Sayın Canbek ve Refik'e...




PKK konusu üzerinde derli toplu bir tartışma yaratmasını umduğum yazılarınızı okuyorum.

Canbek arkadaş geçen gün yazdığı mesajda şöyle yazmıştı:

"Bu söylediğinde tastamam doğru...Ama Recep Maraşlının düşündükleri,pratik anlamda bile yanlış...Zira Recep,hala Apo'nun takiyye yaptığından yola çıkarak, bu sonucu rötüşleyip rafine ederek sunuyor...Oysa rejimin sınırları içersinde politika yapma özgürlüğü olsaydı, silahlı mücadeleye zaten gerek kalmazdı...Hiç tanınmayan, tanınacağına dair de tek bir belirti bile olmayan " rejim sınırları içersinde politika yapma" yeni geliştirilen fikir falan değil,Apo'nun başından beri özlemiydi...Bu fırsat kendisine tanınmadığından,Apo savaşı sürdürüyordu...Bunu Recep ve benzeri düşünenler anlamadıkları için, yanlışın tuzağında geziniyorlar...Umarım,bu vesileyle hiç olmazsa şimdi anlar ! "

Gerçi Refik arkadaş benim böyle düşünmediğimi belirtmiş ama ben de birkaç söyleme gereği duyuyorum.

Ben Öcalan'ın "takiyye" falan yaptığını düşünmüyorum. Bu veya bu anlama gelebilecek bir belirlemem de yok.

Canbek arkadaş başka bir mesajında da şöyle yazmıştı:

"Bu forumda ,Recep Maraşlı Apo'culuğu, tüm rezilliği ve ayyuka çıkan itirafçılığı,Kürd vatanına ihanetine rağmen,savunabilen, dolayısıylada bizzat halkına kötülük yapılmasını destekleyen bir pozisyondaydı...Neyse, şimdi şimdi seçimlerden sonra biraz fikir değiştirmiş görünüyor..."

Mesajlarından da anlaşıldığı kadar bu konudaki görüşlerim hakkında Canbek arkadaş bir hayli yanlış kanılara sahip.
Örneğin ben hiçbir zaman Kemalizmi, Türkiye ile entagrasyonu, "Demokratik Cumhuriyet" teorilerini vb. savunmadım. Benim yazıp çizdiklerimle İmralıdan son beş yıldır vaazedilen şeyler politik olarak da mantık olarak da taban tabana zıt şeyler..
Evet Benim dün ve bugün halen savunduğum bir olgu var:
PKK önderliğinde 1984 Ağustosunda itibaren TC'ye karşı girişilen ve daha sonra sürdürülen GARİLLA MÜCADELESİ TAMAMEN HAKLI VE MEŞRUYDU. Bir TERÖRİZM değildi, Kürt ulusunun meşru ulusal kurtuluş mücadelesiydi.
Rizgari başta olmak üzere sömürgecilerle silahlı mücadeleyi önüne koyan örgütlerin böyle bir savaşı örgütleyememiş olmaları durumu değiştirmez.

Ben içinde olduğum tüm örgütlenmelerde, tüm kurumlarda, mahkemelerde vb. bu mücadelenin HAKLI VE MEŞRU OLDUĞUNU ve DESTEKLENMESİ gerektiğini savundum. Yalnız kamuoyunda, basında, mahkemelerde değil, kendi arkadaşlarıma yoldaşlarıma, dost siyaset çevrelerine karşı da bunun mücadelesini yaptım.

Bundan dolayı yanlış yaptığımı düşünmüyorum.

Evet bir özürüm varsa o da bu mücadeleyi yeterince destekleyememiş olmamdır. 16 yaşındaki çocuklarımız gerilla mücadelesine katılırken, seçkin insanlarımız faili mechul cinayetlere kurban giderken, büyük iddia sahibi olan bizler (kişi ve örgütler olarak) savaş dışı kalmanın teorisini yaptık; sağlıksız gördüğümüz, yanlış gördüğümüz örgütlenme ve yöntemlere karşı alternatif geliştiremedik.

