Istanbul, 1998
Değerli konuklar,
"Kürt Sorunu"nun çözümünde basının rolünü tartışırken “basını” sadece gaztecilikle/yazılı basınla sınırlı tutmak değil, daha geniş anlamda kitle iletişim araçlarının tümünün (radyo, TV, uydu haberleşme, gazete, ajans vb.) rolü olarak ele almak daha doğru olacaktır kanısındayım.
Basını /daha geniş anlamıyla kitle iletişim araçlarını/ bir canlı organizmanın sinir sistemleri olarak düşünüyorum.
Bütün canlı organizmalar için iletişim son derece hayati bir öneme sahiptir. Aynı şey toplumsal/siyasal/ekonomik organizmalar olan tüm örgütlenmeler, kurumlar için de geçerlidir. Buradan hareketle bir ulusun, bir sınıfın kuruluşu ve kurtuluşu için kurumlaşmasında, örgütlenmesinde iletişimin/iletişim organlarının başat bir rolü olduğu kuşkusuzdur. İletişim, ortak bir dili zorunlu kılar. Ortak bir kültür, ahlâk,ruhsal şekillenme, felsefe, ideoloji ve düşünce, nihayet davranış ve eylem birliği için ortak bir dilin varlığı zorunludur. Bu da bizim temel konumuz olan iletişim araçlarının üzerinde hareket edeceği bir temel teşkil etmektedir
.
Bu nedenle “Basın”, iletişim ana başlığı içerisinde bir bölüm olarak düşünülmelidir. İletişim araçlarını sadece yazılı basın olarak da daraltmamalıyız.. Günümüzün teknolojik gelişmeleri, radyo gibi ses dalgalarıyla, televizyon gibi optik dalgalarla, bilgisayar gibi elektronik iletilerle, uydu araçlarıyla iletişim tüm evreni baştan başa saran bir yaygınlık kazanmış, evrensel bir güce dönüştürmüş durumdadır. Yalnızca kitle iletişimde değil, kişisel iletişimde de posta dağıtımcılarının, yerini fax ve telefonlar alalı çok oldu. Böyle bakılınca iletişim araçlarının dünyayı giderek büyük bir köye dönüştürdüğünü söyleyen düşünürlere hak vermemek elde değil.
İletişim araçlarının evrenselleşmesine karşın her toplumsal kategorinin özel kurumlaşması, örgütlenmesinin önemi birbirine ters orantılı olarak artmaktadır. Bu, çağımızın paradoksudur; Küreselleşmenin devasa boyutları aynı zamanda parçaları yok etmek bir yana daha çoğaltmakta ve güçlendirmektedir.
Sorunun çözümü, o sorunu nasıl algılandığımızla yakından bağlantılıdır.
Biz “Kürt Sorunu”nu dışsal bir olgu olarak değil, sömürge bir ulusun yeniden kuruluşu ve kurtuluşu olarak görüyoruz.
Kendimiz açısından “sorunun” tanımı; Mezopotamya uygarlıklarının mirasçılarından ve Ortadoğu’nun en eski-yerleşik halklarından biri olan 50 milyonluk nüfusuyla Kürt ulusunun; acılar, soykırımlar, sürgünler, görkemli direnişler ve müthiş ihanetlerle dolu tarihiyle ve sürdürdüğü ölüm kalım savaşına rağmen 21. Yüzyıla uluslararası bir sömürge olarak girmeye zorlanıyor olmasıdır. En temel ulusal hak ve özgürlüklerinden yoksun olarak, iç dinamikleri parçalanmış, bölünmüş, uluslararası bir sömürge statüsü içinde tutulmasıdır. Özgürlük istemlerinin kan ve ateşle, soykırım sürgün ve haksız sömürge savaşlarıyla kırılmak istenmesidir. Kürt ulusunun bütün dünya ulusları gibi kendi kaderi üzerinde kendisinin söz sahibi olamaması, kendi kendini yönetmemesi temel bir sorundur.Yaşanan tüm trajedinin kaynağı budur. Ve bu sorun emperyalist-sömürgeci sistemin varoluşuyla yakından ilintilidir.
