Kürdistan’da Sol’un zor dönemeci.. (1)


Recep Maraşlı
 
Tarihsel altüst oluşlar ve belki de bir dünya savaşının eşiğindeyiz. Yeni saflaşmaların kurulduğu, bir önceki mevzilenmelerin köklü biçimde değiştiği bir süreç yaşıyoruz. ABD’nin tüm öteki ortaklarını bir kenara iterek dünya hegemonyası için giriştiği şiddet politikalarının aşamalarını yaşamaktayız. 

ABD’nin tüm dünyaya ve önadım olarak Ortadoğuya dayattığı bu yeni biçimlendirme ve savaş, kaçınılmaz olarak Kürdistan’ın 80 yıllık uluslararası sömürge statüsünü de gündeme getiriyor. Yeni biçimlendirmede bu değişimin nasıl bir içerik kazanacağı ve hangi dinamiklere dayanacağı ise henüz net değil..

Irak savaşı tıpkı öncülü Körfez savaşı gibi Kürdistan sorununu uluslararası toplumun gündemine taşımış ve yine aynı biçimde Güney Kürdistan’daki ulusal dinamiklerin mevzilenmesinin ABD-İngiliz koalisyonu ekseninde olmasını getirmiştir. Diasporadaki Kürt siyasal elitinin önemli bir kısmı da bu mevzilenmenin yanında yer almıştır.

90’lı yıllar boyunca Kuzey Kürdistan’da yükselen ve kitleselleşen silahlı direniş hareketinin, TC’ye korkulu yıllar yaşatmasına rağmen, kendi iç zaafları ve dış kuşatmalarla siyasal ve ideolojik olarak teslimiyete/entegrasyona zorlanması, Kürdistan ulusal mücadelesi açısından oldukça bunalımlı bir kavşak yaratmıştır. Bu bunalım, uygun bir iç dinamizm varolmasına karşın henüz aşılabilmiş değildir..

Bütün bu olgular ulusal kurtuluş mücadelesinin kaderinde çoğunlukla tayin edici bir rol üstlenmiş olan sosyalist yapılanmalar ve kadrolar bakımından da önemli bir bunalıma işaret ediyor. Kürdistanlı sosyalistler her iki dönemeçte de alternatif bir politika, hatta ciddi bir analiz üretemediler. Geçmişin tutarlı bir özeleştirisi,  dünyada ve toplumumuzdaki değişimi anlayan bir yenilenme, buna uygun yeni politikalar üretme yerine,  keskin bir Türk solu ya da PKK eleştirisine sığınmanın, solun  kendi tıkanıklığını açımlayıcı olmadığı açıktır.

Elbetteki bu bunalım sadece Kürt ya da Türk  soluna ait değildir; sosyalist hareket uluslararası düzeyde on yıllardır ağır bir yenilgi ve bunalım yaşıyor. Küreselleşme karşıtı muhalefetin artan koalisyon ortaklarıyla beraber kitleselleşmesine karşın, sosyalist hareket henüz kendini aşabilmiş, insanlığın karşısına yeni politikalar ve projelerle çıkabilmiş değil.

Dünyada hızla yeni bir saflaşma ve tutum alma sürecine girildiği bugünlerde, bu saflaşmanın ülkemizde çok daha keskin ve paradoksal bir çizgi izleyeceği anlaşılıyor.. Düne ait birçok tutum ve saflaşmanın savaşla birlikte çok daha hızlı biçimde dağıldığı, yeni kombinezonların ortaya çıktığı bir süreç bu.

 Sosyalist hareketin ABD’nin dünya hegemonyası için  başlattığı emperyalist savaşa karşı tavır alması gerekliliği ile, bu savaşın bölgede yaratacağı statüko değişikliğinden kalıcı bir Kürt federal devleti gibi, Kürdistanlı sosyalistlerin siyasal hedefleriyle de örtüşen bir sürecin ortaya çıkması, sosyalistler açısından önemli bir gerilim noktası oluşturuyor.
Kürdistanlı sosyalistlerin açmazı, sanıyorum, bugün başka herhangi bir noktadan bakan sosyalistlere göre çok daha derin. Çünkü hem ülke özgülündeki son derece kritik ulusal kurtuluş sorununda doğru bir tutum takınmak, hem de dünya ölçeğinde emperyalizmin saldırganlık politikasına karşı somut bir tutum almak durumundalar. Sorun şimdiye dek genellikle hep birbirine koşut giden bu ilişkinin, bugün ters kutuplara savrulmuş olmasındadır. Basmakalıp söylemler bu durumu açıklayıcı olmaktan uzak.

