Ermeniler,
20. yüzyilin baslarinda insanlik tarihinin tanik oldugu en büyük soykirimlardan
birine ugradilar..
1915 yilinda Osmanli Savas Hükümetinin aldigi "Tehcir
Kararnamesi" (Zorla Göçettirme); Ermenileri,binlerce yillik yurtlarindan
kopararak dünyanin dört bir yanina dagitti.
"Tehcir Kararnamesi", anayurtlarindan sürülen Ermenilere karsi , azgin bir soykirim harekâtanin baslangiciydi.. "Tehcir" uygulamasi, bir milyonu askin insanin sistematik biçimde imhasi yarim milyonu askin insanin dasürülmesiyle sonuçlandi.
Yerel esraf ve mütegallibe tarafindan Ermenilerin mal varliklarina, evlerine barklarina, baglarina bahçelerine, el konduldu, talan edildi. Ermeni kadinlari, kizlari, odalik olarak, hizmetkâr olarak paylasildi. Din degistirmeye zorlanip müslümanlarca "nikâh altina" alindilar.
biridir.
durumunda taraflar arasinda tercih yapma ya da ittifak arayisi çok önceden baslamisti. Ancak Bakanlar Kurulunda, ingiliz- Fransiz bloku ile anlasma taraflilarinin çogunlukta olmasina ragmen; Almanya'nin Osmanli Genelkurmayinda ve çok önceden saglamis olduklari baglantilarla Enver-Talat-Cemal Pasa üçlüsünün komplolari sayesinde Osmanli Hükümeti, Alman Ittifakçisi olarak savasa katildi.
b) Goc ettirilecek Ermenilerin kuracaklari koylerin her biri 50 haneden fazla olmamali.
c)Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa yakın yer/ere ev değiştirmemen."6
2-Birçok aşiretler kırımlara katılmamakla kalmayıp, aksine kendilerine sığınmış olan Ermenileri saklamış ve korumuşlardır. Örneğin; Dersim, Ermeni kurtaran ocaklardan biri olmuş ve bu sayede 20. 000 Ermeni hayatta kalabilmiş, bunlar sonraları Erzincan ve Erzurum yoluyla daha doğuya geçip kurtulabilmişlerdi....Suriye dolaylarına sürgün edilmiş olanlardan da edinileft bilgilere göre, Güney Kürdistan'ın güçlü aşiret reislerinin muhafazası sayesinde çok sayıda Ermeni kurtarılabilmişti.Ben, şahsen bu konuyla ilgili olarak şu gerçeği kendim saptadım. Birçok Kürt aşiret reisleri, 1915-17 senelerinde Ermenileri kendi muhafazaları altına alıp, onlara Kürt elbiseleri giydirerek saklamış olduklarından, sonradan Osmanlı idarecileri tarafından cezalandırılmışlardır.
3-Hayret edilecek bir gerçek de 1915 Nisan jenosidinde reaya Kürtlerin, aşiretlerden daha kötü bir rol oynamalarıdır.
Sorunu resmi tarih ve resmi ideoloji hegemonyası dışında tartışan eserler ne yazık ki "yok" denecek kadar azdır.Med Yayınları, 1992 Yılında Garo Sasuni'nin "Kürt Ulusal Hareketlen ve 15. yy'dan Günümüze Kürt-Ermeni ilişkileri" kitabını yayınlayarak, Ermeni sorunu üzerindeki "Resmi Yazına" karşı önemli bir kitabı kazandırmış oldu okurlara. Kitap aynı zamanda bir Ermeni politikacının Kürt ulusal sorununa bakışını yansıtması ve Kürt-Ermeni ilişkilerini irdelemesi açısından da önemli bir belge..
Mıgırdıç Margosyan 'nın "Qırıx" Mahallesi Xançepek hikayelerini anlattığı "Gavur Mahallesi" öyküleri de çok sıcak ve duygulu bir yapıtı.
Ailesi soykirim ve sürgüne
kurban giden kimi Ermeni yetimleri, müslüman ailelerin yanina besleme olarak
verildiler.
Binlerce yil bu topraklar
üzerinde yasamis, köklü uygarliklari, ustaliklari, zanaatkârliklari bugünlere
tasimis olan Ermeniler, Alman emperyalizmi ile suç ortakligi içindeki
Irkçi-Turanci Osmanli pasalariyla, isbirlikçi-feodal Kürt agalarinin elindeki
kanli kasatura ile köklerinden koparilip atildilar.
Ermeni ulusunun ugradigi bu
büyük soykirim, Ulusal Sorunlar yumagindaki dünyamizin henüz çözemedigi bir
TARiHSEL HAKSIZLIK sorunsalini olusturur.
Cumhuriyet Türkiye'sinin
üzerine temellendigi en önem li olgulardan biri Kürdistan'in
sömürgelestirilmesi ise; digeri de Ermenistan'in Ermenisizlestirilmesi ve bu
büyük soykirimdir.Yüzyilin en trajik "ETNiK ARINDIRMA/YOKETME "
HAREKETi, Ermeni ulusunun Türk irkçiligi ve islâm fanatizmi ile kadim
topraklarindan koparilmasidir.
Ermeniler yalnizca 1915'de bir
defa degil; Aldülhamit yönetiminde 1890'lar boyunca sürekli katliamlara
ugratilmis; 1918'den sonra da Kazim Karabekir'inDogu seferleriyle ezilmislerdir.
II.Emperyalist savas sirasinda
Alman Fasizmi, Yahudileri gaz odalarina göndermeye hazirlanirken mirasçisi
olduklari bir suç ortakligini; Ermeni soykiriminiörnek aliyorlardi kendilerine:
1939'da Hitler komutanlarina söyle sorar; "Ermenilerin köklerinin
kazinmasindan bugün söz eden var mi?'1
Ermeni halki soykirimdan sonra
I.Emperyalist savas sirasinda 1917 Büyük Ekim Devriminin yarattigi ulusal
özgürlükler ortaminda, bugünkü Ermenistan topraklarinda bagimsiz bir hükümet
kurabilme olanagi buldu.
Jenosidle noktalanan bu trajik
son, Kafkasya-Önasya esiginde bir cografyaya sahip Ermenilerin yüzyillardir
tarihsel göç ve istilalar yolu üzerinde, dagitila dagitila ulusal birliklerini
bir türlü saglayamamis olmalarinin da bir bakima son halkasidir. Ne varki,
böylesi toplumsal trajediler var olduklari ar'i tahrip etmekle kalmaz,
toplumsal belleklerde çaglara uzanan derin izler birakirlar. 1915 jenosidinin
mimarlarindan ittihatçi Talat Pasa'nin Berlin'de, Sadrazam Sait Halim Pasa'nin
istanbul'da, Cemal Pasa'nin Tiflis'te, Ermeni örgütlerince vurulmalari, bu
yaranin kolay kolay kapanmayacagini gösteren ilk isaretler olmustur. Sonraki
yillarda da Ermeni halkinin ugradigi bu tarihsel haksizlik ulusal ve toplumsal
mücadelelerle sik sik gündeme gelmistir.
Türkiye Cumhuriyeti, resmi
olarak hiçbir zaman bir Ermeni Soykirimi yasandigi gerçegini kabul etmeye
yanasmadi.
Türk tarihçileri, Türk
üniversiteleri en çok "karsilikli üzücü olaylar" dan bahsedebildiler.
Daha çok "onlar da yaptilar". "Osmanli'ya savas döneminde isyan
ederek arkadan vurduklari için haketti/ef" biçimindeki tezlerle soykirimi
mazur göstermeye çalistilar.
TC'nin Ermeni soykirimini kabul
etmeye karsi bu kadar direnmesinin nedeni sadece olayin "suç ortakligi"
ya da "ayip"indan kaçinmak degildir. Asil olarak bu kabulün ardindan
dogal olarak beklenecek siyasal çözümlerden uzak durmak kaygisiyla hareket
edilmektedir. TC'nin Kürdistan politikasi, nasil Kürt ulusunun varligini red ve
inkâra dayaniyorsa ve bu resmi politikanin mantigini "bir kez Kürt
ulusunun varligini resmi olarak kabul ettikten sonra, artik o ulusun demokratik
haklarinin üzerine oturmanin kolay kolay savunulamayacagi" anlayisi
olustur-maktaysa; Ermeni sorunundaki resmi politikanin ardinda da buna benzer
bir mantik yatmaktadir. Soykirim gerçegi kabul edilince; bir takim
siyasal çözümlerin de kabul edilmesi gerekliliginden endise edilmektedir.
