Kerkük'te yaşananlar şu adresi bir kez daha hatırlamamızı gerektiriyor:
TÜRKİYE ÖZEL HARP DAİRESİ!...
Türkiye'nin 1974'de Kıbrıs'ın Kuzeyini işgaline giden yolun gerçek mimarı Türk Özel Harp Dairesi’ydi. Kuzey Kıbrıs'ın Kontr-Gerilla yatağı olması da bunun bir sonucudur.
6-7 Eylül olayları ile İstanbul, Ankara ve İzmir’deki Rum, Ermeni ve Yahudilerin işyerlerinin yağmalanması ile sonuçlanan Selanik Provakasyonu olduğu biliniyor. Kıbrıs görüşmelerinin devam ettiği o tarihlerde Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atılmış, bu haber üzerine de başta Rumlar olmak üzere gayri müslim halkların işyerleri, evleri talan edilmişti.
Aradan yıllar geçtikten sonra bu olayların arkasında, onu tertipleyen güç olarak ÖZEL HARP DAİRESİ olduğu bizzat yetkili bir generalin ağzından itiraf edilmişti.
Aradan yıllar geçtikten sonra bu olayların arkasında, onu tertipleyen güç olarak ÖZEL HARP DAİRESİ olduğu bizzat yetkili bir generalin ağzından itiraf edilmişti.
6-7 Eylül olaylarının başlamasına “bahane” olarak kullanılan, Selanik’te “Atatürk’ün Evinin bombalanması işinin Selanik Başkonsolosu M. Ali Balin, Yardımcısı M. Ali Tetikalp tarafından Dışişleri Bakanlığının da bilgisi içinde örgütlendiği; kavas Hasan Uçar ile Oktay Engin’in eylemi birlikte gerçekleştirdikleri; ortaya çıkmıştı. Yaptığı işi “kahramanlık” olarak sahiplenen ve o tarihlerde Selanik’te okuyan bir öğrenci olan bombacı Oktay Engin daha sonra devlet kademelerinde hızla ilerleyerek 1992’de Nevşehir Valiliğine kadar gelmiştir. Şimdilerde ise Emniyet Genel Müdürlüğü Planlama Daire Başkanı oldu..
Olayların kapsamlı bir Genelkurmay hazırlığı ve devlet politikasının ürünü olduğunu 30 yıl sonra bir Türk generalinin itirafı ile “Özel Harp Dairesi” adına sahiplenilmiştir.
6-7 Eylül olaylarının “Türk Gladiosu” olarak tabir edilen “(Ö.H.D) Özel Harp Dairesi ‘nin “muhteşem bir örgütlenmesi” olduğunu övünerek itiraf eden General Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na şunları anlatmaktadır;
“Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’deki Kıbrıs Harekâtı. Eğer Ö.H.D. olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi?
Harekât başlamadan önce Özel Harp Dairesi devredeydi. Adaya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular.
Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele al.
-Pardon Paşam anlamadım. 6-7 Eylül olayları mı?
-Tabii. 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi, Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı...(Paşam bunları söylerken benden de soğuk terler boşanıyordu). Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?
-E, evet Paşam!”
Generalin 6-7 Eylül olaylarını 1974’de Kıbrıs’ın İşgali hazırlıklarını anlatırken hatırlaması rastlantı değildir. Çünkü 6-7 Eylül olayları ile “Kıbrıs Sorunu” arasında görülenin dışında çok daha yakın bir bağlantı vardır. General Yirmibeşoğlu’nun bahsettiği “Özal Harp Dairesi”nin Kıbrıs’taki örgütlenmelerinin başlangıç tarihi de 1955’e dayanır. Kıbrıs Türkleri içinde “Volkan”, “9 Eylül” gibi kontrgerilla örgütleri bu tarihlerde örgütlenmiş, 1958 yılında ise bizzat Türk Generallerinin örgütlediği “Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı” adıyla merkezileştirilmişlerdi. 1974 işgaline kadar geçen süre içindeki “Özel Harp dairesi”nin çalışmaları bu kanaldan yürümüştür.
“Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’deki Kıbrıs Harekâtı. Eğer Ö.H.D. olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi?
Harekât başlamadan önce Özel Harp Dairesi devredeydi. Adaya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular.
Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele al.
-Pardon Paşam anlamadım. 6-7 Eylül olayları mı?
-Tabii. 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi, Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı...(Paşam bunları söylerken benden de soğuk terler boşanıyordu). Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?
-E, evet Paşam!”
