Bugün gündem
dışı yazmak istiyorum.
Irak’a
planlanan ABD müdahalesi, savaş senoryaları, Kürtlerin durumu, sosyalistlerin
tutumu vesaire derken, eski cümleleri farklı biçimlerde yeniden kurarak, illa
yeni birşeyler söylemeye zorlanmaktansa.... Gündemdışı bir yazı denemek daha
iyi diye düşündüm.
Hoş gündemin
en uzağındaki şeyleri bile ellem edip kullem edip o günkü meselelere bağlama
huyumuz da yok değil hani..
Kendi
gündemime döneyim..
Oldum olası
dedektif romanlarını sevmezdim. Küçükken “iyi çocuk” olma adına, büyüyünce de
“memleket meseleleri” ve “Marksist klasikler” dururken dedektif romanlarına göz
ucuyla bile bakmak suç gibi gelirdi bana...
Üstelik
aptalca da bulurdum bu öyküleri; cinayetler, hırsızlıklar ve başka birtakım
kriminal olaylar, sonunda hep “umulmayan” birisinin başının altından çıkar, okuyucunun hep yanılma ihtimali yüksek birilerince
işlenmiş olurdu. Bulmaca çözme merakıyla, gerilim tadı arasında ama okuyucuyu
yanıltmak için çok zorlama biçimde yazıldıklarını düşünürdüm.
Oysa
dedektif öyküleri de sonuçta apayrı bir edebiyat dünyası ve yine sonuçta bir
başka perspektiften tarihsel gelişmeleri, toplumsal dönemleri yansıtıyorlar.
Akademik araştırmalara konu olacak kadar geniş ve derin bir alan bu..
Sonra
hayatımız neredeyse bir dedektif romanına benzer biçimde polislerle kapmaca
kovalamacaya dönüşünce, birden bire bu öykülerin içinde bulduk kendimizi.
Siyasi bir abimizin “dedektif romanlarının polisin çalışma yöntemleri hakkında
ayrıntılı ipuçlarıyla dolu olduğu” ve “okunması gerektiği”ni söylemesi üzerine
de artık dedektif romanları okumak “suç” olmaktan çıkıp bir “görev “ haline
geldi.
Cezaevlerinde
zaman zaman dedektif romanları okuma fırtınalarına tutuldum. Ama ne yalan
söyleyeyim bu romanlardan bizim polisin çalışma yöntemlerine benzeşebilecek pek
birşey bulamadım. Tabi bizim çalışmalarımız için de .. O da ayrı mesele.
Ama sonradan
yavaş yavaş ortaya çıkan bir sürü şey de öğrenmişim aslında..
Örnekse Agatha
Christie teyzenin, insanın aklına gelmeyecek kadar çok cinayet
tasarladığını ama bunların birini bile uygulamak yerine yazmayı denediği için,
ömrünü mücrim bir yaşlı olarak hücrelerde tüketmek yerine, dünyanın en ünlü ve
zengin yazarlarından biri haline gelmesi ne kadar ilginç değil mi? Oysa bu
kadar çok ayrıntılı ve ince cinayetler tasarlıyan birinin, sadece bunu yazmakla
yetinse bile bu kurgulardan hoşlanan katil ruhlu birisi olduğunu rahatlıkla
söyleyebilirim. Romanların sonunda katilin yakayı ele vermesi ise, Agatha
teyzenin ne kadar zekice cinayet planlarsa planlasın sonunda yakalanabileceği
korkusunu yansıtıyor olamaz mı?
Eh bir başka
açıdan da bakınca, toplumsal ve ulusal özgürlük vb. gibi ütopyaları durmadan
dile getirip yazan şair, romancı, öykücü, mizah yazarı bir dolu insanımızın,
bunları sadece yazmakla yetindikleri halde hapislerde çürüdükleri bir
ülkedeyseniz, başka ülkelerde bir cinayet
tasarımcısı yazarın neden bu kadar itibar gördüğünü elbette merak eder ve hatta
kıskanırsınız..
Aklıma son
yıllarda takılan bir öykü de \"Dr. Jekyll ve Mr. Hyde\"ın
macerası...