Diger bir temel olgu da;
Cumhuriyetin kurulusunun, Kemalist iktidarin dayandigi toplumsal kategorilerin
basinda Ermeni mallarinin yagmasi ile zenginlesmis ve bu unsurlarin geri
dönmesinden fena halde çekinen, fanatik-gerici bir kesimin gelmesidir. Rum ve
Ermeni düsmanligi. Türk milliyetçiliginin oldugu gibi Cumhuriyetin de ideolojik
karekter lerinden
Türkiye,
özellikle 1970'li yillardan baslayarak; Ermeni diasporasinin ABD'den, Avrupa'nin
çesitli ülkelerine uzanan bir kusakta diplomatik temsilciliklere karsi
girisilen bir suikastler zinciriyle ve karsi-propaganda faaliyetiyle ugrasmak
zorunda kaldi. ASALA eylemcilerinin amaci Ermeni soykirimina dikkat çekmek ve
sorunu dünya kamuoyu gündemine tasimakti.
Marsilya'da "Ermeni
Soykirimi Aniti" dikilmesi Türkiye-Fransa iliskilerini yillarca sogutmus;
ABD Senatosu'nda her yil yinelenen "Ermeni Soykirimini Anma Günü" Yasa
tasarisi, TC-ABD yakin iliskilerinde dalgalanmala neden olmustur.
Türkiye o yillarda, yaptigi
Anti-Sovyet propagandalarin tersine Kafkas Cephesi bakimindan oldukça emindir.
SSCB'nin dagilmasi, Türkiye'ye müttefik varsayilan bir "Türkî
Cumhuriyetler" cephesi çikardigi kadar, Bagimsiz Ermenistan Cumhuriyeti
gerçegini de getirdi.
SSCB'nin çöküs sürecinde,
Baltik ülkelerinden sonra ulusal egemenlik yolunda ilk baskaldirilari yine
Kafkas uluslari yapti. Bu arada tarihin küllenmis sayfalarinda kaldigi veya 70
yillik "sosyalizm deneyi"nin çözdügü varsayilan "ulusal sorunlar"in,
etnik çelisme ve çatismalarin tüm canliligiyla kendini korudugu ortaya çikti.
Keza bugün, daha güncel bir
biçimde görüyoruz ki bes yildir Daglik Karabag sorunu nedeniyle birbirleriyle
amansiz bir savasa tutusmus olan iki eski Sovyet Cumhuriyeti Ermenistan ve
Azerbaycan arasinda uzayip giden savas; "Ermeni Sorunu"nun tarihin
sayfalarinda kalmis "trajik olaylar" degil, canli bir olgu oldugunu
çarpici bir biçimde göstermektidir. Azerbaycan ve Ermenistan arasindaki savas
nedeniyle irili ufakli otuzu askin yerlesim merkezinde düzenlenen ve fasist
hareketin meydanlara tastigi "Azerbaycan'i Destekleme" mitingilerinde
anti-komünist sloganlar yaninda en çok kullanilan sloganlardan biri suydu;
"Azerbaycan Türktür, Türk
kalacaktir. Ermeniler piçtir, piç kalacaktir."
Bu slogan ; 1915 jenosidi
sirasinda ana-babalari öldürülen Ermeni yetimlerinin müslüman ailelerin yanina "besleme"
olarak alinmalarini; Ermeni kadin ve kizlarinin din degistirmeye zorlanip,
nikah altina alinmalarini animsatmak üzere söylenmektedir.. Bazilari bu
olgulari "merhamet" ya da "yaralarin sarilmasi" gibi anlasa
da, irkçilar için bu, islâmî ve etnik bir tecavüzdü; "Ermenilerin
piçjestirilmeleri"ydi..(!)
TC, Azerbaycan-Ermenistan savasinda fiilen ve'diplomatik olarak
taraftir. Askeri danismanlari ve yardimlariyla Azerbaycan'in yaninda yer
almaktadir. Fakat bu destek,TC'nin Orta Asya'ya açilma planlari içinde "talanci"
anlayislarla birlesince Bakü'de takili kalmistir. Karabag'in Özerk statüsüne
son vermek isteyen Azeri milliyetçileri; Karabag'dan vazgeçtik, Azerbaycan'in
üçte birini Ermenilere kaptirmanin telasina düstüler.
Nihayet SBKP Eski MK Üyesi ve eski KGB'ci Haydar Aliyev, TC'ye ve
Bati'ya angaje olan Elçibey'i devredisi birakarak iktidara "el"
koyduktan sonra dümeni tekrar Moskova'ya kirinca savasin dengeleri de degisti.
Böylece TC'nin Ermenileri atlayarak Orta Asya'ya açilma düsleri, 1915'den sonra
ikinci kez Kafkaslar'a gömüldü.
Olayin siyasal güncelligi bir yana; yarim yüzyildir mülteci bir
konuma düsürülmüs ve dünyanin dört bir yanina dagitilmis olan Ermeni halkinin
yasadigi toplumsal travma ve tarihsel haksizlik olgusu tüm canliligini
korumaktadir.
Ermeni sorunu-ister aktüel, isterse tarihten gelen boyutlariyla
olsun; Kürdistan Ulusal Kurtulus Mücadelesi'yle baglantilari olan bir sorundur.
Kürt ve Ermeni uluslarinin kaderleri birbirine çok derin biçimde içice
geçmistir. Resmi devlet politikasi ise, her zaman bu iki ulusu birbirine karsi
kullanmayi yönetim ilkesi edinmistir. Ulusal veya kültürel çelismelerden çok,
dinsel temele dayandirilan bu karsitlastirma politikasi bugün bile geçer akçe
sayilmaktadir.
Ne zaman Kürdistan'daki ulusal demokratik hareket ivmelense ve
mevzi kazanmaya baslasa, TC sözcüleri hemen, "Ermeni Sorunu"nu ortaya
atarak Kürt hareketini caydirmaya çalisirlar. Kürt hareketinin Ermenilerle olan
hayali baglantilarindan, Kürt örgütlerinin Ermenileri eski topraklarina
yerlestireceklerinden vb. dem vururlar.
Gerillalarin "sünnetsiz" olduklarindan tutun da, Kürt
örgüt liderlerinin Ermeni-olduklarina kadar bir dizi propaganda MiT tarafindan,
Kürtleri ulusal örgütlerden sogutacagi inanciyla yinelenip durulur.
Bu, TC'nin Kemalistlerden ve onlarin da ittihatçilardan;
ittihatçilarin ise Sultan Abdülhamit'den miras aldiklari çok eski bir
manevradir. 19.yy sonlarinda Osmanli politikasi, Ermenilere karsi Kürt
feodallerinin yerel otoritelerinin güçlendirilmesi ve "Hamidiye Alaylari",
"Asiret Alaylari" gibi milislerle Ermenileri baski altina almaya
çalismisti.2 Kemalistler de 1919 Erzurum ve Sivas kongrelerinde Sevr ile
Ermenilerin geri dönme "tehlikesi"ni kullanarak, Kürt feodallerini
yanina çekmeyi basardi.
ŞU "MALAZGiRT SAVASI"...
XI. yüzyilda Selçuklularin bölgeyi
ele geçirmelerinde Bizanslilarin, Ermenilere karsi mezhep degistirmeleri
yönünde uyguladiklari baski ve katliamlar önemli rol oynamistir. Tarihin
cilvesine bakin ki, kendilerini ülkelerinden kovacak olan Türklerin, Küçük Asya'ya
(Anadolu'ya) yerlesmelerinde Ermenilerin de büyük payi vardir.
"Türklerin Anadolu'ya ayak bastiklari kahramanlik savasi"
diye parlatilan 1071 Malazgirt savasini Sultan Alparslan, Ermeni prenslerinin
ve Kürt beylerinin aktif destegi sayesinde kazanmistir.
Bu savasin ilginç yönlerinden biri de, Malazgirt'in Bizans'a bagli
son Ermeni Prensi tarafindan savunuluyor olmasiydi. Böylece Türkler; Bizans'a
karsi Ermeni prenslerinin ve Kürt beyliklerinin .destegi sayesinde Anadolu
içlerine uzanip Konstantinopolis surlarina kadar dayanabildiler. Bu nedenle
Selçuklular döneminde hem Ermeni Prenslikleri, hem de Kürt Beylikleri
özerkliklerini korudular ve belli bir konsensüs içinde yasadilar.
