

30 yıllık Fotoğrafa alt yazı
Değerli Ruken Hoca*,
Bugün Nasname’de o fotoğrafı görünce çok heyecanlandım. Adını “Koçgiri’nin içindeki Adam” koymuştum o fotoğrafın.. Ilahi.. az kirli çıkın değilsin hani.. Nereden buldun o yıllar öncesinin fotoğrafını?..
Tam 30 yıl önceye, Ankara Izmir Caddesindeki ilk Komal bürosuna gittim birden bire.. 1976 yılının ilk aylarıydı. Rizgari Dergisinin çıkışıyla ilgili deklarasyon çıkarılmış, çeşitli kişi ve kurumlarla görüşmeler yapılıyordu.
Bir gün çalışma odasına girdiğimde rahmetli Orhan Abi’yi (Kotan) kan ter içinde bir resimle cebelleşirken buldum.: Bana seslendi: “Yetiş Recep bu tam senin işin, şuna bir zincir ekle.” dedi. Baktım, Orhan Abi işte bugün Nasname’de yayınladığın o ünlü fotoğrafın üzerine bir aydınger yerleştirmiş, rapido kalemle çinileyerek stilize bir biçim çıkarmaya çalışıyordu. Işi devraldım ve zaten büyük ölçüde bitmiş olan resmin kollarını bileklerini ve zincirlerini ekleyerek tamamladım.. Rahmetlinin şiir ve edebiyatın yanı sıra tasarımcı-grafikçi yanı da güçlüydü. Oldukça modern çizgileri vardı. Komal’ın ilk dönem çıkardığı bazı kartpostallar, bazı kitap (‘DDKO, Gururla Bakıyorum Dünyaya, Ziya Gökalp: Kürt Aşiretleri Üzerine Sosyolojik Tetkikler”, Sinan Sabri’nin şiir kitabı vb..) ile Rizgari’nin ilk üç sayısının kapak tasarımları ona aitti.
O fotoğraf yanılmıyorsam –buradaki bilgileri sen düzelt bi zahmet- Kırşehir Öğretmen Okulu öğrencilerinin düzenledikleri; o tarihlerde Viranşehir’deki 33. kurşun olayına benzer bir katliamı protesto için hazırlanan bir gecede bir sahne gösterisinde çekilmişti. Kollarını açarak göğsünü ileri fırlatan egalli bu Kürt genci ise tiyatro meraklısı ve yetenekli Şükrü Gülmüş’ten başkası değil!. Kırşehir Öğretmen Okulu demişken, bozkırın asi Kürdü Seyit Alp hocayı da rahmetle anmamak olmaz. Sizler de o dönemin kırk kapıdan kovulmuş haşarı Kürt devrimcileri olarak Kırşehir’de duraklamıştınız ve sık sık Ankara’ya yolunuz düşerdi. Orhan Abinin şiirlerinin sahnelenmesi, tiyatro etkinlikleri vb. düzenlenmesinde sanırım.de kendisi de önce destanlar yazan ama sonra lirik düzyazı da karar kılan Seyit Alp’in katkısı vardı
Işte o resim aynı yıl basıma giren “KOÇGIRI Halk Hareketi” kitabının kapağına yerleştirildi. Bu kitap Orhan Kotan’ın çağdaş Kürdistan tarihine ilişkin ciddi çalışmalarından biridir. Rizgari Dergisinde de “Şeyh Said: Silahlı Miting” yazısı tefrika ediliyordu. O günlerdeki kolektif-anonim çalışma anlayışımıza göre, yazı kurulu denetiminden de geçtikleri için hiçbir yazı ya da görsel üretim için imza kullanılmıyordu. Bu vesileyle bu iki değerli çalışmanın yazarını zikretmeyi önemli buluyorum.
Sonradan Koçgiri kitabı üzerindeki bu görsel malzeme, yani “zincirlerini kıran isyancı Kürt“ motifi özellikle Rizgari hareketinin sempatizanları gençler tarafından çok benimsendi ve sevildi. Yer yer mitinglerde, gösterilerde, gecelerde bu resim büyütülerek pankartlarda vb. kullanılmaya başlandı. Koçgiri kitabının üzerinde yayınlanmasından dolayı da o resmi adı “Koçgiri Amblemi” olarak zikredilir oldu.
