Sömürgecilerin etnik, dinsel kümelerin boğazlaşmasını
kışkırttıkları, tarihi Ermenistan, Asuri ve Kürdistan coğrafyası üzerindeki
Türk egemenliğini kurmak için zorla toplu göç ettirme ve toplu kırım gibi tüm
etnik yoketme tekniklerini kullandıklarını anımsayalım. Ve unutmayalım ki
Osmanlı-Türk sömürgeciler bu eylemlerini yaparlarken yalnız değillerdi: Alman
emperyalistlerinin askeri kurmay desteği ve Kürt feodallerinden de yerli işbirlikçiliği
söz konusuydu.
Zorla göç ettirme de soykırımın bir aşamasıdır, ulusun vatansızlaştırılmasıdır. Tehcir politikası etnik yok etmenin en ağır biçimlerinden biridir.
1915 Soykırımın ana hedefi Osmanlı-Türk yayılmacılığının
kendisine büyük bir tehlike olarak gördüğü Ermeni ulusal kurtuluş hareketini
yok etmek ve bunun için de Ermeni toplumunu tümüyle ortadan kaldırmaktı. Ama
soykırım yalnızca Ermenileri değil ayni derecede Asuri-Süryani halkını, Yezidi
Kürtleri de kapsamıştır.
Zorla göç ettirme de soykırımın bir aşamasıdır, ulusun vatansızlaştırılmasıdır. Tehcir politikası etnik yok etmenin en ağır biçimlerinden biridir.
1915 soykırımının bir özelliği de “etnik tecavüz”
olmasıdır.
Kadınların tahakküm altına alınmasıyla, ulusların
tahakküm altına alınmasındaki bu ortak payda soykırımda dramatik biçimde ortaya
çıkar. Sürgün ve soykırımları sırasında çoğu genç kızlar ve kadınlar odalık ya
da hizmetkâr olarak alıkonuldular, paylaşıldılar; din değiştirmeye zorlanıp
Müslümanlarca nikah altına alındılar. Ailesi sürgün ve soykırıma kurban giden
kimi gayri müslim yetim çocukları Müslüman ailelerin yanına besleme olarak
verildiler.
Bir ulusun “etnik tecavüz”e uğraması ile, kadınların aşağılanmasının
Ermeni kadınlarında kesiştiğini görmek gerekir. Erkek için boğazlanmak ne
idiyse, kadın da bunun karşılığı tecavüz edilmek ve din değiştirme koşuluyla
bir Müslümana nikahlanmak olmaktadır. Bu hem kadının aşağılanmasıdır, hem
ulusun aşağılanmasıdır, hem de inançların aşağılanmasıdır...
Bazıları bu olguları yaraların sarılması gibi anlasa
da , ırkçılar için bu dinsel ve etnik bir tecavüzdü; yani Ermenilerin piçleştirilmeleriydi....
Tabi bir de hayatını kurtarma karşılığında insanların “köle”leştirilmesi....
Biz Kürdistanlıların da herkesten istediğimiz kadar
kendi geçmişimize karşı cesur ve önyargısız olmamız ve güçlü bir tarih
bilincimizin olması gerekiyor. Tüm kişiliği kilit altında tutulan halkımızın
tarihsel köklerinden koparılarak kendine yabancılaştırılması aynı zamanda bir
belleksizleştirme eylemidir. Tarihsel belleği silinen toplumlar sömürge
toplumlardır. Tarih bilincinin yerini efsaneler, hurafeler, destanlar almıştır.
Asimilasyon sadece dilimizi, kültürümüzü değil, aynı zamanda tarihsel belleğimizi
de silmeye yöneliktir.
Bunun için de resmi tarihin, Kürdistan tarihi üzerine
döktüğü külleri ayıklamak ülkemizin sömürgeleştirilmesini de kapsayan yakın
tarihin bilimsel yöntem ışığında aydınlığa kavuşturmak zorunda. Ülkemizin yakın
tarihi irdelenirken de, birlikte yaşanan halklara nene olduğu ve Ermenilerin,
Asuri,Süryani, Nesturi, Yezidi gibi bölge halkları, ulusları ile olan ilişkilerinin
hangi temeller üzerinde biçimlendiği gibi sorular cevaplandırılmaksızın hem yakın
çağ TC, hem de Kürdistan tarihinin yarım yamalak kalacağına inanıyorum. Köklü
bir kültür mirasına sahip Ermeniler belki de ülkelerinden koparılmanın yerini
doldurmak üzere güçlü bir tarihsel bellekle donatılmış durumdalar.... Bunu
Ermeni tarihi ile ilgili yapılan yayınlardan kolaylıkla tespit edebiliyoruz.