ERMENi JENOSIDINI HAZIRLAYAN
NEDENLER
Yirminci
yüzyil baslari, dünya kapitalist sisteminin küresel bunalim yillaridir.. Bu
bunalim sömürge alanlarinin paylasimi ile asilmaya çalisilmistir. Baslica
emperyalist devletler ingiltere, Fransa ve Almanya ile bunlara ulasmaya
çabalayan Rusya, yeni sömürge alanlarinin kontrolünü belirlemek üzere ilk büyük
dünya savasini baslattilar. Paylasim alanlarinin basinda ise feodal despotik
bir imparatorluk olarak ayakta duran ama, sanayi devriminin gerisinde kaldigi
için çözülmeye mahkûm Osmanli imparatorlugunun elindeki topraklar gelmektedir.
Osmanlilar, zaten I.Dünya Savasi baslamadan evvel Balkanlardan koyulmuslardi.
Imparatorlugun diger topraklan ise, Sultan Hükümeti, Osmanli
bürokrasisi ya da yerel burjuvaziler araciligiyla emperyalistlerin nüfuz
alanlarina bölünmüslerdi. Paylasim savasi karsisinda Osmanli imparatorlugu'nun
kaderi; bu bölüsümde kendilerine pay kalmasini uman ve. bu nedenle Alman
emperyalizmi ile ittifaka giren Osmanli asker bürokrasisi tarafindan
belirleniyordu.
Ermenistan, K ü r d i s t a n , Ortadogu, Arap Yarimadasi,
Filistin, Anadolu, Rumeli gibi müstakbel sömürge alanlarinin mutlak sahibi,
emperyalist savas sonunda belirlenecekti.
Bu yillara gelindiginde lmparatorluk içindeki Ermeni ulusal
hareketinin çizgisi, imparatorluk içinde "Özerk Ermenistan" ve "Ermeni
reformu" ile sinirliydi. Çünkü imparatorlugun çok genis topraklarina
yayilmis ve özellikle limanlardaki ticaret kentlerine gereksinim duyan Ermeni
burjuvazisi için kendisini belli bir toprak parçasi ile sinirlamak "akilci"
görülmüyordu. Bununla birlikte ; kadim topraklarda Ermeni köylülügünün Kürt
feodallerine karsi özgürlesmesinden de faydalar ummaktaydi. Ermeni
burjuvazisinin imparatorluk içindeki gelisimi ve uluslararasi baglantilari
Osmanli bürokrasisini korkuttugu gibi, Türk esraf ve mütegallibesini, Kürt feodallerini
de tedirgin etmekteydi.
Bu sinif karsitliklarini, etnik ve dinsel ayriliklari birbirine
karsi kiskirtip "denge" kurmasini çok iyi "beceren"
Aldülhamit yönetimi, kendi döneminde birçok katliamlar gerçeklestirerek halklar
arasinda kin tohumlari atmis bulunuyordu. Mülk sahibi geleneksel siniflar, agir
bir bunalim içindeydiler ve bunun nedeni olarak Ermenileri görmekte, çözüm
olarak da onlarin ortadan kaldirilmasini benimsemek üzereydiler.
Kürt feodalitesi de Tanzimatçilarin kendi otoriteleri üzerine
yürüttükleri seferlerden Ermenileri sorumlu görmekte ve buna karsilik
Abtiülhamit'in Hamidiye Alaylari ile kendilerine geri verdigi otoritelerine
siki siki sarilmaktaydilar. Ermenilerin, Kürt feodallerinin hayat alanini
daraltacagi endisesi onlari hemen Saltanatin yaninda yer almaya iten bir faktör
oldu. Agir bir sefaletin ve kitligin içine düsmüs olan yoksul köylülük; isçiler
ve kasaba esnafi ise halklar arasindaki daha önceki iyi iliskilere karsin; bu
çöküntü yillarinda müslüman hiristiyan çoliçmesi içinde motive edilmeleri ve
istikrarsizligin nedeni olarak birbirlerini görmeleri; bürokrasi ve egemenlerin
kiskirtici propagandalari gibi nedenlerle kanli bir bogazlasmanin tarafi haline
gelmislerdi.
Rum ve Ermeni ulusalciliginin; burjuvazilerin iktisadi gelisimlerine
kosut olarak üretim iliskilerinden kalkinarak gelismesine karsilik; Türk
milliyetçiligi tepeden birbürokrasi korumaciligi ile birden bire Osmanli
devletinin resmi ideolojisi haline gejprsk üstün konuma geçti ve rakiplerini
saf disi etnvs-'im ekonomik olarak degil, ancak zorla mümkün olacagini görmeye
basladi.
Nihayet, Alman emperyalizmi ile isbirligi içindeki ittihatçi
Osmanli pasalarinin; bu ittifakin stratejik hedefi elan Hindistan ve Ortadogu'ya
uzanan yolda Ermeni ulusal hareketini kendileri için ciddi ve ortadan kaldirilmasi
gereken bir tehlike olarak görmeleri, Jenosidin önkosullarini olgunlastirmis
olmaktaydi.
I.PAYLASIM SAVASI SIRASINDA
ERMENi ULUSAL HAREKETiNiN TAVRI
Ermeni ulusal hareketi savas öncesinde bir yol ayrimina gelmisti. Çünkü
böyle bir savas ortaminda Osmanlilar, bir reform pragrami uygulamaktan çok ki
istanbul hükümeti Savastan hemen önce 8 Subat 1914 tarihinde Rusya ile
Ermenistan Reformu Anlasmasini Imzalamisti-(3) Rusya'ya dogru açilmayi Orta
Asya'ya "Büyük Turan"a dogru ilerlemeyi düsünmekteydiler. Bu
ideolojik perspektif ayni zamanda Alman emperyalizminin stratejik hedeflerine
de denk düsüyordu.
Bu tabloda Ermenilerin yeri ne olabilirdi? Çünkü Rusya-Iran ve
Osmanli imparatorlugu arasinda üç parçaya bölünmüs olan Ermeniler; Rusya
yönetimi altinda da rahat degillerdi ve Kafkas Ermenileri de Çarlik Rusyasi'na
karsi bagimsizlik mücadelesi veriyorlardi.
Ermeni ulusal hareketi ile Osmanli imparatorlugu savastan çok önce
çatisma halindeydiler ve bunun kaçinilmaz sonucunun Rusya ile isbirligi olmasi
bekleniyordu.Bu nedenle Tasnak'larin Haziran 1914'de Erzurum'da toplanan son
Kongresine, Ittihat-Terakki temsilciler göndererek, Ermeni reformunun
hizlandirilmasina karsilik, bir savas durumunda Ermenilerin hükümetin yaninda
yer almalari önerisini götürdüler. Aslinda bu bir tür "nabiz yoklamasi"dir.(Avrupalilarla
"Ermeni Reformu Anlasmasini" zaten imzalamis olan hükümetin, bunu
Ermenilerden de gizleyerek "pazarlik konusu" etmesi sahip olunan
yönetim anlayisina ilginç bir örnektir.)
Fakat, Ittihad-Terakki'nin bu yeni ittifak önerisine, "sütten
agzi yanan" Ermeniler pek sicak bakmazlar. Erzurum Kongresinden çikan
karar; "Savasi kiskirtmaktan kaçinmakla beraber, bir savas çikmasi
halinde ise öncelikli olarak ulusal çikarlarin gözetilmesi" yolundadir. 4
Bu ulusal çikarin Rusya ile isbirligi yapmak oldugu görüsü ise egemendir.
Tasnaklarin en büyük açmazlarindan biri isbirlikçi burjuvazinin
desteklerini ifade eden uzlasmaci bir çizgi izlemeleridir.Ermenistan'in özerkligi
için de daha çok Avrupa'li devletlerin Osmanli üzerindeki baskisina
güveniyorlardi. Bu yüzden Tasnaksutyun hiçbir zaman anti-emperyalist bir
karekter kazanamadi.
