Kürdistan’ın Güneyi: Şimdi Bağımsızlık Zamanı...




İşgalin birinci yılını doldurduğu ve yönetimin “sivillere” devredilmesinin sancılarının yaşandığı bugünlerde Irak’ın durumu bir yıl öncesinden hiç de parlak değildir. İşgale meşru gerekçe olarak öne sürülen “kimyasal silah üretimi”ni şimdi kim hatırlıyor? Ve bundan böyle Irak’ta “demokrasi”nin hakim olacağını kim söyleyebilir?

Baas rejimi Irak toplumunun iç dinamiklerini köreltmişti. İşgal ise bu toplumu bir kez daha darmadağın etti. Ortaya demokrasi dinamikleri değil daha gözü kara bir fanatizm, toplumsal çöküntü ve şiddet çıktı.

Şimdi ne ABD’nin ve ne de İngiltere’nin Ortadoğu’daki sorunlara ilişkin akılcı bir öngörüleri olmadığı daha açık görülüyor Sürekli zikzaklar çizen, güvensiz bir rota izliyorlar. İşgalciler askeri varlıklarını sürdürmek istedikleri sürece şiddet her biçimiyle var olacak, çünkü en azından meşrulukları için buna ihtiyaçları var.

Öyle ki bugün Irak’ta işgalin sona erdirilmesi ve yönetimin Iraklılara devredilmesi bir çözüm değil bir sorun  haline gelmiş bulunuyor.

Geçen bir yıllık süreç Irak’ın demokrasi dinamiklerinin çok zayıf olduğunu, toplumsal tabanı olan tek demokrasi dinamizminin Kürdistan’da bulunduğunu gösterdi. Ve yine doğrulanan bir gerçek daha var ki  o da aslında Irak’ın toplumsal, ulusal bir bütünlüğü yoktur.

Kürtler Iraklı değil, Kürdistanlıdırlar

Irak bir bütün değildir, parçalı bir siyasal-toplumsal coğrafyaya sahiptir. Dolayısıyla ABD’nin askeri müdahalesi Süleymaniye’de başka, Felluce’de başka bir anlam taşır, taşıyor da.. Iraklılarla Kürdistanlıların çıkarları bir ve aynı değil,  ABD’nin askeri ve siyasi varlığı herkes için bu nedenle aynı anlama gelmiyor. Bir yerde işgalci başka bir yerde ve konumda “kurtarıcı” olabiliyor... Bunlar görecelidir

Irak 1. Paylaşım Savaşında sınırları cetvelle gönyeyle masa başında çizilmiş yapay devletlerden biridir..Bugün Irak diye bir devlet varsa bu,  Osmanlı yıkıntısı üzerinde o günün galip emperyalist gücü İngiltere’nin bölgeyi en uygun biçimde böyle yöneteceğine inandığı içindir.. O günün koşullarında Şeyh Mahmut’un .başında bulunduğu bir Kürdistan Krallığı da pek ala mümkündü.

Emperyalistlerin her zaman “bölüp” yönettikleri doğru değildir, çoğu kez daha küçük ve savunmasız toplumları yerel despotların elinin altında “birleştirerek” bu işi daha kolay ve ucuza getirirler: Türkiye Cumhuriyeti ve Irak Krallığı bunun tipik örnekleridir.

Bugün tartışılan “Irak’ın yeniden yapılandırılması” sorunu aslında 1. paylayım savaşı.nın “Musul Sorunu”nun yeniden tartışılmasından başka bir şey değildir. Zaten  1. ve  2. Paylaşım savaşlarında bir biçimde dondurulmuş ne kadar sıkıntılı, sorunlu alan varsa hepsi, yüzyılın sonunda  bir biçimde dünyanın gündemine yeniden geldi. Yeni bir çözümler dayatmıştır. Balkanlar’dan Kafkaslara kadar her yerde görülen bu yeniden yapılanma ihtiyacı Kürdistan için de gündemdedir. Musul Sorunu (şimdi Kerkük sorunu!) denen şey ise de özü itibariyle Kürdistan sorunudur; Kürtlerin, Süryani ve Nesturilerin, Türkmenlerin kimin yönetimine bırakılacağı tartışmasıdır.

Dün tartışmanın öznesi olan Kürtler masada yoktular, bugün varlar, hem de güçlü biçimde..

Kuşkusuz bugün yeni baştan dizayna ihtiyaç gösteren yer sadece Kürdistan değil bölgenin tümüdür. Ortadoğu'daki statüko bozulur bozulmaz  Kürt dinamiğinin çözüm için kendini dayatması kaçınılmazdı. Çünkü Kürdistan, çok büyük bir nüfus ve toplumsal dinamizm barındırmasına rağmen siyasal hiçbir statüsü bulunmayan tek ülkedir. Ortadoğu’nun bu ortak, alt-sömürgesinin kendi içinde parçalanmış, dinamikleri ezilmiş ve bu yüzden de radikal rahatsızlıkların kaynaklarından biri olduğu da dünyanın bir gerçeğidir.