Robert Louis
Stevenson \'ın “Dr. Jekyll and Mr. Hyde” adlı ünlü
romanında, gündüzleri aklı başında, son derece yardımsever, iyi kalpli bir
doktor olan bay Jekyll, geceleri gözü dönmüş kanlı bir katile
dönüşmektedir. İşin ilginç bir yanı bütün kasabayı dehşete boğan bu
cinayetlerin araştırılması için, dedektifle de işbirliği yapmakta ve bütün iyi
niyetiyle katili bulmaya çalışmaktadır Dr. Jekyll .. Ama yakalamaya çalıştığı
bu katilin kendisi olduğunun tabiiki farkında değildir.. Çünkü araştırmacı
doktorumuz –yanlış hatırlamıyorsam insan yaşamını uzatmak için- bulmaya
çalıştığı bir ilacı öncelikle yine bütün iyi niyetiyle kendi üzerinde
denemekte, ama ne oluyorsa oluyor bu ilacı içince kendisinden geçmektedir.
Doktor sabahleyin müthiş başağrılarıyla ile uyanmakta ve ilacının yine işe
yaramadığını düşünerek rutinine dönmektedir.. ve
kasaba yine o gece kanlı katilin işlediği cinayetl haberleriyle çalkalanmakta..
Dr. Jekyll ’ın kendisinin de bilmediği şey ilacı içtikten sonra biyolojik
transformasyona uğrayarak bir Kurtadam haline gelmesidir. Kurt adam yani
Mr.Hyde aslında Dr. Jekyll’ın öteki kişiliğidir.
Dedektif
hiyakeyeleri için yaratıcı bir buluş diye düşünülebilir. Katilin kendi
kendisini yakalamaya çalışan, insancıl biri bilim adamı olarak tasarlanması..
Aslında bu
hikayenin bu kadar basit biçimde çözümlenerek geçiştirilemeyecek kadar bizim
insanlık trajedimizle yakından ilgili olduğunu düşünmekteyim. \"Dr.
Jekyll ve Mr. Hyde\" ı sadece bir dedektif öyküsü, kriminal türü bir
çalışma olarak tanımlamak da doğru değil. Aynı zamanda bilimkurgu ve fantaziyi,
korku ve gerilim gibi psikolojik ögeleri de sentezleyen bir çalışma. Gerçi
Hollywood bu öykünün suyunu çıkarırcasına bir çok filmini çekti ve en çokda,
insanın, biyolojik transformasyon geçirerek kurda dönüşmesi olayına yöneldiyse
de, öykünün pskilojik yönü ve felsefesinin daha güçlü olduğuna inanıyorum. Türkiye’de
de “Gündüz insan, gece hırt!” adıyla Gırgır’da bir mizahi bir çizgi roman
halinde kurgulandıydı bu hikaye..
Belki
Stevenson sadece daha ilgi çekici bir dedektif öyküsü yazmak için ve düşünsel
arka planına çok fazla bakmaksızın bu romanı kaleme aldı ama ister bilerek
isterse farkında olmayarak çok önemli olduğuna inandığım bir hamle yapmış oldu
dedektif öykülerinde: Suçlunun her zaman bizim dışımızda, uzaklarda
değil bizzat kendi içimizde, kendi davranışlarımızda varolabileceği gerçeği... Ve
yine Stevenson “Frankestein” öyküsünü de içe
döndürerek, insanın kendi eliyle canavarlar yetiştirmesi olgusunu,
insanın kendi kendini canavarlaştırması gibi bir boyutuyla yeniden
kurgulamış oldu.. (-ki Mary W.Shelley’in
“Frankenstein” adlı eseri 1818 tarihlidir, Stevenson’un kitabı ise 1885 de
yayımlanmıştı.)
“Dr. Jekyll
& Mr. Hyde”romanında insan doğasıyla oynayan bilimsel araştırmaların ortaya
canavarlar çıkaracağı korkusunu da yansıtmayı amaçladığı da söylenebilir. Frenkeştayn
öyküsünde olduğu gibi bu öyküde de sonunda bu canavarların kendi yaratıcalarını
da yok edeceği bir ders verilmektedir. Ve bu o dönemlerde insan üzerindeki
biyolojik araştırmalarına yapılan Hristiyan ekolü bir eleştiriyi, bir korkuyu,
kaygıyı da yansıtıyor olabilir.
