3 Kasım Seçim Sonuçlarının Kürdistan Açısından Analizi...

Recep Maraşlı

... somut veriler DEHAP’ın bir Türkiye partisi olmadığını, çok net bir şekilde Kürdistan’dan ve Kürtlerden destek gördüğünü ortaya koyuyor. Ben bunu bir eksik ve zaaf olarak görmüyorum, tersine siyasetin doğallığı budur. Kürdistan ulusal demokratik hareketinin kendi potansiyelleri üzerinde ayrı ve bağımsız örgütlenmesinin hem Kürtler hem de Türkler açısından yerine oturduğu gayet açıktır. Bunu bir olumsuzluk gibi görmenin anlamı da yoktur. Siyaseti doğal verilerinden uzaklaştırarak sonuç alınamayacağı, RP’yi eriteyim derken AKP’yi tek başına iktidar olarak görmek zorunda kalan Genelkurmay kafasının, HADEP’i Türkiyelileştirme sevdasının da toplumsal gerçeklere çarpacağından eminim. Çünkü her zorlama 3 kasım seçim haritasında ortaya çıkan Kürdistan’ı eritmeyecek biraz daha belirginleştirecektir.


3 Kasım Seçim Sonuçlarının Kürdistan Açısından Analizi...

3 Kasım 2002 seçimleri Türkiye’nin görünür siyaset sahnesinde Özal sonrası dönemin en köklü değişikliklerini yaratmış görünüyor. Ortaya çıkan bu tablonun Türkiye’nin gerçek siyaset yapısını ne derece etkileyeceğine ise hep beraber tanık olacağız.

İlk elde şunu söyleyebilirim; her ne kadar AKP’nin danışıklı dögüş yapan, içeriden ve dışarıdan icazet almış, biraz “terbiye olmuş”, biraz da “görüntüde kendini yenilemiş” bir parti olduğu söylense de, tek başına iktidar çoğunluğu kazanması, militarist bürokrasi ve metropol burjuvazisinin dayatmacı -laiklik politikalarının aldığı ciddi darbelerden biridir. 30 yıldır “ince ayarlar” ve kaba müdahalelerle siyaset mühendisliği yapan militarist bürokratik oligarşinin tüm çabalarına karşın halkın tam tersi bir tercihe yönelmesi bu saltanata karşı bir meydan okumadır. Hep kenara itilen ve sistem içindeki payı kırpılan taşra burjuvazisi, siyasal İslamı bu kez biraz ılımlılaştırarak yoksul orta sınıf ve emekçilerin tepkilerini büyük ölçüde yedeklemeyi başarmış görünüyor. Kemalistlerin “türban”dı, dindi mezhepti, diyerek kendilerini sürekli itip kakmasından hoşnut olmayan, ama ordusuna itaat etmeyi de gelenek belleyen seçmen çoğunluğunun, medyanın ve bürokrasinin çok açık şantaj ve yönlendirmelerine, yargı ve askerin müdahalelerine rağmen adeta “inadına” İslamcı burjuvaziye büyük bir destek vermesini bu seçimlerin en önemli sonuçlarından biri olarak görüyorum. Bence bu kez geri adım atma ve siyasal islama karşı ılılmlılaşma sırası militarist bürokrasiye gelecek gibi görünüyor.

3 Kasım seçim sonuçları büyük ekonomik krizin sorumlusu olarak görülen eski politikacıların büyük bir darbe alarak siyaset sahnesinden belki de ebediyen uzaklaşmaları bakımından bir yeniliktir. Örneğin başbakan olarak girdiği bir seçimde bir liderin, Ecevit’in ancak % 1 civarında bir alarak parlamento dışı kalması, -ve böylece siyaseten cezalandırılması- Türkiye’li seçmenin de artık sandıktaki olanağı kullanmaya başladığını gösteren iyi bir işarettir. Siyasal islamcılığın karizmatik ismi olarak Erbakan’ın Saadet Partisine açık destek vermesine rağmen ancak % 2’lerde kalması seçmenin liderlere de körü körüne bağlı olmadığını gösteren bir başka iyiye işarettir. Seçmen kitlesinin körü körüne partilerin ve liderlerin arkasından gitmedikleri, kendi yakın çıkarları açısından davrandıklarının görülmesi, belki bundan böyle tabanlarını “çantada keklik” sayan politikacıların, kitleleri hesaba katmada daha özenli davranmalarına neden olur.

Seçim sonuçları Türkiye siyasetinin gerçek aktörlerini ne derece etkileyecek, kuşkuluyum. AKP’nin sınıf karekteri ve politik anlayışı her ne kadar militarist bürokrasi ve metropol burjuvazisi için sıkıntı yaratsa da bu yapıda köklü bir değişimi zorlayacağına dair güçlü bir işaret de yoktur. Gücü olsa bile buna yeteneği yoktur diyebiliriz. Fakat en azından Kemalizmin dini kendi tekelinde gören “laiklik” anlayışını başka ve etkili bir ortakla paylaşması kaçınılmaz görünüyor. Bu da onların siyaset ve ideoloji alanındaki egemenliklerinin daha çok zaafa uğraması anlamına geliyor. Bu nedenle bir süre uzlaşma arayışlarından sonra, AKP iktidarının sınırlandırılması ve giderek yeni bir seçime zorlanması için çeşitli baskı kampanyalar açılması sürpriz olmaz.