Sosyal-demokrat Hinçak örgütü ise,17 Eylül 1913'de Köstence'de
toplanan kongresinde; "Bagimsizlik" karari almisti. Sosyalist
görüsler tasiyan Hinçak'lar buna karsilik; l.Paylasim Savasi arifesinde Ermeni
ulusunun bagimsizlik mücâdelesinin savasan emperyalist devletlerden birine
yaslanmakla elde edilebilecegine inanmis olarak II. Enternasyonalin çizgisini
benimsemekte ve hakli bir savasi haksiz bir savasin unsuru haline getirme
günahina bulasmaktadir. Saray-Bosna Suikastindan sonra Areve gazetesinde
yayinlanan Hinçak bildirisinde Üçlü ittifak'in (Ingiltere-Fransa-Rusya'nin)
safinda çarpisma karari aldigi açiklanmistir.5
Savas kapiya dayandiginda Ermeni ulusal hareketi açisindan ulusal
bir mutabakatin saglandigi da söylenemez. Savas durumunda ne yapilacagi
hakkinda hemen hemen bir kargasa ve çekimserlik egemendir. Ermeni ulusal hareketi,
savasan iki emperyalist güçten birini tercih etmek gibi bir açmazla karsi
karsiya kalmistir.
Isin trajik bir yani da savasan iki devlet arasinda kalan
Ermenilerin, kendilerini ezen bu devletlerin ordularinda kendi topraklari
üzerinde birbirleriyle savasmaya zorlanmalaridir.Bu yüzden Ermeni halki böyle
bir savasi benimsemedi ve zorla silah altina alinma istemleri karsisinda
direndi.
Gençler kaçarak çeteler olusturdular. Bu dogal, ulusal bir
tepkiydi. Halk, savasan iki isgalci ordunun ikisine birden karsi koymak, böyle
bir savasi göze almak durumunda da degildi. Bu bakimdan alinan tavirlarin
büyük bir bölümü kendiliginden gelisti denilebilir. Sürgün ve soykirimin
basariya ulasmasinda bu ikili kiskaç ve örgütsüzlügün önemli bir dezavantaj
sagladigi da muhakkaktir.
SAVAS VE SARIKAMIS BOZGUNU
28 Haziran 1914'de 1. Dünya savasi patlak verdi. Osmanli
Hükümetinin savasa girmesi tesadüfi veya zorlama degildi. Savas
Osmanli imparatorlugu Kasim 1914'de savasa girer girmez Almanya'nin
tesviki ile Dogu'da Rusya'ya karsi büyük bir cephe açilir. Ermeniler
dolayisiyla Dogu cephesinin her an Huslarin eline geçebilecegini, bu yüzden
bir an önce Gürcistan'in isgal edilerek Azerbaycan'a ulasilmasini hesaplayan
Enver Pasa, acele zafer pesindedir. Ama ordu, Sarikamis'ta büyük bir bozguna
ugrar. Ciddi bir savas bile verilmeden, çogu donatim-sizliktan, açliktan ve
hastaliktan yüzbine yakin asker kaybedilir.
Almanya'nin özendirmesiyle, Azerbaycan'a ulasilarak Orta Asya
müslümanlarma ulasilacagi yönündeki irkçi-turan hayalleri ile büyülenen Osmanli
asker bürokrasisinin bu parlak'hayalleri "Sarikamis Felaketi " ile
tamamen sönmüs bulunuyordu. Yenilginin sorumlusu olarak Ermeniler
gösterilmektedir. Sarikamis bozgunu Ermenilerin "zorunlu göçettirme"
kararini ivmelendiren olaylardan biridir.
Osmanli Hükümeti'nin savasa girme kararindan hemen sonra
Ermenileri "iç düsman" olarak ilan eden politikanin yürürlüge
konulmasinin hemen ardindan bütün merkezlerde öncelikle halk silahsizlandirdi
ve komitelerin faaliyetlerine karsi siddet hareketlerine gi-risildi. Bu siddet
hareketleri ulusal direnmelerle karsilik buldu.
Seferberlik ilâni ile birlikte zorla askere alinan Rum ve
Ermeniler "Amele Taburlari" denen kitalarda toplanarak enterne
ediliyor; yol, maden gibi en agir islerde çalistirilarak öldürülüyorlardi.
Fakat Ermeniler, Osmanli ordusuna katilmayi reddediyor ve birçok bölgede ulusal
direnme olaylarinin baslangicini "zorla askere alma" olaylari teskil
ediyordu.
Zeytun, Van, Bitlis, Kayseri, Mamüretülaziz, Diyarbakir, Trabzon,
Sivas, Sebinkarahisar, Zara, Hafik, Gürün, Tarsus'da çatisma ve direnmeler
meydana geliyordu.
VAN
DIRENISI (Nisan 1915)
Seferberlik ilan edilmesi;
jandarmanin zorla askere alma girisimleri; silah arama bahanesiyle yapilan
baskilar ve ordunun Rusya üzerine sefere hazirlanmasi gibi nedenler; Ermeni
milliyetçiliginin merkezi konumunda olan Van'da kisa sürede fiili direnise
dönüsmekte gecikmedi. Nüfus olarak Ermeniler Van'da bir hayli yogundular.
Sosyal konumlari güçlüydü. Sinira yakin olmalari nedeniyle hem Iran hem de
Kafkasya'daki Ermenilerle yardimlasma avantajina da sahiptiler.Bölgedeki etnik
dengeleri gözeten Tahsin Pasa'nin yerine kisa bir süre önce atanmis olan Enver
Pasa'nin kayinbiraderi Cevdet Bey, yörede Ermeni kirimi hazirliklari içindeydi.
Sürdürdügü amansiz siddet
nedeniyle iliskiler olabildigince gerilmisti, iskence ettirdigi insanlarin
tabanlarina nal çaktirdigi için "Baskale Nalbanti" olarak anilan Van
valisi Cevdet Bey'in 4 Nisan 1915'de; Ermeni mahallelerinin kusatma altina
alinmasindan sonra görüsme bahanesiyle makamina çagirdigi Ermeni ileri
gelenlerini tutuklatmasi, bazilarini ise öldürtmesi bardagi tasiran son damla
oldu.
30 bin Ermeni, mahallelerin
etrafina siperler kazarak az sayida yiyecek ve cephane ile ordu kusatmasina
karsi Nisan ayi sonuna kadar Van'i büyük bir direnme ile savundular. Direnmenin
son günlerine dogru Rus Ordusu içindeki gönüllü Ermeni Fedaileri Van'a
ulasti.Van'li Ermeniler karsi ataga geçtiler. Van il merkezindeki bütün hükümet
binalarini; Osmanli Bankasi, Tekel, Posta Merkezi gibi stratejik noktalan ele
geçirdiler.
Hükümet bölgeye yeni ordu
birlikleri sevketti. Ordu, büyük kayiplar vererek ancak Nisan ayi sonlarinda bu
direnmeyi kirabildi. 250 bin Ermeni, geri çekilen ordu ile birlikte Kafkaslara
dogru göçetmek zorunda kaldi. 40 binden fazla kisi bu kaçista telef oldu. Van,
bastan basa yakilip yikildi.
Ermenilerin Van'daki bu zorlu
direnisi hükümetin sindirme politikasina karsi en ciddi karsi koyuslardan
biridir. Van direnisi basladigi sirada Mus ve Bitlis'te Ermeni hareketleri
kontrol edilemiyordu. Dersim bölgesinde Ermeni örgütleriyle Kürt asiretlerinin
isbirligi aramaya yönelmeleri; isyanin bütün bölgeye yayilma tehlikesi
hükümeti korkutmaktadir.
Van direnisi, Tehcir Karari'nin
yürürlüge konulmasi için hükümetin yararlandigi bir "isyan" bahanesi
olarak kullanildi.
VE TEHCIR KANUNU
Soykirim uygulamasi için resmi
ve kesin bir tarih vermek yanlis olacaktir. Çünkü bu plan, seferberlik
ilaniyla baslayip gittikçe tirmanan bir hazirlik ve planlama ile
gerçeklesmistir. "Tehcir Kanunu" bir dönüm noktasidir ve soykirimin
hukuksal dayanagini olusturan bir belgedir.
Tehcir Kanunu" basit bir
göçettirme kanunu degildir; Ermenilerin tasviyesi için savas kosullarim firsat
bilen Saltanatin planli bir yoketme eylemine hukuksal dayanak olarak
hazirlanmistir.
Benzer bir uygulamayi
Kemalistler 1937-38'de Dersim'de uyguladilar. Önce Tunceli Kanunu çikarildi. Bu
kanunla getirilen uygulamalar direnisle karsilasinca Jenosidle bastirildi.