Ama ben yine
de bu romanda insanın suç ve suçlu arama dünyasına farklı bir perspektif açmasını
bugün için daha ilginç bulduğumu söylemek istiyorum. Çünkü
pekçok olay ve olgu sözkonusu olduğunda “suçları” dışarıda aramaya koşullanmış
olan bizlerin, aslında peşine düştüğümüz suçu pekala kendimizin de işlemiş
olabileceğine dair güçlü ihtimali göstermesi açısından önemli buluyorum bunu.
Normalde “iyi niyetli, sakin ve son derece insancıl” olan kendimizin, bir
biçimde içimizde bir canavar saklamamız, ve bu canavarın uygun koşullarda
ortaya çıkarak etrafa dehşet saçması.. Neden olmasın?..
Resmi olarak
60 cinayetten yargılanan, kendisinin de en az 20 tanesini kabullendiği ve
anlattığı bir koğuş arkadaşım vardı. Gerçekte kendisinin bu kadar çok insan
öldürdüğünü öğrendiğim gün o gece çok tedirgin uyumuştum. Kendimden korktuğum
için değil, iki ranza ötemde en az 20 kişiyi soğukkanlılıkla öldürmüş biriyle
nasıl birlikte kalabildiğim, yiyip içebildiğim, şakalaşabildiğim, bunun garip
bir ahlaki kişisel bir muhasebesiydi beni uyutmayan. İnanılması bile güç ama bu
insan kendisi itiraf etmese asla bu kadar çok, ve üstelik tasarlayarak cinayet
işlemiş olabileceğine kesinlikle ihtimal vermezdim. Son derece duygusal,
iyiliksever, nüktedan ve saf yürekli biri..
Olmaz diyemiyorum,
gerçek bu. Ve Dr. Jekyll ’a ne kadar çok benziyor..
Ama işte
işin cinayet vb. kriminal yanını bir yana bırakacak olursak, kendi kendimizin
de Dr. Jekyll olabileceğimizi de pekala düşünebiliriz. Dr. Jekyll çift
kişilikliliği, insandaki kişilik parçalanmasını da temsil ediyor. Sosyal
şizofreninin bir olgu olduğu sömürge toplumlarında, savaş yorgunu ve toplumsal
felaketler yaşayan toplumlarda da bu yaygın bir karekter.. Gerçekte sahip
olduğumuz kişilikle, kendimize biçtiğimiz veya başkaları tarafından bize
biçilmiş rollere uygun davranış kalıpları arasındaki müthiş çatışma, böyle bir
duygusal yarılmaya yol açıyor herhalde. Yanlış anlaşılmasın hepimiz aslında
kötü huyluyuz ama iyi roller oynamaya çalışıyoruz demek istemiyorum. Birçok
örnekler verilebilir ki, aslında çok insancıl birisi olduğu halde kötü adamı
oynamaya koşullanmıştır.
Gerçekte
“özeleştiri” dediğimiz şey, bir tür içimizdeki Mr.Hyde’ı yakalayabilme yöntemi
değil mi? Veya düpedüz kendimizi de zanlılar arasına koyabilme cesareti..
Gerçi, Stevenson, Dr. Jekyll’ın Mr.Hyde dönüşmesi için ona ilaç içirmekte ve
kendi davranışlarından habersiz kılarak onu sorumluluktan kurtarmaktadır ama bu
hafıfletici nedenler Mr.Hyde’ın etkisiz hale getirilmesi gerçeğini de ortadan
kaldırmamaktadır; ki bu da yine kendimiz demek oluyor..
Konunun
diğer boyutu da, uyguladığımız yanlış yöntemlerden dolayı, sadece başkalarını
değil kendimizi de bir canavara dönüştürme ihtimalimizin bulunması.. Bu da hiç
kümsenecek bir oran değil.. Kendini bir takım rollere uydurmak için doğallığını
bozan sonunda tanınmaz hale hiç tanıdığımız, eşimiz dostumuz yok mu? Bu
tanınmaz kişi bizzat kendimiz de olabiliriz.
İşte bu
nedenlerle “Dr. Jekyll & Mr. Hyde”öyküsünü çok ilginç buluyorum,
bilinçsizce değil ama bilinçli olarak kendi kendimizi de kovalayan, kovuşturan,
sorgulayan bir anlayışın doğru olacağını düşünüyorum.