Yanılmıyorsam 1979 yılında o resmin bu kez renkli bir versiyonunu hazırlayıp. Arkasında da silahları, tırpan ve yabalarıyla ayaklanmış köylü kitlelerini gösteren bir afiş haline getirdim ve Komal Takviminde yayınladık.
Bu yıllar bizim partileşmeyi tartıştığımız yıllardı. Orhan Abi bu kez işi biraz daha profesyonel tutup, Güzel Sanatlar Akademisinde okuyan bir arkadaşımıza, bu renkli afişi temel alan bir amblem çizdirdi. Böylece uzun yıllar Koçgiri Amblemi olarak kullandığımız bu resim, Rizgari’nin Parti Amblemi haline de gelmiş oldu.
Taa Koçgiri’lerden beri zincirlerini kırmaya çalışan bu isyancı Kürt simgesi, hem tarihimizi, hem özlemlerimizi, hem de karakterimizi çok iyi anlatan bir sembol olarak değerini koruyor diye düşünüyorum. Benim için ise çok daha özel bir anlam taşıyor.
Yalnız Ruken Hoca burada bir itirazımı da belirtmeden geçemeyeceğim: Keşke bu güzel anı-fotoğrafi PRK-rizgari’nin bildirisine bir cevapmış gibi kullanmasaydınız. Burada “Hani siz beni eleştiriyorsunuz ama bakın ambleminizin içinde ben varım” gibi bir büyüklenme mesajı çıkıyor. Bence bu, PRK/rizgari’nin size yönelttiği eleştirinin cevabı değil. Keşke bu resmi bir çatışma, bir tartışma atmosferi için değil dostluğun, ortak paydaların konuşulduğu bir gündemin argümanı olarak yayınlasaydınız.
Içten selam, sevgi ve başarı dileklerimi iletiyorum.
Recep Maraşlı
Bugün Nasname’de o fotoğrafı görünce çok heyecanlandım. Adını “Koçgiri’nin içindeki Adam” koymuştum o fotoğrafın.. Ilahi.. az kirli çıkın değilsin hani.. Nereden buldun o yıllar öncesinin fotoğrafını?..
Tam 30 yıl önceye, Ankara Izmir Caddesindeki ilk Komal bürosuna gittim birden bire.. 1976 yılının ilk aylarıydı. Rizgari Dergisinin çıkışıyla ilgili deklarasyon çıkarılmış, çeşitli kişi ve kurumlarla görüşmeler yapılıyordu.
Bir gün çalışma odasına girdiğimde rahmetli Orhan Abi’yi (Kotan) kan ter içinde bir resimle cebelleşirken buldum.: Bana seslendi: “Yetiş Recep bu tam senin işin, şuna bir zincir ekle.” dedi. Baktım, Orhan Abi işte bugün Nasname’de yayınladığın o ünlü fotoğrafın üzerine bir aydınger yerleştirmiş, rapido kalemle çinileyerek stilize bir biçim çıkarmaya çalışıyordu. Işi devraldım ve zaten büyük ölçüde bitmiş olan resmin kollarını bileklerini ve zincirlerini ekleyerek tamamladım.. Rahmetlinin şiir ve edebiyatın yanı sıra tasarımcı-grafikçi yanı da güçlüydü. Oldukça modern çizgileri vardı. Komal’ın ilk dönem çıkardığı bazı kartpostallar, bazı kitap (‘DDKO, Gururla Bakıyorum Dünyaya, Ziya Gökalp: Kürt Aşiretleri Üzerine Sosyolojik Tetkikler”, Sinan Sabri’nin şiir kitabı vb..) ile Rizgari’nin ilk üç sayısının kapak tasarımları ona aitti.