Öyle sanıyorum ki hem sosyalist olma iddiası taşıyıp, hem de bu konuda tarihin hafızasına kaydedilecek bir politika üretememek  Kürdistan’da solun çöküşü anlamına gelecek.

Sosyalist düşünceye, felsefeye elvada diyenler veya buna zaten çoktan hazır olanlar için bu elbette çok büyük bir sorun değildir. Muhtemelen bu tartışma onları çok da fazla ilgilendirmiyor.. Oysa yanılıyorlar.. Çünkü bu ikilem yalnız “sol” için değil, insan hak ve özgürlüklerini eksen alan bütün demokratik eğilimler, hatta liberaller için de sözkonusudur. Bu Kürdistan ulusal demokratik hareketinin muhalif karekteri nedeniyle on yıllardan beri bu çizgide oluşmuş bütün ittifakların, ilişki biçimlerinin alabora olması, radikal biçimde değişmesi anlamına geliyor. Kürt ulusal hareketi kendini, galip ABD’nin stratejik eğilim ve ihtiyaçlarına, Bush yönetiminin adalet anlayışına terketmiş ama dünyadaki bütün diğer bağlaşıklarından uzaklaşmış –belki de düşmanlaşmış- izole bir halde bulabilir..

Dünyada küreselleşme karşıtı koalisyonun giderek güçlendiği bir sır değil. Bu küresel muhalefet ABD’nin imparatorluk savaşıyla birlikte savaş karşıtlığı düzleminden yükselen yeni bir dalgayla daha da güçlendi. Ama daha önce bu koalisyonun önemli bir parçası olan Kürdistanlı grup ve eğilimler, bu konseptte ilginç biçimde bu kabarışın hemen hemen dışında kaldılar. Genellikle Kürdistanlıların Saddam rejiminin devamı anlamındaki bir etkinliğe katılmaktaki isteksizliği, savaş karşıtı eylemcilerin ise Kürtlerin on yıllardır soykırım tehdidi altında bulunuşu ve Saddam diktatörlüğünün niteliklerini çok fazla önemsemeyen eylem çizgisi aradaki açıyı her geçen gün daha da büyütüyor.

Ortadoğudaki gerici rejimlerin karekterine, bölge halklarının taleplerine yabancı bir yerden ama belki kendi bulundukları düzlemden haklı olarak sadece ABD saldıganlığına tavır almak, ya da almamak gibi keskinleşen bir tutum, bölge halklarının yaşamsal alanı olan ara tonları bir anda kutuplardan birinin içine hapsetti. Kendi düzlemlerinden haklı olarak diyorum, çünkü ABD’de veya Avrupa’daki savaş karşıtlarının öncelikle kendi hükümetlerinin saldırgan politikalarına tavır almaları, hükümetlerin genellikle kendi eylemlerini meşrulaştırma aracı olarak başvurdukları Ortadoğu diktatörlükleri ve tehdit altındaki halklarla ilgili söylemi inandırıcı bulmamaları anlaşılır bir durumdur.

Ne varki bu tutum, ABD saldırganlığından hiç de az önemli olmayan bölge gericiliklerinin despotizmi ve halkların özgürlük-demokrasi sorunsalı konusunda küresel hareketi sadece klişe kavramlarla yetinmek durumunda bırakıyor. Bu da o hareketin önemli bir açmazıdır.