Kürtler içine hapsedildikleri cendereden başlarını bir o yana bir yana vurarak çıkmaya çalışırken, ancak yüzyılda bir olabilecek bir şey oldu; bölgenin yerel despotları ile dünyanın büyük patronun arasında çelişme ortaya çıktı. Ve bu çelişme Kürtlerin hapis olduğu cendereden bir gedik açılmasına vesile oldu, kısmen özgürleşme şansı yakaladılar.

Bunda yadırganacak bir durum yok, bir emperyalist savaşta taş altına giren Kürtler başka bir emperyalist savaşın getirdiği koşullarda bu taşın altından çıkmaya çalışıyorlar. Hepsi bu..

Tersten okumalara karşı bir kez daha yineleyelim ki, Bölgenin despotik sömürgeci yönetimine karşı on yıllardır özgürlük mücadelesi veren Kürtlerin bu savaşımı ABD ile başlamamıştır, tersine Kürtlerin pozisyonunu arkalamak durumunda kalan ABD’dir. Burada çıkarların Kürdistan bağlamında konjonktürel bir çakışması söz konusudur.

Bu yazımda yapmaya çalıştığım uyarı da zaten bu tespit üzerine kuruludur; yani statünün alabora olması ve çıkarların çatışmasının getirdiği “o an”dan başta Kürtler olmak üzere, bölge gericilikleri altındaki ezilen halkların, toplumsal katmanların azami derecede faydalanmalarıdır.. Çünkü emperyalistlerle bölge efendileri eni sonu bir denge kurup uzlaşacaklardır: bu dengenin yine Kürtlerin ve savunmasız bölge halklarının, ezilen sınıfların mahkumiyeti üzerine şekilleneceği söylemek de bir kehanet olmasa gerek..


Şimdi Güneyde de facto biçimde 15 yıldır yaşanan fiile özerkliğin uluslararası yasallığa ve güvenceye kavuşturulması  sorunu masadadır.

Irak’ın "Geçici Yönetim Yasa"sı bir “uzlaşma” ürünü gibi görünse ve Güney Kürdistan açısından birçok  ilerlemeler.taşısa da Yasanın içeriği bir çok açmazla dolu.. Örneğin kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı bu yasada yer almıyor. Baas işgalinden kurtulan birçok Kürt yerleşimi, öngörülen federal  bölgenin dışında bulunuyor. Federal bölgeler etnik temele göre belirlenmemiş, idari bölümlenme olarak öngörülmüş. Bu esasında Kürtlerin bağımsızlık yolunu kapamak üzere özellikle de Türk ve Arap egemen devletlerine verilmiş bir güvence durumundadır. Kürdistan’ın ekonomik kaynakları kendilerine değil yine merkezi devlete bırakılmış ve buna Saddam döneminde ödenmesiı gereken ama ödenmemiş Petrol karşılığı yardımlar da dahildir.

Kerkük’ gibi sorunlu alanların statüsünün Irak’taki seçimler sonrasına bırakılmış olması, seçimlerden ezici bir çoğunlukla galip çıkacaklarına ve dolayısıyla her şeyi denetimlerine geçireceklerine inanan Şii Arapların bir başarısı. Aynı zamanda Kerkük Türkmenleri vesilesiyle müdahil olmayı umut eden  Türkiye’nin de beklentilerine karşılık vermekte.

Irak’ın merkezi yönetimini güçlendirmek kendisini kesecek kılıcı bilemek...

Bu aşamada doğru tutum ne olabilir; Irak’ın merkezi yönetiminde daha fazla yer edinmeye çalışmak Kürt toplumunun taleplerini karşılar ve fedaralizmi  garanti altına alır mı? Yoksa “kendi kaderini tayin hakkı”nın tanınmasında ısrar etmek mi gerekiyor.  Doğrusu Irak’ın tümünde söz sahibi almak Kaürt partileri için cazip gibi görünse de aslında merkezi yönetiminin güçlenmesi kaçınılmaz olarak Kürt federasyonunun zayıflaması demektir. Doğru bir politik tutum için bir kere şu “Iraklılık” anlayışından çıkmaları gerekiyor.

PDK ve YNK’nin aralarındaki çelişmeleri en aza indirerek ortak hareket etmeleri kuşkusuz Kürtlerin elini güçlendiren önemli bir faktördür. Keza son on beş yılda belli bir özyönetim deneyimi kazanıldı, kendi kendini yönetmenin belli başlı tüm kurumları oluştu. Kürtlerin artık Orak merkezi yönetimin dışında bir sosyo-ekonomik, siyasal bir yaşamları var. Ve bu az çok istikrar kazanmış durumdadır. Savaş sürecinde de özellikle TC’nin hamlelerinin boşa çıkarılması konusunda doğru tutumlar takındılar.