O fotoğraf yanılmıyorsam –buradaki bilgileri sen düzelt bi zahmet- Kırşehir Öğretmen Okulu öğrencilerinin düzenledikleri; o tarihlerde Viranşehir’deki 33. kurşun olayına benzer bir katliamı protesto için hazırlanan bir gecede bir sahne gösterisinde çekilmişti. Kollarını açarak göğsünü ileri fırlatan egalli bu Kürt genci ise tiyatro meraklısı ve yetenekli Şükrü Gülmüş’ten başkası değil!. Kırşehir Öğretmen Okulu demişken, bozkırın asi Kürdü Seyit Alp hocayı da rahmetle anmamak olmaz. Sizler de o dönemin kırk kapıdan kovulmuş haşarı Kürt devrimcileri olarak Kırşehir’de duraklamıştınız ve sık sık Ankara’ya yolunuz düşerdi. Orhan Abinin şiirlerinin sahnelenmesi, tiyatro etkinlikleri vb. düzenlenmesinde sanırım.de kendisi de önce destanlar yazan ama sonra lirik düzyazı da karar kılan Seyit Alp’in katkısı vardı
Işte o resim aynı yıl basıma giren “KOÇGIRI Halk Hareketi” kitabının kapağına yerleştirildi. Bu kitap Orhan Kotan’ın çağdaş Kürdistan tarihine ilişkin ciddi çalışmalarından biridir. Rizgari Dergisinde de “Şeyh Said: Silahlı Miting” yazısı tefrika ediliyordu. O günlerdeki kolektif-anonim çalışma anlayışımıza göre, yazı kurulu denetiminden de geçtikleri için hiçbir yazı ya da görsel üretim için imza kullanılmıyordu. Bu vesileyle bu iki değerli çalışmanın yazarını zikretmeyi önemli buluyorum.
Sonradan Koçgiri kitabı üzerindeki bu görsel malzeme, yani “zincirlerini kıran isyancı Kürt“ motifi özellikle Rizgari hareketinin sempatizanları gençler tarafından çok benimsendi ve sevildi. Yer yer mitinglerde, gösterilerde, gecelerde bu resim büyütülerek pankartlarda vb. kullanılmaya başlandı. Koçgiri kitabının üzerinde yayınlanmasından dolayı da o resmi adı “Koçgiri Amblemi” olarak zikredilir oldu.
Yanılmıyorsam 1979 yılında o resmin bu kez renkli bir versiyonunu hazırlayıp. Arkasında da silahları, tırpan ve yabalarıyla ayaklanmış köylü kitlelerini gösteren bir afiş haline getirdim ve Komal Takviminde yayınladık.
Bu yıllar bizim partileşmeyi tartıştığımız yıllardı. Orhan Abi bu kez işi biraz daha profesyonel tutup, Güzel Sanatlar Akademisinde okuyan bir arkadaşımıza, bu renkli afişi temel alan bir amblem çizdirdi. Böylece uzun yıllar Koçgiri Amblemi olarak kullandığımız bu resim, Rizgari’nin Parti Amblemi haline de gelmiş oldu.
Taa Koçgiri’lerden beri zincirlerini kırmaya çalışan bu isyancı Kürt simgesi, hem tarihimizi, hem özlemlerimizi, hem de karakterimizi çok iyi anlatan bir sembol olarak değerini koruyor diye düşünüyorum. Benim için ise çok daha özel bir anlam taşıyor.
Yalnız Ruken Hoca burada bir itirazımı da belirtmeden geçemeyeceğim: Keşke bu güzel anı-fotoğrafi PRK-rizgari’nin bildirisine bir cevapmış gibi kullanmasaydınız. Burada “Hani siz beni eleştiriyorsunuz ama bakın ambleminizin içinde ben varım” gibi bir büyüklenme mesajı çıkıyor. Bence bu, PRK/rizgari’nin size yönelttiği eleştirinin cevabı değil. Keşke bu resmi bir çatışma, bir tartışma atmosferi için değil dostluğun, ortak paydaların konuşulduğu bir gündemin argümanı olarak yayınlasaydınız.
Içten selam, sevgi ve başarı dileklerimi iletiyorum.
