DEHAP’ı destekleyen, ona oy veren, orada çalışan kitlenin siyasal niteliği Kürt’tür, Kürdistanidir. Ulusal kimliğine, taleplerine coşkulu biçimde sahip çıkan bu kitle dinamizmi kendini ağırlıklı olarak HADEP’te / DEHAP’ta ifade etmektedir. Bu kitlesel dinamizm ister birilerinin canını sıksın, ister iştahını kabartsın bir olgudur.. Kürdistan halkı 15 yıldan fazla bir zaman bir direnme savaşı yaşadı. 30 binin üzerinde şehit verildi, yakılıp yıkılmayan köy, mezra kalmadı, 3 milyondan fazla insan göçettirildi. Her ailede üç-beş şehit, her ailede üç-beş tutsak, bir o kadar da politik mülteci vardır. Bu halkın evi barkı yakılmış, sürülmüş, büyük zulumler görmüş, savaşın tüm yükünü çekmiş... Bu kez politik olarak asimilasyon ve entegrasyonla karşı karşıya. Buna rağmen aynı halk, aynı talep ve özlemlerinin bir uzantısı olarak dün HADEP, bugün DEHAP’ı bütün coşkusuyla destekliyorsa, bunun siyasal bir anlamı, bir içeriği olmadığını söylemek büyük bir inkarcılık olur.
Kuzey Kürdistan’da legal kitlesel dinamizmin adresi DEHAP’tır..
Kürdistan Tarih ve Demokrasi Forumuna “DEHAP bir Kürt ve Kürdistan Partisi...” başlıklı bir yazı asıldı. Welat imzasıyla asılan bu yazıda, 120 bin kişinin katıldığı bir seçim anketinin sonuçlarına dayanarak DEHAP’ın Kürdistan’ın başta Amed ve Dersim kentleri olmak olmak üzere büyük bir bölümünde birinci parti, tamamında ise yüzde 10’un üzerinde hatırı sayılır bir oy oranına sahip olduğunu yazıyor. Buna karşılık Türkiye’nin batı illerinden düşük oylar aldığını, bu kontrast durumun ortaya belirgin bir Kürdistan haritası çıkardığını öne sürüyor. Bu durumuyla DEHAP’ın dördüncü sırada olduğu bilgisi de veriliyor. (Bkz. http://f27.parsimony.net/forum66647, “DEHAP bir kürt ve Kürdistan Partisi”,Welat)
DEHAP yöneticileri hemen her fırsatta Türkiye partisi olduklarını, tüm Türkiye’yi kucakladıklarını vurguluyorlar. Sadece kürt kimlyikli bir parti olma imajını kabul etmiyor veya bunu silmeye çalışıyorlar. Türk siyaset sistemi de DEHAP’ı böyle bir söyleme zorluyor. Buna rağmen Welat’ın hem DEHAP’ı desteklemesi hem de onun bir Kürt ve Kürdistan partisi olduğunu vurgulaması bu atmosferle çelişiyor gibi görünüyor. Ama istatistiklerin diline bakılırsa DEHAP’ın Türkiye partisi olduğu söylemi de toplumsal gerçeklerle çok uyuşmuyor. Bir yandan DEHAP’ın yönetimi bir yandan da onun karşıtları –biri olumlu diğeri olumsuz anlamda- bu partiyi Türkiye partisi olarak tanımlamakta ısrar etseler de ben de Welat’ın Allegorik bu izah biçimine rağmen görüşünün, sadece seçim anketlerine dayanarak değil ama ülkemizin siyasal toplumsal gerçekleriyle örtüştüğünü düşünüyorum..
