Savaş karşıtlığı tartışmaları ve Kürdistanlılar...

Değerli Dostlar,

Blok iletişim grubunda alevlenen Savaş Karşıtlığı bağlamında Kürt hareketinin ve sosyalistlerin tutumu üzerine yoğunlaşan tartışmalara ben de birkaç değinme ile katılmak istiyorum.

Aslında görüşlerimin önemli bir kısmı diğer tartışmacı arkadaşlar tarafından dile getirildi. Bununla beraber en azından durduğum yeri göstermek ve önemli saydığım bazı konuların altını çizmek gereği duyuyorum.

Herşeyden önce Kürt halkının ve bu toplum adına politika yapan örgüt ve grupların büyük bir çoğunluğunun savaştan yana olduklarını, savaşı istediklerini ima etmek bile çok büyük bir haksızlıktır. Ortadoğu’da savaşın en büyük acılarını,yıkımlarını yaşamış olan toplumların başında Kürtler gelmektedir. Onbinlerce gencini yitirmiş, toplu kırımlara, kitlesel göçlere, toplumsal yıkımlara uğramış halkımızdaki özgürlük ve huzur arayışı nasıl gözardı edilebilir? Hiçbir Kürdistanlı örgütün savaş yanlısı olduğunu duymadım, bilmiyorum. Onlar da savaşın içinde pişmiş olmalarına rağmen, bunun getirdiği acı ve yıkımların en yakın tanıklarıdır.
Bu nedenle tartışmalardaki bu yönlü imalar toplumsal ve siyasal gerçekliğimizle hiçbir şekilde örtüşmüyor. Savaşın yüzünü çok az görmüş insanların, Ortadoğudaki savaşların başlıca mağduru olan bizleri “Savaş istiyor musunuz istemiyor musunuz, savaşa karşı mısınız, değil misiniz” gibi ahlaki bir imtihana çekmeye kalkışmaları ne kadar acı verici! Kürtlerle stratejik ortaklıktan bahseden ama onların yaşadıklarını, duygularını anlamaktan bu denli uzak bu yargılayışlar aramızdaki yabancılaşmayı göstermiyor mu?
Sosyalistlerin ezilenlerin meşru direnme mücadeleleri dışında, emperyalist savaşlardan yana olması mümkün müdür? Kuşkusuz hayır!

Bana göre tartışmadaki mantığın özünü, kodların hemen hemen bütünüyle değiştiği günümüzde, sanki eski veriler geçerliymiş gibi denklemler kurulması oluşturuyor. 90’lı yıllardan önce belki böyle iki bilinmeyenli denklemler kurmak kolaydı. Bir tarafta emperyalistler, obür tarafta proletarya sosyalistleri oluyordu, ya birindendiniz ya öbüründen! ABD yeni dünya düzeninin efendisi olarak tek başına da olsa Ortadoğu’ya kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir dizayn vermek istiyor. Bu doğru! O halde buna karşı çıkmak gerekir! Denklemin bu yanı da doğru, ama ya öbür yanı! Peki buna karşı biz neyi savunacağız? Ortadoğudaki mevcut düzeni/statükoyu mu, denklemin diğer yanına karşı olduğumuza göre bu yanında mı olmalıyız? İşte burada işler karışıyor. Çünkü Ortadoğunun mevcut statükosu da yine emperyalizmin çıkarlarına, bölge gerici diktatörlüklerinin halklar üzerindeki tahakkümüne dayanıyor. O halde denklemin sadece bir yanını gösterip, diğer yanına mecburmuşuz gibi dayatmanın anlamı yoktur. Burada bizim kendi bağımsız politikalarımız olmak zorundadır. Henüz uluslararası dengelerde söz sahibi olacak bir güç olmadığımız göre, izleyeceğimiz bağımsız politika, mevcut çelişmeler ve statüko bozulmalarından kendi lehinize yararlanma, özgürlük alanını genişletme yolundaki bir uğraş olacaktır. Hangi sınıf adına veya hangi etnik, dinsel kimlik adına politika yaparsak yapalım işin reel yanı budur.. (Tartışmaya Hassan El Kafi ismiyle katılan arkadaşın belirttiği gibi tarihin ahlakı yok! Ve bundan biz sorumlu değiliz..)