Siyaset tablosundaki bu büyük değişim karşısında DEHAP’ın emekçi kitleler nezdinde ciddi bir alternatif görülerek barajı zorlayamamış olmasına karşın, Kürt ve Kürdistanlılar açısından temsil konumunu kararlı bir bir biçimde sürdürmesi ve gelişme eğilimi göstermesini gelecek açısından umut verici buluyorum. Kürdistan açısından ise sorun başladığı yerde duruyor; Kürt halkına sistem içi mücadele yollarının açık olduğunu ve radikalizmden uzaklaşmaları gerektiğini söyleyenlerin aksine, bu yolların kendi daralttıkları anlamlarda bile Kürtlere kapalı olduğu yine görüldü. Kürtleri yine kendi temsil gücü olan yapıları değil, sistem partileri temsil ettiklerini iddia ediyorlar. Blok çalışmasının siyasi kadrolar üzerinde yarattığı coşkunun, Türk emekçi kitleleri açısından somut siyasi bir alternatife/adrese dönüşmesi için daha bir hayli yol katedilmesi gerekiyor. Fakat bu başlangıç bile birçok şeyin değiştirilebileceğine dair güçlü bir kanıt oluşturuyor, bazıları için de korku tabiiki..

Seçim sonuçları TC Parlamentosunun temsil krizini daha da derinleştirmiştir.

Barajlı seçim sistemi nedeniyle % 46 oranındaki oy meclise yansımadı. Bu da TC Parlamentosunun temsil krizini daha da derinleştiren bir etkendir. Bundan sonra sistem partilerinin, barajı sadece Kürtler ve sosyalist nitelikli radikal partiler için koymuş olmalarına rağmen, içinde hep beraber boğulduklarından daha fazla gürültü koparacaklarına da kuşku yok! Parlamento dışı kalan % 46’ya seçimlerde oy kullanmayan % 21’i de eklersek, Parlamontodaki gerçek temsil oranının reel olarak % 40’a indiğini, Parlamentoya yansımayan seçmen iradesinin gerçekte %60’a vardığı ortaya çıkar. [Genel seçmen oranına göre AKP %26’lık, CHP ise %14’lük bir paya sahiptir.] Seçim mühendislerinin istediği de zaten az oy alsa da diğerlerine göre bir miktar fazla oy alan partiyi olağanüstü güçlendirmek ve giderek seçmeni iki parti etrafında kutuplaşmaya zorlamak anlayışına dayanmıyor muydu? İşte olan da bu. Bir farklaki, kendi öngördükleri parti yerine bir başkası kuruldu bu saltanata! Bu olgular, temel siyasal nitelikleri açısından olmasa bile sistemin kriterleri açısından da TC parlamentosunun temsil ve meşruiyet sorununun önümüzdeki süreçte daha çok tartışılacağı ve gündeme geleceğine işaret ediyor.


3 Kasım seçimleri belleklerden silinmeye çalışılan Kürdistan haritasını çarpıcı biçimde ortaya çıkarıyor...

Bence 3 Kasım seçimleri, içerden ve dışarıdan bütün inkarcı yaklaşımlara rağmen, Kürdistan haritasını bir kere daha gözler önüne sermiştir. Kürdistan’ın Türkiye’nin bölünmez bir parçası değil, çok farklı bir ülke olduğu ve farklı bir ulusal-toplumsal yapıya sahip olduğu 3 Kasım seçimlerinin verileriyle de doğrulanmıştır. Son siyasi gelişmelerin bu olguyu zayıflatmak bir yana, kontrast çizgilerini daha da keskinleştirdiği ortaya çıkmıştır.. (www.Rojname.com’ un Türkçe tartışma formuna isimsiz olardak asılan bir yazıda bu grafikler bir tablo üzerinde gösteriliyor.)

Kürdistan haritası sadece ağırlıklı olarak DEHAP’ın Kürdistan’da birinci parti olarak tercih edilmesi, Türkiye’de ise –Kürtlerin yoğun yaşadığı metropoller hariç- düşük oylar alması ile değil, yanı sıra başka verilerle de bu zıt farklılığını ortaya koydu. Bana göre Kürdistan’da seçmenin üç temel eğilimi ortaya çıktı.

Bunlardan birincisi, Kürt halkının ulusal demokratik istem ve özlemlerin legal adresi olarak gördüğü HADEP/DEHAP’tır..

Bu partinin adı, yaptığı politik yanlışlar, hatta rahatsız edici söylemler ne olursa olsun, Kürtlerin kendilerine ait hissettikleri, kendilerini temsil ettiğine inandıkları ulusal nitelikte bir siyasi oluşuma kararlı bir biçimde destek verdikleri, seçmen tabanının aşağı yukarı istikrarlı bir hale geldiği görülmektedir. Bu desteğin Kürdistan’daki yurtsever taban dikkate alındığında henüz sınırlı olduğu, bu desteğin nasıl genişletilebileceği ciddi bir tartışma konusudur. Ayrıca mevcut kitle desteğinin, parti politikaları tarafından sürekli ters istikametlere koşulması halinde bu desteğin de sonsuz olamayacağı ve değişebeleceğini de unutmamak gerekiyor.