Recep Maraşlı
*Şükrü Gülmüş
-------------------------------------
30 Yıl Sonra Anılar Okyanusunda Bir Resmin
Şifresini Çözmek !
Politika, insana zevk veren bir iştir.
Hele de kişiliğinize işlemiş idealleriniz varsa. O zaman, hem zevklidir hem de insanı tatmin eder.
Mark Twain, ideallerle insan yaşamı arasındaki ilişkiyi çok iyi tanımlamış.
Şöyle diyor:
„ Ideallerinden vazgeçme !
Onlarsız belki vücuden var olursun,
Ama esasta, yaşam senin için artık son bulmuştur!“
Almancasını bilgisayarımın yanına iliştirdiğim güzel ve anlamlı özdeyişlerden biridir, Mark Twain’in bu sözleri… Dolu dolu bir aforizma…
Biz Kürd halkının çocukları için politika, özgürlüğü yakalama ve bu kadim halkı dünya uluslar ailesinde hak ettiği yere kavuşturma idealidir.
Bizleri yaşatan ve yaşama sıkı sıkıya bağlayan bu idealdir.
Bu nedenle politika güzeldir, zevklidir, ideallerinize sıkıca bağlanma sanatıdır.
Elbet her zaman değil.
Bazen insan politikanın bunaltıcı yanlarından „kaçmak“ da ister. Özellikle temiz ideallerin „politika“ adı altında kirletildiği zaman kesitlerinde! O anlar idealleri güncel politikanın çamurlu patikalarından alıp anılar okyanusunda temizlemek geçer içinizden.
Sabahleyin Nasname’de şalwarlı, beyaz kefili, yumrukları sıkılı gizem dolu resimi görünce, böyle bir anı yaşadım.
Acaba kaç kişi bu resmin şifresini çözebilmişti? Kendi kendime merak ettim.
O resmin her karesinde Kürdlük ideallerinin en temizlerinden en erdemlilerinden çokçası ince ince işlenmiş haldedir. Kürd evlatlarının çağıldayan inancı, cömertliği ve mücadeleciliği…
O resim beni otuz yıl, tamı tamına üç onyıl önceye, anılar okyanusunun yüksek dalgalarına bindirdi ve gerilere götürdü.
Tam otuz yıl önce (1974) mayıs ayında Viranşehir’de sırt hamalı, yoksul Kürd „kaçakçıları“, vatanlarını ikiye bölen sınır tellerini geçerken, gecenin ***** karanlığında sınırdaki Türk askerlerinin kurşunlarına hedef olmuşlardı. Hafızam beni yanıltmıyorsa, 14 günahsız yoksul Kürd hemen oracıkta can vermişlerdi. Yüksek öğrenimdeki Kürd gençliği bu olayı VIRANŞEHIR KATLIAMI olarak adlandırmıştı.
Ankara DDKD, Viranşehir’de bir miting düzenleyerek katliamı protesto etmişti. Viranşehir Mitingi, 12 Mart dönemi sonrasının Kürdistan’daki ilk kitlesel gösterisiydi.
Ankara Atatürk Spor Salonu’nda , yine Ankara DDKD tarafından Türk sol gruplarının da katılımıyla çok büyük kitlesel bir protesto gecesi (Viranşehir katliamını protesto gecesi) de düzenlenmişti. O günler Yüksek Öğretmen Okulu’na yatay geçiş için Ankara’da bulunuyordum. Okul, Beşevler’de bozkurtçuların işgali altındaydı. Okula bile uğrayamadan gerisin geriye Kırşehir’e dönmüştüm.
Şivan’i ilk olarak Viranşehir gecesinde dinlemiştim. O günden beri Şivan’ın Kürd klasiklerini dinlemeye mest olurum.
Şivan henüz sahnede iken polisler O’nu yakalamak istemişlerdi. Gece görevlilerinin O’nu sahneden nasıl aralarına alıp uzaklaştırdıkları şimdi bile gözlerimin önünde canlanıyor. Öyle ya, polise bir arkadaşı, hele hele bir sanatçıyı kaptırmak en büyük ayıptı! Zan edersem Şivan o geceden sonra bir daha „legale“ çıkamadı. Sonradan Doğubeyazıt’ta da bir gecesi olmuştu ve ardından da yurt dışına çıkmıştı.
