AB İlerleme Raporu, Türkiye’nin 17 Aralık 2004’ten sonra müzakere tarihi alabileceğini ve böylece birliğe katılma yolunda son etabın koşulabileceğini gösteriyor. Yine de bu Türkiye’nin AB üyeliğinin “çantada keklik” olduğu anlamına gelmiyor.
Avrupa Birliği'ni oluşturan çekirdek devletlerin başlangıçtaki koşulların değişmesiyle birlikte; Türkiye gibi 20 milyon işsizi, ekonomik ve toplumsal ağır sorunları olan 75 milyonluk dev bir sorunu içine almak konusunda pek de hevesli oldukları söylenemez.
Eğer Doğu Bloğu dağılmamış olsaydı ve AB, başta Doğu Almanya olmak üzere Varşova paktı ülkelerini içine almak, Baltık bölgesini garantilemek gibi tarihsel-stratejik öncelikli hedefleri olan ülkeleri entegre etme fırsatı bulmamış olsaydı, belki Türkiye’nin üyeliği daha erken gündeme gelebilir ve daha çok cesaretlendirilebilirdi.
Doğuya doğru bu hızlı büyümenin sancıları ve getirdiği yüklerle uğraşan AB’nin Güneydoğudaki bu ağır sorunlarla dolu ülkeyi bünyesine almaktaki kuşku ve kararsızlığı, yalnızca Türkiye’nin yapısal olarak birliği hazır olmayışı kadar AB’nin de buna istekli olmamasıyla da ilgili.
Yine de ağır da olsa işleyen hukuksal ve siyasal bir süreç var ve bu süreç tam üyeliğe göre kurgulanmıştı. Yavaşlatılması, hatta kesintilere uğratılması mümkün ama tümüyle ortadan kaldırılması mümkün değil. Saat yaklaştıkça AB içinde, Türkiye’nin üyeliği için iki ayrı çizgi arasındaki keskinlik ve çatışma da daha çok su yüzüne çıkıyor. Kimse Türkiye gibi bir potansiyeli dışlamak istemiyor ama ne Avrupa’nın içinde ne de büsbütün dışında olmayan bir formül bulmak istiyorlar.
Eğer AB, Türkiye’yi de içine alacak bir genişlemeyi hazmederse bu, dünya siyasal ve ekonomik dengelerinde daha merkezi ve aktif bir rol üstlenmeye de hazır olduğu anlamına gelecek.
Peki Türkiye’nin AB birliği perspektifi Kürdistan açısından ne anlama geliyor ve bu, Kürdistanlıları stratejik olarak nasıl etkileyecek?. Kürtler ulusal olarak nasıl bir politik tutum alıyorlar?
Bir kere sorunu algılayış ve çözüm yöntemi olarak Kürtlerin kendilerini merkeze alan bir politik bakış açısına sahip olmaları gerekiyor kanısındayım. “Türkiye’nin AB üyeliği, Türkiye’ye neler kazandırır ve buradan bizim payımıza ne düşer?” gibi Türkiye’ye endekslli bir bakıştan çok Kürdistan’ın bütününü ve birbirine olan yakın ve uzun vadeli bağlantıları ile bir perspektif sunulması daha akılcıdır.
AB raporunun Kürtleri tanımlarken “azınlık hakları” temelinde yaklaşmış olması, şimdiye kadarki bütün temel metinlerinde de “insan hakları” dışında bir konsept açıklamamış olması Avrupa’nın Kürt sorunu konusunda takınacağı tavrın ipuçlarını vermektedir.
Kuşkusuz her halükarda AB normları, TC’nin sürdürdüğü kaba ırkçı, inkarcı ideolojik yaklaşımlarla hiçbir biçimde örtüşmez. Kürt halkının etnik kimliği bakımından inkara dayalı politikalardan vazgeçmek gerekeceği açıktır. Zaten bunun içindir ki Türkiye harıl harıl “alt kimlik - üst kimlik”, “azınlık mı – asli unsur mu?” tartışmaları yaparak bu durumu formüle etmeye çalışıyor.