DEHAP’ın aldığı oy oranı Türkiye genelinde % 6,2 ‘dir. (1 Milyon 955 bin...seçmen) Barajı zorlama hatta aşma beklentisini karşılamasa da bu, bir önceki döneme göre 477 bin... civarında bir ilerleme demektir. Buna karşılık DEHAP, Kürdistan‘da başta Amed (%56,1) olmak üzere Batman (%47,1), Şırnax (45,9), Hekkari (%45,2), Wan (%40,9), Merdin (%39,61), Muş (%37,8), Axri (%35,1), Dêrsim (%32,5), Sêrt (%32), Iğdır (%32,7), Bilis (%29,5) ve Bingol(Çewlik) (%22,1) gibi ulusal harekete geleneksel olarak yoğun destek veren şehirlerde yüksek oy oranlarıyla birinci partidir.. Bunu Qers (%20), Ruha (%19,3), Ardaxan (%16,8), Adıyaman (Semsur) (%11,9) gibi iller izlemektedir. Ben, “bunun hiçbir siyasal anlamı olmadığını, herhangi bir TC partisi gibi değerlendirilmesini gerektiği” söylemenin en başta, bugüne kadar ulusal direnişi canıyla, kanıyla, emeğiyle beslemiş olan Kürdistan halkına karşı bir saygısızlık olarak görürüm. HEP, DEP, HADEP ve DEHAP artık bir gelenektir ve verilen oyların siyasi bir niteliği vardır; bu siyasi nitelik ağırlıklı olarak Kürt ve Kürdistani’dir; Kürt halkının ulusal demokratik istemlerini yansıtmaktadır. Bunu hem bizim cephemizden, hem de karşı cepheden görmezden gelmek kaba bir inkarcılıktan başka birşey olamaz.

Bunu geçiyorum.

Nisan 1999 seçimlerinde HADEP’in aldığı oylara bakıldığında, genel olarak % 1,5 oranında artış sağladığı gözlenen DEHAP, Kürdistan’da oylarını önemli oranda artırdı. Başta Şirnax (%21,9) olmak üzere, Dêrsim (%20), Bilis (%15,8), Merdin (%13), Amed (%10,2), Sêrt (%10), Bingol (%9,3), Ardaxan (%9), Wan (%5) ve Adiyaman’da (%4) oranında oylarını artırmıştır. Batman, Iğdır ve Erzurum’da % 3,5; Elazığ, Antep, Qers, Meleti, Maraş, Axri illerinde ise %2,5 ile 1,5 arasında değişen artışlar vardır. DEHAP, Hekari de ise %46’dan %45,2’ye gerileyerek bir miktar oy kaybetmiş gibi görünüyorsa da bu reel durumu yansıtmıyor; gerçekte DEHAP Hakkari’de geçen seçimlere göre 5 bin oy daha fazla almış bulunuyor.

[Bu farklılık seçmen sayısı ve nüfus oranlarının il bazındaki değişiklik göstermesinden kaynaklanıyor. Bu oranların reel durumun anlaşılmasındaki yanıltıcı etkisine bir örnek olarak, Örneğin Şırnak’ta %21’lik oy artışı 27 bin...’e denk düşerken, Amed’de %10’luk artış 47 bin... küsur’a denk düşmektedir. Keza Bitlis’teki %15’lik artış 17 bin..’e denk düşüyor ama Erzurum’da sadece % 3 oranındaki artış 13 bin.. seçmene denk düşüyor. Vb..]

Ayrıca DEHAP’ın başarı ya da başarısızlığını sanki %10 barajı doğalmış ve bunu aşamaması bir ölçüymüş gibi ele almak da çok yanlış. Eğer seçimlerdeki baraj en azından % 5 gibi bir seviyede olsaydı, DEHAP parlamentoya 43 milletvekili taşıyabilecek, AKP ve CHP’nin ardından ençok milletvekili çıkaran üçüncü parti olacaktı. [Diğer partiler. AKP 272, CHP 133, DEHAP 43, DYP 30, MHP 30, GP 29 ve ANAP 13] Bu da şu anki sonuçların makul ölçüler içinde hiç de küçümsenmeyecek bir sonuç olduğunu kabul etmeyi gerektirir.

Seçime katılan ANAP, DSP, SP gibi eski iktidar ve muhalefet partilerinin çok büyük oy kaybederek sıralamada DEHAP’ın altına düşmeleri DEHAP’ın oylarınnın seçmen açısından belli bir istikrar kazandığı biçiminde yorumlanmalı.

 DEHAP İstanbul’da da atak yaptığı, AKP,CHP ve GP’nin ardından dördüncü parti durumuna geldiği görülmektedir. Bu da İstanbul 1. ve 3. bölge gibi, varoşların, kent yoksullarının kürdistanlı göçmenlerin yoğunlaştığı alanlara denk düşmektedir.

DEHAP’ın 1999 seçimlerinde HADEP’in aldığı oylara göre kazandığı 477 bin küsur artıyı hesapladığımızda ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Bu ilerlemenin Kürdistan’daki payı 257 bin...dir. İstanbul’da 88 bin..., Ankara’da 22 bin..., Adana’da 18 ve İzmir’de ise 17 bin... civarında bir artış sağlanmış. Bunu tümüyle Blok’un getirdiği oylar olarak sayabilir miyiz bilmiyorum. Blok’un ortaklarından EMEP’in geçen seçimlerde 54 binin üzerinde oyu vardı; ÖDP Nisan 1999 seçimlerinde 261 bin oy almış. Kasım 2000 seçimlerinde ise ancak 50 bin küsur oy alabildi. ÖDP’nin kaybettiği oyların hepsinin olmasa bile büyük bir kısmının DEHAP’a gittiğini söyleyebiliriz. Bu veriler ÖDP tabanının Sol Bloka yöneldiği şeklindeki yorumları doğrulamaktadır. Böyle olunca Sol Blok’un Türkiye ayağının kendi istikrarlı seçmen tabanı dışında yeni bir büyüme yaratmadığını söyleyebiliriz.