Bu olumluluklara karşın önderliklerin geçmişteki ağır zaafları ve sınıfsal yapıları ile yer yer açığa çıkan eğilimleri tümüyle güven verici olmaktan uzaktır. kaçınılmaz olarak her kritik noktada sınıfsal eğilimleri ağır basıyor: toplumun büyük çoğunluğunun çıkarları her zaman feda edilebilir  Bu yüzden Kürdistan’daki iç demokrasinin bu kritik noktalarda kendi talepleri bağlamında onları zorlamaları, etkilemeleri büyük önem taşıyor.

Bugün ortaya çıkan pozisyon şudur. Koalisyon güçleri Irak’ta siyasi olarak zor durumdadırlar. Özellikle Şii radikalizmi ve Arap milliyetçiliği kitle desteği bakımından inisiyatifi ele geçirmiş durumdadırlar. ABD tarafından belirlenecek olan bir Irak yönetiminin kitle desteği (Kürtler hariç!) bulunmamaktadır. Koalisyon güçlerinin uzun süre "tabansız" bir yönetimi zorla korumasının olanağı yoktur. Büyük bir ihtimalle bu güçlerle bir biçimde uzlaşma yolunu seçmek zorunda kalacaktır. Bu nedenle Kürdistanlı önderliklerin  siyasi enerjilerini ABD’nin Irak’taki varlığını meşrulaştırma aracı olan böyle bir işgal yönetiminde daha fazla pay edinmek için harcamaları anlamsızdır

Akılcı yol Kürdistan’ın bağımsızlık projesinin önünü açmaya çabalamalarıdır.

Kürtlerin merkezi yönetimde kalma sürelerinin çok sınırlı olacağını sanıyorum..Irak merkezi yönetimi eni sonu Arap milliyetçiliği ve dini fanatizminin eline geçecektir. Bu grupların Kürt ulusal taleplerine ve varlıklarına karşı ne kadar düşmanca davrandıkları bir sır değildir  Ve bunların Kürtlerin tüm kazanımlarını budamak, geri almak için zaman kaybetmeyeceklerine emin olabiliriz.

Ne var ki bu olgulara karşın bizim Kürt siyaset sınıfında garip bir biçimde egemen devletlerin “birlik ve bütünlüğüne” sarılmak gibi bir kompleks var.  Güneydekiler ısrarla Irak’ın birlik ve bütünlüğüne, Kuzeydekiler Türkiye’nin “bölünmez bütünlüğüne”, İran’dakiler de “İran’ın tümlüğüne” yemin edip duruyorlar.

Şimdi bağımsızlık zamanı..

Kürt ulusal taleplerinin egemen devletlerin “birlik ve bütünlüğüne” endekslenmesi aslında reel değil daha çok psikolojik bir sınırdır.  Başka ulusların milliyetçi akımlarının aksine Kürt milliyetçi önderliklerinin taleplerinin psikolojik üst sınırı hep “otonomi” olagelmiştir.

Bağımsızlık talebinin tüm Kürtlerin gönlünde yatan bir aslan olmasına rağmen siyasi talepler düzeyinde savunulmaması daha çok reel durumla ilgili görülüyordu. Ülkenin dört bir yanının onu sömürgeleştiren devletlerce çevrili olması, bu devletlerin kiminin NATO’yla, kiminin Doğu Bloğuyla  bağlaşık olmaları, bölgesel düzeyde de İslam Birliği, Arap Birliği, CENTO ve benzerleriyle kuşatılmış olması bağımsızlık talebinin “ütopik” kabul edilmesine neden olarak gösterilirdi. Sömürgeci devletler ise “otonomi” talebini bile kuşkuyla karşıladılar ve örgütleri sömürgeci devletin sınırları ve bütünlüğü için sadakatlerini ispat etmeye zorladılar / zorluyorlar. Otonomici ve Kürt kimliğinin tanınması sınırında talep sahibi olan örgütler ise devletleri toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını göstermek için kendilerini zorunlu sayıyorlar.

Geçmişin koşullarına ilişkin tartışmaları bir yana bırakırsak bugün özellikle Güney Kürdistan için artık “bağımsızlık” talebini dile getirmemek geçmişin politik edinimlerine tutsak olmak anlamına geliyor. Çünkü artık “ütopik!” olan Kürdistan’ın bağımsızlığı değil, Irak’ın birliğidir. Çünkü “bağımsızlık” Güney Kürdistan açısından artık “talep” bile değil adı konulmamış siyasi bir gerçekliktir. Bu gerçeğin adını koymak, ona uygun bir siyasi tanınma, uluslararası hukuk mücadelesi vermek Kürtlerin isterlerse başarabilecekleri bir adımdır.

Dün belki erkendi ama yarın geç  olabilir.

Yorumlar