Leyla Zara’nın AB Parlamentosunda yaptığı konuşma, sembolik olarak Kürt siyasetinin, olabilecek bütün siyasal taleplerin en alt sınırında durduğunu gösterdi. Anlaşılan o ki, AB, Türkiye’yi kendine “uyum” için zorlarken, PKK eksenli politika yapanlar da Kürtleri Türkiye’ye uyum sürecine zorluyorlar. Siyasetteki karmaşa, Kürt halkının ulusal ve sosyal taleplerinden gelen itici güce karşı, siyaset kadrolarının yukarıdan aşağıya doğru Ankara ile uyum programını dayatmalarından kaynaklanıyor.
Kürtler Türkiye’de ne “azınlıktır”, ne de “asli unsur” dur. Onlar siyasal statü açısından “hiç bir şey!”dir. Henüz varlığı ve ismi bile kabul edilmemiş bir halkın siyasal statüsünün ne olduğu varsayımı abesle iştigaldir. İsmail Beşikçi’nin sık sık belirlediği “Kürdistan sömürge bile değildir.” Belirlemesi bu statüsüzlüğün vurgulamaktadır. Çünkü sonuçta “sömürge” statüsünün de bir hukuku, siyasal bazı çerçeveleri bulunmaktadır. Hele bu “unsur” tartışmaları sırasında Kürt ulusunun bir ülkesi, yaşadığı bir coğrafya olduğu kendileri tarafından bile unutulmuş görünüyor. Kürtler, kendi ülkelerine göre değil, sömürgeci ülkeye göre tanımlanıyorlar. Kısaca bir kaos ve kafa karışıklığı...
Her şeyden önce Kürt toplumunun çeşitli kesimleri adına politika yapan örgütler, kişiler ve kurumların soruna global bakmalarında fayda vardır. Kürt sorununu sadece sömürgeci devletlerin durumuna göre tarif etmek, talepleri buna göre şekillendirmek zorunda değiliz. Kürtler genel anlamda bir ulustur, halktır ve Kürdistan diye bir bir ülkeleri vardır. Bu ulusun kendi ülkesinde özgür olma, kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Bütün siyasal taleplerimizin alt sınırını “kimliğin tanınması” hele hele bireysel haklar bazında değil vb değil kendi kaderini tayin hakkı temelinde olursa bir anlam kazanır.
Sözgelimi Statüsü açısından en azından ileri bir federalizme yönelin Güney kürdistan’da yerleşik statükoların parçalanmış olmasına rağmen Irak’ın Birliği daha çok vurgulanıyor. Birleşmiş Milletlerin Irak’ın yeniden yapılandırılması konusunda kabul ettiği karar tasarısı Kürtlerin fiilen sahip oldukları statüye bir atıfta bulunmadı, mevcut durumu uluslararası bir referansla güvence altına almaktan kaçındı. Böylece Güney kürdistan’daki fiili kazanımların her an uluslararası pazarlıklara kurban edilebileceği bir belirsizlik ortaya çıktı.
Türkiye’nin AB üyeliği ile Kürt sorununun çözümü konusunda bazı iyileştirmeler yaşanacağı kuşkusuz. Fakat bu “iyileştirmelerin” bedeli, Kendi yurdunda özgür ve egemen olmaktan ebediyen vazgeçmek mi olacak? AB’nin bünyesindeki ülkelerde halen ulusal sorunların devralındıkları biçimiyle yaşandıkları görülürse Kürtlerin bu konuda çok hayırhah davranmaları için bir neden yok. İrlanda , Bask ve Korsika soruları halen duruyor. Yugoslavya’nın dağılması sürecinde AB’nin ulusal sorunların çözümüne karşı gösterdiği basiretsiz ve iki yüzlü tutum hatırlardadır.