O halde sorun öncelikle ulusun kendi adına örgütlenmesi, kurumlaşmasında durmaktadır. Özgürleşmeye, kurtuluşa kendisinden başlayacaktır.
Büyük örgüt ustası Lenin daha 19.yy’nın başında, işçi sınıfının kendiliğinden bir sınıf olmaktan çıkıp kendisi için bir sınıf olarak örgütlenmesinin tayin edici önemini ortaya koymuştu. Lenin’in işçi sınıfı partisinin örgütlenme planını iletişim araçlarının /o günkü koşullarda bir gazetenin/ örgütleyiciliği ile gerçekleştirmesi ilginçtir. Bu rastlantısal değildir elbette. Basının örgütlenmedeki rolünü, işlevini ortaya koymaktadır. Gerçekten de Büyük Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren RSDİP’in kuruluş ve örgütlenmesinde yayın, tıpkı canlı bir organizmanın kan hücrelerini organizmanın her yanına taşıyan kılcal damarlar ve sinir sistemi gibi hayati bir işlev gördü. Eğer sınıf bilinci, politika, ideoloji bütün sınıfın en ücra hücrelerinde dolaşmamış olsaydı, egemen sınıfların pençesindeki proletaryanın kendisine gelmesi ve proletaryanın kendisini kurtuluşa götürecek devrimci bir tarzda silkinmesi mümkün olmayacaktı.
Aynı şey sömürge ulusların kendi kurtuluşları için örgütlenme ve kurumlaşmaları bağlamında da bire bir geçerlidir. Üstelik sömürgecilerin mazlum ulusları köleleştirmek için onların bütün hayatiyet belirtilerini ortadan kaldırmak üzere öncelikle DİLLERİNİ yok etmeye, tarihlerini unutturmaya çalıştıklarını düşünürsek konu daha iyi belirginleşecektir. Sömürge ulusun dili, ortadan kaldırıldığı zaman bunun anlamı organizmanın tümüyle felç edilmesidir. Tarihin unutturulması ise, toplumsal hafızanın silinmesidir. Böylece organizmanın iletim sistemi tamamen yabancı bir emir-komutaya bağlanmış olmakta, beyni esir alınan ulus rahatça sömürülüp, köleleştirilmektedir. O halde dirilişin, toplumsal uyanışın başlangıcı; bu sistemin parçalanmasından geçer.
Fanon’un “ilk kurşun” teorisi kendi içindeki köleyi öldüren insanı ve bunun ulusal kurtuluş için taşıdığı anlamı üzerine kuruludur. Beşikçi, “ilk kurşunun” her zaman silah olmayabileceğini, yerine ve zamanına göre bir “yayın organı”nın da aynı işlevi görebileceğini söylerken çok haklıdır.
Kürt aydınlanmasının, ulusal uyanışının önemli adımı ve belirtisi olarak 1898’de Kürdistan Gazetesi’nin yayına başlaması da bu anlamıyla ulusun kendi iletişim sistemini kurmaya başlamasının, ulus olarak yeniden örgütlenme isteğinin bir ifadesi olarak önem kazanmaktadır.
Hem sömürgeci burjuvazinin, hem de bir bütün olarak emperyalist-kapitalist sistemin kitle iletişim araçları üzerindeki egemenliği, halklara, emekçi sınıflara ideolojik-kültürel hegemonya aracı olarak kendi politikalarını empoze ettikleri bir süreçte, mazlum ulusların buna karşı direniş ve kurtuluş mücadelesinde de bu aracı çok iyi kullanmaları ve ellerine geçirmeleri yaşamsal bir kural olmaktadır.
Basın örgütleyicidir.
Basın haberleşmeyi hızlı ve doğru gerçekleştirerek toplumun refleks ve hareket yeteneğini ortaya çıkarır.
Basın, asimilasyonun durdurulması, kültürel, felsefik ve ahlaki ortak bir mevzi yaratılmasında katalizor işlevi görür.
Basın ideolojik ve politik olarak ulusal/toplumsal direnmenin ve yenilenmenin yapı taşlarını örer.
Ve tabi egemen sınıfların, ulusların elinde basın ezilenler açısından bunların tam tersi bir saldırganlığın da aracı haline gelir.