Bir partinin dayandığı toplumsal-sınıfsal taban, desteklendiği coğrafi bölge; ideolojik söylemler kadar dikkate alınması gereken önemli verilerdir. Daha önce HADEP’in, şimdi de DEHAP’ın Kürdistan’ın hemen tamamında birinci parti olması veya çok önemli bir oy oranına sahip olması bir RASTLANTI değil... Bunun hiçbir anlamı ve önemi olmadığını söylemenin siyasal ve sosyal gerçeklikle alakası olamaz. Bir siyasal partinin kitle tabanının hangi coğrafi bölgeye yoğunlaştığı, eğer bu coğrafya BİR ÜLKEYE tekabül ediyorsa ULUSAL bir anlam kazanır. Kürdistan hayali ve ideolojik bir kavram değil, tarihsel, toplumsal, siyasal bir gerçekliktir ve bir coğrafyaya tekabül eder. Bu ülkenin adı da KÜRDİSTAN’dır. DEHAP’ın ağırlıklı oy aldığı yerlerin çok net bir biçimde Kürdistan haritasını vermesi, Welat’ın ilginç bir buluşu olmakla birlikte bu gerçekliğe denk düşüyor.
Bir partinin Kürdistani olup olmadığı sadece onun ideolojik söylemine değil, ülkedeki temsil gücüne, yani iddia ettiği coğrafyadaki halk kitlelerinden aldığı desteğe doğrudan doğruya bağlıdır. Bir partinin Kürdistani olup olmadığını, onun Berlin’de veya Londra’da aldığı oy oranıyla değil, ülkesinde ne kadar kitle desteği gördüğüyle yakından bağlıdır.. Sin Fein’ın Irlanda halkının partisi olması Londra’daki desteğine değil, Irlanda’daki desteğine göre ölçülür, Harri-Batasuna Bask vatanının partisidir Madrid’in değil.. Kendi ülkesinde hiçbir varlığı olmadığı halde“Ben Kürdistan’ın bağımsızlığını savunuyorum, o halde sadece ben Kürdistan örgütüyüm” demek ne kadar subjektif bir yorumsa, sadece ülkedeki desteğine bakarak bir partinin siyasal çizgisini gözardı etmek de o kadar yanlış olur. İşin siyasal içeriği bakımından da DEHAP bir Kürt ve Kürdistan partisi...
DEHAP’ın aldığı destek sadece Kürdistan’la sınırlı değil. Çünkü Kürtler aynı zamanda sürgün ve zorunlu göçler nedeniyle daha çok Türkiye metropollerinde, İçanadolu, Ege, Akdeniz gibi bölgelerde de yaşıyorlar. DEHAP buralarda da Kürtlerden oy alıyor ama Kürdistan’daki kadar değil. Bu niteliğiyle de DEHAP aynı zamanda bir Kürt partisidir. Zaten “Kürt sorunu” denen olgunun birçok cephesi vardır. Bağımsız ve özgür bir kürdistan olsa bile türkiye’nin yine de bir Kürt sorunu olacaktır, çünkü Türkiye’de yaşamayı tercih eden çok sayıda kürt için yine ulusal kimliğinin tanınması, yönetime katılma gibi ulusal talepler sözkonusudur. Türkiye’deki Kürtlerin ağırlıklı bölümü bu partiyi desteklemektedirler. Bu nedenle DEHAP bir Kürt partisidir.
Türkiye’deki birçok siyaset bilimci de DEHAP veya HADEP’i etnik kimlik partisi olarak nitelemekte, fakat bunu olumsuz, daraltıcı bir nitelik olarak değerlendirmekteler. Oysa bana göre toplumsal sınıflar gibi, etnik ve dinsel grupların da kendilerini ifade eden siyasal partilere sahip olmaları ve demokrasiye bu kimlikleriyle katılmaları bir olumsuzluk değildir. Tersine işin doğası budur diye düşünüyorum. Siyasi örgütlenmelerin biçimleri, toplumsal çelişmelerin gerilimlerin ağırlklarına göre belirlenmesi kaçınılmaz. Eğer ulusal baskı ve inkar söz konusuysa, eğer dinler veya mezhepler karşısında bir ayrımcılık sözkonusuysa, örgütlenme ağırlıklarının bu yönde toplaşmasından daha doğal ne olabilir? Ancak bu çelişkilerin çözümü ve toplumsal gerilim noktaları değiştikten sonradır ki etnik, dinsel ya da sınıf kimlikli partiler siyaset sahnesinde yerlerini başka aktörlere bırakabilir. Diğeri siyasetin doğasını zorlayan totaliter bir anlayışın uzantısıdır ancak. Demokrasi bir temsiliyete dayanacaksa ve bir uzlaşma rejimi ise her toplumsal tabakanın kendi rengiyle bu bileşime katılması beklenir. Ama iktidarı bir etnik, dinsel kimliğe ya da sosyal sınıfa göre belirlerseniz, işte o zaman bu demokrasi değil bir diktatörlük olur.