Birileri bir yerlerde benim "utangaç PKK'li" olduğumu falan da yazdılar. Ben bu görüşlerimi 20 yıldır bulunduğum her ortamda savunmuyor muyum? Bunun neresi PKK'lilik, neresi utangaçlık?
1973’de Rizgari hareketini tercih ettiğim zaman, Güney Kürdistan’da Barzani hareketini destekliyorduk. Şimdi herkes anadan doğma Barzani yanlısı kesilmiş. Halbuki O zaman hem Türk solunun hem Kürt hareketlerinin “burjuva milliyetçi” suçlamalarına karşı mücadele ettik. O da aynı şeydi. Burada mesele sömürge bir halkın özgürlük mücadelesi için kullandığı araçları değil amacı savunmaktır. O amaca hizmet ettiğini düşündüğümüz her girişimi, her meşru mücadeleyi destekledik. Güney Kürdistan’da Peşmerge mücadelesini, Kuzeyde gerilla mücadelesini savunmamız bu nedenle aynı mantıksal temele dayanıyor.

Fakat bunları yaparken eleştirel duruş da hiçbir zaman ihmal etmemeye çalıştık. Noksanlar, zaaflar her zaman önemle vurgulandı. Yanlış görülen politikalara karşı çıkıldı. Bunlar da hep yazılıp çizilmiştir, su üstüne yazılmış bir şey yoktur.
İmralı sürecinden sonraki tavrıma gelince.. Öcalan’ın Türkiye’ye tesliminden sonra İmralı’da gelişen sürecin bir “TASFİYE VE TESLİMİYET” olduğunu ilk söyleyenlerden biri de benim. Üstelik bunu yılında kapalı kapılar ardında veya iç yazışmalarda değil, 1999 yılının Aralık ayında Duisburg'da düzenlediğimiz bir panelde kitlenin önünde ifade ettim.

Ogünkü Panelde not tutarak haber yapan Seyidxan Kurij, bunları Shujin’ın internet sayfasında yayınladı.
“SEVA RIZGARÎ / Sêyidxan KURIJ

04.12.1999 tarihinde Almanyanin Duisburg sehrinde "sosyalistler sureci nasil degerlendiriyor" konulu bir panel ve "Seva rizgari" adiyla bir gece yapildi. Panele Orhan Dilber, Cemil Guundogan, Recep Marasli ve Hatice Yasar Katildilar. Bu panel Riza Dinç tarfindan yonetildi. Konusmacilar panel`in birinci bölümünde Kuurdistan da yasanan son gelismeleri, özelikle Imrali sürecini ve P.K.K `nin yeni strajesini ikinci böluumde ise bundan sonar özelikle sosyalislerin ne yapmalari gerektigini tartistilar.” (...)

“Recep Marasli su anda olan hiç suphesiz P.K.K `nin Abdulah Oocalan eliyle bir tasviye surecine sokulmasidir. Kurdistan `nin uluslararasi somurge olma statusunde hiç bir degisiklik olmadan ve Kuurt halki`nin durumunda hiç bir degisiklik olmadan P.K.K ` Nin tasviye olmasi hiç bir sorunu çözemiyecegi için Kurdistan`da artik herhangi bir hareketin olamayacagini beklemek bilimsel olarak dogru degildir. Enerjinin hiç bir biçimde yok olamayacagi önemli bir fzik kuralidir. Kurdistan `da iç dinamiklerin etkisiyle ortaya çikan toplumsal hareket enerjisi kendisine akacak kanallar bulacaktir. Önemli olan sosyalistlerin buna mudahale edip dogru bir yere akitilmasina yardimci olmalaridir. Seklinde göruslerini dile getirdi.” (Bkz: http://medlem.spray.se/shujin/sevarizgari.html)

Bu haberde kısaca özetlenen görüşüm şuydu: Bu bir tasfiye ve teslimeyet sürecidir. Devletin Öcalan vasıtasıyla PKK'ye dayattığı tasfiye ve teslimiyet çevreye doğru PKK eliyle de kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin tümüne yayılmaya çalışılmaktadır.

Yani Öcalan'ın takiyye yaptığını söylediğim ya da İmralıdan serdedilen hiçbir görüşü onayladığım yok..

Bu görüşler Yazı kurulunda bulunduğum Sterka Rizgari dergisinin 99'dan sonra yayınlanan üç sayısındaki Editoryal yazısında dile getiriliyor. Bu ortak makaleler haliyle benim görüşlerimi de yansıtmaktadır.

Farklılıklarımı ise şöyle vurgulayabilirim.