Bu somut veriler DEHAP’ın bir Türkiye partisi olmadığını, çok net bir şekilde Kürdistan’dan ve Kürtlerden destek gördüğünü ortaya koyuyor. Ben bunu bir eksik ve zaaf olarak görmüyorum, tersine siyasetin doğallığı budur. Kürdistan ulusal demokratik hareketinin kendi potansiyelleri üzerinde ayrı ve bağımsız örgütlenmesinin hem Kürtler hem de Türkler açısından yerine oturduğu gayet açıktır. Bunu bir olumsuzluk gibi görmenin anlamı da yoktur. Siyaseti doğal verilerinden uzaklaştırarak sonuç alınamayacağı, RP’yi eriteyim derken AKP’yi tek başına iktidar olarak görmek zorunda kalan Genelkurmay kafasının, HADEP’i Türkiyelileştirme sevdasının da toplumsal gerçeklere çarpacağından eminim. Çünkü her zorlama 3 kasım seçim haritasında ortaya çıkan Kürdistan’ı eritmeyecek biraz daha belirginleştirecektir.

Bu sonuçları DEHAP’ı Türkiyelileştirmek için daha çok gayret göstermek gerektiği biçiminde yorumlamak ise çok daha büyük bir yanılgı olur. Çünkü geride kalan 17 siyasi partinin hepsi de zaten “Türk ve Türkiye” söylemi içindedir. Bunların içinde Kürtler de dahil “Türkiyeli emekçiler” adına sosyalist politika yapma iddiasında olan birçok parti de vardır. Öyle ise DEHAP’ın bir 18. olarak ayırtedici özelliği ne olacaktır o zaman? Bunun tek cevabı vardır; onun ayırtedeci özelliği Kürt ve Kürdistan’ın siyasal öznelerinden biri olmasıdır. Bu özelliğini ortadan kaldırmak, onu “seçmen tabanını genişletmek gibi” bir yemle HADEP’i DEHAP’ıTürkiyelileşmeye zorlamak açıkça Kürt halkının ulusal demokratik zemindeki legal örgütlenmesini tasfiye etmek anlamına gelir.

Böyle yapılırsa ne olur? Birincisi bu kadar emek, enerji ve birikime yazık olur. İkincisi, siyaset boşluk tanımaz; Kürdistanlılar belki biraz zorlanır ve sancı çekerler ama kendilerini bu anlamda temsil edecek yeni alternatif bir siyasi oluşumun etrafında buluşmakta da fazla gecikmezler.

Görüşümün kaynaklandığı mantığı bütünlemek için hemen eklemeliyim: DEHAP ne kadar Kürt ve Kürdistanlı kalmalı ise, Sol Blok da o kadar Türkiyeli olabilir, olmalıdır da. DEHAP veya başka Kürt ve Kürdistanlı partiler de bu ittifaka ortak somut hedefler için katılabilirler, katılmalılar.


“Boykot” barajı aştı!

İkinci güçlü eğilim Seçimlere katılmama, oy vermeme, yani “boykot” olarak ortaya çıkıyor..

Seçimlere katılmama oranı Türkiye genelinde bir önceki seçimlere göre % 9 gibi çok yüksek bir artış göstermiş, böylece seçime katılmama oranı % 21’e ulaşmıştır. Buna rahatlıkla “Boykot barajı aştı!” diyebiliriz..

% 9 oranındaki bu artış, seçmenin Parlamento ve siyasi partilerden ne derece umudu kestiğinin bir göstergesidir. 8 milyon 671 bin civarında seçmen yanı oy kullanmamıştır. Bu sayı 1999 seçimlerinde 4 milyon 911 bin dolayındaydı. Bu seçimlerde 3 Milyon 759 bin seçmen daha sandığa gitmemiş. AKP’nin 10 milyon 762 bin’lik bir oyla (reel olarak %26’lık bir oranla) tek başına iktidar olduğu düşünülürse, çeşitli nedenlerle parlamentoya güvensizliklerini ortaya koyan büyük bir seçmen kitlesi ile karşı karşıya olunduğu rahatlıkla ortaya çıkıyor.

Seçime katılmama oranındaki bu yükseliş halk kitlelerinde sistemin yarattığı ekonomik ve sosyal krizin yine sistemin temsilcileri tarafından aşılamayacağına dair çok ciddi bir inançsızlığı ve tepkiyi ifade ediyor.

Seçimlere katılmamanın siyasal bir tavır olarak Parlamento ve seçimlerin “boykot” edilmesini savunanların siyasi çalışmalarının bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylemek ise çok güç.. Çünkü “Boykot” tavrını savunan grupların çoğu artık bunu bir kitle çalışması ve devrimci bir alternatife dönüştürme biçimde değil, genellikle siyasi bir tembellik olarak sürdürüyorlar. Parlamentoyu ve seçimleri “boykot” etmiş olan kitlenin, benzer inançsızlık ve güvensizliklerle devrimci hareketleri de “boykot” ettiklerini, bu akımların kitle tabanı yaratmakta zorlanmalarına bakarak söyleyebiliriz. Örneğin Türkiye’nin seçime katılmama oranı %29,1 ve artış oranı %13,7 olan Gümüşhane’de, veya %14’lere varan artış oranlarıyla Niğde, Yozgat, Adıyaman, Aksaray gibi illerde “Boykot” çalışması yapan herhangi bir radikal grup var mı bilmiyorum. Elimizdeki verilere göre seçimlere katılmama biçimde tezahür eden sistemdem umudunu kesen bu yığınların, devrimci alternatiflere yöneldiğini, bunun böyle bir anlam taşıdığını ise ne yazıkki söyleyemiyorum. Bunun önümüzdeki süreçte mezhep çatışmalarıyla beslenen dinsel bir radikalizm olarak ete kemiğe bürünmesi ise daha güçlü bir olasılık..