Viranşehir Katliamı, hepimizi, tüm Kürd yurtseverlerini derinden etkilemişti.
Biz de bu olaydan etkilenip -Şükrü Gülmüş ve bir grup arkadaşla beraber- Kırşehir’de olayla ilgili birşeyler yapmayı düşünmüştük. Katliamı piyes haline getirmek istedik. Şükrü bu işte belirleyici bir rol üstlenmişti. Bir senaryo hazırlandı. Senaryoyu değerli hocamız rahmetli Seyit Alp’la konuşmuştuk. Bize önerilerini söylemiş, düzeltmeleri yapmıştı. Bir de bir grup oluşturuldu. Adı da GRUP BOTAN’dı. Grup Botan’ın masrafları için çok az olan okul harçlığımızdan ortak bir kasa oluşturmuştuk. Önce Kırşehir’in Kürd köylerinde piyes gösterilecekti. Ardından, okul bitince Kürdistan’da, sahnelenecekti. Kırşehir’in bir iki köyünde oyun sahneye konmuştu. Sonra tatil geldi ve Kürdistan’a gidildi. Şükrü ve diğer arkadaşlar Kürdistan’da da oyunu sahnelediler.
Türk askerinin kurşunlarına hedef olan Kürd’ü, Şükrü temsil etmişti. Sadece kurşunlananı değil, kollarına vurulmuş kölelik zincirlerini parçalayan da yine O’ydu.
Bugün sabahleyin Nasname’de resmi gördüğüm zaman, içimden o resmin şifresini hemen alelacele çözüp yüksek sesle bağırma isteği geçti. Ey millet, ey yurtsever Kürdler bu resim herhangi bir arşivden alınmamış, o resmin karelerinde mücadele ve inanç var. Ben oradaydım, tanığıyım Şükrü’nün yere yuvarlanışına da, kükreyip kölelik zincirlerini kırmasına da… Şalwarlıydı, başına da beyaz kefiyi sarmıştı.
Evet, o sıradan bir resim değil. O resmin şifrelerinde insana alabildiğine haz veren, insanın içini kıpır kıpır eden çok güzel idealler var. Ve hiç terk edilmeyen, hep korunan idealler. Üstelik Şükrü ve Onun gibi Diyarbakır Hapishanesi denen cehennemden geçenlerde, o cehennemin zebanilerinin tüm aşağılık işkencelerinin yıkamadığı, terk ettiremediği idealler.
Evet, bunlar aklımdan geçti. Bir de Köln’de Kürd Kitap Fuarı’nda Şuko’nun göğsüne yabani bir diken gibi yapışan o zavallı hanım gözlerimin önüne geldi. Acaba o hanım ve o hanımı Pavlov’un denek hayvanı gibi şartlandıran anlayış, Kürdlük idealleri kulvarının uzun kahırlı koşusunda dökülen terden, verilen emekten haberleri var mı, bunlara saygıları var mı?
Evet, o günleri başlangıç alırsak, bu kulvardaki koşumuz, kölelik zincirlerini kırmanın mücadelesi tam otuz yıldır devam ediyor. Elbet buna dört beş yıl önceki okul yıllarını da eklemek gerek. En az otuz beş yıl.
Biz, bizden önceki yurtsever kuşaklardan etkilendik, Kürdlüğün yoluna koyulduk. Onlar, kendilerinden öncekilerden. Öncekiler de, kendilerinden evvelkilerden… Bu etkilenme ve nöbet devir teslim dönemleri öylece devam etmiş ve bugünlere gelmiştir.
Kemalistlerin Kürd katliamlarından sonra Kürdlük yürüyüşüne başlayanların sayıları belki bir elin parmak sayısı kadardı. Ondan sonrakiler birkaç on ve yüzlere ulaştılar. Bizim dönemimizde, binlere vurduk ve TC’nin kayıt evrakları artık alabildiğine kabardı, „vatan hainleri, tehlikeliler ve potansiyel tehlikeliler“ arşivi dolaplara sığmaz oldu. 80’li, 90’lı yıllardan itibaren artık alanlara da sığmaz olduk. TC’nin „Teşkilati Mahsusası“ artık Kürdlük denizini filmlerle bile arşivleyemez oldu.