Generalin 6-7 Eylül olaylarını 1974’de Kıbrıs’ın İşgali hazırlıklarını anlatırken hatırlaması rastlantı değildir. Çünkü 6-7 Eylül olayları ile “Kıbrıs Sorunu” arasında görülenin dışında çok daha yakın bir bağlantı vardır. General Yirmibeşoğlu’nun bahsettiği “Özal Harp Dairesi”nin Kıbrıs’taki örgütlenmelerinin başlangıç tarihi de 1955’e dayanır. Kıbrıs Türkleri içinde “Volkan”, “9 Eylül” gibi kontrgerilla örgütleri bu tarihlerde örgütlenmiş, 1958 yılında ise bizzat Türk Generallerinin örgütlediği “Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı” adıyla merkezileştirilmişlerdi. 1974 işgaline kadar geçen süre içindeki “Özel Harp dairesi”nin çalışmaları bu kanaldan yürümüştür.
1950’lili yıllarda halen bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ta, bağımsızlık mücadelesi yükselmektedir. Bağımsızlık mücadelesini daha çok Yunanlı yurtseverler üstlenmiş bulunmaktaydılar. “Bağımsız Kıbrıs”ın sonuçta Yunanistan ile birleşmesine kesin gözüyle bakan TC, bunu önlemek için Kıbrıs bağımsızlık mücadelesine karşı, sürekli olarak İngiliz yönetiminin yanında yer aldı. Sorunu Birleşmiş Milletlere taşımadan kendi inisiyatifinde çözmeye çalışan İngiltere Başbakanı Eden’in önerisi ile taraflar, 29 Ağustos 1955’de Londra’da düzenlenen bir konferansta bir araya geldiler. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan katıldıkları Londra Konferansı başarısızlıkla sonuçlandı. Yunanistan Adanın bağımsızlığını ve “self determination” hakkının tanınmasını istiyordu. İngiltere ileri tarihlerde Anayasal bir özerklik vermeyi öneriyor; TC ise Kıbrıs’taki statü değişikliklerine karşı çıkarak tek değişikliğin Adanın Türkiye’ye verilmesi olabileceğini savunuyordu. Zaten tıkanmış olan konferans o sıralarda Londra’da görüşmelerde bulunan TC Dışişleri Bakanı Zorlu’nun Selanik olayını kınayarak ayrılmasıyla kesilmişti.
Zaten 6-7 Eylül olaylarından önce de Kıbrıs bahanesiyle Rum halkına karşı legal provokasyonu devlet destekli bir dernek olan “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” yürütmekteydi.
TC\'nin Güney Kürdistan politikasını bu deneyimler ışığında yorumlamak yararlı olacaktır.
Türk Devletinin, Güney Kürdistan’da olası bir Kürt yönetiminin varlığına karşı başta işgal ve ilhak olmak üzere çeşitli planlar yaptığı, hazırlıkları olduğu bir sır değildir.
Güney Kürdistan’ı istikrarsızlaştırmak için geçen 10 yıl boyunca neler yapıldığını yakından izledik. TC’nin yakın hedef ve niyeti Türk ordusunun Güney Kürdistan’da kalıcı ve denetleyici bir güç olarak kalmasını sağlamaktı.
Fakat ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ve Güney Kürdistan yönetiminin güçlenmesiyle bu konsept önemli ölçüde değişmiş, Ordunun Güney’de kalamayacağı ortaya çıkmıştır.
Türkmenlerin Güney Kürdistan ve Irak yönetiminde bir güç olarak tanınması, “güvenlik ve siyasi haklarının garanti edilmesi” TC’nin bugünkü resmi tezidir. Ama bunun hazırlıkları Körfez Savaşı dönemine kadar uzanmaktadır. Özel Harp Dairesi tıpkı Kıbrıs’ta yaptığı gibi bütün bu yıllar boyunca, aslında Kürt toplumuyla uyumlu ilişkiler içinde bulunan Türkmenleri örgütlemeye başlamıştır. Bir sürü paravan örgüt kurulmuştur. Irak Türkmen Cephesi (ITC) bunlardan biridir. Keza yine dikkat çekilmeyen husus o bölgeye Kıbrıs’ta yapıldığı gibi durmadan teknik eleman, tüccar vb. gibi tiplerin yanı sıra bilinçli bir Türk nüfus transferi yapılmış olmasıydı.
Tüm bunlar bugünün hazırlığı içindi.
Ve dün “KYB Peşmergelerinin Kerkük’te Türkmenlere ateş açıp 7 kişiyi öldürdükleri”, haberi, ardından bugün “5 Bin Türkmenin üzerine ateş açıldığı..” gibi haberler Özel Harp dairesi Operasyonu’nun başladığını gösteriyor. Bence Kerkük olaylarına “provokasyon” gibi daha çok mistik bir bilinemezlik kokan belirsiz bir tanımlama yerine Türk Özel Harp Dairesi’nin operasyonu olduğu tanısını koymak yerinde olacaktır.