Seçimlere katılmama oranındaki artışın en yüksek olduğu yerler İçanadolunun doğu kesimleri (Tokat,Yozgat, Kırşehir, Niğde, Amasya, Çankırı) ve Kürdistan’ın (Amed (%7,3’lük bir artışla %28), Elazığ (%10’luk bir artışla %27), Erzincan(%9,8’lik bir artışla %26,7), Sevas (%10.3’lük bir artışla %25,1), Meleti (%10,8’lik bir artışla %27,3), Maraş (%11,2’lik bir artışla %24,1Adıyaman(Semsur)(%14.7’lik bir artışla %26,85Axri (% 8.8’lik bir artışla %27,15) ve Antep (%11,8’lik bir artışla %27,4), Kuzey’de Qers (%9,9’luk bir artışla %28,4) ve Ardaxan (%9,3’lük bir artışla %25.5) Karadenizde Trabzon, Ordu, Gümüşhane, Bayburt illeri, içeride ise Sêrt (%10,3’lük bir artışla 25,8) ve Batman (%9’luk bir artışla %24) dır.

Bu haritanın çözümlemesinde Kürdistan açısından Alevi;Sünni geriliminin keskin olduğu illerde sisteme duyulan güvensizliğin oy kullanmama biçiminde ortaya çıktığı söylenebilir. Bu seçmenin DEHAP’a da yönelmediği ortaya çıkıyor. DEHAP’ın diğer illere göre daha az oy aldığı bu Kürdistan illerde sandığa gitmeme tavrı daha baskındır.

Kürdistan açısından seçimlere katılmama oranı, Türkiye geneline göre daha yüksektir ve %20 ile %29 arasında değişmektedir. Bu oran Türkiye’de %12 ile 24 arasındadır. Kürdistan halkı yer yer daha çok öne çıkan bir eğilimle TC Parlamentosu ve seçimlerden hiçbir umudu olmadığını da ortaya koymuş olmaktadır. Bunun Türkiye’nin parlamento ve siyasi partileriyle ifade edilen sistemiyle ciddi bir kopuşma noktası olduğu ve daha radikal bir eğilimi ifade ettiğini söyleyebiliriz. Aynı biçimde Kürt kimliiğiyle siyaset yapan partilerin de (gerek DEHAP’ın gerek bağımsız yurtsever adaylar konseptinin) bu kitleyi ikna etmediği görülmektedir.

Bu tablonun yalnızca sitemin aygıtları açısından değil, devrimci politika yapma savındaki örgütler için de bir uyarı olduğunu düşünüyorum. Çünkü mevcut sistem partilerine karşı tepkisini bu kadar artan biçimde ortaya koyan kitleler, kendileri için bir çekim merkezi olabilecek, ona güven veren bir başka kutup görünmemekte. Bu kutup reel politika alanında yerini alamazsa, yeni bir takım hayallerin, beklenti ve yanılgıların bu boşluğu doldurması hiçde sürpriz olmasa gerek.

Kürdistan’daki üçüncü güçlü eğilim de AKP oldu..

AKP aldığı oy oranlarıyla Kürdistan’da DEHAP’ın hemen ardından ikinci Partidir. Urfa (Ruha), Antep, Maraş, Bingol(Çewlik), Meleti ve Erzincan gibi illerde ise ilk  sırayı almaktadır.

Bunu Kürdistan halkının Türkiye ile eklemlenme noktasında İslamiyetin halen çok güçlü bir bağ olduğunu vurgulamak bakımından önemli buluyorum. Keza Kürt-Alevi nüfusun yoğun olduğu yerlerde bu üçüncü tercih CHP olarak yer değiştirmektedir. Fakat her iki tercihin de gerek DEHAP’ta ifade edilen Kürt kimlikli ulusal muhalefetin, gerekse boykotta ifade edilen sistemden umudu kesmiş olmanın ifadelerinin ardından geldiğini belirtmekte fayda var. Bir başka deyişle Bu veriler Kürdistan’da ulusal temelde kendi kimliğine sahip çıkma ve sistemin kurumlarıyla kopuşmanın ön planda olduğunu ama Türk sistemiyle uzlaşma ve eklemlenme konseptlerinin halen din ve mezhep temelinde olabileceğini gösteriyor.

AKP diğer bütün bölgelerde öbür bütün partilerin tabanından oy almışken DEHAP’HADEP tabanından oy alamamıştır. Bu da DEHAP’in seçmen profili hakkında, onun yurtsever özellikleri hakkında dikkate alınması gereken verilerden biridir.

Bir yanılgının önüne geçmek için hemen belirteyim ki İslamlık (bugün konu ettiğimiz biçimiyle siyasal İslam)  Türkiyenin sistemiyle bir bağlaşma noktası olduğu gibi kopuşma noktalarından da biri olabilir. Hem siyasal İslamı hem de kürtlerin ulusal taleplerini birlikte programlaştıran yapıların çok daha geniş kitle tabanı bulabileceklerini söyleyebiliriz. Fakat bu çizgideki bir radikalizmin, Kürt ulusalcılığının modernitesi ve Alevi toplumunun tepkileriyle barajlanacağını da unutmamak kaydıyla..


Kürdistan’daki başka bir özgün durum: Bağımsız Adaylar..