Görülüyor ki, bu mücadele ve idealler demetinin oluşması, 25-30 yıla dayanmıyor ve 25-30 yıl önce sıfırdan filan da başlamadı. Kürd halkı da kadimdir ve kimse de O’nu iki üç onyıl önce diriltmedi, yoktan var etmedi. Bizim gibi henüz yaşı ellilerde dolaşanların Kürdlük tarihi bile, bugün piyasadaki hareketlerin hemen hepsinin kuruluş tarihinden en az dört beş yıl önceye uzanır.
Birilerinin Kürdü kendisiyle var etme iddiası gülünçtür, kendisiyle birlikte yok etme çabası ise hüsranla sonuçlanacak.
Çünkü Kürdlüğümüzde Şêx Saîd’in, Seyid Riza’nın, Alişêr’in, Broyê Hesko’nun, Qadî Muhamed’in, Mele Mustafa Barzani’nin ve mücadele arkadaşlarının temiz ve yüce idealleri var. Bu ideallerin yaşı en az birkaç yüz yıldır. Bu idealler hiçbir dönem yok edilemedi.
Kürd milletinin geleceğini ise bu idealler belirleyecek.
Bu idealler Şükrü’nün resmi gibi milyonlarca mütevazinin, alçakgönüllünün resminin karelerinde, ve yine binlerce özgürlük kavgası şehidimizin resimlerinde mevcuttur.
Yeter ki bu resimleri statukocu kemalizmin ve kurdilihicazkar kemalistlerin hilebazlığıyla kirletmeyelim.
Kürdlük; başka halkları seven ve aşağılamayan yurtsever ve demokrat Kürdlük, anılarda da, günün mücadelesinde de güzeldir.
Bayram Ayaz; 16.06.2004
Politika, insana zevk veren bir iştir.
Hele de kişiliğinize işlemiş idealleriniz varsa. O zaman, hem zevklidir hem de insanı tatmin eder.
Mark Twain, ideallerle insan yaşamı arasındaki ilişkiyi çok iyi tanımlamış.
Şöyle diyor:
„ Ideallerinden vazgeçme !
Onlarsız belki vücuden var olursun,
Ama esasta, yaşam senin için artık son bulmuştur!“
Almancasını bilgisayarımın yanına iliştirdiğim güzel ve anlamlı özdeyişlerden biridir, Mark Twain’in bu sözleri… Dolu dolu bir aforizma…
Biz Kürd halkının çocukları için politika, özgürlüğü yakalama ve bu kadim halkı dünya uluslar ailesinde hak ettiği yere kavuşturma idealidir.
Bizleri yaşatan ve yaşama sıkı sıkıya bağlayan bu idealdir.
Bu nedenle politika güzeldir, zevklidir, ideallerinize sıkıca bağlanma sanatıdır.
Elbet her zaman değil.
Bazen insan politikanın bunaltıcı yanlarından „kaçmak“ da ister. Özellikle temiz ideallerin „politika“ adı altında kirletildiği zaman kesitlerinde! O anlar idealleri güncel politikanın çamurlu patikalarından alıp anılar okyanusunda temizlemek geçer içinizden.
Sabahleyin Nasname’de şalwarlı, beyaz kefili, yumrukları sıkılı gizem dolu resimi görünce, böyle bir anı yaşadım.
Acaba kaç kişi bu resmin şifresini çözebilmişti? Kendi kendime merak ettim.
O resmin her karesinde Kürdlük ideallerinin en temizlerinden en erdemlilerinden çokçası ince ince işlenmiş haldedir. Kürd evlatlarının çağıldayan inancı, cömertliği ve mücadeleciliği…
O resim beni otuz yıl, tamı tamına üç onyıl önceye, anılar okyanusunun yüksek dalgalarına bindirdi ve gerilere götürdü.