Konunun siyasal boyutuna gelince. DEHAP’ı destekleyen, ona oy veren, orada çalışan kitlenin siyasal niteliği de Kürt’tür, Kürdistanidir. Ulusal kimliğine, taleplerine coşkulu biçimde sahip çıkan bu kitle dinamizmi kendini ağırlıklı olarak HADEP’te DEHAP’ta ifade etmektedir. Bu kitlesel dinamizm ister birilerinin canını sıksın, ister iştahını kabartsın bir olgudur.. Kürdistan halkı 15 yıldan fazla bir zaman bir direnme savaşı yaşadı. 30 binin üzerinde şehit verildi, yakılıp yıkılmayan köy, mezra kalmadı, 3 milyondan fazla insan göçettirildi. Her ailede üç-beş şehit, her ailede üç-beş tutsak, bir o kadar da politik mülteci vardır. Bu halkın evi barkı yakılmış, sürülmüş, büyük zulumler görmüş, savaşın tüm yükünü çekmiş... Bu kez politik olarak asimilasyon ve entegrasyonla karşı karşıya. Buna rağmen aynı halk, aynı talep ve özlemlerinin bir uzantısı olarak dün HADEP, bugün DEHAP’ı bütün coşkusuyla destekliyorsa, bunun siyasal bir anlamı, bir içeriği olmadığını söylemek çok büyük bir inkarcılık olur.
Bu bir olgudur ve ne abartmak ve nede küçümsemek gerekmez ama bütün politik hurafe ve beklentileri ters yüz edecek bir devrimci enerjidir bu. HADEP’te veya DEHAP’ta kendini ifade eden, sadece oy vererek değil, yıllardır bu nedenle kendilerine gelecek her türlü baskıyı gögüsleyerek, açık ayrımcılık ve baskılar karşısında inatla direnen Kürdistanlı halk kitlelerini görmezden gelen bir yaklaşım var. HADEP’i sanki kitlelerden beslenmiyormuş ve naylon bir tabela partisiymiş gibi içeriğinden boşaltarak ele almak, herhalde biz Kürdistanlıların kendi değerlerimiz karşısındaki acımasızlığımıza bir örnek olsa gerek..
Resmi açıklamalara göre HADEP’in parti yöneticisi ve üyelerinin de içinde yer aldığı 158 parti şehidi var. Bu insanlar bu parti “Türk partisi olduğu” için, “Genelkurmayı destekledikleri” için değil, Kürt ulusal istemlerini savundukları için katledildiler. DEHAP bu geleneğin devamıdır. Aynı geleneğin önceki uzantılar olan DEP’li milletvekillerinin birçoğu halen sürgündedir; Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Selim Sadak 9 yıldır zindandadır. Bütün bunlar bu parti “Türk partisi” olduğu “MHP’den bir farkı olmadığı” için değil, Kürt ulusal hareketine karşı girişilen “Topyekün savaş” konsepti nedeniyle yaşandı.
Bugün HADEP’in Türk sistemine entegre edilmeye çalışıldığı, politik asimilasyona tabi tutulduğu, Türkleştirme politikasına kimi yönetici veya kadrolarının öncülük ettiğini söylemek ayrı bir şey, ama sanki bu istekler bir siyasi gerçeğe dönüşmüş gibi DEHAP’in bir Kürt ve Kürdistan partisi olmadığını iddia etmek ayrı bir şeydir. Özünde DEHAP’ı Türkleştirmek isteyenlerle onun zaten Türk olarak kabul etmek isteyenler arasındaki bu uyuma rağmen, bizim ısrarla DEHAP’ın Kürt ve Kürdistan gerçeği üzerine şekillenen yapısını vurgulamamızın daha doğru bir politik tutum olacağını düşünüyorum. Bu tutumun dün HADEP bugün DEHAP’ta kendini ifade eden kadroların da onu destekleyen kitlelerin de niyetlerini ifade ettiğini düşünüyorum. Her iki yanlı bu inkara karşı bu sesin sonuçta galip geleceğine inanıyorum.