ABD’nin dünyanın canını istedikleri yörelerine, askeri zor kullanarak çeki düzen verme rahatlıklarına karşıyız ama bu bizi Saddam türü bölge gericiliklerinin savunulması için de zerrece harekete geçirmez. 1 Aralık’taki mitingte olduğu gibi Kürtleri kitlesel olarak katılımdan alıkoyan bu olgudur. Savaştan yana oldukları, savaşı istedikleri için değil; kendi cellatları olan bir rejimin sonu için zerrece kıllarını kıpırdatmak istemedikleri için... Saddam rejiminin zehirli gazlarıyla boğulmamış, yüzbinlerce kitlenin karda kışta dağlara vurarak göçetmesini, yüzbinlerce insanının Anfal kampanyasıyla yokedidiğini yaşamamış olanlar için, ABD emperyalizmine karşı Saddam rejimini görmezden gelmek belki mümkündür ama ya Kürtler, Kürdistanlılar için böyle midir? Bunu böyle görmediğiniz zaman da elbette Blok da çatlar, beton da!

Güney Kürdistanlılar -Süryaniler, Türkmenler, Yezidilerle birlikte- bugün biraz olsun rahat yüzü görebiliyorlarsa bu 36. paralelden yukarı uygulanan uçuş yasağı ve Çekiç Gücün himayesinde olduğu içindir. Yoksa Saddam tanklarının Kürtleri tekrar dağlara sürmesi sınırlara yığıp perişan etmesi için 24 saat yeterlidir. Bir bahane olduğuna kuşku yok, ama ABD, Saddam rejimini “kitle imha silahlarını, özellikle kimyasal-biyolojik silah üretimini”durduması gerekçesini ileri sürmüyor mu? Irak’ın kitle imha silahlarının başlıca hedefinin somut olarak Halepçe’de yaşandığı gibi Kürtler olduğu belli değil mi? Peki denklemler kurulurken, bu somut olgulara alternatif çözümler üretmesi gerek miyor mu sosyalistlerin? Bunların somut cevabının olmadığı, Saddam rejiminin mağdur, masum ve kurban olarak görüldüğü tek yanlı denklemlere Kürtler coşkuyla ve kitlesel destek niye versinler ki?

Bu bakımdan tartışmanın bir yanıyla Blok içinde alevlenmesi ve “1 Aralık” mitingine kitlesel bir katılımın çok düşük olmasıyla, Kürt tarafının savaş karşısında ikircikli olmaları vb türünden eleştirilere muhatap olması noktasından başlaması aslında küçük bir ayrıntı değil temel bir ayrımdır bana göre. Bu ayrımn Blok’a adeta stratejik bir değer biçen, hatta Türkiye sosyalist hareketinin on yıllarının ayrılığından sonra tekrar Kürtlerle bareber “ortak örgütlenme ve iktidar şansı” yakalaması vb. gibi bakanların yanılgısını göstermesi açısından öğreticidir de.