Ardindan "Mecburi iskan'a tabi tutularak sürgün edildi Dersim halki..
Savas içindeki bir hükümetin bu
kapsamda bir göçet-tirmeyi ne ekonomik, ne idari olarak
yürütemeyecegi....tirmeyi ne ekonomik, ne idari olarak yürütemeyecegi daha
basindan bellidir. Tipki 1940'larda Yahudi'ler Nazilerce "Toplama Kamplar"inda
enterne edilirken ileri sürülen benzer bir bahanedir bu. Onlar da "Yahudileri
öldürecegiz, imha edecegiz' diye degil, "toplumdan tecrit ediyoruz"
adiyla yapmislardi bu eylemi..
"Tehcir"in savasla
ilgili geçici bir tedbir olmayip; Ermenileri tümüyle bu topraklardan koparmayi
amaçladigi, Kanunun tümünden açikça anlasilmaktadir. Göçedenlerin "tasinabilir
mallarini yanlarinda götürebilecekleri; veya bunlarin kendilerine sonradan
ulastirilabilecegi; gayri-menkullerinin ise müzayede ile satilarak
bedellerinin kendilerine ödenecegi" belirtilmektedir. Yani, Ermenilerin
ayrildiklari yerle tüm iliskileri kesilmektedir. O kosullarda mallarin müzayede
ile satilip paralarin kendilerine ödenmesi gibi bir sans olmadigi; bütün bu
gayrimenkullere yerel esraf ve agalar tarafindan el konula- cagi açiktir.
Tasinabilir zenginlikler ise, eger herhangi bicimde saklanabilmisse, goc
yollarinda milis vahsetini yurutecek olan bu haydutlar icin ayrilmis bir "bahsis"gibidir.
Saklanmis altin ya da ziynet bulacagiz diye kadinlarin gogusleri ve kundaklar
paramparca edilir..
"Tehcir" yasasi
cikartilmadan once 24 Nisan 1915'de Dahiliye Nezareti (Icisleri Bakanligi)
Ermeni Komite merkezlerinin kapatilarak yoneticilerinin tutuklanmasi girisimini
baslatmisti. Bu tarih Ermeni soykiriminin baslangici olarak kabul
edilmektedir.
26 Mayis 1915 gunu
Basbakanligin , Dahiliye Nezareti'ne gonderdigi yazida;
"Ermenilerin Dogu Anadolu
vilayetlerinden Zeytundan ve buna benzer yogun bulunduklari yerlerden,
Diyarbakir vilayeti guneyine, Firat nehri vadisine, Urfa, suleymaniye
yakinlarina gondrilmelerine sifaen karar verilmistir. Yeniden fesat yuvalari
meydana getirmemek icin Ermenilerin gocettirilmelerinde su esaslar goz onune
alinmalidir.
a) Ermeni
nufusu gonderildigi yerlerdeki asiret ve islam sayisinin % 10'u nisbetini
gecmemeli.
b) "Tehcir
Kanunu nün ardından, bu kanunun uygulanması sırasında direnenlerin en şiddetli
şekilde yok edileceklerine dair ikinci bir kanun daha çıkarılmıştır.
27 Mayıs 1915'de "Vakt-ı
Seferde icraatı hükümete karşı gelenler için cihadı asreyece ittihaz olunacak
tedbir hakkında kanun-u muvakkaf kabul edilir.
Bu kanuna göre uygulamalara
muhalefet edenler veya "silahla mukavemet edenler"in hemen tedip
edilmeleri ve mukavemet esnasında imha edilmelerine, tüm ordu birliklerinin,
komutanların "mezun ve mecbur" oldukları belirtilmektedir.
"Ordu, kolordu ve fırka
kumandanlarının icaba 11 askeriyeye mebni veya casusluk ve hıyan ettiklerini
hissettikleri kura ve kasabat ahalisini münferiden ve müctemiden diğer
mahallelere sevk ve iskân edebilecek/err de aynı kanunda belirtilerek; sürgün
ve soykırım çılgınlığı için bütün "hukuki formaliteler" yerine
getirilmiş oldu.7
Ardından bütün birimlerde din
adamları, tarikat şeyhleri, gericiler bu karara koşut olarak Ermenilere karşı
Kutsal "cihad" açtılar. Müslümanlar, "hak yoluna bu savaşta
Ermenilerin öldürülmesiyle cennete gidileceği ve mallarının helal olduğu"
çağrısıyla Ermenileri boğazlamaları için adeta kışkırtıldılar. Açlık ve
sefalet içindeki insanların pek çoğu da bir lokma ekmek, bir parça eşya için
bile bu işaretle harekete geçmeye hazırdı.
Sürgün diye yollara çıkarılan
insanların pek azı yerlerine varabildi. Çoğu yollarda öldürüldüler;
yağmalandılar. Zaten bir yerlere götürülmek için değil, ölüme sevkedilmek için
yurtlarından çıkarılıyordu bu insanlar. Direnenler korkunç bir kıyıcılıkla
oldukları yerlerde katlediliyorlardı. Erkek nüfusa ve yaşlılara hiçbir şekilde
merhamet edilmedi. Buna karşılık yanlarında çalışmak veya sahiplenmek için genç
kızlar, çocuklar veya delikanlılardan kimileri jenosidden kurtulabildiler.
Sürgünü yönetenler çocukları müslüman ailelere para ile satıyorlar; kadınları,
kızları hizmetçi olarak veriyorlardı.
22 Haziran 1915 tarihli bir
şifrede "..çıkartılmış Ermeni ailelerinden bikes (kimsesiz) kalan 20
yaşına kadar kızlarla, 10 yaşına kadar erkek çocukların güneye gönderilmeyerek
evlatlık olarak verilmeleri"8 ibareleri yer alıyordu.
1 Temmuz 1915 tarihli bir başka
genelge şifresinde; "..Ermenilerin bazılarının toplu olarak ya da ferden
din değiştirdikleri bu suretle memleketlerinde kalmaya çalıştıkları
anlaşılıyor. Din de değiştirseler gönderilmeleri emri veriliyordu.Jenosid
harekâtı, bütün bir süreç boyunca Başbakanlıkve içişleri Bakanlıginca
gönderilen buna benzer talimat ve sifrelerle idare edildi, yönlendirildi,
denetlendi.
Eylül 1915 tarihli bir
kararnamede Talat Paşa, Valilere şöyle yazmaktaydı.:
"Ermenilerin Türkiye
toprak/an üzerinde çalışma ve yaşama hakları bütünüyle kaldırılmıştır. Bu
konuda tüm sorumluluğu üzerine alan hükümet, beşikteki bebeklerin bile dışta
tutulmaması emrini vermiştir."9 ve sürgün kafileleri göç yollarında,
gittikçe tükenip kuruyan kan çizgileri oluşturuyordu.
"ZO'LARIN iŞiNi BİTİRDİK
SIRA LO'LARDA.."
Bu dönemde yalnız Ermeniler değil, Kürtler de kapsamlı bir sürgüne
tabi tutuldular.
Emperyalist savaş sırasında özellikle de başlangıcında Rumeli'ye
ve Batı'ya sürülen 3700 Kürt ailesinin de önemli bir bölümü açlıktan,
hastalıktan kırılmıştır. "Muhacirin Müduriyet'i Umumi"yesi (Göçmenler
Genel Müdürlüğü) göçmenlerin yerleştirilmesi ile ilgili yayınladığı talimatın
12. maddesinde "Kürtlerin ufak ufak kafileler halinde, silahlarından
arındırılarak değişik bölgelere gönderilecekleri, orada genel nüfusun % 5'ini
geçmeyecek biçimde yerleştirilecekleri; Kürt mültecilerin geri gönderilmeyecekleri;
Yozgat ve Ankara'ya Kürt reisleriyle, molla ve nüfuz sahibi kişilerin
diğer/eri ile ilişkileri kesilecek biçimde hükümet gözetiminde tutulmak üzere
gönderilecekleri." belirtilmektedir.(10)
Ermeni soykırımı ve zorla göçettirme gerçekleştirildikten sonra,
katliamın mimarlarından Nurettin Paşa'nın şu sözleri çok anlamlıdır. "Zo'larm
işini bitirdik, sıra Lo'larda..."