3 Kasım seçimlerinde TC Parlamentosuna 12 bağımsız milletvekili girdi. Gümüşhane’yi de özgün bir örnek sayarsak bağımsız adayların tümü Kürdistan illerinden seçildiler. Bağımsız adayların yüksek oranda destek görmesi daha çok ülkemizde kullanılan bir tercih olarak öne çıkıyor. Ne varki seçilen bu “bağımsız aday”ların hiçbirisi “yurtsever, delmokrat” nitelikli adaylar değil. Aralarında Elazığ’da Mehmet Ağar gibi özel savaşın önde gelen polis şefleri, Şırnak’ta Ramazan Tatar ve Hakkari’den Mustafa Zeydan gibi gibi korucubaşları, Bitlis\'ten Şeyh ailesinden gelme ANAP’lı Eski Bakan Safter Gaydalı, Siirt\'ten Fadıl Akgündüz gibi isimler bulunuyor. Abdülmelik Fırat ve Sırrı Sakık gibi Kürt kimliğiyle siyaset savındaki isimler ise seçilemediler.  Bu bağlamda “Bağımsız yurtsever adaylara oy verilmesi” çağrısıyla seçimlere katılan grupların başarılı olamadıkları görülüyor. Kürdistan’lı seçmen aynı toplumsal tabandan oy isteyen “yurtsever bağımsız” adaylar yerine DEHAP’ı tercih etti..

Bağımsız adayların yüksek oranda seçilebilme potansiyeli, DEHAP’ın barajı aşamaması olasılığına karşı, Parlamentoda bağımsız adaylarla temsil edilebilme şansının çok yük sek olduğunu savunanları da doğruluyor. Bu çevreler, HADEP’in % 10’luk barajı aşamayacağını, bu nedenle hem kapatılma tehdidine hem de baraj nedeniyle ittifaklara yönelme yerine bağımsız adaylar yoluyla seçime girilebileceğini ve bu yolla en az 26 en çok 34 milletvekili kazanabileceğini savunuyorlardı. Sadece Parlamentoda temsil edilme gerekçesi üzerine kurulu bu tekniğin –eğer kabul edilseydi- başarılı olabileceği anlaşılıyor.

Bu seçimlerde “bağımsız” adaylara yönelinmesinin nedenini, sadece siyasi partilere duyulan güvensizliği ifade etmediğini ama aynı zamanda, yerel otoritelerine dayanarak politik temsil istemeyi gelenek edinen çevrelerin bir güç denemesi olarak da okuyabiliriz.. Böylelikle bu yerel otoriteler, daha önce kendilerini listelerinden aday gösteren ama artık ilişkileri şu veya bu nedenle bozulan partilerine karşı bir anlamda “güç gösterisi” de yapmış olmaktadırlar. Zeydan, Tatar, Ağar gibi isimler DYP’den aday gösterilmiş olsalardı bu oylar DYP’ye gidecekti, belki de DYP’nin barajı aşmasına neden olacaktı. Ülkü Güney’in Bayburttan, Gaydalı’nın Bitlis’ten ANAP’ı güçlendirebilecekleri gibi...

Bu nedenle parlamentodaki  ”bağımsız adaylar”, modern, siyasallaşmış bir seçmen kitlesinin varlığına değil, tersine ülkemizde halen önemli bir ağırlık taşıyan gelenekçi ve güçlü aşiretsel bağları yansıtıyor.

Özgün durumlar..

Kürdistan açısından ilginç verilerden biri de MHP’nin durumu oldu. Tüm Türkiye’de büyük oy kaybına uğrayan MHP sadece Kürdistan’da oylarını artırdı. Dersim’de %2,65; Siirt’te 2,21; Hakkari’de 1.93; Ardahan’da %0.87 ve Mardin’de %0.84 oranında artış gözleniyor. Bu durumu, MHP’nin iktidar olanaklarını kullanarak kitle tabanı bulunmayan Kürdistan’a yerleşmek için düzenli olarak çalışmış olmasına bağlayabilir miyiz? Nasıl bir çalışma? Parti yandaşı olan memur ve polis kadroların Kürdistan’a atanması mı, bir takım olanaklar sunarak yerel etkinlikler sağlanması mı, yoksa MHP’nin yeni çizgisine karşı Kürdistan’da kendiliğinden bir yakınlaşma olması mı? Dikkatlice irdelemek gerekir. Bu artışın sırf memur-polis kadrolarının atamalarıyla olmayabileceğine dair kuşkularım var. Dersim’deki %2,65’lik artış yaklaşık 2 bin seçmene tekabül ediyor ki üç yıl içinde bu kadar MHP’li memur-seçmen Dersime yerleştirilmiş midir? Eğer öyle ise bu çok ciddi bir yönelmeyi ifade
ediyor.

Türkiye genelinde, % 7.25 oranında oy alan GP (Genç Parti) ise Kürdistan’da bir varlık gösterememiş; Binde 7 ile en fazla %2,5 oranında bir oy alabilmiş. Bu da ilginç bir zıtlık teşkil ediyor. Yeni kurulan bir parti olarak GP’nin bu ani yükselişi. Seçim dönemi boyunca ve sonuçlar bakımından, sosyal ve siyasal bilimciler tarafından en çok yorumlanan konulardan biri oldu. İtalya’da medya patronu Berlusconi’nin “Forza İtalya”sına benzer bir hareket örgütleyen Uzan grubu, sahibi olduğu basın tröstünün gücüne dayanarak, sırf reklam yöntemleriyle bir kampanya yürüttü. İdeolojik bir muğlaklık içermesine rağmen, mevcut partilere karşı tepkiyi örgütleyen, lümpen milliyetçi bir söylem kullanıldı. Alan araştırmacılarına göre alt gelir grupları, işssizler ve düşük eğitilmli sosyal çevrelerden onay gördü. Bir kısım gözlemci ise GP’nin MHP’nin tabanını elinden aldığı yönünde. GP’nin Kürdistan’da itibar görmemiş olmasını ise bir başka bulgu olarak eklemek gerekiyor.