Bana göre Blok, seçimler ve parlamento araçlarını kullanarak Türkiye’deki demokratikleşmeyi tabanda ve siyaseten zorlayabilecek bir taktik ittifaktı sadece. Bu da son derece önemli bir konsept olmakla beraber, Türkiye’li sosyalistler izlediğim kadariyle bazı yersiz heyecanlara kapıldılar. Bu heyacan, Kürt hareketinde Kürdistan konseptinin ideolojik ve nesnel olarak bittiği ve yeniden TÜRKİYE birimine dönüldüğünün varsayılmasına dayanıyordu. Ve heyacanın bu yanı Kürdistan gerçeğini tanımak yerine onu hemen unutmaya hazır, onun yerine hemen bir dayatılmış TC sınırları geçirmeye hazır ve bu anlamıyla da değişmemiş bir sosyalist Kemalizmin varlığını gösteriyor.(Belki siyasal bilinçaltına bastırılmış şöven arzular demek daha doğru...) PKK’nin strateji değiştirmesi ve düzeniçi söylemler geliştirmesi “Türkiyelileşme” hevesini artıran başka bir kaynaktır kuşkusuz. Blok, Türk sosyalistlerine özlemini çektikleri coşkulu kitlesel bir taban sunduğu için de daha çok sarılınması gereken bir manivela gibi göründü. Oysa son yirmi beş yılda köprülerin altından çok sular aktı, Kürt ulusal demokratik hareketi Türkiye sosyalist hareketinden tamamen ayrı ve bağımsız bir eksene oturdu. Kürdistan toplumu, hemen hemen tüm kesimleriyle, kendi sosyal, kültürel politik gerçekliklerine bağlı olarak farklı politik ihtiyaclar ve biçimlenmelerle kendi yolunu bulmaya çalışmaktadır. Etnik sosyal farklılığın siyasal, ideolojik ve hatta psikolojik iz düşümleri çok kesindir. Bunun kabul edilmesi gerekiyor. Bu sürin elbette Türk emekçileriyle çakışan boyutları da vardır ve bundan sonra da olacaktır. 3 kasım seçimlerinde DEHAP’ın aldığı oy oranının Kürdistan haritasını çizmesi bir tesadüf ya ada ayrıntı gibi değildir. Bu olgu Kürdistan toplumunun farklı bir siyasal zeminde durduğunun bir kez daha görülmesi biçiminde algılansaydı, bazıları “1 Aralık” mitinginden hayal kırıklığına uğramayacaklardı. Çünkü hayal kırıklığının temeli bence Kürtlerin “savaşa duyarlılığı, duyarsızlığı” vb gibi ahlaki yargılara değil, Kürdistan’ın nesnel ve özgün durumunun yine görmezden gelinmesi, yok farzedilmesine dayanıyor.

Bu durum, Kürt ulusal demokratik hareketinin “ulusal” karekterinden kaynaklanıyor gibi, o tarafa hafif milliyetçi küçüksemesi, kendilerine ise biraz üstten sosyalist üstün bilinç yakıştırması yapmakla da açıklanamaz sanırım. Kürt ulusal demokratik hareketi PKK’nin cizgi değiştirmiş olmasından sonra bile halen dünyada sosyalist değerlere bağlı önde gelen ulusal demokratik hareketlerinden biridir. Döğüşen, çalışan, önde giden kadroların çoğusu sosyalist değerlerle hareket etmekteler. Türk sosyalistlerinin Kürt ulusal hareketiyle çeliştikleri her yerde, kendilerinin sosyalist, diğerlerinin ise milliyetçi olduğu ve bu yarılmayı bu nedenle “anlayışla” karşılamak gibi bir olgunluk göstermelerine oldukça alışığız. Ne ki bu yarılmanın kendilerinin verili olarak egemen tarafta bulunmaları ve kendilerini bir türlü eşitlemek istememelerinden kaynaklandığını görmek istemiyorlar.