Düşünüyorum
tabii ama yine aklıma başka muzırlıklar gelmiyor da değil..
İlki, tanıdıklarına
torpil yapan ve iz karıştıran insan, bu tanıdığı kendisi olunca acaba ne kadar
gider suçlunun üzerine?
İkincisi, ABD’de “Unabomber” (Bombacı) lakaplı ünlü profesörün 7 gazetede birden
yayınlamasını sağladığı “Endüstri Toplumu ve Gelecek” isimli “manifesto”sunda
sosyalistlere yönelttiği bir eleştiri geliyor aklıma. Ted J. Kaczynski, FBI'ı tam 17
yıl peşinden koşturmuş, bu süre içinde, ABD'nin çeşitli kentlerinde teknoloji
karşıtı bir tavırla bilgisayar, uçak ve reklam firmalarıyla genetik bilimcileri
hedef seçerek, buralara hepsi de amacına ulaşan bombalı mektuplar göndermişti. 1995’te ABD’nin basın tröstlerine bir ‘manifesto’ yollayan ve
‘bu metin gazetelerde yayımlanmazsa bombalı eylemlere devam edeceğini’
açıklayan “Unabomber” karşısında şaşıran FBI, ya manifestoyu çöpe atıp yeni
bombalar beklemek ya da bombacının tehdidine boyun eğip ona propaganda imkanı
vermek seçenekleri arasında kaldı. ‘Belki durur ve bir ipucu bulunur’ umuduyla
ikinciyi seçtiler ve Washington Post 19 Eylül 1995’te manifestoyu bastı. 8
sayfalık bir ekle yayımlanan bu uzun metin ‘sanayi toplumunun geleceği’ni
sorguluyor ve endüstriyel teknolojinin insanlığı yok edeceği görüşünü
savunuyordu. (Bu metin Türkiye’de de kitap olarak
yayımlandı.) Bombacının kardeşi, bu metnin, 15 yıldır görmediği ağabeyi
Theodore Kaczynski’nin görüşlerine çok benzediğini fark edip, FBI’a haber
verince, FBI, 18 yıldır aradığı adamı, 1996 Nisan’ında Montana dağlarındaki bir
orman kulübesinde buldu.
Harvard mezunu olan Kaczynski 10 yıl
üniversitede matematik profesörü olarak çalıştıktan sonra inzivaya çekilmiş ve
kendini teknolojik ilerlemenin getireceği facia konusunda insanları uyarma
misyonuna adamıştı. Kaczynski davasının duruşmaları ABD’de büyük olay oldu.
Avukatı, savunmasını ‘müvekkilinin deli olduğu’ tezine dayandırmaya kalkınca
Kaczynski bunu reddetti ve idamı göze alarak ‘aklına sahip çıktı’.
Kaczynski ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Kaczynski, bu ünlü manifestosunun “Modern Sol ve
Psikoloji” adlı bölümünde yaklaşık olarak şöyle yazıyordu; -okurlardan
özür dilerim metnin Türkçesine ulaşamadım bir türlü- “bu solcularda müthiş bir
aşağılık kompleksi vardır, kendilerini bütün toplumsal olaylardan sorumlu
tuttuklarından dolayı bu kompleksden kurtulmak için sürekli olarak kendilerini
cezalandıran eylemler yaparlar, örneğin ne yapıp edip kendilerini polise
dövdürürler, açlık grevleri yaparlar, hapislerde yatmaktan hoşlanırlar vb..”
İlginç tabii, hiç bu açıdan bakmamıştım meseleye. Bu nedenle iki de bir hedefi
içe yöneltmemde acaba, yerleşik bir suçluluk kompleksi mi var diye de
düşünmüyor değilim..
Üçüncüsü,
ömrümüzün çoğunu “iddianame, mahkeme, savunma, suç, ceza” kavramlarıyla
geçirmiş olmamızdan dolayı acaba ille “suçlar”, “suçlular” aramaya çalışmak bir
koşullanma değil mi?
Belki de
dedektif romanlarını yaşamaktan çıkıp, okumakla yetinmek daha iyi..
Recep Maraşlı
Gelawej.com
Yorumlar
Yorum Gönder