Başarı mı başarısızlık mı?

Ben seçim sonuçlarının siyasi partiler tablosunu köklü biçimde değiştirmiş olması karşısında HADEP’in istikrarlı artışını korumasını, ve artırmış olmasını başarı olarak değerlendiriyorum. Buna rağmen Kürt ulusal demokratik hareketinin potansiyeli % 6 değildir. Yukarıda boykot oylarını da dahil etsek bile bu, DEHAP açısında kendi alabileceği optimal sonuçlara ulaşamadığı açısından da bir başarısızlık olarak da yorumlanabilir. Yenilgi değil ama, olması gerekenin gerisinde kalmayla ilintili bir köklü değerlendirmeye ihtiyaç vardır.

DEHAP’ın daha çok başarılı olmasını engelleyen pek çok faktör sayılabilir. HADEP’in kapatma tendidi altında, alalacele ittifak arayışlarına girmesi... Bu arayış sırasında bsrbirine çok ters zik zaklar çizilmesi... Kürt, Kürdistan cephesinin yeterince kucaklanmaması.. Türk sosyalistleriyle yapılan ittifakın ise çok daha geniş olabilecekken kısmen daralması..  

Seçime bir ay kala başka bir parti çatısı altında seçimlere girilmesinin, Kürdistan’da geleneksel seçmen kitlesi açısından bir sorun oluşturmasa bile, partinin özellikle Tütrkiye’de tanıtımı için yeterli zamanın olmamasınında rolü oldu sanırım.  Aday listelerinin hazırlanmasında düzensizlikler oldu, emeği geçen veya temsil yeteneği bulunan çok kimse listelere gieremedi.. DEHAP diğer rakiplerinin tersine en yoksul partilerden biriydi. Ne hazine yardımı alıyordu, ne arkasında büyük sermaye ve basın tröstleri bulunuyordu. Basın DEHAP üzerinde yoğun bir görmezden gelme ambargosu uyguladı. vb.. vb...  Bu liste daha fazla başarılı olmayı engelleyen faktörler olarak daha da uzatılabilir. Ama bence asıl olarak DEHAP’ın hitap etmesi gereken kitleyle buluşmasbını engelleyen şey Türkiyeleşme ve söylemiydi.

Bir kere kapatma tehdidi altına alınan HADEP’in, Kürdistani kimliğini terketmeye zorlanması ve yıllardır sürdürülen entegrasyon programlarına uyarlı olarak, bunu uygulamaya hazır bir ekibin varlığı büyük bir handikaptı. DEHAP yönetiminin bu kez dozunu daha da kaçırmış olarak bir Türkiyelileşme söylemine yönelmesi de bence daha fazla başarı gösterillememsinin nedenlerinden biridir. Zaten bu söylem onu dile getirenlerin önemli bir bölümünün de samimi duygu ve düşüncelerini yansıtmıyordu. Nitekim ne türk seçmeni ne de Kürt seçmeni bu söylemin işin özünü doğasını yansıtmadığını biliyorlardı Ona itibar etmediler, ciddiye almadılar. DEHAP ne bu söylemle Türk halkm yığınlarından oy aldı, ne de Kürt halkının desteğini kaybetti. Bundan çıkarılacak sonuç, siyaseten zorlamaların, kendisi gibi değil de başka birşey olmaya çalışmanın itibar görmediğidir. Böyle teatral bir türkiyelileşme gösterisine gerek yoktu. Bence DEHAP açısından seçim sonuçlarından alınması gereken en önemli ders ^Türkiye sistemine entegrasyonu kanıtlama ve türkiyelileşme” söyleminin kenhdi tabanlarını büyütmediğini, Türk halkına da hitap etlmediğini görmeleridir. Yok eğer zaten bu söylemler sadece TC devletinden kabul görmek açısından yapılıyorsa, bunun da çok yanlış olduğunu, siz kendinizden ne kadar taviz verirseniz verin Devletin daha çok şey isteyeceğini, kimliğinizi bütünüyle terketmenizi isteyeceği çok açıktır. Kimliğinizi bütünüyle terkettiğiniz anda ise zaten size ihtiyacı yoktur. Bu basit denklemi herkesin, özellikle de DEHAP politikasını yönlendirenlerin akıllarında tutmalarında fayda var. Kürt halkı kendini inciten bu söylemden ne kadar rahatsız olsa da seçim sonuçlarında kendi tercihini yansıtan bir adresi bulunduğu bilinciyle hareket etti ama bu kredinin bu söylemlerin dayatılmaya devam edilmesiyle çok da uzun süreceğini sanmıyorum.

Türk Sol hareketiyle yapılan Blok’un seçimlere katkısı elbette olmuştur. Ama bu da çok abartılmaması gereken bir durumdur. Seçim sonuçlarının da ortaya koyduğu bir gerçek vardır ki, Türkiye sosyalist hareketi kürt ulusal hareketini yüklememiş, ama ulusal demokratik hareket bir kez daha Türk sosyalistlerini taşımıştır. Bunu olumsuzluk olarak söylemiyorum. Ama Kürt ulusal hareketinin kitlesel dinamizmiyle alanlara çıktıktan sonra ona kapıdan kovulmuş bir “Kemalist, Kuvayi milliyeci söylem” aşılamaya taşımak, ideolojik anlamda da siyasal olarak da yükten başka bir şey değildi.