Politika nesnel olgular üzerinde yapılır. Olgular yok sayılarak, başka şeylermiş gibi varsayılarak ancak hayalkırıklıkları, dargınlıklar veya zorlamalar, bastırmalar üretilebilir. Çok değil bir ay önce İstanbul’da kendi kimlikleriyle varolmak isteyen Kürdistanlı emekçilerinin katılımıyla yüzbinlerce kişinin katıldığı coşkulu bir miting düzenlenebilirken, bir ay sonra “Savaş karşıtlığı” adına düzenlenen mitinge Blok adına ancak birkaç bin kişinin katılabilmesi bu farklılıktan kaynaklanıyor. Bu yüzden de Kürtler yüzbinlerce katılımla alanları doldurduğunda bo potansieyelin sırtına büyük projeler bindirecek kadar coşkulanıyorlar ama aynı kitle bir başka miting kendi çıkar ve taleplerine cevap vermediği için alanları boş bıraktığında ise vakit geçirmeksizin onu ahlaki olarak yargılamaya girişiyorlar. Oysa önce bu farklılığı anlamaları onun nesnel zeminini kabul etmeleri gerekir. Yoksa diğeri anlamsızdır. Bunun savaş yandaşlığı veya karşıtlığıyla bir ilgisi yoktur, Saddam rejiminin yıkım ve zülmüne uğramış bir halkın, bu kanlı diktatörün bir biçimde gidişine karşı alanlara çıkmasını beklemek, işte Türkiyeli sosyalistlerin yanılgısı budur..

Belki şöyle fantazik bir senaryo ile modelleyebiliriz olayı: Kenan Evren bir Avrupa gezisi sırasında diyelim İngilizler tarafından tutuklansaydı ve gözaltında kaba bir muameleye tabi tutulsaydı, birileride hem “emperyalistlerin iç hukukumuza müdahalesi” hem de “yaşlı bir adama siyasi nedenlerle işkence yapılmasını protesto etmek” gibi gerekçelerle ve belki de tamamen “insani” olduğuna inanılabilecek başka gerekçelerle bir miting düzenlemek isteseydi, merak ediyorum acaba 12 Eylül tezgahlarından geçmiş kaç devrimci koşa koşa giderdi bu protesto mitingine ? Arkasından yapılabilecek ahlaki eleştiri ve çözümlemeler ne derece anlamlı olabilirdi? İngilizlerin halkların gözünü boyamak ve diğer hukuksal müdahalelerine yol açmak için bunu yaptıkları yolundaki siyasi değerlendirmeler, o protesto mitingi için kılını fazla kıpırdatmak istemeyen 12 Eylül mağduru devrimcilerin vicdanına ve beynine ne kadar hitap ederdi? Ki onlar belki kenan Evren’in bir devrim mahkemesinde yargılanmasını düşlüyorlardı, ama en azından eski müttefikleri tarafından bile böyle ayağa düşmüş olduğunu görmekten mutlu olmayacaklar mıydı dersiniz? İşte Pinochet örneği!!

Modellemedeki özne ve nesnelerin ilişkilerindeki gibi Saddam rejimi, ABD ve Kürt halkı arasınhda benzer bir ilişki olduğunu görürüz. Ve tüm bunlar kurgusal değil nesnel gerçekliklerdir.

Birileri savaşın getirdiği yıkımın örneklerini vererek bu savaşa karşı olmamızı gerektiğini söyleyecekse buna hiçbir biçimde itiraz etme olanağı yoktur. Ama birileri yine aynı şekilde mevcut statükonun halklar üzerindeki yürüttüğü diktatörlüğtün eleştirisini getirdiğinde de buna itiraz etme şansı olmamalı. Eğer asıl mesele Irak’lı çocukların hayatını kurtarmaksa, bunu en iyi Saddam rejiminin yapacağını kim söyleyebilir? “Savaşa karşı mısınız değil misiniz” , diye sorgulandığımızda, biz de şöyle sorabiliriz “Bölge gericiliklerinden yana mısınız !” Böyle bir soru sorulmasına eminim sosyalistler içerlmeyeceklerdir. Ne demek bu, elbette Saddam gericiliğine karşıyız ama... evet bu ama’ların diğer yanı da Kürdistanlı sosyalistler için geçerli olamaz mı? Oysa denkleri tüm bilinen ve bilinmeyenleriyle ortaya koyup, tek boyutlu sorgulalamalardan, eski kodlamalardan çıkılarsa sanırım birbirimizi daha iyi anlayabiliriz.

Gelelim öbür tarafa: Bir ABD müdahelesinin Kürtlerin mevcut statülerini kenrdi lehlerine daha iyileştirmelerinin olanağı vereceğini düşünen birçok kürdistanlı kesim var.