Evet DEHAP bir Kürt ve Kürdistan partisidir, ama bu onun Türkiye için program önermesine, Türkiye halkı için de bir proje sahibi olmasına engel değildir. Türkiye halkı için demokrasi ve sosyal kurtuluş istemesi kendisiyle çelişmez, aksine diyalektik bir uygunluk gösterir. Nasıl ki aynı biçimde Güney Kürdistan’daki Partiler Kürt ve Kürdistan partileri olmasına rağmen Birleşik bir Irak adına bir takım projeler sunuyor, geleceklerinin Irak bütünlüğü içinde gördüklerini söylüyorlarsa ve bu onları “Araplaştırmıyorsa”, DEHAP’ın da Türkiye için projeler sunması, /üstelik burada Güneydekilerden farklı olarak yasal çerçevelerde hareket etmeyi kabul eden legal bir partiden bahsettiğimize göre/ yadırganacak bir şey değildir. Aynı şekilde HAK-PAR da bir Kürt ve Kürdistan partisidir ama bu Parti de yasal nedenlerden ötürü ne programına “Biz Kürt ve Kürdistan Partisiyiz” diye yazabilir, ne de yöneticileri kolay kolay böyle bir söylem geliştirebilirler. Biz ise onların sosyal, siyasal niteliklerine, kitle-kadro profiline bakarak böyle bir tesbit yapabiliriz.
DEHAP veya benzeri Kürt ve Kürdistan partilerinin, Türkiye’deki siyasal sistem tarafından da bu niteliğiyle kabul edilmesi gerektiğini savunuyorum. Ortak bir gelecek arayan veya bunu doğru bulan Kürtler ve Türkler için ancak gerçek böyle kabul edildikten sonra ortak birşeyler konuşulabilir, yapılabilir. Blokta yer alan siyasal geleneklerin (Kuvayi Milliyeci sosyalistlerin dışında!) ağırlıklı olarak bu gerçeği kubul ederek hareket ettiklerine inanıyorum. Onun için de ben ısrarla DEHAP’ın bu niteliğinin ilan edilmesi, meşruluğunun savunulmasından yanayım. Yani herkesin bildiği, zımnen kabul ettiği bir gerçeği sanki öyle değilmiş gibi davranmanın, birbirini güya kandırmaya çalışmanın anlamı yoktur. Unutulmamalı ki nesnel durum yok sayılarak ne bilim yapılabilir ne de politika!
Kuzey Kürdistan’ın siyasal atmosferi birkaç yıl öncesine göre oldukça değişti. Uzun yıllardır yürütülen silahlı mücadelenin ardından, kitle muhalefetini önemli ölçüde temsil eden PKK artık sistem içine döndüğünü açıkladı. Sistem içindeki araçları kullanacağını, sorunun reformlar ve demokratik dönüşümlerle çözüleceğini savunan bir çizgiyi benimsediğini açıkladı. Başka siyasi yapılanmalar ise şu ana kadar devrimci bir alternatif yaratmayı başaramadılar. Dolayısıyla politik ortam bu determinizasyonla belirlenmektedir. Dikkat edilirse Güneydeki oluşumun öncüleri olarak olumladığımız KDP ve YNK çok daha önceden beri zaten “sistem içi çözümler”de karar kılmış partilerdir. Devrimci öngörülerini terketmeyen siyasi yapılanmaları ayrık tutarsak, Kürdistan’ın her iki parçasında kitlesel temsil gücü ve tabanı bulunan partiler objektif olarak “sistem içi arayışlarda” karar kılmış olan siyasal partilerdir. PKK’nin nasıl bu noktaya geldiğini, uluslararası bir zorlama ve kuşatmaya teslim mi olduğu, yoksa aynı zamanda, yıllardır sürdürülen mücadelenin yöntem ve araçlarındaki yanlışların ve tıkanmaların dayattığı zorunluluklar mı söz konusu, yoksa dünyadaki global denge değişikliklerinin ülkemize bir yansıması dır, ya da başka faktörlerle mi açıklanabileceğini ayrıca tartışmak gerekir.