Tüm bu kavramsal ve pratik tutuma ilişkin açmazlar, sadece ezen ulus solcularını, küreselleşme karşıtı akımları ilgilendirmiyor, aynıyla ve daha yakıcı olarak Kürdistanlı sosyalistleri de ilgilendiriyor. Tabiri caizse gerilimin tam da odak noktasında bulunuyorlar: Bir yanda onca emek verdikleri ve genellikle öncülük ettikleri ulusal özgürlük düzlemiyle ters düşüp, Kürt ulusalcıları tarafından ihanetle suçlanmak; diğer taraftan da ABD – İngiliz koalisyonunun savaş politikalarına karşı tutum almayarak da “emperyalizmin işbirlikçileri” olarak lanetlenmek..

Ve bu artık bir ihtimal değil somut suçlamalar olarak yönetilmektedir..
Amerikan politikalarına benimsemiş olan tüm eski sosyalistler dahil önemli bir kesim eskiden “Türk solu, egemen ulus” solu eleştirisi altında yaptıkları suçlamaları, bugün açık bir biçimde bütün bir sol düşünceye ve Kürdistanlı sosyalistlere de yöneltiyorlar. Beri yanda ise başta Türksolu olmak üzere, liberal ve demokrat bir kesim tabi çok daha hareretli olarak Kemalistler, Kürtleri ABD emperyalizmin işbirlikçisi olmakla suçluyor ve ABD saldırganlığına yönelen nefreti Kürt halkına da yönlendirmeye çalışıyorlar..

Tüm bunlar somut olmasına rağmen, sosyalist olma iddiasındaki Kürdistanlı gurup ve kadrolardan ise çok fazla bir ses çıkmıyor. Parti programlarında halen sosyalizm iddiası taşıyan gruplar Irak savaşı onuncu gününe girdiğinde bile henüz bir resmi açıklama ile durumu değerlendirip kendileri açısından nasıl bir tutum aldıklarını açıklamış değiller. Aslında mevcut paradoksal duruma baktığımızda bunun zor bir durum olduğunu teslim etmek gerekiyor. İster ABD-İngiliz koalisyonunda yer alarak dünya sosylalist hareketi ve küresel muhaliflerle karşı karşıya gelmek, isterse öbür bloka dahil olarak Saddam gibi bir cellatla bir anda müttefik hale gelip Güney Kürdistan’daki özgürlük istemlerinden vazgeçerek ulusun karşısına geçmek..

Daha önce birkaç kez belirttiğim gibi, dayatılan bu ikilemin, son derece haksız ve konjonktürel bir yanlış olduğunu düşünüyor ve bizi ne kadar gerilimin odağında tutsa bile doğru tutumun bağımsız bir hat çizmek olduğunu düşünmekteyim.

İkilemler renk körüdür ve eni sonu yaşamın gerçekteki çok renkliliğine çarparak kırılmaktan kurtulamazlar. Örneğin daha savaşın ilk günlerinde fırsattan istifade Güney Kürdistan’ı işgal etmeye çalışan Türkiye’ye karşı Kürt gruplarının aldıkları topyekün tavır, ABD-TC ilişkilerinin gerilmesi ve krize yuvarlanması, önemsenmez gibi görünen ve tali kabul edilen bu çalişmelerin bölge açısından nasıl başat bir karekter taşıdığını göstermiş oldu. Bu savaş teknolojisi, sermaye ve siyasi gücüne güvenerek paldır küldür, kırıp-dökerek ilerleyen ABD-İngiliz koalisyonu için de sorunun uzaktan hesaplandığı gibi olmadığını, olamayacağını yeterince anlattı sanıyorum.

Kürdistan’da solun kaderi bu dönemeçteki tutumuyla bağlantılı bir hale geldi. Sosyalistler kendi politik ve ahlaki tutumlarını net bir biçimde ortaya koymalı, daha da önemlisi  kendi alternatif politikalarını üretmelidirler. Mevcut politik tutumlardan birinin ya da öbürünün peşine takılmak, hele hele suskun kalmak Kürdistan’da solun ölüm fermanı demektir.

Makalenin  ikinci bölümünde, görüşlerimi, “Kerkük’te Irak , Bağdat’ta Amerikan işgaline karşı olmak” formülasyonu ile açıklamaya çalışacağım.
 

Gelawej.com

Yorumlar