Tam otuz yıl önce (1974) mayıs ayında Viranşehir’de sırt hamalı, yoksul Kürd „kaçakçıları“, vatanlarını ikiye bölen sınır tellerini geçerken, gecenin ***** karanlığında sınırdaki Türk askerlerinin kurşunlarına hedef olmuşlardı. Hafızam beni yanıltmıyorsa, 14 günahsız yoksul Kürd hemen oracıkta can vermişlerdi. Yüksek öğrenimdeki Kürd gençliği bu olayı VIRANŞEHIR KATLIAMI olarak adlandırmıştı.
Ankara DDKD, Viranşehir’de bir miting düzenleyerek katliamı protesto etmişti. Viranşehir Mitingi, 12 Mart dönemi sonrasının Kürdistan’daki ilk kitlesel gösterisiydi.
Ankara Atatürk Spor Salonu’nda , yine Ankara DDKD tarafından Türk sol gruplarının da katılımıyla çok büyük kitlesel bir protesto gecesi (Viranşehir katliamını protesto gecesi) de düzenlenmişti. O günler Yüksek Öğretmen Okulu’na yatay geçiş için Ankara’da bulunuyordum. Okul, Beşevler’de bozkurtçuların işgali altındaydı. Okula bile uğrayamadan gerisin geriye Kırşehir’e dönmüştüm.
Şivan’i ilk olarak Viranşehir gecesinde dinlemiştim. O günden beri Şivan’ın Kürd klasiklerini dinlemeye mest olurum.
Şivan henüz sahnede iken polisler O’nu yakalamak istemişlerdi. Gece görevlilerinin O’nu sahneden nasıl aralarına alıp uzaklaştırdıkları şimdi bile gözlerimin önünde canlanıyor. Öyle ya, polise bir arkadaşı, hele hele bir sanatçıyı kaptırmak en büyük ayıptı! Zan edersem Şivan o geceden sonra bir daha „legale“ çıkamadı. Sonradan Doğubeyazıt’ta da bir gecesi olmuştu ve ardından da yurt dışına çıkmıştı.
Viranşehir Katliamı, hepimizi, tüm Kürd yurtseverlerini derinden etkilemişti.
Biz de bu olaydan etkilenip -Şükrü Gülmüş ve bir grup arkadaşla beraber- Kırşehir’de olayla ilgili birşeyler yapmayı düşünmüştük. Katliamı piyes haline getirmek istedik. Şükrü bu işte belirleyici bir rol üstlenmişti. Bir senaryo hazırlandı. Senaryoyu değerli hocamız rahmetli Seyit Alp’la konuşmuştuk. Bize önerilerini söylemiş, düzeltmeleri yapmıştı. Bir de bir grup oluşturuldu. Adı da GRUP BOTAN’dı. Grup Botan’ın masrafları için çok az olan okul harçlığımızdan ortak bir kasa oluşturmuştuk. Önce Kırşehir’in Kürd köylerinde piyes gösterilecekti. Ardından, okul bitince Kürdistan’da, sahnelenecekti. Kırşehir’in bir iki köyünde oyun sahneye konmuştu. Sonra tatil geldi ve Kürdistan’a gidildi. Şükrü ve diğer arkadaşlar Kürdistan’da da oyunu sahnelediler.
Türk askerinin kurşunlarına hedef olan Kürd’ü, Şükrü temsil etmişti. Sadece kurşunlananı değil, kollarına vurulmuş kölelik zincirlerini parçalayan da yine O’ydu.
Bugün sabahleyin Nasname’de resmi gördüğüm zaman, içimden o resmin şifresini hemen alelacele çözüp yüksek sesle bağırma isteği geçti. Ey millet, ey yurtsever Kürdler bu resim herhangi bir arşivden alınmamış, o resmin karelerinde mücadele ve inanç var. Ben oradaydım, tanığıyım Şükrü’nün yere yuvarlanışına da, kükreyip kölelik zincirlerini kırmasına da… Şalwarlıydı, başına da beyaz kefiyi sarmıştı.