Bütün bunlardan varacağımız son nokta ulusun kendi kurtuluşu ve bağımsızlaşması için kendi kitle iletişim araçlarını en yetkin biçimiyle kurmasının özgürleşmeye giden yolun temel bir kilometre taşı olacağıdır.
" Ulusal birliğin sağlanmasında olduğu gibi, halkların enternasyonal /evrensel dayanışması noktasında da iletişim araçları tayin edici bir rol üstlenmektedirler.
Konunun bu boyutu da dışsal olarak "Kürt Sorunu"nun dünya kamuoyuna mal olabilmesi, yani enternasyonalize edilebilmesidir.
Eşitsiz gelişim kuralına uygun olarak Dünyada pek çok ulus bizim yaşadığımız süreçlerden geçti, benzer acılar yaşadı, mücadeleler verdi; soykırımlar, sürgünler ve ağır bedellerle bugüne ulaştılar. Öte yandan kitle iletişim araçları bugün bilginin büyük bir hızla tüm dünyada serbestçe dolaşmasını sağlayarak, dünyanın herhangi bir bölgesindeki olup-bitenle diğer bölgedeki insanları ortak bir kaderin içerisinde bir araya getirebiliyor. Bu nedenle Kürt ulusunun dramı, sorunları eğer dünya halklarına gerçek anlamda enforme edilebilir, yani tanıtılabilir ve anlatılabilirse büyük bir destek kazanmış olacaktır.
KUKM’nin gerçek dostları kuşkusuz ki, dünya halkları ve emekçi sınıflarıdır. Devletlerin, hükümetlerin ilgisi her zaman ya sömürgeci devletlerle işbirliği ya da kendi çıkar ilişkileri temelinde çelişkilerden yararlanmak mantığıyla yaklaşmak olmuştur. Eğer KUKM kitle iletişim araçları üzerindeki kuşatma ve hegemonyayı aşmayı başarırsa mücadelenin gerçek dostlarına ulaşması, kan damarlarına kavuşması da bir o kadar mümkün olacaktır. Ülkelerin kamuoyları, demokratik kitle örgütleri Kürt ulusunun durumu ve mücadelesi hakkında doğrudan ve yeterli bilgilere ulaştıkça, ülkemizin parçalanmış, kırımlar ve sürgünlere uğratılmış, dinamikleri kırılmış ve bir yangın yerine çevrilmiş coğrafyası ve ağır bedellerle dolu mücadelesi hakkında geniş bilgilere anında sahip oldukça; hem sömürgecilerin, bu kadar rahat ve pervarsız davranmaları mümkün olmayacaktır hem de, ulusumuzun kaderi sadece bazı başkentlerin diplomatik manevralarına bağımlı kalmaktan kurtulacaktır. O zaman bize benzer süreçlerden geçmiş olan mazlum halkların vicdanları 21. yüzyıla girerken kendileri gibi bir ulusun halen boyunduruk altında tutulmak istenmesine karşı isyan edecekler, kendi hükümetlerinin, devletlerinin işbirlikçi politikalarına karşı çıkacaklardır.
Kürdistan’da yaşananların anı anına, günü gününe nesnel olarak bilinmesi kadar, sorunun çözümü yolundaki siyasal tartışmalara Kürt tarafının kendi tezleri ve önermeleriyle katılması ancak basın yoluyla olabilir. Tek yanlı yürüyen ve çoğunlukla sömürgeci devletlerin sınırlarını kollama, statükoları bozmama temelindeki yaklaşımları ancak böyle kırılabilir. Ulusal kurtuluş mücadelesini “terörizm” olarak mahkum etmeye çalışan tek sesli emperyalist koroyu susturmak, ancak Kürdistanlı aydınların seslerini diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerine, aynı frekanstan konuşan dostlarına ulaştırmasıyla mümkündür. Uluslararası sosyalist hareket kadar, her sınıf ve çıkar grubundan akademisyen, bilim adamı, yazar, araştırmacı ve sanatçıların bu tartışmada yer alması sağlanabilirse kuşatma daha kolay kırılacaktır.
