmasıdır. Burada yok edilmiş vatanlardan, yok edilmiş halklardan bahsedilmesi; Ermeni, Asuri/Süryani, Pontus gibi halkların, Yezidi, Alevi, doğu hıristiyanlığı gibi din ve inançların uğradığı tarihsel haksızlıkların çözülmesine de atıfta bulunması bizim nasıl bir toplumsal demokrasi istediğimizi gösterir.  

 “Kürt halkı ne istiyor!” sorunun cevabı “kendi kaderini tayin hakkıdır”. Yani Kürt halkının nasıl yaşayacağına, yine kendisinin karar vermesidir. Oysa biz seçkinci aydın ve siyasetçiler sınıfı Kürt halkının ne istediğine, onun için neyin iyi olacağına kendimiz karar vermişiz bile:
“AB içinde, Bask ve Katalonya’ya uygulanan ne ise Kürtler için de iyidir.”
“AB içinde bir Türkiye, AB dışındaki bir Türkiye’den iyidir Kürtler için!”
“Irak’ın merkezi yapısına bağlı bir federasyon Güney Kürtleri için iyidir.”
“Tek çözüm ne otonomi ne federasyon, özgür yurttaş Demokratik cumhuriyettir.” Vb..

Oysa “kendi kaderini tayin hakkı” bu soruyu ulusun kendisine soracak koşulları garantiler: kendi kaderini tayin o ulusun iradesinin özgür biçimde tecelli etmesinin koşullarını oluşturmak demektir. Bu da mutlak bir özgürleşme hakkı demektir. Çünkü özgür olmayan bir ulusun kendi geleceği hakkında bir irade kullanması zaten söz konusu olmayacaktır. Kendi kaderini tayin hakkı, o ulusun bağımsız kurumlarına, örgütlenmelerine sahip olmasını da garanti eder. Çünkü bir toplum özgürlüğünü ancak kendi kurumlarıyla, örgütleri eliyle kullanabilir.

Ve sonuçta: ezilen/sömürge ulus eşit koşullara sahip olduğu komşularıyla, birlikte yaşadığı halklarla, ortak bir devlet çatısı altında mı, ortak yaşamanın değişik biçimlerinde mi yoksa ayrı yaşamayı mı tercih edeceği sorusuna da bu özgür ve eşit koşullarda karar verir. Karşılıklı çıkarlar, ortak değerler ve güven vb tesis edilmişse bunun ortak onlarca biçimi bulunur: yoksa yan yana yaşamanın başka yollarını bulurlar.

Bu temelde “kendi kaderini tayin hakkı”nın asgari bir sınır olduğuna, Kürt halkı adına politika yapanların olmazsa olmaz bir koşul olarak sahip çıkmaları gerektiğine inanıyorum.

Keşke Kürt aydın ve politikacıları bu kritik süreçte daha güçlü bir katılımla asgari talep olarak “SELF DETERMİNATİON” istediklerini deklere edebilseydiler.

Mümkün mü değil mi?
Mümkün olup olmadığının derdine onlar niye düşmüyor?


----------------------

Ek:

İlan metnini hazırlık aşamasında imzalamam için bana ileten arkadaşlara verdiğim yanıt:

"Metni genel olarak olumlu bulmakla birlikte, siyasi olarak angaje olmak istemediğim önemli çizgiler var.

İlki: "Kürtler ne istediklerini bilmiyorlar!" gibi genel bir laf var, kim için söyleniyor bilmiyorum ama en azından benim de içinde bulunduğum çevre ve hareketler ısrarla "Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı" nı savunduk. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı (self-determination) isteğinin bugün de gerçerli bir asgari bir talep olduğunu düşünmekteyim. Avrupa birliğine de yine asgari olarak "Kürtlerin bir ulus olarak tanınması, ulusal haklarının güvence altına alınması" zorlaması yapılmalıdır diyorum.

Diğer hususlar:

- "Türkiye rejiminin Avrupa kamuoyu nezdindeki imajının da zedelenmesi.."
Türkiye rejiminin Avrupa kamuoyundaki imajı bizi ilgilendirmemeli, üstelik bu imajın zaten hiç iyi olmadığı, esaslı bir değişim olmadıkça da iyi olmamasının doğal olduğu açık.

- "Kürt sorununun mevcut devlet sınırları çerçevesinde barışçıl bir çözüm þansı "
Kürdistan'ı yok sayan ve onu zorla bölmüş olan mevcut devlet sınırlarını temel alan bir siyasi çözümün kalıcı, adil ve barışçı olacağını düşünmüyorum. Böyle geçici bir çözüm şansı varsa bile ben buna angaje olmak istemiyorum.

Bunlara (lehte veya aleyhte) atıfta bulunmayan ifadeler kullanılabilirdi. Ayrıca Kürt aydınlarının sadece AB çerçevesinde değil, ABD'nin Ortadoğuda oynamakta rolü de birlikte değerlendirerek "Kürtlerin ulus olarak tanınması ve kendi kaderini tayin" prensibine daha çok vurgu yapmalarının koşullarının her zamankendin daha uygun ve gerekli olduğunu düşünüyorum.

Bu haliyle metni imzalamayı düşünmüyorum.

İçten selam, sevgi ve başarı dileklerimle.

Recep Maraşlı"


Yorumlar