Bu değişimlerden biri de 90’lı yıllar boyunca Güney Kürdistan ‘daki de facto durumun giderek daha çok siyasi-toplumsal bir istikrara kavuşması ve hukuksal bir çerçeveye oturmaya başlamasıdır.Parlamentonun yeniden çalışmaya başlaması ve buna bağlı olarak atılan adımları Güney Kürdistan halkının kendi kaderini tayin hakkını kullanmasının bir ifadesi olarak değerlendiriyorum. Birileri diyebilir ki “Bu parlamento sözcüleri “Irak’ın birliğinden” bahsediyorlar, buraların Irak toprağı olduğundan bahsediyorlar, bu konunun Irak halklarının kendi arasında çözüleceğinden “bağımsızlık” istemediklerinden bahsediyorlar.. Bunlar Kürt ulusunun kendi geleceğine ait karara ipotek koymak anlamına gelmiyor mu. ABD ile özellikle de TC ve bölge devletleri ile de bağlarını koparmak istemiyorlar. O halde bu bizim anladığımız bir ”kendi kaderini tayin” değildir, bunu desteklemek bizi bağımsız birleşik Kürdistan politikamızdan uzaklaştırır, sakıncalıdır.” diyebilir. Evet, bu kaygılar da haksız değildir. Ama sorun nesnel biçimde ortaya konduğunda, dikkatlice bakıldığında, Güney Kürdistan’da Irak bütünlüğü içinde dahi olsa bir Kürdistan Federal bölgesinin olmasının, bunun uluslararası güvencelere kavuşturulmasının geri bir adım olmadığı, bağımsızlık perspektifini uzun vadede karartmadığı gibi, Güney Kürdistan halkının demokratik iradesini yansıttığı ölçüde bu çözüme de saygı duyulması gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Tüm bunlar devrimciler için kendi projelerini toplumsallaştırmalarının önünde bir engel de değildir, bu somutluğun üzerine yeni devrimci taleplerle kitleleri harekete geçirip, statükoyu kendi lehine çevirmeleri mümkündür.
Gelelim Emek, Demokrasi ve Barış Bloku’na.... DEHAP ne kadar Kürt ve Kürdistan Partisi ise, Blok da o kadar Türkiye’lidir. DEHAP bu blok içinde Kürt ulusal hareketini temsil etmektedir. Diğer partnerler ise Türkiye sosyalist hareketinin kökleri eskilere uzanan sosyalist devrimci geleneklerden gelen partilerdir. Elbette Türkiyeli oldukları kadar, sınıfsal taban olarak da Türkiyeli emekçilere yönelmekte, sosyalist kadrolara dayanmaktadırlar. Blok bir İTTİFAK’tır. Aslında Türk ve Kürt solu arasındaki uzun yıllar süren “ayrı örgütlenme mi, ortak örgütlenme mi”sorunu da somut siyasal pratikte bir çözüme kavuşmuş, bunun en optimal biçiminin İTTİFAK olduğu anlaşılmıştır. Kuşkusuz bugün seçim ittifakı olarak gerçekleşen şey, yarın iktidar için de gerçekleşebilir veya daha mütevazi projeler için de bu ittifakın yeni biçimleri söz konusu olabilir. Tıpkı nasıl KDP ve YNK’nin Irak Muhalefet Cephesi’nin içinde yer almaları onların bağımsız siyasal kimliklerini ortadan kaldırmıyorsa, Türkiye’de Emek, Demokrasi Barış Blokuyla ittifak yapılması da DEHAP’ın kimliğini değiştirmez.