Kürdistan’ın uluslarası sömürge statüsünün bölgedeki denge değişiklikleriyle birlikte, değişebileceği, en azından Kürt halkı yararına yeniden düzenlenmesinin bakımından fırsatlar yaratacağı söylenebilir. Ama bu mutlak değildir, bana gönre statü değişikliğinin şu veya bu şekilde Kürt halkı lehine bir pozisyon sağlamasının tek güvencesi olabilir, o da Kürdistanlı güçlerin kendileri adına bir siyasi aktör olmayı becerebilmesiyle doğru orantılıdır. Zaten İster ABD ister bölge gericilikleri bundan böyle Kürtleri siyasi bir özne olarak hesaba katacaklarsa,bu onların iyi niyetindenr değil kürt toplblumun on yıllardır verdiği dişediş ölüm-kalım kücadelesinden dolayıdır. Kürdistanın Ortadoğunun ortasında dinamik devrimci potansiyeller taşıyan bir toplumsal yapı göstermesin gerçeğinden ve onun bir biçimde –elbette mümkün olan en az haklarla sınırlandırmış olarak_ sisteme dahil edilmesine inandıkları içindir.

Ben ABD müdahalesinin Kürtlerin kesin yararına sonuçlar vereceğine, Irak’taki rejimin demokratikleşmesine yarayacağı gibi görüşlere katılmıyorum. Yalnız ideolojik gerekçelerle değil, somut siyasal olgular bakımınhdan da. Herşeyden önce Dış müdahalelerle bir rejimin demokratikleşmesi mümkün olmadığı gibi, kitle desteği olmalyan kulla rejimlerin de demokratik yapısından sözedilemez.
Diğeri ABD’nin Kürtleri siyasal ve topqlumsal bir olğgu olarak tanıyan bir mantıkla yaklaşan reel politikalarına karşı TC’yi feda edeceklerini düşünmüyorum. Onu azami ölçüde memnun edecet seçenekleri terncih edeceklerdir. TC’yi memnun edecek seçenekler ise Kürdistan’daki devrimci ve demokrasi güçlerinin köjtürümleştirilmesi, mevcut defacto kazanımların sınırlandırılması veya bir adım daha ileri çıkması önlemek biçimindeözetlenebilir.

Bir ABD müdahalesi ve Irak’ta bir rejim değişikliğinin gerçektende Güney Kürdistan halkının halkının kendi kendini yönetme koşullarını kesinlikle garanti ayltına almayacağıdır.. Bir olasılıktır, fakat Irak’ta ABD’ye yakın yeni bir merkezi yönetim oluştuğu zaman Güney Kürdistan’ın şu anda sahip olduğu birçok fiili kazanımı terketmesi için çok güçlü bir baskı ile karşılaşması çok daha mümkündür. “Çünkü o zaman Güney Kürdistan’daki defacto duruma tahammül etmek için ne TC’nin ne de ABD ve diğer emperyalistlerin çok fazla nedenleri olmayacaktır. Dahası istikrarı tehdit edeceği düşüncesiyle mümkün olduğu kadar sınırlamak isteyeceklerdir onu. Bugün Saddam rejimi karşısında bir ağırlık olması olumlu görülen Kürtlerin, yarınki Irak yönetimine karşı “ayrı” bir ağırlık merkezi oluşturmaları sakıncalı görülebilecektir.”