Buradaki gelişmeleri yakın tarihte Irak’a BM gücü içerisinde Türk Askeri gönderilip gönderilmemesi tartışmasıyla ilişkilendirmek mümkünse de, ben böyle anlık bir ilişkiden ziyade orta vadeli bir istikrarsızlaştırma girişi olarak görüyorum.
Ayrıca bu olay, geçen ay Süleymaniye’de Türk Özel Kuvvetleri karargahına yapılan baskının belki bugünkü Kerkük olaylarının güçlü bir istihbaratına dayandığını gösteriyor. Hatırlanacağı gibi ABD bu baskına gerekçe olarak Özel Türk Kuvvetlerinin Kerkük’teki Kürt valiye suikast hazırlığı içinde olduğu ve bu kuvvetlerin istikrarsızlık yaratmaya hazırlandıkları yönündeki bilgiye dayandığını açıklamıştı. Belki de bu baskın olmasaydı olaylar Kerkük valisinin öldürülmesi, bunun Kerkük’le Türkmenler tarafından yapılmış olduğu bilgisiyle Kürtlerle Türkmenler arasında çatışmalar çıkarılması senaryosu sahnelenecekti. O olmadı, başkası var..
Kimbilir bugün başına çuval geçirilerek tutuklanan ya da Kürkük’teki olayları tezgahlayan “kahramanları” da tıpkı Oktay Engin gibi yarın TC devletinin önemli kademelerinde ödüllendirilmiş olarak görebiliriz.
Buradaki yakın amaç, Kerkük’te Kürt polisinin ve Kürt yönetiminin bir istikrarsızlık yaratacağını Türkmenlerin (Türkiye’nin) buna izin vermeyeceğini, kargaşaya yol açacağını ABD’ye göstermek ve böylece Kerkük’teki Kürt ağırlığını sınırlamaktır. Uzun vadeli amaç ise Kerkük’ün Kürdistan Federal devletinin sınırları içinde olmasını ve ona bağlı olmasını önlemektir.
Bunun daha ileri adımı da Irak’ın yeni yapılanmasında Türkiye’nin Türkmenler adına, onların haklarının uluslararası GARANTÖRLERİNDEN birisi olmayı sağlamasıdır. Bu da tıpkı Kıbrıs’ta olduğu gibi oraya askeri ve siyasi olarak müdahil olabilme hakkını kazanmış olması anlamına geliyor.
Bu saptamalar karşısında Güney Kürdistan’da , izlenecek rasyonel politika Türkmenlerle TC politikası arasında duvar örmeye çalışmaktır. Aksi yapılırsa bu olaylar vesilesiyle gerek Kürt toplumu, gerekse Kürt örgüt ve yönetimi tarafından Türkmenler topyekün bir istikrarsızlık ögesi olarak görülür ve çatışmacı bir atmosferin içine çekilirse, TC senaryosunun istemeden bir parçası haline gelmek kaçınılmaz olur.. Böylesi durumlarda kitlelerin nefretinin kolayca görünürde olan komşusuna, hemşehrisine yöneltilmesi büyük bir tehlikedir.
Açıktırki bugün Kerkük’teki toplumsal istikrarsızlıktan Kürtlerin değil bölge gericiliklerinin çıkarları olabilir ancak. Bu nedenle iç federalizmden ve demokratik ortak yaşamı Kürtlerle birlikte kurmaktan yana olan Türkmenlerin gerçek temsilcisi olan örgütlerle görüşmeler yaparak, onları Türk Özel Harp dairesinin faaliyetleri karşısında ortak bir duruşa sevketmeye gayret edilmelidir.
Kerkük bir Kürdistan kentidir, ancak çok etnikli, çok kültürlü bir yapıya da sahiptir. Sırf bu özelliğinden dolayı değil ama zengin petrol yataklarına sahip olması, Arap ve Türk gericiliklerinin Kerkük’ü Kürt yönetimine kolayca bırakmak istememeleri için yeterli bir nedendir. Özellikle Kerkük’ün çok etnikli, çok kültürlü yapısı, Kürt hareketinin bu özellikleri kucaklayan bir vizyona, politik duyarlığa sahip olmasını gerekli kılıyor. Türk Özel Harp dairesinin operasyonlarını da, bilmem başka istihbarat birimlerinin kışkırtıcılıklarını da boşa çıkaracak olan özünde bu anlayıştır.
ABD’nin bölgede kalışı nihayet geçicidir. Kalıcı olan birlikte yaşanacak olan halklarla adil, kalıcı bir toplumsal hukuk düzeni oluşturabilmektir.
[ Geri Dön: RECEP MARAŞLI | Yazarlar bölümüne geri dön ]
Gelawej.com
Yorumlar
Yorum Gönder