Keşke bu ittifak Türk sosyalist hareketinin diğer unsurlarını da örneğin ÖDP ve TKP gibi partileri, başka gelenekleri de bağrında taşıyabilseydi. Keşke Kürtler de DEHAP’la birlikte HAK-PAR veya diğer Kürt gruplarıyla öncelikli bir ittifak geliştirebilmiş olsalardı.
Blok’un Türkiye genelinde alacağı oy, sosyalist hareketin sınıf kitle tabanına hitap edip etmediğinin de bir ölçüsü olacaktır. Yani yıllardır tüm sosyalistlerin teorize ettikleri, Türkiye işçi sınıfı hareketi, sosyalist hareket ve Kürt ulusal demokratik hareketi arasındaki ittifak kitleselleşecek mi, daha açığı Kürt tarafının kitlesel olarak içinde olduğu bu ittifaka Türkiye emekçi kütlelerinden karşılık gelecek mi? Oy oranlarını belirlerken seçim hilelerinden tutun da, kitle iletişim araçlarından yayılan manipülasyona, kitlelerin yakın beklentilerinin iyi okunup okunmamasına kadar bir dizi etken sayılabilir.
Kürt hareketinin (politik anlamda) Türkleştirilmesiyle ilgili çaba gösterenlere veya bundan kaygı duyanlara bir de olaya şu açıdan bakmalarını öneririm: TC. 80 yıldır en şiddetli yöntemlerle Kürtleri fiziken asimile etmeye çalıştı başaramadı; politik asimilasyonun akıbetinin daha zayıf araçlarla farklı olacağını sanmıyorum, bu da ters tepecektir.
Aşağı yukarı 40 yıllık sıkı ilişki içerisinde Türk Sosyalist hareketinin kendiliğinden Kürt ulusal demokratik hareketini “Türkleştirdiği” tartışılabilir, ben de buna karşılık bir olgu olarak aslında Türk sosyalist hareketinin on yıllardır “fiilen”, son on yıldır da “siyasal” olarak Kürtleştiğini söyleyebilirim. Bunu “Alevilik” olgusu için de rahatlıkla tekrarlayabilirim. Türkiye’de “Alevilikle-Solculugun” bu denli iç içe geçmiş olması, sosyalistlerin Aleviliği siyasallaştırması kadar, Aleviliğin de sosyalist hareketi Alevileştirmiş olmasıyla birlikte tartışılmalı. İşin doğrusu ise sınıf hareketinin ideolojik-siyasal düzlemiyle, etnik ve dinsel kimliklerin siyasallaşması arasındaki ilişkide, bunları “kendine benzetmeye çalışmak yerine, her kategorinin kendi rengini kabul etmek ve ilişkilenmeyi böyle bir kabullenme içinde yapmak daha doğru bir tutumdur. Eğer böyle olmasaydı Türkiye’de sosyalistlik sadece Alevi ve Kürtlerin siyasal bir tercihi olarak daralmaz, Kürtlerin ve Alevilerin ise barındırdıkları sınıfsal katmanlarda liberal ve gelenekçi anlayışları kendilerini illa “sosyalist düşüncenin kalıplarına uymak” zorunda hissetmezler, düşünce ve politika dünyası daha zenginleşirdi.
Bu nedenle herkesin kendi adıyla çağrılması bir ayrımcılık değil, daha tutarlı ve sağlıklı bir işbirliği veya ayrışmanın gereğidir. Biz sınıfsız kaynaşmış bir kitle değiliz, tıpkı homojen tek etnik kimlik, tek dinsel kimlikten oluşan bir yumak olmadığımız gibi..