- Bu bir süreçtir, olup bitmiş bir şey değildir. Merkezden ve çevreden böyle bir tasfiye ve teslimiyet dayatılsa bile Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini var eden koşullar ortadan kalkmadığı sürece bu toplumsal enerjinin kaynağı varolacak, PKK olmazsa bile başka biçimlerde kendine yol bulup ortaya çıkacaktır. (Genel moral bozukluğu ve $bu iş bitti" diye düşünenler için söylüyordum bunu)

- İmralı süreci ve Öcalan eleştirileri, diğer grupların kendi yanlış pratiklerini MEŞRULAŞTIRMA ARACI olarak kullanmalarına karşı çıktım. Yani "Apo teslim oldu,dolasıyla bizim eski bütün pratiklerimiz aklandı biz haklı çıktık!" Halbuki bu gurupların çoğu da benzer "şeflik^anlayışlarından, siyaset ve örgüt anlayışlarından geliyorlar. Öcalan eleştirisinin arkasına saklanarak kendi süreçlerinin sorgulanmasını -ve tabi neden alternatf çıkamadığının- sorgulanmasını engellemiş oluyorlar.
- Tasfiye ve teslimiyet sürecinin eleştirisi İÇ DÜŞMAN yaratarak olmamalı, alternatif yaratarak ve siyasi ideolojik mücadeleyi örgütleyerek olmalı.. Bugün de halen DÜŞMANLIK düzeyinin, siyasi mücadelede insanlarımız arasına kendi elimizle aşılmaz psikolojik duvarlar öreceğini, birbirini dinleme ve dolayısıyla maniupülasyondan kurtulma şansını azaltacağını düşünüyorum. Bu, İmralı Konsepti'ne net biçimde tavır konulmaması anlamına gelmiyor, tersine daha kararlı ve sorumlu davranılması anlamına geliyor benim için.

Son 15-20 yılımızı grupların birbirlerine "hain", "kahrolsun / yaşasın" retoriğiyle harcadığı bir nesilden geliyoruz ve bu deneyimler ışığında DÜŞMANLAŞTIRMANIN, süreci kotarmaya çamışanların daha çok işlerine geldiğini düşünüyorum.

- Tasfiye ve teslimiyet süreci reddedilmeli, bu sonuca yol açan bütün örgütlenme ve siyaset yapma biçimleri reddilmeli. Ama tarihimizi, kazanım ve değerlerimizi de reddetmeden yapalım. Çünkü zaten tasfiye, bütün kazanım ve değerlerin İNKARI üzerine yürütülüyor. Aynı tarzda bir İNKARCILIĞA katkıda bulunarak, ne yeni bir alternatif inşa edilebilir ne de tarih yaratılabilir..

Şimdi kısaca özetlemeye çalıştığım bu bakış açım doğru veya yanlış bulunabilir ama samimiyetle korumaya çalıştığım duruşum buydu.

Bu süreçte değişen iki görüşüm oldu.

Birisi, yanılgımdır. Ben İmralı'yla PKK'ye dayatılan tasfiye ve teslimiyete Parti içinden kadrolardan, cezaevlerinden, gerilladan, aydınlardan ciddi bir DİRENİŞ, karşı koyuş geleceğini düşünüyordum. PKK kadrolarından böyle bir beklentim ve umudum vardı. Gerçi bu sürece karşı koyan, muhalefet eden pek çok değerli kişi ve kadro oldu, olmadı değil, ama bunlar siyasi olarak çok cilız kaldılar ve bir alternatif olamadılar. Yani PKK'de olacağını düşündüğüm güçlü, kitlesel karşı koyuş olmadı. Şu veya bu biçimde sürece uyum gesterildi. Bu beklentide yanıldığımı kabul ediyorum. Cezaevi sürçlerine tanık olduğum, mücadele pratiktlerini izlediğim birçok kadro hakkında hayal kırıklığına uğradım.

Yine de alternatifin bir biçimde bu kadro ve taban üzerinde gelişeceğini düşünüyorum ama geçen her gün telafisi zor kayıplar getirmekte. çünkü uluslararası konjoktür Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi açısından çok önemli fırsat ve olanaklarla dolu olduğu bir süreçte Kuzey'deki dinamizm tam tersi bir istikamete sürüklenmekte.

Evet bunların -yani neden PKK içinden bir alternatif çıkmardı veya eleştirici diğer grup ve yapılar geçen koca yıllar içinde bir ALTERNATİF üretemedi/ üretemedik- bence bunun üzerinde yoğunlaşmakta fayda var.

Değişen bir diğer görüşüm ise, İmralı konseptinin sadece tasfiye ve teslimiyet olarak değil sisteme ENTEGRASYON ve Kürtlerin SİYASİ ASİMİLASYONU olarak tanımlanmasının daha doğru olacağıdır.

Hafta sonu ve hafta başı oldukça meşgul olacağım. Umarım önümüzdeki hafta daha verimli bir tartışma zemini olur.

Selam ve iyi dileklerimle..
  

Yorumlar