Nurettin Paşa, Koçgiri Halk Hareketi'ni bastıran Merkez Ordusu
Komutan'ıdır. Koçgirililerin sürülmesi, Anadolu içlerine dağıtılması teklifinde
bulunur. Gerçekten de Zo'ların "işi bitirildikten" sonra, sıra Lo'lara
gelmiş; Kürdistan'ın yeniden işgali ve sömürgeleştirilmesinde de aynı
yöntemler kullanılmıştır.
KÜRTLER VE JENOSİD
Osmanlı Hükümeti'nin plânlı ve sistemli bu soykırım uygulamasına
Kürt feodallerini ortak ettiği ve müslüman-lık adına, yoksul, sefil insanları,
sürgün edilen Ermeniler üzerine kışkırttığı da tarihsel bir gerçek. Bunun
yanısıra Türkiye ne zaman soykırım tartışmaları olsa savunmasının bir ayağını
da soykırımın başıbozuk Kürt aşiret çetelerince yapılmış olduğuna
dayandırır.ilk bağımsız Ermenistan meclisinde milletvekili olarak da görev
yapan ve Taşnaksutyun eski liderlerinden Garo Sasuni, Türkiye'de de yayınlanan
anılarında Kürtlerin soykırım sırasındaki konumu hakkında şunları yazar.
" 1-Kürtler ülkenin güney bölgelerinde, Ermeni kırımına çok
az ölçüde katılmışlardır.
Osmanlı idaresi aşiretlerden şüphe ettiği için reaya Kürtleri
sahneye çıkarıp, kısa vadeli jandarma olarak görevlendirip silahlandırarak,
kendilerine Ermenileri kırmalarına ve bırakılmış olan mülkleriyle
zenginleşmelerine izin verilmiştir. Osmanlı idaresinin kendilerine verdiği bu
yetkiden şımaran reaya Kürtler, kendilerine verdiği bu yetkiden şımaran reaya
Kürtler, Ermenilerin başına tam bir bela kesilerek, son derece insafsız
davranışlarda bulunmuşlardır, ve hatta şu veya bu aşiretin yanına sığınmış olan
Ermenileri de Osmanlı makamlarına ihbar etmişlerdir."
SOYKIRIM TARTIŞMALARI
Ermeni jenosidi toplumsal bir
olgudur ve yaşanmış bir gerçekliktir. Milyonlarca insanı etkilemiş ve
belleklere kazınmıştır. Bu olay, Ermenileri mülteci bir ulus haline
getirmiştir.Gerek jenoside uğrayanlar ve gerekse bu olaya tanık olan insanların
geçmişleri yaralıdır. Böylesine somut tarihsel bir süreci kriminolojik ve evrak
araştırması düzeyinde sunmak isteyen TC Diplomasisi bu yolda kimi çalışmalar da
yapmakta..
Örneğin; Talat Paşa, jenosidin sorumlusu
tutularak bir Ermeni komitacısı olan Sogomon Tehleyran tarafındanBerlin'de 15
Mart 1921 günü vurulduktan sonra tarihsel bir dava görüldüve Telleyran bu eyleminden
ötürü beraat etti.
Bu dava sırasında Talat Paşa'nın
jenosidin suçlusu olduğuna, Osmanlı Hükümetinin sorumluluğunu belgeleyen bir
kitap delil olarak mahkemeye! sunulmuştu. Aram Andonyan'in "Ermeni
Katliamına ilişkin Resmi Belgeler adlı kitabında 50'ye yakın Osmanlı belgesinin
fotokopileri verilmekte ve bu belgelerin Halep'teki Tehcir Bürosunda görevli
Başkatip Naim Bey'den temin edildiği belirtilmekteydi.
Türk tarafı ise bu belgelerin
sahte olduğunu ileri sürmüştü. TC diplomasisi belki bilinçaltı, belki de
bilinçli bir çarpıtma ile Ermeni jenosidini Osmanlı evrakları üzerinden ispatlama
ve çürütme yöntemini benimsemiş olacak ki, Şinasi Orel ve Süreyya Yuca, söz
konusu kitapta adı geçen evrakların sahte olduğunu kanıtlamak amacıyla "Ermenilerce
Talat Paşa'ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü" adlı bir kitap
yayınladılar. (TTK Basımevi, 1983) Böylece yüzbinlerce Etmeninin öldürülmemiş,
Ermenistan'da tek bir Ermeni bırakmam-öldürülmemiş, Ermenistan'da tek bir
Ermeni bırakmamacasına sürülmemiş olduklarını ispatlamaya çalıştılar.
Bir yandan da TC büyük bir
tantana ile Osmanlı arşivlerinin yerli ve yabancı tarihçilerin araştırmasına
açıldığını ilan etti. Ne var ki, Osmanlı arşivlerinin belli bir anlayışa göre
temizlenip düzenlenmiş olduğu kaygısı bir yana, bu biçimiyle bile incelemeye
açılan arşivler ise 1891 yılına kadar olan süreci kapsamaktadır. Oysa, sürgün,
jenosid ve kitle çatışmalarının başlangıcı ve Ermeni ulusal hareketlerinin en
yoğun yaşandığı tarihler 4893-1918 dönemidir. Bu döneme ait evrakların araştırmaya
açılmamış olması da TC'nin Osmanlı arşivlerini açma iddiasının ne kadar
göstermelik olduğunu gösteriyor.
Baskın Oran bu konuda şunları
söylüyor:
"..Dünyada şu anda bir
azınlıklar rönesansı yaşanıyor. Buna karşılık 80 yıllık bir Ermeni propagandası
söz konusu. Biz dramatik atılımlar yapmazsak gittikçe sıkışırız köşeye. Şimdiye
kadar yaptığımız en radikal iş, Osmanlı arşiv/erini 'açmak' oldu. Tırnak içinde
söylüyorum. Çünkü, 1691-1891 arası düzenlenip açıldı. Oysa, olaylar 1891"den
sonra. Çıkarılacak bürokratik zorluklan, arşivlerin ayıklanmış olup
olmadıklarını hiç saymıyorum. Olayların asıl olduğu 1915'0 sırasının 16 yıl
sonra geleceği hesaplanıyor bu gidişle."12
Öte yandan şurası açıktır ki, "Osmanlı
Arşivlerinin incelenmesiyle, Ermeni jenosidinin olduğu ya da olmadığı
ispatlanamaz. Çünkü, Ermeni jenosidi bir "evrak sahtekârlığı"
değildir ki, onu resmi yazışmalar arasında arayıp da bulabilelim. Ya da
kriminolojik yöntemlerle sahteliğini, gerçekliğini araştıralım. Jenosid
toplumsal bir olaydır, jenosidin gerçekliği ancak toplumsal-tarihsel
bilgilerle, olgularla ispatlanabilir. Bu gerçeklerin Osmanlı arşivlerine
yansımış olacağını varsaymak, resmi görüşün tuzağına daha başından düşmek
demektir. Bu soykırımı hazırlayıp yürütenlerin arkalarında yazılı bir belge
bırakacaklarını sanmak ise saflıktır.
Örneğin; 12 Eylül sürecinde
işkencenin bir devlet politikası olarak bütün hışmıyla yürüdüğünü herkes
bilir. Ama, hiçbir TC belgesinde "işkence devlet politikasıdır, sanıkların
ifadesi işkence ile tesbit edilir".demez. Tersine, anayasalarda,
.yasalarda, işkenceyi insanlık dışı davranışları yasaklayan, cezai yaptırımlar
getiren birçok maddeye tanık olursunuz. Ama, hiçbir sosyal bilimci, yasalarda
bunlar yazılı diye, hiçbir resmi yazışmada "işkence edelim, asalım-keselim"
diye belge olmadığına bakarak Türkiye'deişkence olmadığına karar vermez. Çünkü,
devlet işlediği suçları mümkün olduğunca kayıtlara geçmemeye, kazara
geçtiğinde de bunları ayıklamağa çalışır. Örneğin, işkenceden her tarafımız
morarmış, halsiz haldeyken elimize geçen gazetelerde devletin resmi
yetkililerinin şu beyanlarını okurduk:"işkence insanlık suçudur, Türkiye'de
işkence yoktur, bu devlet düşmanlarının uydurmasıdır."(!)
Kendini resmi görüşe kılıflar
hazırlamakla görevli sayan üniversite çevreleri ise 1915 soykırımını
reddederken, bu "zorunlu göçettirme"nin savunuculuğunu da yaparlar.