HADEP’te politika yapan bazı kadroların veya Blok içindeki “Kuvayi Milliyeci Türk Solları’nın” bizim gerçekliğimizle uzaktan yakından ilgisi olmayan politikaları savunmaları, sessiz çoğunluk ve tabanın gerçek talep ve isteklerinin aksine sahnede bunların görünüyor olması da gerçeği değiştirmiyor. Kitlenin sahiplendiği çizgi ile siyaset bürokrasisinin manipülatif tavrı birbiriyle çelişmektedir. Üstelik daha çok sayıdaki kitleyi cezbedebilecekken önemli oranda da caydırıcı olmaktadır; Bu da bir gerçek. HADEP’te toplanan kitlesel muhalefetin eritilmesi, asimile edilmesi ve ufalanıp artık ciddiye alınmayacak bir marjinal niceliğe düşürülmesinin, militarist bürokratik oligarşinin de istediği birşey olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Öyle ise bu çelişkinin ağırlığını, kitle tabanı genişleterek ulusal demokratik muhalefetin lehine çevirmeliyiz. DEHAP’in desteklenmemesi ise, zaten onu marjinalleştirip bitirme peşinde olanların işine yarayacaktır, başka birşeye değil..
Bir de şu soruyu soralım: Türkiye gerçekten ister HADEP, ister DEHAP, isterse HAK-PAR olarak Kürt ulusal kimliğinin belirlediği bir kitlesel muhalefetin büyümesini istiyor mu? Onu sistem içinde bir siyasi aktör olarak kabul etmeye hazır mı? Eğer hazırsa ve bunu istiyorsa, TC’nin az da olsa kabuk değiştirdiğini söyleyebiliriz. Bence tam tersine TC’nin böyle bir niyeti yoktur. Kürt muhalefetini tümüyle söndürmek, ideolojik, politik ve nicelik olarak marjinalleştirmek istiyor. Militarist bürokratik oligarşi kendini dayatan yapısal değişiklikler karşısında ancak ayrıcalıklarını korumayı umduğu kontrollü bir değişimi kabul edebilir.
HADEP’in kendi başına seçimlere girmesini engellemek için yapılan manevralara, kapatma şantajının seçim arifesinde güncelleştirilmesine, HADEP’in seçim barajını aşmak için, kendilerinin de baraj sorunu olan partilerle seçim ittifakı araması karşısında bu partilerin tavırlarına bakalım. Onlar HADEP’le seçim ittifakına girdiklerinde, kararsız seçmen kitlesinin de katılımını sağlayarak rahatlıkla barajı aşabileceklerini görmelerine rağmen, siyasi yaşamlarının sonu pahasına buna yanaşmadılar. Eğer iddia edildiği gibi sistem HADEP’in temsil ettiği anlayışı Parlamento içine almaya hazır olsaydı bu ittifaklara geçit verirdi. Ama izin vermedi. Yüzde on gibi yüksek bir seçim barajının HADEP benzeri partileri parlamentoya sokmamak için konulduğu ise zaten çok açık. Kala kala geriye Türk Sol partileriyle ittifak yapmak kaldı ki, TC’nin bu ittifakın her iki tarafı da marjinalleştireceğini düşündüğü de bellidir.
Buradan şu sonuca varabiliriz ki; DEHAP ne kadar az kitle desteği alır, ne kadar güçsüzleşirse, TC egemenleri de o kadar rahat ve derin bir nefes alacaklardır ve bununla övüneceklerdir. Ama bu ifade ne kadar güçlü olursa rahatları o kadar kaçacak, bu kitlesel dinamizmin istemlerinin bir biçimde karşılanmaması halinde onun her zaman radikalizmin zemini olduğunu da korkuyla anımsayacaklardır. Yani sömürgecilerin istemleri DEHAP’ın güçlü bir desteğe kavuşması değil, onun mümkün olan en az seviyede tutulmasıdır. Salt bu oyunu bozmak için bile DEHAP’a seçim desteği verilmesi gerekir.
DEHAP ve Blok’un seçimlerde desteklenmesini önerirken, somut politik tutumların da, nesnel durumun kabul edilmesine dayalı olarak alınması ve onu dönüştürme olanaklarının buradan yaratılabileceğine dair umutlarımı da beraber taşıyorum..
Recep Maraşlı
Gelawej.com
Yorumlar
Yorum Gönder