Türklerin Ermenilere ya da Ermenilerin Türklere bakış açısıyla yazılmış yığınla
eser var. Bütün bunlarda Kürtler çatışmaların arka fonunda silik figürler
olarak beliriyorlar. Belli ki, bunlar siyasal bir hesaplaşmanın tarih alanındaki
izdüşümleridir.
En az diğer bölge halkları kadar köklü bir kültüre
sahip olan ve bu coğrafyanın en eski halklarından biri olan Kürtler, kendi aydınlanmalarıyla
koşut olarak ülkelerinin tarihlerini de karanlıklardan çekip almak istedikleri
zaman doğallıkla kendilerini merkez alan bir tarih yazmayı önemsiyorlar. Bunun
ise aksayan yanları oluyor... Çünkü, Kürt ulusunun, siyasal tezlerine argüman
olacak bir tarihe değil; siyasi tezlerini üzerinde temellendireceği
diyalektik-materyalist bir tarih bilincine ihtiyacı var... Kürt tarihçileri artık
“Kürt halkı vardır, Kürt dili ve kültürü vardır” temasında, kendi kendini
ispatlama kompleksi ile sınırlı tarih yazma dönemini geride bırakmaktadır.
Resmi ideolojinin inkârcılığına karşı bunların belli bir önemi olduğu kuşkusuz.
Gereksinildiği zaman ortaya konabilecek yığınla tarihsel argüman var. Burada
bölge coğrafyasının yakın tarihi tartışılırken Ermeni ögesinin tuttuğu yerin ne
olduğuna dair bir takım tezler geliştirmeye çalışacağım. Kürdistan, Ermenistan,
Asuri ve Küçük Asya (\"Anadolu\") tarihleri iç içe geçmiştir. Ve
birlikte düşünülüp değerlendirilmek durumundadır.
Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin birlikte yaşadığı
halklara ilişkin programatik önermeleri olması gerekir. Örneğin, Kürt ulusunun
kendi kaderini tayin etmesinin ifadesi olarak Bağımsız-Birleşik- Federatif bir
tasarım olabilir. Bu Kürdistan tasarımında ulusların eşitliğinin temel koşul
olması gerekir. Kürdistan’da yalnız Kürtler değil, Türk, Ermeni, Arap, Çerkes
(Kuzey Kafkasya halkları), Asuri/Süryani, Fars, Azeri vb. halklar da yaşamaktadır.
Kürt toplumunun kendi içinde de etnik, kültürel, dinsel farklılaşmalar söz
konusudur. Zazaların, Alevilerin, Yezidilerin kimlik sorunlarına, özgürlük
taleplerine tam saygı gösterilmesi gerekir. Bu coğrafya onların da ülkesidir.
Henüz dili bile yasaklanan ve bağımsızlık mücadelesinin araç-gereçlerini,
kurumlarını yaratma aşamasındaki bir ulusun sosyalistleri devrimcileri için,
Kürdistan’daki diğer uluslar, halklar konusunda politika oluşturma önerisi bazılarına
“lüks” gelse bile, tam tersine etnik, kültürel ve dinsel çok çeşitlilik
gösteren çoğrafyamızdaki toplumsal refah ve ilerlemenin yolu tüm bu varlıkların
siyasi iktidara katılımlarını sağlayacak demokratik bir öngörüyü gerektiriyor.
Bunu reddedip kafalarda “tek ulus, tek devlet” modelleri kurulduğu zaman 1915
Soykırımı kurbanlarını anmak gösterişten öteye bir anlam taşımaz, çünkü “tek
ulus-tek devlet” mantalitesinin varacağı durak diğer etnik, dinsel kültürel
ögeleri bir biçimiyle tasfiye etmek, onlarsız bir yaşam kurmaya çalışmaktır. Bu
“homojenleşme” konseptinin barbarca bir soykırıma mı dönüşeceği ya da sistemli
baskılarla hayatı “ötekilere” zehir etmeyle mi kalacağı artık fırsatlar, zaman
ve zemin meselesidir.