Onlara göre egemen bir devlet
olan Osmanlı'nın savaş içerisindeyken, cephe gerisinde "isyan"
çıkaran ulusal toplulukları tedbir amacıyla böyle göçettirme "hakkı"
vardır. Ermeniler kendilerine uygulanan bu göçettirmeyi "hak"
etmişlerdir. Göçettirme sırasında "meydana gelen üzücü olaylar" ise,
kendiliğinden gelişmiş ve istenmeyen olaylardır. Ölümlerin çoğu hastalıktan,
kötü yol koşullarından ve haydutların saldırılarından oluşmuştur.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu,
Cumhuriyette şunları yazıyordu;
"... Peki böyle bir
soykırımın Osmanlı hükümetince yaptırıldığı, hangi belgelerce saptanmış,
gazetelerimizin bir çok kez yazdığ gibi acaba Osmanlı arşivleri incelenmiş mi?
ileri sürülen bir olay, bir soykırım mı yoksa 'tehcir' mi? Heri sürülen bir
olay, bir soykırım mı yoksa 'tehcir' yani uzaklaştırma, ya da sürgün mü?
Şimdilik bu işte elebaşı
durumunda olan Dole bu noktayı incelemiş mi? Önümüzdeki pazar yazışında
bu olayın bir 'uzaklaştırma' • eylemi olduğu ve-bunun nedeni açıklanacak.
Şimdiden kısaca işaret edeyim ki, bu eylem meşru bir savunma eylemiydi, (abç)
O tarihte Çarlık Rusyasımn orduları Anadolunun ortalarına doğru ilerliyordu.
Osmanlı hükümeti savunma hattının gerisini güvence altına almak zorundaydı.
Anadoludaki Ermenilerin toplu olarak bu tarihte Osmanlı imparatorluğunun bir
ili ulan Suriye'ye gönderilmeleri bu zorunluluktan doğmuştu. Biz kalksak
Senatör Dole'ye sorsak, Amerikan hükümeti niçin Japonya'ya iki atom bombası
atarak yüzbinlerceinsan öldürdü ve milyonlarcasını kuşaklar boyu süren bir
sakatlığa sürükledi?
Dole'nin vereceği yanıt
herhalde şöyle olacaktır;
'Eğer bu bombalar kullanılmamış
olsaydı ll.dünya savaşı doğu'da daha uzun zaman sürecek ve bu yüzden
onbin-lerce Amerikalı asker daha ölecekti. Savaşın uzamasının doğuracağı
ekonomik yıkım da ayrı bir sorundu, bu nedenle o bombaları patlatmak
zorundaydık. Bu bir tür meşru savunma eylemiydi.'
Yüzbinlerce Japon'u öldürüp,
milyonlarcasını sakat bırakmak.-sürmekte bulunan savaşta ABD için meşru savunma
sayılırsa da yine sürmekte olan bir savaşta Osmanlı hükümetinin Anadoludaki
Ermenileri toplu halde güney illerinden birine sürgün etmesi meşru müdafaa
sayılmaz mı? Bu sürgün sırasında haydutların asker kaçaklarının, sorumsuz
kişilerin saldırısı yüzünden yağma ve ölüler olmuş olabilir. Böyle
saldırılardan doğrudan doğruya Türkiye de çok zarar gördü o savaş günlerinde..."13
Amerika'nın Hiroşima ve
Nagazaki'de yaptığı soykırımla, 1915'de Ermenilere karşı gerçekleştirilen
soykırım arasında analoji yapmak, bilinç altındaki bir suçluluk psikolojisinin
ilginç bir yansıması olsa gerek. 'Kemalistlerin "Pir-ı ordinaryüs ü
Velidedeoğlu doğru söylüyor. ABD'nin Hiroşima ve Nagazaki vahşetiyle
Türkçü-Turancı Osmanlı Yönetiminin Ermeni jenosidi birbirine çok benzer. Her
ikisi de gerçektir ve her ikisi de yirminci yüzyılın en büyük insanlık
suçlarıdır.Ilginç olan bir başka yan da, Talat Paşa'nın bu soykırımı
Cumhuriyetçi Kemalistler kadar cüretli savunmamasıdır.
Talat Paşa, Berlin'de ölüm
korkuları ile yaşarken tarih önündeki yargılamasına karşı savunmasını da
hazırlamış olmalıki anılarında şunları yazmış; "..Bunun üzerine genel
karargâhta Ermenilerin göçetti-rilmesi hakkında bir kanun hazırlanarak Nazırlar
Kurulu'na sunuldu. Ben, kanunun tamamiyle uygulanmasına karşıydım. Jandarmalar
tamamen, polisler de kısmen ordu hizmetine alınmış ve yerlerine milisler
konulmuştu. Göçün bu yollarla yapılması durumunda cok cirkin sonuclar elde
edilebilecegini biliyordum.Dolayısıyla geleceği düşünerek bu kanunun uygulanmamasında
ısrar ettim ve yürürlüğe girmesini geciktirmeyi de başardım."(14)
Resmi ideolojinin "sürgün
meşruydu" adı altında soykırımı onaylayan bir mantığı savunabilmesi
gerçekten ürkütücü...Türk ırkçı ve şövenistleri Ermeni jenosidini "vatana
ihanet edenlerin cezalandırılması olarak meşrulaştırmaya çalışıyor.
Kemalistler ise, aynı meşrulaştırmayı "ulusal kurtuluş savaşı veren"
ya da "savaş içindeki Osmanlı tarafından (Türkiye'nin) kendisine cephe
gerisinde güçlük çıkaran grupların başka bölgelere sürülmesi" biçimiyle
yapıyor.
TÜRK SOLUNUN ERMENi POLİTİKASI
YOK...
Türkiye'de sosyalist hareket
ise henüz Ermeni sorunuyla Türkiye'de sosyalist hareket ise henüz Ermeni
sorunuyla ilgili bir tarih tezi oluşturmuş değil.
"1915 bir soykırım mıydı,
değil miydi? Ermenilerin kitleler halinde sürgün edilmeleri "meşru"muydu?
Değilse buna karşı nasıl bir tavır takınmak gerekir?" sorularına yanıt
vermiş değil. Ama, resmi tezlerin utangaçça onaylanması anlamına gelebilecek
bazı şeyler söylendiği de oluyor:
"Osmanlı imparatorluğunda
Ermeni ve Hum azınlık burjuvazileri işbirlikçiydiler, imparatorluğa
emperyalizmin girmesinde önemli fonksiyonları olmuştu" ya da "Ermeniler.batılı
emperyalist devletlerin kışkırtmalarına alet oldular" gibi saptamalar
yapılıyor. Bunların arkasından sürgün ve jenoside dair birşey söylenmeyince
ortaya çıkan sonuç; "emperyalizmin işbirlikçisi olan ve onların
tahrikleriyle hareket'edenlerin" başına bulur şeylerin gelmesinin doğal ve
hatta meşru olduğudur. Sol okuyucu satır aralarını kolaylıkla böyle
okuyabiliyor. Ayrıca, bunu açıkça söyleyenler de var...
Özellikle 'sol' örgütlerin konu
üzerindeki sistematik görüşlerini öğrenmek için çabalandığında, TKP'den
itibaren günümüze kadar hiçbir örgütün özgün çalışma ve önermesi saptanamıyor.
Dersim Jenosidini "Kemalist sol burjuvazinin, parmağına ortaçağı dolamış
feodalizmi tasviye için enerjik reform/arı" olarak tanımlayan TKP; Kazım
Karabekir'in ikinci Ermeni harekatı için bakın neler söylüyor.
1920'de Ethem Nejat'la birlikte
Mustafa Kemal'a yazdıkları mektupta Mustafa Suphi şöyle der; "..bu
Türklerin Ermeni düşmanlığı ile ilgili birşey değildir. Emperyalist işbirlikçi
Ermeni-Taşnak hükümetinin ortadan kaldırılması için yapılmış bir
harekettir..siz de bizi yalancı çıkarmayacak biçimde böyle açık/ayın"..15
Mete Tuncay, TKP'nin bu tavrını
"benim gözümde Mustafa Suphi ve arkadaşlarının enternasyonal olmaktan
önce ve ne kadar daha çok Türk milliyetçisi olduklarının kanıtıdır" diye
değerlendirmektedir.