Aslında bir ABD müdahalesinin Güney Kürdistan halkının geleceği için daha iyi bir siyasal pozisyon sağlayabileceği konusunda, Güney Kürdistanlı örgütler daha dikkatli davranıyorlar. Dikkatli bir politika izlemeye çalışıyorlar. Çünkü onlar Körfez Operasyonu sonrasımnda nasıl da saddamla yüzyüze bırakılıp toplumsal bir perişanlığa itildiklerini yakından biliyorlar. Ayrıca eninde sonunda en azından komşu olarak Irak halkıyla birlikte yaşacaklarının bilincindedirler ve geleceği kurarken bu yanı da her szaman hesaplamak zorunhda olduklarını biliyorlar. Bu nedenle de sanıldığı gibi ABD’nin gönüllü askeri falan olmak istediklerini düşünmüyorum. Bunun en iyi kanıtı ABD’nin bizzat kendi üslerinde parayla topladığı Güneyli insanları paralı asker olarak eğitme ihtiyacı duymasındandır. (Son günlerde basında da yer aldı bu haberler..)

Kürdistanlı yurtseverlerin büyük bir çoğunlukla Güney Kürdistan’da daha ileri bir hukuksal bir kazanım sağlanmasını arzu ettikleri, gelişmelerden hem büyük bir umuda hem de endişeye kapıldıklarını da söylemeliyim. Bu da ABD müdahalesine hayırhah bir tutumla sempati gösterenlerin sayısını çoğaltıyor. Oysa Güney Kürdistan’daki sürece devrimci ve olumlu yönde müdahale edebilmenin en iyi yolu, Kuzeydeki siyasi harekette söz sahibi olabilmek, onu caydırıcı bir faktör haline getirebilmektir.
Buna karşılık ister askeri müdahale ile ister siyasi zorlamalarla Irak’ın statüsünün değişmeyeceğini söylemek de artık mümkün görünmüyor. Bu değişim içinde Kürdistanlı devrimciler için yararlanibilecek önemli iki öge vardır: birisi herhangi bir biçimde militarist bürokratik bir diktatörlük olan Saddam rejiminin silahlara dayanan gücünün kırılması, Irak’a demokrasi gelmesinin koşullarını aşabilir, ama bu idarenin yerini hemence aynı metod ve aygıtlara dayanan ama ABD yanlısı olan bir bakşka militarist diktatörlüğün alması da çok mümkündür. Aradaki muğlaklık bölgedeki devrucumcu güçlerin demokratik güçlerin politika yapabilme olanaklarına bağlıdır olarak tayiun olacaktır.

Diğeri Irak’taki statü değişikliği kürtlerin yeni Irak’ta eşit kurucu bir parttner olarak yer almaları, en azınhdan bugünkü fiili durumun hukukileşmesi ve uluslararası güvercelere kavuşması bakımından bir olanak doğuracaktır. Türkiye’nin yoğun karşı koymasına rağmen artık bölgesel dengeler Kürtlerin böyle bir statü edinmelerine olanak vereceğini düşünüyorum.

Tekrar vurgulamalıyım ki olarak tüm bunlar yani Kürt toplumuna kendi geleceği açısından daha iyi bir konum sağlayabilmesi, ancak Kürdistanlı güçlerin ulusal ve toplumsal çıkarlarını merkeze alan ve bulundukları coğrafyadaki siyasi dengeleri de hesaba katan bir politikaya sahip olmalarıyla mümkündür.

Kürdistanlı devrimciler açısından da Saddam rejiminin devrilmesini istemek ayrı, ABD’nin emperyalist çıkarları açısından milyonlarca emekçinin acısı üzerine yeni bir biçimlendirme yapacağı haksız bir savaşın davetçisi, yandaşı, yardımcısı ve alkışçısı olmak apayrı şeylerdir. Bu yüzden de denklemlerin sadece bir yarısını gösterip, diğer yarısına gözlerimizi kapamamızı isteyenlerin tersine bizlerin yapması gereken, bu denklemlerin ağırlık gücü olmak yerine, bağımsız bir politik tavır göstermektir. Belki mesabaşı denklemleri bu ağırlıkları hesap etmek istemiyor ama, siyasal mücadelenin somutlanışında belki de bu ağırlıklar verili denklemleri tersyüz edebilecektir.

Savaşsız ve diktatörsüz bir Ortadoğu...

Selam ve sevgiler..

 

Yorumlar