DEHAP’ın seçimlere, maddi olanaklar açısından sıfır noktasında girdi.Sadece yoksulların, emekçilerin fedekaryıklarıyla kampanya yürüttü. Ne diğer partiler gibi “Hazine yardımı” aldı, ne arkasında büyük sermaye desteği ne de Basın tröstleri vardı. Medya DEHAP’ıh halk kitlelerinin bilincine çarpmaması için son günlere kadar onu görmezden gelmeyi sürdürdü. Kürdistan halkının bugüne kadar yaratmış olduğu basın yayın olanakları olmasaydı, çok daha koyu bir tecritin yaşanacağı açıktı. Bu açıdan da DEHAP’ın seçim kampanyaları düzenleme açısından bile eşitsiz koşullarda aldığı sonuçları önemsemek gerekiyor.

DEHAP’ın “Genelkurmay partisi” olduğu vb gibi tezlerin aksine, militarist bürokrasi Kürdistan’da DEHAP’a oy verilmemesi için yine bildik baskı ve tehdit yöntemlerini yürüttü. Köylüleri tehdit etti, yer yer açık oylamaya zorladı. HADEP’li Belediyelerin nasıl cezalandırıldığı düşünülürse, Kürt halkının DEHAP’ı bir takım bedellerini de göze alarak “inadına” desteklemiş olduğunu da seçim sonuçlarının önemli bir saptaması olarak yapmak gerekiyor.


Sol Blok’un durumu..

Bir önceki yazımda belirttiğim gibi, Sol Blok’un oy oranlarına büyük bir katkısı olamazdı. Zaten soruna salt bu açıdan da bakmamak gerekir. Sol Blok, Kürt ulusal hareketiyle buluşmak noktasında olumluydu. Ama Kürdistan’ın ve Kürt siyasal hareketinin sosyal gerçekliğiyle çelişen “Kemalist söylemlerin” Blok vesilesiyle yeniden Kürt hareketine dikte edilmeye çalışılması büyük bir yanlıştı. Sözgelimi bu eğilimin en güçlü temsilcisi olarak Mihri Belli’nin neredeyse Atatürkçülerle yarışırcasına, sol Kemalist bir söylemi öne çıkarması DEHAP’in gerçeğiyle hiçbir ilgisi yoktu. Bunun benim gibi birçok insanın canını sıktığı gibi birçok insanın soğuması ve uzaklaşmasına neden olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Kemalizm, Kürdistan ulusal demokratik hareketinin neredeyse tüm tabanı tarafından ırkçı sömürgeci bir ideoloji olarak lanetlenmiş, en azından hiçbir biçimde sempati duyulmayan Türkçü bir ideoloji olarak kabul edilmiştir. Bu önemli bir karekter çizgisi oılarak kendini belli etmektedir. Aksine Türk solunda ise bu “Kuvayi Milliyeci” ruh oldukça fazladır. İttifak yapıldığında elbette ortak bir söylemde anlaşılması olağandır. Fakat bu söylem Kürtlere kendi cellatlarını yeniden sevdirme ve onları sanki Atatürk’ün partisi gibi manipüle etme hakkını da kimseye vermez.

Türk sosyalistleriyle ittifak yapılmasına karşı değilim ama ulusal demokratik mücadelenin kapıdan kovduğu Kemalizmin bacadan sokulmasına karşı ise, hangi pragmatizm nedeniyle olursa olsun izin vermemek gerektiğini düşünüyorum. Üstelik fayda açısında bile bakılsa, bu söylemin Türk halk yığınlarına, emekçilerine birşey ifade etmediği gibi, Kürt emekçilerini de uzaklaştırdığı açıktır.. Bu söylemin hitap edeceği adres, ne yazıkki kitleler değil, militarist bürokrasinin kendisi olur. Onların ideolojik zırhlarına olan “saygı” ya da “boyun eğme” gösterisi olur ki bu da şiddetle reddedilmesi gereken bir anlayıştır. Ne Kürt ulusal demoskratik hareketinin ne de Türkiye sosyalist hareketinin  bu yoldan  kendilerini meşrulaştırma ihtiyaçları yoktur. Belki Kemalistler açısından böyle bir ihtiyaç vardır ve bu da kendilerini ilgilendirir.

Blok çalışmalarının kadrolarda olduğu oranın tersine Türkiyeli emekçi kitlelerde yankısını bulmadığını söylemek gerekir. Buna karşın yapılan çalışmaların önemli bir deneyim olduğunu, alanlarda, pratik çalışmalarda gelecek için bir dolu iç kazanım getirdiğini de görmek gerekiyor. İttifaklar açısından da en optimal çözümün elementlerin kendi özelliklerini koruyarak somut projeler üzerinde anlaşmak olduğunu gösterdiğini düşünüyorum. Sınıfsal açıdan baktığımızda DEHAP ne kadar Kürt ve Kürdistanlı ise bir o kadar de bu Kürdistanlı kır ve kent yoksullarının, kadınların, ezilenlerin adına politika yürütmek durumundadır. İttifak tercihlerinin/ihtiyacının bu yönde olması da doğaldır. Kürt ulusal hareketinin taşıdığı devrimci dinamizmin tüm Ortadoğuda olduğu gibi Türkiye için de temel demokratikleşme öznesi olduğu, bu anlamda ittifakların daha da geniş tutulabileceği de bir gerçek.

Dilerim seçim sonuçları Kürtler ve Kürdistan bazında herkes tarafından nesnel bir biçimde algılanır.  Çünkü nesnel durum inkar edilerek bilim yapılamayacağı gibi politika da yapılamaz.



Yorumlar