“Kürt sorunu”nun çözümüne ABD’den Avrupa’ya kadar bir dizi ülkede, resmi ya da gayri resmi kuruluşlarca, o da daha çok istihbarat örgütlerinin “stratejik araştırmaları” ve olası senaryoları düzeyinde çözüm önerileri tartıştıklarını görüyoruz. Bugün emperyalizmin “küreselleşme” ve “post-modernizm” bağlamında, sömürge uluslara vaadettiği en “iyi” şey, Kürt insanının ucuz emek-ucuz işgücü olarak dünya pazarında serbestçe soyulabilmesinden ibarettir. Kürdistan’ın “kapatılmış bir sömürge” olmaktan çıkıp bütün emperyalist tekellerin rahatça hareket ettikleri “açık bir sömürge” alanı olmasından ibarettir. Gerisi güç ilişkileri, çatışmalar ve konjonktürel dengelerle ilgili bir sorundur.
Onların dillerindeki “insan hakları”, “barış”, “ulusal haklar” Sömürgenin yumuşatılması, pazar payına katılması için düşünülmüş soğuk denklemlerden ibarettir.
Sömürgeciler ise henüz bu düzeyde bile tartışma cesaretini gösterebilmiş değiller. Onlar ileteşim tekelleri üzerinde mutlak askeri bir hakimiyet kurarak, ya brifingler yoluyla doğrudan doğruya, ya içiçe çalışarak, ya da açık baskı ve tehditlerle tüm basın organlarını kirli savaşlarının ve kanlı politikalarının hizmetinde basit bir araç olarak kullanmayı yeğliyorlar. Türk basını, günümüzün en kirli manipülasyon aygıtlarından biridir.
Sorunu ucundan köşesinden tartışmak isteyen yazar ve gazeteciler ise çeşitli yöntemlerle bir biçimde susturuluyor ya da egemen politikaya eklemlenmekten kurtulamıyorlar.
Bu anlamda Kürt basını, Türk basınının yapması gereken işlevleri de kaçınılmaz olarak kendi omuzlarında buluyor. Türkiye toplumuna karşı sorumluluk taşıyan Türkiye’li bilim adamı, yazar, gazeteci ve sanatçıları da bir safta toplamayı başarıyor.
Bundandır ki, emperyalist sömürgeci iletişim tekellerinin hegemonyasını kırmak, mücadeleyi dünya kamuoyuna tanıtabilmek hayati olduğu gibi bir o kadar da zordur.
Nasıl olmasın ki. İşte “yüzyıllardır içiçe yaşadığımız”, “et ve tırnak gibi olduğumuz”, “kız alıp-verdiğimiz”, “din kardeşi olduğumuz”, “aynı kaderi paylaştığımız” söylenen Türk ulusunun Kürdistan’da yaşanan vahşet ve zulüm karşısındaki duyarsızlığı bunun bir kanıtıdır.. “Eğer bu kadar yakın olunan” bir toplumda dahi yeterli duyarlılık uyandırılamıyorsa; bunda Türkiye’deki basının yani kitle iletişimi tekellerinin, sömürgeci burjuvazinin psikolojiik savaş makinesi, halkları kandırma, kuşatma aracı olmasının; özel savaş aygıtı safında bulunmasının rolü inkar edilebilir mi? Eğer on-onbeş kanallı TV’lerden herhangi biri, yüksek tirajlı gazetelerden herhangi biri, Kürdistan’da uygulanan sömürgeci vahşeti en azından objektif bir habercilikle verme cesareti ve dürüstlüğü gösterebilmiş olsaydı bu kan ve vahşet bu kadar pervazsız yürütülebilir miydi? İnsanlar metropol sokaklarında vicdanları rahat bu kadar yürüyebilir miydi? Eğer kitle iletişim araçları yaygın bir şövenizm ve kuşatma uygulamamış olsaydı, savaş bu kadar uzun sürebilir ve bu kadar kırıma yol açabilir miydi? Bugün, ortalama bir Türk vatandaşının Kürdistan’da yürütülen savaşın gerçek boyutlarından, bundan kendisinin sorumluluğu ve geleceğinin ne tür ipotekler altına alınmış olduğundan haberdar olduğu söylenebilir mi? Elbetteki hayır.