Evet, o sıradan bir resim değil. O resmin şifrelerinde insana alabildiğine haz veren, insanın içini kıpır kıpır eden çok güzel idealler var. Ve hiç terk edilmeyen, hep korunan idealler. Üstelik Şükrü ve Onun gibi Diyarbakır Hapishanesi denen cehennemden geçenlerde, o cehennemin zebanilerinin tüm aşağılık işkencelerinin yıkamadığı, terk ettiremediği idealler.
Evet, bunlar aklımdan geçti. Bir de Köln’de Kürd Kitap Fuarı’nda Şuko’nun göğsüne yabani bir diken gibi yapışan o zavallı hanım gözlerimin önüne geldi. Acaba o hanım ve o hanımı Pavlov’un denek hayvanı gibi şartlandıran anlayış, Kürdlük idealleri kulvarının uzun kahırlı koşusunda dökülen terden, verilen emekten haberleri var mı, bunlara saygıları var mı?
Evet, o günleri başlangıç alırsak, bu kulvardaki koşumuz, kölelik zincirlerini kırmanın mücadelesi tam otuz yıldır devam ediyor. Elbet buna dört beş yıl önceki okul yıllarını da eklemek gerek. En az otuz beş yıl.
Biz, bizden önceki yurtsever kuşaklardan etkilendik, Kürdlüğün yoluna koyulduk. Onlar, kendilerinden öncekilerden. Öncekiler de, kendilerinden evvelkilerden… Bu etkilenme ve nöbet devir teslim dönemleri öylece devam etmiş ve bugünlere gelmiştir.
Kemalistlerin Kürd katliamlarından sonra Kürdlük yürüyüşüne başlayanların sayıları belki bir elin parmak sayısı kadardı. Ondan sonrakiler birkaç on ve yüzlere ulaştılar. Bizim dönemimizde, binlere vurduk ve TC’nin kayıt evrakları artık alabildiğine kabardı, „vatan hainleri, tehlikeliler ve potansiyel tehlikeliler“ arşivi dolaplara sığmaz oldu. 80’li, 90’lı yıllardan itibaren artık alanlara da sığmaz olduk. TC’nin „Teşkilati Mahsusası“ artık Kürdlük denizini filmlerle bile arşivleyemez oldu.
Görülüyor ki, bu mücadele ve idealler demetinin oluşması, 25-30 yıla dayanmıyor ve 25-30 yıl önce sıfırdan filan da başlamadı. Kürd halkı da kadimdir ve kimse de O’nu iki üç onyıl önce diriltmedi, yoktan var etmedi. Bizim gibi henüz yaşı ellilerde dolaşanların Kürdlük tarihi bile, bugün piyasadaki hareketlerin hemen hepsinin kuruluş tarihinden en az dört beş yıl önceye uzanır.
Birilerinin Kürdü kendisiyle var etme iddiası gülünçtür, kendisiyle birlikte yok etme çabası ise hüsranla sonuçlanacak.
Çünkü Kürdlüğümüzde Şêx Saîd’in, Seyid Riza’nın, Alişêr’in, Broyê Hesko’nun, Qadî Muhamed’in, Mele Mustafa Barzani’nin ve mücadele arkadaşlarının temiz ve yüce idealleri var. Bu ideallerin yaşı en az birkaç yüz yıldır. Bu idealler hiçbir dönem yok edilemedi.
Kürd milletinin geleceğini ise bu idealler belirleyecek.
Bu idealler Şükrü’nün resmi gibi milyonlarca mütevazinin, alçakgönüllünün resminin karelerinde, ve yine binlerce özgürlük kavgası şehidimizin resimlerinde mevcuttur.
Yeter ki bu resimleri statukocu kemalizmin ve kurdilihicazkar kemalistlerin hilebazlığıyla kirletmeyelim.
Kürdlük; başka halkları seven ve aşağılamayan yurtsever ve demokrat Kürdlük, anılarda da, günün mücadelesinde de güzeldir.
Bayram Ayaz; 16.06.2004
Yorumlar
Yorum Gönder