1933'de TKP'li Dr.Hikmet
Kıvılcımlı, "Yol' serisinin son kitabı "ihtiyat Kuvvet;Milliyet Şarkf
kitabında , Kürdistan üzerine olduğu gibi Ermeni sorununa da eleştirel bir
bakış geliştirmiş fakat kırkaltı yıl günyüzüne çıkarılmamıştır.
Kadroları içinde Ermeni kökenli
devrimcilerin bir hayli yoğun olduğu TKP/ML de bile Kaypakkaya nın "Kürt
Milli Mese/es/'ndeki tezlerinde belirlenen "Tarihsel Haksızlık"
tesbiti ile; propaganda ve ajitasyonda kullanılan "çeşitli milliyetlerden
halkımız" söyleminin geliştirilmediği, açımlanmadığını görüyoruz.
Bunların dışında kimi
dergilerde resmi görüşler hakkında, kısa makale ve değerlendirmelerin
bulunması, "geçerken" değinilerde bulunulması sorunun ciddiyetini
ortadan kaldırmamaktadır. Ermeni sorunu yalnızca Kemalist araştırmacı ve
yazarlar ile, ırkçı-şoven ideologlar arasında tartışılan bir "münazara"
olarak kalmıştır..
Osman Aytar'ın Medya Güneşi
yayınlarından çıkan "Hamidiye Alayları'ndan Köy Koruculuğuna"
araştırması da Soykırım ve Kürt-Ermeni ilişkilerine perspektif açan düzeyli
bir araştırma..
Geçtiğimiz yıllarda Taner
Akçamın iletişim Yayınları arasında çıkan "Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni
Sorunu "isimli denemesi de "sivil toplumcu" akımın, ulusal sorunlara
ilişkin'tepeden" bakışını yansıtmakla birlikte "resmi tarih
tezlerinin" dışına çıkmasıyla önemli bir yer tutmaktadır.
Yalçın Küçük'ün "Bir
Ermeni Papazı'na Mektuplarda soruna ilişkin "karşı tezler"ini de
sayarsak; konu üzerine resmi görüş dışına çıkan yazınsal alanın ne kadar kısır
ve mayınlı olduğu ortaya çıkar.Kürt bir baba ve Ermeni bir annenin çocuğu
olarak her iki kültürle büyüyen Serdar Can' n; büyükanne ve annesinden
(Diyarbakır mapuslarınm sevgili anası Sıdıka Can) aktardığı soykırım dönemi
gerçek hikayelerini masallaştırdığı "Ninemin Masalları"; bu döneme
ilişkin edebi bir sorgulamanın başlangıcı gibi görülüyor.
Yine Diyarbakırlı Ermeni bir
ailenin çocuğu olan ve Eliz Kavukçuyan Edebiyat Ödülü alan
Ansiklopedisi Pars Tuğlacı'nın
Ermeni Mimarlar Ekolü "Dadyan Ailesi"yle; Klasik Ermeni Edebiyatı'ndan
Seçmeleri derlemesi; ve "Hegnar Çeşmesi" adıyla ilk kez bir Ermeni
romanının Türkçeye çevrilmiş olması bu boşluğu kapatmaya elbette yetmez..
BİLİMSEL ARAŞTIRMANIN ÖNÜNDEKİ
ENGELLER...
Bilimsel araştırma yapmak
isteyenlerin çeşitli engellemelerle karşılaştıkları bilinen bir gerçek.
Üniversitelerin bu konuda da
objektif araştırmaları özendirmediği açıktır. Sadece resmi ideolojiye malzeme
üretimi teşvik edilmektedir ki bu da yeteri kadar zaten var. Ermeni ulusal
hareketleri üzerine resmi tezlere yakın duran bir araştırmanın bile nasıl
engellerle karşılasa bileceğini Nurşen Mazıcı'nın araştırmasına yazdığı önsöz-
"... TC Başbakanlık Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığına 28 Ağustos 1984
tarihinde Ermeni sorununa ilişkin 1895-1914 dönemine özgü belgeleri incelemek
için yaptığım başvuruya arşivin...... sayılı kararıyla (önce izin verildi)
sonra iptal edildi. Böylece, bu arşivden yararlanamadım, ikinci kez aynı
istemle Patrikhane arşivine sözlü başvuruda bulundum. Ne varki arşiv Müdürü
sayın Kevork Pamukçuyan çalışma dönemine (1985/1914) ilişkin belgelerin Patrik
Zaven'ce yurtdışına kaçırıldığını söyledi. Buıadan.da umudu kesince,
kurulduğundan bu yana hiç kapatılmayan 79 yıllık Jamanak gazetesi yetkilileriyle
göç dönemine ilişkin haber ve yorumları incelemek üzere görüştüm. Onlar da
Jamanak'in tüm ciltlerinin yitmiş olduğunu söylediler. Bir de bu çalışma bana,
ülkemizde akademik çevrelerde bile bilimsel çalışmanın niteliğinin, çok iyi
kavranmadığını, yaptığımız araştırmalarda kesinkes bir yanı tutmamız
gerektiği yanlış anlayışının egemen olduğunu öğretti.
.../ancak bildiğim akademik
yaşamım boyunca bu ve buna benzer bir konuda çalışma yapmayacağım konusunda
kesin yargıya varmış olmam."(16)
Bir doktora öğrencisine "tövbe"
dedirtecek engellemelerin konuya objektif yaklaşmak isteyenlerin yasal ve
yasadışı pek çok engeli daha karşısına alması gerektiği açıktır. Bilimsel
araştırmayı, "kahramanlık" haline getiren, bu ortamdan sağlıklı
ürünler çıkmayacağı açıktır. Ermeni sorunu da diğer bütün ulusal kökenli
sorunlar gibi resmi politikaların dışında araştırılıp, çözümlenmeye muhtaçtır.
Bu her kesim için böyledir. Hatta Türk burjuvazisi bile bu resmi tezler
üzerine politika üretemeyecek hale gelmiştir.
Ermeni soykırımı, jenosidi
tarihsel bir olgudur. Tarihsel olayların belgelendiği bütün yöntemlerle belgelenmiştir.
En başta Anadolu'daki yoğun Ermeni nüfusundan sürgün ve göç rakamları
çıkarıldığında, bir buçuk milyon insanın yok edildiği görülmektedir. Resmi
tezler bu kayıp rakamı kırparak üçyüzbin olarak göstermektedir. Rakamı
büyültsek de küçültsek de olgu, bir ulusun vatanından koparılıp atılarak imha
edilmiş olmasıdır, vatanından koparılıp atılarak imha edilmiş olmasıdır.
Cumhuriyet'ten sonra da sürülen Ermeniler ülkelerine geri dönememişlerdir.
Trajedi devam etmiştir. Sorun son 5 derece basitleştirilse; sadece "tehcir"
olarak adlandırıl-" sa bile; kapsamlı bir ETNiK ARINDIRMA harekatı olma
özelliğinden hiçbifşey kaybetmez.
Ermenilerin vatansı-zlaştırılması;
zenginliklerine, mal mülklerine; tarihsel-kültürel miraslarına varana kadar
herşeylerine (kadın ve çocuklarına da...) el konulduğu gerçeğinden hiçbirşey
kaybetmez.
Bu büyük insanlık dramının.
Ermeni soykırımının üzerinden 80 yıl geçti... Ama dünyamızda halen etnik
boğazlaşmalar; mazlum uluslara dayatılan haksız sömürge savaşları; soykırımlar,
zulümler sürüyor.. Bu tarihsel haksızlıkların izleri ve toplumsal sonuçları
halen kanıyor..
Bir bütün olarak insanlık,
ulusların barış içinde bir arada eşit hak ve özgürlükler temelinde yaşayacağı
bir SiSTEME ulaşmak için bu tarihsel olguları gereği gibi değerlendirip,
bilince çıkarmakla yükümlüdür.
(1)24 Kasim 1945 tarihli
Times/Londra Gazetesinin "Nazi Almanyasinin Savas Yolu" baslikli
makalesinde: Hitler'in 22 Agustos 1939 günü yüksek rütbeli komutanlarla
tertipledigi bir toplantida yaptigi konusmada söyledigi bu söz ile ilgili
zaptin 23 Kasim 1945 günkü Nürnberg Harp Suçlulari Mahkemesi durusmasinda savci
tarafindan delil olarak ilen sürüldügü yazilmaktadir.
(2) Osman A
(2) Osman A
Yorumlar
Yorum Gönder