Sınırlı olanaklarla hareket eden ve örgütlü devlet terörüne karşı kendini savunmak zorunda kalan sosyalist basın ve bizim mütevazi basın-yayın araçlarımız ise çok geniş kitlelere ulaşma şansına sahip değildir henüz.
Avrupa’da uydu yayınla devreye giren MED-TV’nin tüm kuşatmalara ve dezavantajlarına karşın, hem ulusal iletişimde, hem de sorunun uluslararası kamuoyuna mal edilmesi yolunda kısa zamanda kattetiği büyük mesafeler bu gerçekliğin bir kanıtıdır. Bu olgu sömürgecilerin siyasal-diplomatik cambazlıklar denemelerinin yanı sıra çaresizlik içinde teknolojiye karşı saldırganlığa girişmelerine, Kürdistan’da çanak antenleri kırıp toplamaya girişmelerinde daha iyi gözlemlenebilmektedir.
Kürt basınının temel özelliklerinden birisi de çok güçlü yeraltı geleneklerine sahip olmasıdır. Basınımız sömürgeciliğin politikaları nedeniyle büyük oranda illegaldir. Tıpkı siyasal partilerimiz, kurumlaşmalarımız gibi sömürgecilerin yasaları karşısında, basınımızın büyük bir kısmı da illegal olmak durumundadır. Tıpkı dilimiz ve özgürlüğümüz gibi onun meşru araçları da bu sistemin yasaları karşısında "yasa dışı"dır; gizli kapaklı değil, açık ve kitleseldir. Ama kesinlikle meşru ve haklıdır. Bu nedenledir ki TC, Kürt basınını "yasa dışı ilan eden" tüm hukuksal mevzuatında hergün geri adım atmak zorunda kalmaktadır. 3713 sayılı ünlü Terörle Mücadele Yasasının 8. maddesi bilmem kaçıncı kez değiştirilmek üzeredir. TC, uluslararsı mahkemelerde bu yüzden ardı ardına mahkumiyetler almaktadır. Böylece Kürt basını değil TC devleti meşruiyet dışı hale gelmektedir.
TC Sömürgeciliği ise bugünlerde militarist azgınlığı yanısıra yoğun bir psikolojik savaş saldırganlığı yürütmektedir. İletişim tekelleri ABD’deki “McCarthy” dönemine benzer bir “Cadı Avı” düzenleyerek, demokratik kitle örgütlerini, sosyalist ve yurtsever kişi ve kurumları sindirmeye yönelik bir seferberlik düzenlemeye hazırlanıyor. Bu işin medyadaki kalemşörleri, silahşörleri işbaşındadır. Geçmişte de “Mehmetçik” ve “Bayrak” kampanyaları düzenlemişlerdi. Elbetteki bu kampanya da boşa çıkmaya, çıkarılmaya mahkumdur.
Kürt ulusunun sesini kısmak, korkutup sindirmek eskisi gibi kolay değildir. “Alavere dalavere Kürt Memet nöbete!” devri çoktan tarihe karışmıştır. Birbirinin gözünü oyup, Uzatmalı Başçavuşun önünde Allah gibi titreyen Kürt öleli çok oldu. Artık Kürtlerinde kendi basın yayın organları var. Kendi kurumları, örgütlenmeleri, silahlı güçleri var.
Kürt ulusu kölelik zincirini boynundan çıkarmaya, özgürleşmeye kararlıdır. Özgür, devrimci, sosyalist basınımız buna tanıktır. Dağlarda vuruşan gencecik gerillalarımız, onbinlerce şehidimiz buna tanıktır. Hergün dolup boşanan zindanlarda direnen özgürlük tutsakları buna tanıktır. Bedenlerini bomba edip düşmanın beyninde patlatan Kürt kadınları buna tanıktır. Acı ve öfkeyle büyüyüp, çıplak ayakları ile silaha sarılacakları güne kadar zafer işaretleriyle coşan çocuklarımız buna tanıktır.
Kökünü bin yıllardır Kürdistan dağlarından, ovalarından alan analarımızın gözyaşı ve şehitlerimizin kanı gibi çağlayan Dicle ve Fırat’la beslenen Kürdistan’ın özgürlük çiçeği tomurcuğunu patlatmıştır.
O çiçeğe bin selam olsun!
Yorumlar
Yorum Gönder