Kürdistan’ın en büyük parçasını elinde bulunduran, soykırım, talan, inkar, asimilasyon ve zorbalıkla elinde tutan TC ise AB ile uyum sürecinde bu statüsüzlüğü korumaya çalışacağı, tam üyelikle birlikte Kürtlerin statüsüzlüğü (özellikle de Kürdistan’ın yok sayılmasını!) kabul ettirmiş olacağını söylemek bir kehanet değildir.
Avrupa Birliği yolu Kürt ulusal demokratik hareketi için önemli değişimler getirecektir. Birincisi; Kürdistan’ın kuzeyinin Türkiye dolayımıyla Avrupa’nın ortak sömürgesi olması demektir. Dolayısıyla Kürdistan'm sömürge statüsünden kaynaklanan siyasal ve toplumsal sorunlar da Avrupa'nın doğrudan muhataplığına girecek. Kurdistan'ı sadece siyasal zorbalık ve askeri yöntemlerle dinde tutmaya çalışan Türkiye açısından, Kürdistan ekonomik olarak daha rahat denetlenebileceği ve siyasal hakların daha az önem kazanabileceği bir ekonomik güç oluşacaktır. Bu da Kürdistan'm artık klasik sömürge olarak tutulması olanakları ve ihtiyacnun önemli ölçüde ortadan kalkacağı bir siyasal-ekonomik ortamın oluşması demektir.
Bu durumun doğrudan siyasal etkilerinden birisi; Avrupa gibi ulusal sorunlara yabancı olmayan, gelişkin sömürgecilik deneyimlerme sahip bir topluluğun, Kürt sorununun çözümü için kendi normlarım daha fazla ve doğrudan bir biçimde dayatmasıdır. Evet TÇ devletinin baskıcı, despot politikalarına oranla özellikle yasal mücadele araçlarına sahip olmak bakımından belki biraz daha güçlü ama yine statüsüz bir halk: Bu statüsüzlüğün adı da “Kürt kimlikli TC vatandaşı” olmak ve serbest dolaşım hakkı olmayan bir Avrupa pasaportuna sahip olmaktır.
AB sınırlarının Kürdistan’ı da bölen yapay sınırlara dayanmasının uzun vadeli sonuçları üzerinde de durmak gerekir. Bu, Kürdistan’ın bölünmüşlüğünün daha da derinleşmesi anlamına gelebileceği gibi, İran ve Irak egemenliğindeki rahatsız federal Kürt bölgelerinin kısa yoldan “AB sınırlarına katılma” heveslerini zorlayabilir. Bu bakımdan AB, artık Kürdistan sorunun ortadığudaki asli muhatap ve taraflarından biri olacak demektir.
Kısa vadede AB’nin bir yandan Kürt sorunu konusunda bazı iyileştirmeler yönünde Ankara'yı zorlarken diğer yandan da "radikal", "bagımsızlıkçı" muhalefetin sindirilmesi tasfiye edilmesi için de siyasal ve askeri desteğini artırarak sürdüreceğini söyleyebiliriz.
Kürt ulusal hareketinin bu muhtemel senaryolar ile AB ve ABD yarışının da keskinleşebileceği hesaplarıyla stratejiler ve alternatif politikalara kafa yorması gerekiyor.
Kürt ulusal hareketi, siyasi statü kazanma mücadelesini AB'yi de muhatap alarak yükseltmeli ama Ortadoğu'nun yeniden şekillendiği ve Kürtlerin kendilerine biçilen kefeni yırtmak için daha fazla olanaklar oluşabileceğini de gözardı etmemeleri önem kazanıyor. Eğer Türkiye, Kürtlere hiçbir siyasi statü kazandırmadan AB'ye girmeyi başarırsa, son 50 yıldır çektiğimiz eziyetlere cidden yazık olacak.
Gelawej.com
Yorumlar
Yorum Gönder