Ben bir ulusun bağımsızlık mücadelesini “diğer
uluslara ve halklara” karşı değil, kendini sömürge statüsünde tutan bir sisteme
karşı verdiğine inanıyorum. Bireyin özgürlüğü gibi kollektif kimliklerin
özgürlük alanı da ötekileriyle sınırlı olmalıdır. Etnik boğazlaşmaların
biteviye birbirini tekrar etmesini önlemek istiyorsak bu ortak mantığın yerleşmesinden
başka şansımız yoktur. Yoksa Hitler’in gaz odalarında ve ölüm kamplarında yok
edilmeye çalışılan Yahudilerin, kendileri bir yurt edindikten sonra Filistin
özgürlükçülerinin cellatları olmasını nasıl izah edebiliriz?
Halklar arasındaki milliyetçi önyargıların kırılması,
bir ulusun bağımsızlık mücadelesinin diğerlerinin çıkarlarına karşı işlemeyeceği
bilincinin yerleşmesi, ulusal topluluklar arasında karşılıklı güven ilişkilerinin
yerleştirilmesi bu günden titizlikle üzerinde durulması gereken konulardır. “Bağımsızlık
ve sosyalizm”in bu sorunları kendiliğinden çözeceği sanısına kapılmak ham
hayaldir. Tersine, ulusal düşmanlıkların ve güvensizliklerin tohumlarının
mücadele aşamasında atıldığı ve sonradan kapanması güç derin yaralar açıldığı
bir gerçektir. Bu nedenle, Kürdistan ulusal bağımsızlık mücadelesi toplumsal
kurtuluş kavramı içerisinde değerlendirilerek, birlikte yaşanılan halklara,
ulusal topluluklara bugünden nasıl bir toplumsal proje ortaya koyduğunu
gösterebilmeli. Karşı-devrimcilerin her türlü kundaklamalarına karşın ulusal
kurtuluş mücadelesinin diğer kardeş toplulukların çıkarlarına ne bugün ne de
yarın tehdit oluşturmaz, oluşturmamalı da..
Soykırımların yarattığı bir yıkım da toplumların olup
biteni unutma, alışma ve kanıksaması üzerinedir. Yahudi soykırımına hazırlanan
Hitler’in Kurmaylarına “Bugün Ermenilerden bahseden kimse yok!” dediği rivayet
edilir. Unutkanlık ve alışmanın verdiği bu cesaretlendirme öğreticidir.
Bizim kendi pratiğimizde bile unutma ve kanıksamanın yıkıcı
izlerini görürüz. Örneğin bugün küçük bir parça üzerinde dahi olsa Ermeniler
egemen bir ulus olarak varlıklarını sürdürebiliyorlar. Kürtler dört parçada en
azından siyasi bir güç ve odak durumuna gelebilmişlerdir. Bir ulusal kurtuluş
tasarımı, bir vatan düşüncesine sahipler. Asgarisinden ulusal kültürel özerklik
ve federasyona yaklaşan çözüm süreçlerini dayatabiliyorlar. Peki
Asuri-Süryanilerin vatanı nerede? „Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi, yandı
bitti, kül oldu?“ Ne yazık ki Asuri-Süryanilerin vatanı bizim „Muhayyel
Kürdistan“ımızın içinde bile görülmüyor? O halde fizik olarak soykırıma uğramanın,
tarihsel haksızlığa kurban edilmenin, vatansızlaştırılmanın yanı sıra bir halk
aynı zamanda unutulmanın da kurbanı olabiliyor...
Tıpkı Hitler’in “artık Ermenilerden kimsenin söz
etmemesine güvendiği gibi, Türk sömürgecileri de Kürtlere ve diğer ezilen
uluslara neva gördüklerinin unutulup, alışılacağına güveniyorlar.
Bu vesileyle yine yazmak zorundayım; soykırımların
sonuçlarının unutulması, kabullenilmesi, kanıksanması bir sonraki soykırımlar
için açık bir davetiyedir en azından bir yüreklendirmedir.
Recep Maraşlı
Yorumlar
Yorum Gönder